Geçtiğimiz hafta İzmir’de kürtaj
uygulanmaması nedeniyle bir kadının yaşamının riske atılması, uzun süredir
kamuoyunun gündeminde olan kürtaj sorununu yeniden alevlendirdi. Kadın
örgütlerinin açıklamalarına göre bugün Türkiye’nin birçok hastanesinde isteğe
bağlı kürtaj uygulanmıyor ve kürtaj yaptırmak isteyen kadınlar caydırılmaya
çalışılıyor. Kürtaj uygulamasının kısıtlanmasına yönelik birçok bürokratik –
hukuksal engel (örneğin eşten izin zorunluluğu gibi) aşılabilse dahi, kadınlar
kürtaj yaptırabilecekleri bir sağlık kurumu bulamıyorlar. Basına çok yansımasa
da bu durum daha genelde “doğum kontrolü” için de geçerli. Geçmişte özendirilen
tüplerin bağlanması ve vazektomi gibi en etkin doğum kontrol yöntemleri artık
önerilmiyor veya uygulanmıyor. Henüz eczanelerimizde kondom ve doğum kontrolü
için kullanılan ilaçların satılması yasaklanmadı veya kısıtlanmadı fakat
önümüzdeki günlerde bu konuda da düzenlemeler gelmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.
Bu sorunların altında Türkiye’de
geçtiğimiz on yıl içinde tıbbın “dinselleştirilmesi” çabalarının yattığı
görülmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından 27 Ekim 2014 tarihinde Resmi
Gazete’de yayınlanan “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği”
bir dönüm noktasıdır. Yönetmelik ile hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bazı “tıbbi”
uygulamaların (hacamat, sülük tedavisi vb) önündeki engeller kaldırılmış ve
dinsel referanslı bu tür uygulamalar özendirilmeye (hem hastalar hem de
hekimler için) başlamıştır. Yine geçtiğimiz hafta Üsküdar Üniversitesi
tarafından verilen bir “hacamat” kursuna 40 kadar “tıp doktorunun” sertifika
almak amacıyla katılması, dinsel referanslı tıbbi uygulamaların gelecekte
hekimler arasında yaygınlaşabileceğini göstermektedir.
Sınıfın Sağlığı
okurları bu gelişmelerin neoliberal politikaların bir ürünü olduğunu ve tıbbın
küresel ölçekte sekülerlikten uzaklaştırılmaya çalışıldığını tartıştığımız
makalemizi anımsayacaklardır. Neoliberal politikaların Asya ülkelerinde tıbbın
bilinen en ilkel biçimi olan şaman tıbbını dahi desteklediği ve teşvik ettiği
üzerine çok sayıda yayın vardır (Akalın, 2015a). Kuşkusuz tıpta sekülerlikten
uzaklaşılması ve tıbbi kararlarda dinsel referansların esas alınmaya başlanması
birçok sağlık sorununun da ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İzmir’de geçtiğimiz hafta yaşadığımıza çok benzer
bir olay iki yıl önce İrlanda’da yaşandığında büyük infial yaratmıştır. 31
yaşındaki diş hekimi Savita Halappanavar’a gebeliğinin 17. haftasında düşük
tehdidi olduğu söylendiğinde, gebeliğinin sonlandırılmasını talep etmiş fakat
Galway Üniversite Hastanesi “dini” gerekçelerle tıbbi kürtaj yapmayı
reddetmiştir. Kadın hastaneden “burası Katolik bir ülke” yanıtını aldıktan üç
gün sonra septisemi sonucu yaşamını yitirmiştir (The Guardian, 2012).
TIP VE DİN
Tıp tarihi incelendiğinde, tıbbın
“dine” karşı mücadele içinde bir “bilim” haline geldiği görülür (Akalın 2015b).
Bu mücadelede önemli iki dönüm noktası vardır: Tıpta birinci devrim,
Hipokrat’ın tıbbı hurafelerden arındırarak, sağlığı ve hastalıkları doğaüstü
güçler yerine doğal süreçlerle açıklama çabasıdır. Bu çaba Hipokrat’a
hekimliğin babası olma onurunu kazandırırken, tıbbın bir bilim haline gelmesini
sağlamıştır (Akalın, 2014a). Hipokrat döneminde insanlar sağlık sorunlarının
çözümünü Asklepion adı verilen, sağlık tanrısı Asklepios adına inşa edilmiş
“kutsal alanlarda” arıyorlardı. Bu alanlarda tanrılara adaklar adanıyor,
kurbanlar kesiliyor ve tanrıların hastalıkları iyileştirmesi bekleniyordu. Oysa
insanlık tıp alanında binlerce yıl bilgi biriktirmiş ve birçok hastalığın tanı
ve tedavisi için çeşitli araçlar geliştirmişti. Bugün Hipokrat’tan bin yıl
öncesine ait Ebers papirüslerinde 875 reçete ve bitkisel, hayvansal ve mineral
kaynaklardan türetilmiş 700 kadar ilaç bulunduğunu biliyoruz (Anderson, 2005:
24). Bu gerçeğe karşın insanlık en az bin yıl daha, tıp Hipokrat tarafından
dinin etkisinden kurtarılana kadar, sağlık sorunlarının çözümü için hurafelere
mahkum kalmıştır.
Tıptaki bu ilk devrimin ardından
Avrupa’da Hıristiyanlığın egemen olmasıyla yeniden dinin tahakkümü altına giren
tıbbı, tıpta ikinci devrimin mimarı olan Rudolf Virchow yeniden kurtarmıştır.
Ünlü Yukarı Silezya Tifüs Salgını Raporu’nda, bu tür salgınların bir daha felaketle
sonuçlanmaması için bir önlem olarak, diğerleri yanında, Kilise ile devletin
ayrılmasını ve Kilise’nin toplumsal yaşama müdahalesinin önlenmesini öneren
Virchow, tıbbın yeniden sekülerleşmesi için çaba harcamıştır (Akalın, 2013: 9;
Akalın, 2014b). Bu çabalar sonuç vermiş
ve 20. yüzyılın büyük bir bölümünde tıp sekülerliğini koruyarak, dini
referanslardan uzak kalmıştır. Ancak geçen yüzyılın sonlarına doğru dünyaya
egemen olan neoliberal politikalarla tıpta dinsel referanslar yeniden
tartışılmaya başlamıştır.
Geçtiğimiz yıl Medical Ethics
dergisinde (internet baskısı) yayınlanan bir makale, tıpta dinsel referansların
yeri tartışmasında önemlidir. Oxford Üniversitesi İlahiyat Fakültesi profesörlerinden
Nigel Biggar makalesinde dinin seküler tıp içinde bir yeri olması gerektiğini
savunmaktadır. Makalesine “neden seküler tıp olmamalıdır” sorusuyla başlayan
Biggar, tıbbi kararların dine uygunluk yönünden de sorgulanması gerektiğini
savunmaktadır (Biggar, 2015: 230 – 232).
Biggar’a yanıt olarak bir makale
kaleme alan Oxfordlu başka bir akademisyen, “bazı insanların dini inançlarının,
bu inançları paylaşmayan başkaları için ölümcül sonuçları olabileceğine” dikkat
çekerek, “kimin inancı” sorusunu sormaktadır (Earp, 2015). Gerçekten de “dini inançların” birçok konuda
oldukça farkı şeyler söylediği ortadadır. Avrupa merkezli yaklaşımlar “din”
dendiğinde daha çok Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerini anlarken,
dünyanın doğusunda “milyarlarca” insan bu dinlerin dışındaki “dini inançlara”
sahiptir. Dahası Hıristiyanlık ve Müslümanlık içindeki çok sayıda mezhebin de
birçok konuda “kendi içlerinde” ortaklaştıkları söylenemez.
Mencimer (2103), Mother Jones’da
kaleme aldığı bir makalesinde son yıllarda ABD’de Katolik hastanelerin sağlık
pazarı içinde atağa kalktığını ve birçok hastane ve bakımevini bünyesine kattığını
yazmaktadır. Bu hastanelerde Amerikan Katolik Piskoposlar Konferansı tarafından
kararlaştırılan “sağlık bakımı direktiflerinin” izlendiğini belirten Mercimer,
“yaşlı cinsel perhizli erkeklerden” oluşan bu kurulun kararlarının, prensip
olarak Katolik doktrini reddeden fakat maddi zorunluluklar nedeniyle Katolik
hastanelerden tıbbi hizmet almak zorunda kalanlar için ne anlama gelebileceğini
sorgulamaktadır: Kürtaj hizmetlerinin kalkması, hekimlerin doğum kontrolü
reçete etmelerinin yasaklanabilmesi (ve hastane eczanelerinin bunları satmaması),
tecavüz kurbanlarına acil gebelik kontrolünün reddedilmesi, tüp bağlanması ve
vazektominin yasaklanması, hastaların yaşam desteğinin bırakılması taleplerinin
görmezden gelinmesi, hastanelerin gay ve lezbiyenlere (ister hasta ister
personel olsunlar) ayrımcılık yapmalarına izin verilmesi.
TIP VE SİYASET
Şüphesiz madalyonun bir yüzü daha
var: “siyaset”. Acaba kürtaj ve doğum kontrolü uygulamalarında ortaya çıkan
sorunlar, sadece tıbbın sekülerlikten uzaklaşmasının bir sonucu mu, yoksa bu
noktada din siyaset tarafından kullanılıyor mu? Bu soruyu sormak için haklı
nedenlerimiz var. Dünyanın zengin kuzey yarımküresinin hızla yaşlanma sürecine
girdiği bir dönemde, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerdeki “emek” sıkıntısı
her gün daha çok dile getirilirken, bu ülkelerde son yıllarda doğum kontrolü ve
kürtaj dendiğinde akla dinin gelmeye başlaması bir tesadüf olabilir mi?
Kuşkusuz bu soru Türkiye’de bir süredir devam eden “üç çocuk” tartışması için
de geçerlidir.
Geçen ay HASUDER tarafından
yayınlanan 2014 Türkiye Sağlık Raporu’nda, “2007 yılında dönemin Sağlık
Bakanının doğum kontrolü, nüfus planlaması ve aile planlaması gibi tabirlerin
rafa kalktığını ifade etmesi, Başbakanın her fırsatta kadınlara en az üç çocuk
doğurmalarını önermesi, 2012 yılında kürtajın cinayet olarak nitelenmesi, hatta
sezaryen ile yapılan doğumların kadınların kısırlaştırılmasını amaçladığının
iddia edilmesi, yasal durumda bir değişiklik yapılmamasına karşın pronatalist
politikaların habercisi olarak kabul edilebilir” ifadesi yer almaktadır. Yine
rapora göre, “Türkiye’de aile planlaması hizmetlerinde, bu hizmetlerin
dayandığı yasal mevzuatta bir değişiklik olmamasına karşın fiili olarak bir
duraklama yaşandığı görülmektedir” denmektedir (HASUDER, 2015: 150 – 151).
Yine son yıllarda birçok ülkede
sağlık harcamalarının bütçe üzerinde ciddi bir yük oluşturmaya başladığı bir
sır değil. Hatta bazıları eğer ABD bir gün iflas ederse, bunun sağlık
harcamaları yüzünden olacağını öne sürüyorlar. Bu ortamda şamanlık, bitkisel
reçeteler, hacamat tedavileri gibi hiçbir ülkede (Türkiye dahil) sosyal
güvenlik kurumlarının ve sağlık sigortalarının bedelini karşılamadığı
“tedavilerin” hortlatılması tesadüf olabilir mi? Bedelleri cepten ödenen bu
“tedavilerin”, hükumetlerin ve sigorta şirketlerinin sağlık harcamalarında bir
tasarruf sağlayabileceği öngörülebilir. Özellikle psikiyatrik ve psikolojik
sorunlarda çarenin “modern” şamanlarda aranması, ABD ve AB ülkelerinde sigorta
şirketlerini yüklü hekim faturalarından kurtarma potansiyeli taşımaktadır.
Mercimer (2013), 21. yüzyılda hasta
ile hekim arasına bir piskoposun girmesinin kimi durumlarda hasta için “ölüm”
anlamına gelebileceğini belirtirken, Amerikan hastanelerinin yönetimlerinde yer
alan Katolik din adamlarının Amerikan tıbbı için büyük bir tehlike
oluşturduğunu ifade ediyor. Ancak bu tehlikenin asıl kaynağı Katolik
hastanelerin Amerikan sağlık pazarının önemli bir kısmını ele geçirebilmesi
için gerekli yasal altyapıyı hazırlayan ABD hükumetidir. Katolik kilisesi ABD
hükumetinden aldığı destekle atağa kalkmış ve 2001 – 2011 yılları arasında bu
ülkedeki hastanelerin yüzde 16’sının yönetimine sızabilmiştir. Bugün ABD’de kar
amacı gütmeyen en büyük 25 hastaneden 10’u Katolik hastanesidir ve bu
hastaneler her 6 Amerikalıdan birine hizmet sunar bir büyüklüğü ifade
etmektedir.
Hükumetler sağlık alanında dini kendi
siyasi amaçlarına ulaşmak amacıyla kullanıyor olabilirler. Kuşkusuz bu durum,
Fransız Devrimi sonrasında eski konumlarını yitiren dini kurumların da işine
gelmektedir. Sağlık gibi bütün insanları ilgilendiren önemli bir konuda söz
sahibi olmak, din kurumlarının toplum içinde yeniden prestij kazanmalarına
yardımcı olacaktır. Ancak siyaset ile dinin çıkarlarının kesiştiği yerde
insanların sağlık hakkı (hatta yaşam hakkı) tehlikeye düşmektedir. Tıp
sekülerlikten uzaklaştıkça ve hasta ile hekim arasına dinsel referanslar (ve
din adamları) girdikçe, bu durum daha da kötüleşecektir.
Tıpta sekülerlik “yaşam” demektir ve
herkes tıbbın seküler kalabilmesi için elinden geleni yapmalıdır.
Akif Akalın
Kaynaklar
Akalın, A. (2013). Permakültür ve
Sağlık. [İlknur Arslanoğlu. (Ed). (2013). Tıp Bu Değil – 2. İstanbul İthaki
Yayınları içinde. S: 9 - 20]
Akalın, A. (2014a). Tıp Sosyal Bir
Bilimdir. Birgün Kitap. Sayı: 140. http://birgunkitap.blogspot.com.tr/2014/01/tp-sosyal-bir-bilimdir-akif-akalin.html
Akalın, A. (2014b). Diyalektik –
tarihsel maddecilik, tıp ve hekimlik. İnsan Bu. http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1538
Akalın, A. (2015a). Neoliberal
kapitalizm şamanları hortlattı. http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/neoliberal-kapitalizm-samanlari-hortlatti-107246
Akalın, A. (2015b). Tanrısal bir ceza
olarak hastalık. http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/tanrisal-bir-ceza-olarak-hastalik-105612
Anderson, S. (Ed). (2005). Making
Medicines: A Brief History of Pharmacy and Pharmaceuticals. London: Pharmaceutical Press.
Biggar,
N. (2015). Why religion deserves a place in secular medicine. Journal of
Medical Ethics, 41: 229 – 233.
Earp,
B. D. (2015). Does religion deserve a place in secular medicine? Journal of
Medical Ethics. E-letter. http://jme.bmj.com/content/41/3/229/reply#medethics_el_17551.
HASUDER. (2015). Türkiye Sağlık
Raporu 2014. Trakya Üniversitesi
Matbaası.
Mencimer, S. (2013). Do bishops run
your hospital? Mother Jones. http://www.motherjones.com/politics/2013/10/catholic-hospitals-bishops-contraception-abortion-health-care
The Guardian. (2012). Scandal in Ireland
as woman dies in Galway 'after being denied abortion'. http://www.theguardian.com/world/2012/nov/14/ireland-woman-dies-after-abortion-refusal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder