Geçtiğimiz aylarda İnsan Bu, Yavuz Dizdar’ın gıda güvenliliği konusundaki iddialarını okurlarıyla paylaşmasını istedi ve Dizdar da “Tavuk Sanılan, Piliç Denen Kuş” başlığı ile dört bölümden oluşan bir makale yayınladı. Makaleye eleştiriler geldi, Dizdar bunların bir bölümünü yanıtladı, makale üzerine başka yazılar da yayınlandı.
Yavuz Dizdar yalnızca “piliç” değil yoğurt, tereyağı gibi başka gıdaların üretiminde de sorunlar olduğunu savunuyor ve “bir cümleyle” özetlenecek olursa insanlara ülkemizde gıda üretimi süreçlerinin sağlıklı olmadığını söylüyor ve buna ilişkin bazı kanıtlar sunuyor. Dizdar’ın “ulaşabildiği” insanların Dizdar’ın söylediklerine tepkileri genel olarak iki ana başlıkta toplanabilir:
Bir kesim Dizdar’ın kanıtlarının yetersiz olduğunu, Türkiye’nin gıda üretimi süreçlerinde herhangi bir sorun olmadığını, insanların Türkiye’de üretilen gıdaları güvenle tüketebileceklerini savunuyor. Bu kesim içinde bizzat gıda üreticileri ve sektörden “beslenenler” olduğu kadar, Dizdar’ın iddialarının “bilimsel” olarak geçersiz olduğunu savunan “aydınlar” da var. İki taraf da Dizdar’dan “iddialarını kanıtlamasını” talep ediyor. Dizdar onları “tatmin” edebilecek kanıtlar sunamayınca, “konuşma o zaman” diyorlar.
Diğer kesim Dizdar’ın iddialarının doğruluğu veya bilimselliğinden çok “pratik” sonuçlarıyla ilgileniyor ve Dizdar’a “o zaman ne yiyelim” sorusunu yöneltiyorlar. Bu kesim sorunu “toplumsal” olmaktan çok “bireysel” düzeyde kavrıyor ve “kendi sorununu” çözmeye çalışıyor. Bu kesimde yer alan insanlar da, aynı diğerleri gibi Yavuz Dizdar “şunun yerine bunu yiyin” gibi somut bir “çözüm” sunamayınca “konuşma o zaman” diyorlar.
Sonuç olarak Yavuz Dizdar’ın iddiaları insanları “rahatsız” ediyor. İnsanlar böyle şeyler duymak ve huzursuz olmak istemiyorlar. Bu tutum Neyzen Tevfik’e atfedilen dizeleri akla getiriyor:
“İnsanoğlu gariptir, her sözü kaldırmaz; eşek dersin kızar da, sırtına binersin aldırmaz”.
Aslında bu tartışma Türkiye’de toplumun “toplumsal” sorunlara “yaklaşım tarzını” ortaya koyması bakımından güzel bir örnek. İnsanlar sorunlar karşısında genellikle yukarıda belirtilen iki tarzdan birini benimsiyorlar: Ya tarif ettiğiniz sorunun “sizin kuruntunuz” olduğunu savunarak sorunu “yok” sayıyorlar, ya da soruna “bireysel” düzeyde yaklaşıp, durumu / günü / kendilerini “kurtarmaya” bakıyorlar.
Tekrar Dizdar örneğine dönersek, aslında sorunun Türkiye’de gıda üretimi süreçlerinin “kamusal” denetiminin yetersiz olması olduğunu anlayabiliriz. Gerçekten Türkiye’de gıda üretimi evrensel HACCP (Tehlike Analizi Kritik Kontrol Noktaları) konsepti çerçevesinde bu işle görevlendirilmiş kurumlar tarafından denetleniyor olsa, bu tartışmalar azalır. Fakat insanlar bunun Türkiye’de mümkün olmadığı noktasında “zımni” bir uzlaşı içindeler. Dünyanın bütün modern toplumlarındaki uygulamaların Türkiye’de mümkün olmadığına derin inanç, insanları “bireysel” çözümler aramaya itiyor.
Yavuz Dizdar da bu noktada kendisini eleştirenlerle aynı düşünceyi paylaşıyor ve insanlara bireysel “çözümler” öneriyor: Tavuğunuzu köylüden alın, yoğurdunuzu kendiniz yapın… Medyada da benzer yaklaşımların sergilendiğini görüyoruz: etinizi “güvendiğiniz” kasaptan alın, “güvendiğiniz” markalara yönelin…
Belki toplumun eğitimsiz kesimlerinin toplumsal sorunlar karşısında kendisini “çaresiz” hissetmesi ve kendilerini “kurtarma” çabası içine girmesi bir yere kadar anlayışla karşılanabilir fakat toplum içinde belli konumlara ulaşmış insanların toplumsal sorunlar karşısında “her koyun kendi bacağından” yaklaşımıyla tutum alması utanılacak ve acınası bir durumdur.
Tarihte gıda güvenliliği sorunu ilk kez modern çağda İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Sorunun İngiltere’de ortaya çıkması “tesadüf” değildir. Kapitalizmin “beşiği” olan İngiltere’de boy veren “özel teşebbüs”, tağşişi (adulteration) o kadar yaygınlaştırmıştır ki, üzerinde güneşin batmadığı imparatorluğun kralına bile “baharat” içinde süprüntü tozlar yedirmiştir. Kral da bizim gibi “kanıtlayın karabiberin içinde süprüntü tozu olduğunu” veya “sarayın karabiberini güvendiğiniz baharatçıdan alın” deseydi halimiz ne olurdu? Fakat İngilizler şanslıdır. İngiltere kralı kendi sorununa “bireysel” çözüm aramak yerine polis içinde gıda güvenliliğini sağlamak için bir birim oluşturmuş ve kısa sürede İngiltere’de tağşişin önüne geçilmiştir.
Üretimin amacının “kar” olduğu bütün toplumlarda “özel teşebbüsün” toplumun sağlığını tehlikeye düşürebilecek pratikler içine girmesi kaçınılmazdır. Müteşebbis karını azamileştirebilmek için her yolu deneyecektir. Sorunun kalıcı çözümü üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilmesidir. Fakat bu gerçekleşene kadar müteşebbislerin kar hırsıyla sağlığımızı tehlikeye düşürmesine seyirci kalmak zorunda değiliz. Yoğurdumuzu evimizde yapmak yerine yoğurt üretiminin denetlenmesi için mücadele etmeliyiz. Toplumsal sorunlarımıza (Kürt sorunu, mülteci sorunu, gericilik vb) “bireysel” çözümler aramak yerine (ki mümkün değildir), toplumsal çözümler bulmaya çalışmalıyız.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder