OECD Raporu’nun ilk tümcesi şöyle
olmalıydı: “Geçtiğimiz 10 yılda Türkiye sağlık hizmetlerini özelleştirerek,
2003 yılında genel bütçe yerine prime dayalı bir sağlık güvencesi modeli
getirdi ve toplumun bakım hizmetlerine erişimini dramatik olarak
piyasalaştırdı”.
Geçtiğimiz günlerde OECD Türkiye’nin
“Sağlıkta Dönüşüm Programı”na ilişkin bir rapor yayınladı: “OECD Sağlık Bakımı
Kalitesi Değerlendirmeleri: Türkiye 2014 – Standartları Yükseltmek”.
OECD Raporu, “Geçtiğimiz 10 yılda
Türkiye inanılmaz sağlık bakımı reformları yaparak, 2003 yılında herkese sağlık
güvencesi sağladı ve toplumun bakım hizmetlerine erişimini dramatik olarak
genişletti” tümcesiyle başlıyor. “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) hastane sektöründe
önemli yatırımlar ve bir aile hekimliği sistemi kurulması eşliğinde sağlık
sisteminde yüksek düzeyde bir etkinlik” sağlamış.
Türkiye’yi hiç görmemiş, tarihini
bilmeyen bir okur muhtemelen şöyle düşünecektir: Demek ki Türkiye’de 10 yıl
önce sağlık bakımının kapsamı “sınırlıymış”! Gerçekten de amaç okurda bu
“algıyı” yaratmaktır. İnsanların sağlık güvencesine sahip olmadığı bir ülkede
“reform” yapılmış ve insanlar sağlık güvencesine kavuşturulmuş izlenimi
yaratılmak istenmektedir.
Oysa biz Türkiye’de yaşayan insanlar,
bu ülkede 1960’larda, yani bundan 10 yıl değil 50 yıl önce sağlıkta “reform”
yapıldığını, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiğini ve “herkese” sağlık
güvencesi sağlandığını biliyoruz. Hem de yurttaşların ödediği primler
karşılığında değil, “genel bütçeden” finanse edilen, Anayasa ile güvence altına
alınmış “kamusal” bir sağlık güvencesi.
Evet, geçmişte Türkiye’de
yurttaşların Anayasa’da yer almasına karşın haklarını kullanamadıkları
doğrudur. Ancak bunun nedeni sağlıkta “reform” yapılmamış olması değil, sermaye
yanlısı hükumetlerin Anayasa’nın ve yasaların hükümlerini yerine
getirmemeleridir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın gerçek
amacı yurttaşlara “sağlık güvencesi” sunmak olsaydı, bunun için “yeni”
düzenlemeler yapmasına gerek yoktu, yalnızca Anayasa’da ve yasalarda var olan
hükümlerin gereklerini yerine getirmesi yeterli olurdu. Fakat gerçek amaç bu
değildir, gerçek amaç sağlık güvencesinin “kamusal” finansmanını ortadan
kaldırmak ve yerine insanların ödedikleri primler karşılığında sağlık
güvencesine sahip olabilecekleri “özel” bir sistem getirmek, yani sağlık
güvencesini “özelleştirmektir”.
Evet, bugün Türkiye’de Genel Sağlık
Sigortası’nın bütün yurttaşları kapsadığı doğrudur. “Ödeme gücü” olanlar
ödedikleri primler karşılığında, “ödeme gücü olmayanlar” ise gelir testi
aracılığı ile genel bütçeden desteklenerek sağlık güvencesine kavuşturulmuştur.
Ancak bu “ileriye” doğru değil, “geriye” doğru bir adımdır. Sağlık hizmetlerinin çağdaş ve insan onuruna
yaraşır bir “kamusal” modelle finanse edilmesi yerine, ilkel ve insanları gelir
testleriyle aşağılayan “özel” bir model getirilmiştir.
“Ne olmuş? Ha Ali, Veli; ha Veli,
Ali. Önemli olan “herkesin” sağlık güvencesine alınması” diyemeyiz. Evet,
herkese sağlık güvencesi sağlanması önemlidir, fakat belirttiğimiz gibi bu
ülkede zaten herkesin sağlık güvencesi vardı. “Ama insanlar bundan
yararlanamıyorlardı, şimdi yararlanabiliyorlar”! Peki, neden daha önce
yararlanamıyorlardı da, şimdi yararlanabiliyorlar? Meseleyi tam olarak
anlayabilmek için bu soru çok önemlidir.
Şimdi düşünelim. Geçmişte insanlar
sağlık güvencesinden nasıl yararlanıyordu? Eğer Emekli Sandığı, SSK veya
Bağ-Kur kapsamında iseler, kamu sağlık kuruluşlarından ücretsiz hizmet
alabiliyorlardı. Sorun bu kurumların kapsamında olmayan, fakat Anayasa ve
yasalarla sağlık bakımlarının “genel bütçeden” karşılanması gereken
“güvencesiz” insanların sağlık hizmetlerinden yararlanamamasıydı. Yani
hükumetler “genel bütçeden” bu insanların gereksindiği payı ayırmıyorlardı.
Bugün durum nedir? Eskiden Emekli
Sandığı, SSK ve Bağ-Kur kapsamında bulunan insanlar için uygulamada bir şey
değişmedi. Bu kurumlar SGK çatısı altında toplandı ve eskiden olduğu gibi
hizmet almaya devam ediyorlar. Eskiden bu kurumların kapsamında olmayan insanlar
için “gelir testi” getirildi. Eğer “ödeme güçleri” olmadığını
kanıtlayabilirlerse, bu insanların primlerini hükumet “genel bütçeden” ödüyor
ve hizmetlerden yararlanabiliyorlar.
O halde aradaki fark ne? Eskiden
ödeme gücü olmayanlar için gerekli finansmanı sağlamayan hükumetler, şimdi “sağlıyor”.
Yani OECD Raporu’nda iddia edildiği gibi bu insanlar 2003 yılında sağlık
güvencesi kapsamına alınmadılar, 2003 yılına kadar ödeme gücü olmayanlar için
genel bütçeden harcama yapılmazken, 2003 yılından sonra yapılmaya başlandı.
Soru soruyu açıyor. Peki, neden 2003
öncesinde ödeme gücü olmayanlar için genel bütçeden gerekli harcamayı yapmayan
hükumetler, 2003 sonrasında yapmaya başladılar? Bu sorunun yanıtı da, OECD
Raporu’nun ikinci tümcesinde gizli: “hastane sektöründe önemli yatırımlar ve
bir aile hekimliği sistemi kurulması”.
2003 sonrasında hastane sektörüne
yapılan yatırımlara bakıldığında, bu sektör içinde büyüyen ve egemen hale gelen
kesimin “özel” sektör olduğu görülür. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet tarihi
boyunca hastane yatırımlarının ezici çoğunluğu kamusal yatırımlar iken, SDP ile
birlikte bir yandan kamu hastaneleri özelleştirilmiş ve diğer yandan yüzlerce
yeni özel hastane açılmıştır. 2003 öncesinde kamu hastanelerini (özellikle SSK
hastanelerini) özelleştirmeyi planlayan hükumetler, on yıllarca bu kurumların
hizmet sunabilmesi için gerekli yatırımları yapmamışlar ve sonunda hizmet
sunamaz hale getirilen kurumların özelleştirilmesi için zemin hazırlamışlardır.
Yani hükumetler 2003 yılına kadar kamu hastanelerine aktarmadıkları kaynakları,
2003 yılından sonra özel ve özelleştirilmiş hastanelere cömertçe
aktarmışlardır.
Yine OECD Raporu’nun ilk tümcelerini
okuyan biri, Türkiye’de ilk kez 2003 yılından sonra bir aile hekimliği sistemi
kurulduğunu sanabilir. Zaten yaratılmak istenen algı da budur. Oysa Türkiye’de
aile hekimliği sistemi 1960’lı yıllarda Sağlık Ocağı adı altında kurulmuştur.
Nitekim SDP ile yapılan sadece Sağlık Ocağı tabelalarının yerine Aile Sağlığı
Merkezi tabelası asılmasıdır. Binalar aynı binalardır, hizmet sunan hekimler ve
hekim dışı personel aynı insanlardır. Hatta halk arasında bu kurumlar hala
“Sağlık Ocağı” adıyla tanınmaya devam etmektedir. Öyle ki, birçok ilde
belediyeler “Sağlık Ocağı” duraklarının ismini dahi değiştirmemişlerdir.
Değişen nedir? Eskiden devlet memuru olarak hizmet sunan personel, kimi hakları
korunarak “sözleşmeli” statüye geçirilmiş ve böylece birinci basamakta
özelleştirmenin önü açılmıştır. Yani 2003 sonrası olan tek şey
“özelleştirmedir”.
OECD Raporu’nun ilk tümcesi şöyle
olmalıydı: “Geçtiğimiz 10 yılda Türkiye sağlık hizmetlerini özelleştirerek,
2003 yılında genel bütçe yerine prime dayalı bir sağlık güvencesi modeli
getirdi ve toplumun bakım hizmetlerine erişimini dramatik olarak
piyasalaştırdı”.
OECD Raporu’nun argümanlarını
önümüzdeki günlerde tartışmayı sürdüreceğiz.
Akif Akalın
Kaynak
OECD (2014). OECD Reviews of Health
Care Quality: Turkey 2014: Raising Standards. OECD Publishing.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder