Translate

1 Aralık 2014 Pazartesi

Tıp bu değil!

İki yıl kadar önce tıbbın sermayenin boyunduruğuna girmesinden rahatsız olan bir grup hekim, Tıp Bu Değil başlıklı bir kitap yayınladı. Farklı dünya görüşlerine ve siyasi düşüncelere sahip bu hekimleri bir araya getiren tek şey, tıbbın artık topluma hizmet amacını yitirmekte olduğu endişesiydi. Sağlığı kendi gereksinimleri doğrultusunda örgütleyen sermaye, tıbbı topluma sağlık hizmeti sunan bir kurum olmaktan çıkartıyor ve tıp fakülteleriyle, hastaneleriyle, eczaneleriyle, laboratuarlarıyla, hekimleriyle, sağlıkçılarıyla kendi hizmetine sokuyordu.

Kitabın imzacıları kaygılarını şöyle ifade ediyorlardı: “Sağlık alanında doğruyu yanlıştan ayırt etmek sadece halk için değil, hekimler için de çok zorlaştı. Hangisi bilimsel tıbbın gereğidir, hangisi ticari tıbbın, hangisi şarlatanlığın son numarasıdır... bizler için bile ayırt etmesi güçleşti”.

İmzacılar tıp fakültelerinde okutulanların hastaları iyileştirmeye değil, ilaç ve tıbbi cihaz şirketlerini, sağlık holdinglerini zengin etmeye yaradığını; hekimlerin artık insanları hastalıklardan koruyacak veya hastaları tedavi edecek en basit fakat sonuç alıcı önlemlerle vakit yitirmek istemediklerini, sermayenin kendilerinden istediği / beklediği şeyleri (en fazla tetkik istemek, en çeşitli ilaçlar reçete etme, en pahalı tıbbi girişimleri başlatmak) yaptıklarını söylüyorlardı.

Sermaye tıptan ve hekimlerden şunu istiyor: “İnsanlar bol bol hastalansın, sağlıklı yaşamalarına kafa yormayın, olabildiğince sağlıksız ama hayatta kalsınlar, biz de onları bol bol tedavi edelim, en pahalı yöntemlerle, çok para kazanalım. Sektör büyüsün” (Arslanoğlu, 2012: 3 – 4).

İmzacılar ilk kitaptan 6 ay sonra daha da genişleyerek ikinci kitaplarını yayınladılar. Bu yıl da, Tıp Budur! başlığı ile üçüncü kitaplarıyla okurlarının karşısına çıktılar. Yine tıbbın ilaç tekellerinin güdümüne girdiğinden, sağlık hizmetlerinin iktidarların “şecaat arz etme” aracı haline geldiğinden, sağlık çalışanları ve hastalar mutsuzken ilaç ve tıbbi cihaz üreticilerinin mutlu olduğundan yakındılar. Bu haliyle tıbbın artık insanlara hizmet eden değil, zarar veren bir kuruma dönüştüğünü söylediler (Arslanoğlu, 2014: 5).

Ne oldu? Amiyane deyimle toplumdan “tık çıkmadı”.

Bu ülkenin sayısı 100’ü aşan tıp fakültelerinde ve eğitim hastanelerinde öğrencilerine, asistanlarına hastalarını hastalıklardan korumayı ve tedavi etmeyi değil, daha çok tetkik istemeyi, daha fazla ilaç yazmayı, en pahalı girişimleri başlatmayı öğretmekle suçlanan akademisyenlerden bir tanesi çıkıp, “siz ne diyorsunuz?” demedi.

Bu ülkenin sayıları 200 bine varan hekiminden, sayıları 1 milyona yaklaşan sağlıkçılarından bir tanesi çıkıp, “hayır, biz sermayeye hizmet etmiyoruz, hastalarımıza yardımcı oluyoruz” demedi. Dahası kimse üstüne de alınmıyor. Sermaye bu gereksiz tetkikleri ve “tedavileri” kimler aracılığı ile pazarlıyor acaba? Hekim dışı sağlıkçılar kendilerini asker ya da polisler gibi “emir kulu” olarak mı görüyor? Biz “order” da (emirde) yazılanı uyguladık...

Kuşkusuz kitapların hedef okurları yalnız sağlıkçılar değildi. Bu ülkenin sayıları 120 bini aşan doktora sahibi, 400 bini aşan yüksek lisans sahibi, 6 milyona yakın üniversite mezunu aydınından bir tanesi çıkıp, “bu kitapların yazarları arasında onlarca tıp profesörü var, onlarca tıp uzmanı var, imzacıların neredeyse yarısının yayınlanmış tıp kitapları var, bu insanlar ne diyor, benim sağlığım gerçekten tehlikede mi?” demedi.

Oysa imzacıların düşünceleri, dünyanın en saygın bilim insanları tarafından da paylaşılıyor. Örneğin Johns Hopkins Üniversitesi profesörlerinden Vicente Navarro, 2008 yılında İtalya’nın Torino kentinde düzenlenen Sekizinci Avrupa Sağlığın Teşviki Konferansı’nda “tıbbi hizmetler gerçekte iyileştirmekten çok bakım sunuyor” diyordu (Navarro, 2009: 14).

Yazıları dünyanın birçok ülkesinde saygın gazetelerde yer bulan İngiliz kökenli Kanadalı gazeteci Leigh Phillips, geçen yıl kaleme aldığı bir makalesinde, kronik hastalıklarda kullanılan ilaçların hastaları iyileştirme amacı olmadığını, bu ilaçların yalnızca hastalık belirtilerini baskıladığını yazıyordu. Sermayenin bu tür hastalığı iyileştirmeyen ama neredeyse yaşam boyu kullanılan ilaçları çok sevdiğini belirten yazar, (Navarro’nun da belirttiği gibi) artık amacın iyileştirme değil, bakım olduğunu ifade ediyordu (Phillips, 2013).

Bu yıl son kitabı Ulusların Sağlığı başlığı ile dilimize çevrilen DSÖ ve OECD’ye danışmanlık yapmış sağlık ekonomisti Gavin Mooney, kitabına şu tümce ile başlamış: “İnanılmayacak ölçüde zengin bir dünyada, hala bu kadar çok sağlık sorunu ve erken ölümlerin olması, toplumlarda ve sağlık hizmeti sistemlerinde çok ciddi bir yanlışlık olduğunu göstermektedir” (Mooney, 2014: 23).

Uzun bir sağlıksız yaşam

Sermaye insanların gözünü “ortalama yaşam süresinin uzamasıyla” boyamaya çalışıyor. Aslında burada bir sözcük oyunu var. Ortalama yaşam süresinin uzadığı doğru, fakat bunun asıl nedeni artık insanların daha uzun yaşamaya başlaması değil, bebek ölümlerinin ve doğurganlık hızının azalması. Neticede doğuştan yaşam beklentisi artıyor, fakat bu nasıl bir yaşam? 2000’li yıllarda doğan insanların üçte birinin yaşamlarının sonuna kadar diyabet ilaçlarına mahkum oldukları bir yaşam.

Kapitalist – emperyalist sistemin emekçilere ve dünya halklarına sunduğu, sağlıksız geçecek uzun bir yaşamdır. Tıp eğitimi, hastaların iyileştirilmesini değil, “hastalığın yönetimini” öğretiyor. Hasta ölmesin, ama iyileşmesin de. Mümkün olduğunca uzun yaşasınlar ve sağlık tekelleri için müşteri olmayı sürdürsünler. 

Tıptan umudunu kesen insanlar, özellikle kanser hastaları ve kronik hastalıkları olanlar, bu kez şarlatanların eline düşüyor. Bu alan da sermaye tarafından örgütlenmiş ve “bilimsel” tıbba “alternatif” olarak sunulmuştur. Alternatif tıp da kendi pahalı teknolojilerini, ilaçlarını, tanı ve tedavi yöntemlerini insanların hizmetine “ücreti mukabilinde” sunuyor. Yukarıda bahsedilen ve “bu insanlar ne diyor?” demediklerinden yakındığımız 6 milyon “aydın” içinde, umudunu şarlatanlara bağlayanların sayısı hiç de azımsanmayacak bir düzeydedir.

Ne yapmalı?

Öncelikle dünyada ve Türkiye’de kapitalist tıbbın insan sağlığı için bir tehdit haline geldiğini söyleyenlere biraz kulak vermeli. Bu insanların size ulaşmaya çalışmaktan hiçbir çıkarları yok. Bu insanlar size “hastaneye gitmeyin, bize gelin, sizi biz iyileştirelim, paranızı biz alalım” demiyorlar. Size sadece sağlıklı olmak istiyorsanız, gelin tıbbı sermaye boyunduruğundan kurtaralım, toplumun hizmetine sokalım diyorlar.

Belki de hekiminizi ana akım medyada duyurusu yapılan yeni bir tanı veya tedavi yöntemi hakkında bilgi almak için aradığınızda, yukarıdaki endişelerin haklı olup olmadığı konusunda da sorular sormalısınız. Mahallenize yeni bir sağlık kuruluşu açıldığında sevinmemek gerektiğini düşünmeye başlamalısınız belki de. Neden hastalıklar azalacağına, hastanelerin arttığını düşünmenin zamanı gelmedi mi?

Kuşkusuz yaşamın bütün alanlarının sermaye boyunduruğu altında olduğu bir dünyada, sadece tıbbı, yaşamın diğer alanları arasından cımbızla çeker gibi ayırabilmek ve kapitalizmin egemenliğinden kurtarabilmek olanaksızdır. Tıbbı sermayenin elinden kurtarabilmek için, toplumun sermayenin elinden kurtarılması gerekir. Sermayenin dolaylı güdümündeki Dünya Sağlık Örgütü’nün dahi “eşitsizliklerin öldürdüğünü” ilan ettiği bir çağda, eşitliği savunmak gerekir, eşitlikçi bir toplum için mücadele etmek gerekir.

Akif Akalın

KAYNAKLAR

Arslanoğlu, İ. (Ed). (2012). Tıp Bu Değil. İstanbul: İthaki.

Arslanoğlu, İ. (Ed). (2014). Tıp Budur!. İstanbul: İthaki.

Mooney, G. (2014). Ulusların Sağlığı: Yeni Bir Ekonomi Politiğe Doğru. (Çev. Cem Terzi). İstanbul: Yordam.

Navarro, V. (2009). What we mean by social determinants of health?. Global Health Promotion,16(1): 5 – 16. 

Phillips, L. (2013). Socialize Big Pharma. Jacobine Magazine. 20.06.2013.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder