Uzun süredir COVID 19 illetine bir
aşı bulunmasını bekliyorduk, sonunda bulundu, fakat sevinemiyoruz.
Sevinemiyoruz, çünkü ortalık öyle toz duman içinde ki, göz gözü görmüyor. Bir tarafta hangi şirketin aşısının daha güvenilir olduğu tartışmaları, diğer tarafta aşı karşıtlarının hastalıklı zihinlerinden çıkan saçma sapan iddialar, ne yapacağımızı bilemez hale geldik.
Son bir haftada herkes “aşı üretme
teknikleri” konusunda uzman kesildi. İnsanlar pazarda sebze seçerken inaktif
aşının bilinen bir teknoloji olduğunu, fakat mRNA teknolojisinin daha yeni
ortaya çıktığını, yeterince denenmeyen bu teknolojiye güvenilemeyeceğini konuşuyor.
Aslında konuşmuyor, “konuşturuluyorlar”.
EN AZ 160 MİLYAR DOLARLIK BİR PAZAR
Ortalığın toz duman içinde olmasının
ve tartışmaların sokağa indirilmesinin ardında büyük bir “pazar” kavgası
yatıyor. Bakın çok basit bir hesapla, dünyada 8 milyar insan yaşıyor, her
birine 2 doz aşı yapılacak, 16 milyar doz aşıdan bahsediyoruz. Medyaya düşen haberlerden
en ucuz aşı 10 dolar gibi görünüyor. O halde en az 160 milyar dolar veya 1.3
trilyon liralık diğer bir deyişle Türkiye’nin 2020 bütçesi kadar bir pazardan bahsediyoruz.
Bütün kavganın nedeni bu aslında.
Konuşmuyorlar, “konuşturuluyorlar”
dedik. Çünkü konuştukları şeyler “önlerine konanlar”. Pazar kavgasının
tarafları insanlara “veriler” sunuyor ve kendi çıkarları doğrultusunda
yönlendirmeye çalışıyor. Zaten akla gelebilecek her konuda “taraflaşma”
eğiliminde olan insanlar da, futbol takımı tutar gibi inaktif aşı veya mRNA
aşısı “taraftarı” oluyorlar. Elbette
burada şirketlerin satın aldığı profesörlerden bahsetmiyoruz, onlar konuşurken
ne dediklerini çok iyi biliyorlar.
O halde bu tartışmaları bir tarafa
bırakıp, yeniden “bilime” dönmeli.
BAĞIŞIKLIK NE DEMEK?
Bulaşıcı bir hastalığa
yakalandığımızda vücudumuzun hastalıkla savaşmak için ürettiği antikorlar,
hastalığı yendikten sonra da bedenimizde kalmaya ve bizi bu hastalığa karşı
korumaya devam ediyor ve buna “doğal” bağışıklık diyoruz.
Aşı karşıtları bu “bilgiden”
hareketle COVID 19 için aşıya gerek olmadığını, hastalığa yakalananlarda doğal
bağışıklık gelişeceğini, “doğanın işine karışmamak gerektiğini” savunuyorlar.
İlk bakışta doğru gibi görünüyor,
fakat meseleye COVID 19 merceğinden bakıldığında bu sürecin “onlarca” yıl
sürebileceği hesaplanıyor. Yani “doğaya müdahale edilmesin” demek, bugüne kadar
yitirilen 1,5 milyon insan yetmedi, çok daha fazla insan yitirelim demek
aslında…
İşte “aşılama” tam da bu nedenle, çok
daha fazla insan boşu boşuna “önlenebilir” bir hastalık yüzünden ölmesin veya
perişan olmasın diye doğaya müdahale ediyor. Bunun için insanlara aşı yaparak,
vücutlarının hastalığa karşı doğal bağışıklıktakine benzer bir şekilde antikor
üretmesini ve bağışıklık kazanmasını sağlıyoruz.
AŞI YAPTIRMA KARARI BİREYE BIRAKILABİLİR Mİ?
Tarihe baktığımızda aşı karşıtlığının
aşının keşfi ile birlikte ortaya çıktığını görürüz. Ancak 1980’li yıllara kadar
entelektüel dünya üzerinde egemen olan “toplumcu” ideoloji, aşı karşıtlığının toplumsal
bir sorun olmasına izin vermedi. 1980’lerden itibaren bir veba gibi dünyayı
saran “bireyci” ideolojiden destek alan aşı karşıtları, aşı karşıtlığını bir
“bireysel özgürlük” olarak dayattılar.
Oysa aşılama – bağışıklama asla bir
bireysel özgürlük sorunu gibi ele alınamaz. Çünkü aşılamanın toplum içinde
yeterli düzeyde bir bağışıklama sağlayabilmesi için, toplumun belirli bir
yüzdesinin aşılanması şarttır. Bunu doğasını çok iyi bildiğimiz kızamık virüsü
üzerinden anlatalım.
Kızamık hastalığının bir halk sağlığı
sorunu olmaktan çıkartılabilmesi için toplum içinde yüzde 92 gibi bir
“bağışıklama” sağlanması gereklidir. Toplum içinde yüzde 92’lik bir bağışıklık
sağlamak için ise, toplumun en az yüzde 95’inin aşılanması gerekir. Diğer bir
deyişle kızamık aşılamasında toplumun yüzde 95’ini aşılayamazsanız, aşılamadan
beklenen faydayı elde edemezsiniz.
O halde birileri “ben çocuğuma aşı
yaptırmıyorum” diyerek yalnızca kendi çocuğunun değil (kaldı ki buna da izin
verilemez), herkesin çocuğunun yaşamını tehlikeye atmaktadır.
COVID 19’A KARŞI BAĞIŞIKLIK SAĞLANMASI İÇİN KAÇ KİŞİ AŞILANMALI?
İlker Belek COVID 19 için gerekli
toplumsal bağışıklık düzeyini yüzde 78 olarak hesaplamaktadır. Bu rakamın
kızamığa göre daha düşük olmasının nedeni, yeni koronavirüsün
bulaştırıcılığının, kızamık virüsüne göre daha düşük olmasıdır.
Buradan hareketle Belek, Türkiye’de
COVID 19’a karşı toplumsal bağışıklık sağlanabilmesi için, eğer etkinlik oranı
yüzde 95 olan bir aşı kullanılırsa en az 68 milyon, etkinlik oranı yüzde 90
olan bir aşı kullanılırsa en az 72 milyon kişinin aşılanması gerektiğini
hesaplamaktadır (*).
Aşılamada bu rakamlara ulaşılamazsa aşı,
koruyuculuk süresine bağlı olarak aşılananları koruyabilecek olsa da, en
azından bölgesel, risk gruplarını etkileyen yeni salgınların ortaya çıkmasını
ve hatta aşılananların da yeniden hastalanmasını engelleyemeyecektir.
FAYZERCİ MİSİNİZ, ASTRA ZENEKACI MI, YOKSA SINOVAKÇI MI?
Yazımızın başında da belirttiğimiz
gibi söz konusu olan en az 160 milyar dolarlık bir pazardır. Bu nedenle bütün
taraflar toplumları “manipüle” etmeye ve hükumetleri üzerinde kendi ürettikleri
aşıyı tercih etmeleri için baskı oluşturmalarını sağlamaya çalışmaktadır. Oysa
yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi bu tartışmanın “bilimsel” açıdan
hiçbir değeri yoktur.
Burada bilinmesi gereken en önemli
nokta, hiçbir aşı etkili ve güvenli olduğu kanıtlanmadan uygulanamayacağıdır. Komplo
kuramcılarının, COVID 19 aşısının Faz 3 çalışmaları tamamlanmadan piyasaya
sürüleceği ve aşının 8 milyar insan üzerinde deneneceği iddialarına itibar
edilmemelidir.
Bu noktada aşının “etkililik” düzeyi
elbette bir tercih nedeni olabilir. İlker Belek’in hesaplamalarında gördüğümüz
gibi etkililik düzeyi daha yüksek olan aşının tercih edilmesi halinde, toplum
içinde gerekli “bağışıklama” düzeyine “daha kısa sürede” erişilebilecektir.
Ancak aşı seçiminde tek ölçüt
“etkililik” değildir. Burada teknik ayrıntılara girmek istemiyorum fakat aşı
seçiminde aşının saklanma koşullarından, piyasa fiyatına, uygulanma şekline
kadar birçok başka faktör vardır ve her ülke bunları kendi özgün koşullarına
göre değerlendirir.
SAKİN OLUN, BİLİME GÜVENİN
Okurlarımıza pandeminin başından beri
sakin olmalarını ve “bilime” güvenmelerini salık veriyoruz. COVID 19 dünyanın
karşılaştığı ilk salgın değil, son salgın da olmayacak. Daha önceki
yazılarımızda da altını çizdiğimiz gibi dünya bugüne kadar karşılaştığı bütün
salgınları “bilimle” alt etmeyi başardı, COVID 19’u da yenecek.
Aslında bugün dünyanın COVID 19’dan
çok daha büyük bir sorunu var: “ahlak” sorunu. Salgının başından beri birçok
akademisyenin topluma karşı tam bir ihanet içinde olduklarına, kendi küçük
menfaatleri için, bulundukları konumlara halkın vergileriyle geldiklerini unutarak,
topluma yanlış bilgiler verdiklerine şahit olduk. Bu durum utanç vericidir.
Emin olunuz ki dünya en geç birkaç
yıl içinde COVID 19’u yenmeyi başaracak ve belki çoğumuz on yıl sonra bugünleri
unutacağız. Fakat bu süreçte gerekli tedbirlerin alınması konusunda toplumu
aydınlatmamak bir yana yanlış yönlendiren profesörler aramızda olmaya devam
edecekler.
Belki de bugün bu ahlaksız
profesörlere karşı nasıl bağışıklanabileceğimizi tartışmak gerekiyor.
Akif Akalın
(*) https://drilkerbelek.blogspot.com/2020/12/covidden-kurtulmakicin-kac-kisinin.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder