Translate

5 Eylül 2015 Cumartesi

Üniversiteli gençler kendilerini kimin kurtaracağını umuyor?

Türkiye’de üniversiteli gençlik toplumsal ilerleme mücadelesinde her zaman en ön saflarda yer almıştır. Tarihimize baktığımızda hemen her önemli olayda üniversiteli gençlerimizin toplumsal mücadeleye “önderlik” ettiğini görürüz.



OSMANLI’DA ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ
Türkiye’de toplumsal ilerleme mücadelesi on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine uzanır. Bu dönemde Tanzimat reformlarını yeterli bulmayan ve daha fazla demokrasi isteyen Yeni Osmanlılar, esas olarak üniversiteli genç aydınlardan oluşan bir harekettir.
Coğrafyamızda üniversiteli gençlik hareketleri ilk olarak Anayasa talebi etrafında örgütlenmiştir. Çoğunluğu tıp fakültesi öğrencisi olan gençler, 1889 yılında İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ni kurduklarında, yaş ortalamaları 20 civarındadır. Tıp fakültesi öğrencilerine kısa zamanda diğer fakültelerden öğrenciler de katılmış, daha sonra çoğu üniversiteli gençlerin kurduğu diğer örgütler Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşmişlerdir. 
Tarihimizde 1908 Devrimi olarak anılan ayaklanmanın önderleri Selanik’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu yönetici kadrolar Anayasa’nın yürürlüğe konmasını başarmışlar, yapılan seçimlerde destekledikleri adaylarla Meclis’te çoğunluğu ele geçirmişler fakat kendileri doğrudan hükumet kuramamışlardır.
AYDINLANMA MÜCADELESİNDE GENÇLİK
Kurtuluş Savaşı sürecinde de üniversiteli gençlik örgütleri çok önemli roller oynamışlardır. Çoğu İstanbul’da örgütlü olan gençler, gerek işgal güçlerine karşı mücadelede ve gerekse Anadolu’da örgütlenen mücadelede en ön saflarda yer almışlardır. Cumhuriyet’in kurulması sürecinde siyasi mücadeleden çok “aydınlanma” mücadelesine yönelen üniversiteli gençler, özellikle eğitim ve kalkınma alanlarında görev almışlardır.
Üniversiteli gençlerin siyaset sahnesine yeniden çıkması, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasına rastlar. Bu dönemde iktidara gelen Amerikancı Menderes hükumetine karşı örgütlenen gençlik, üniversitelerden başlattığı mücadeleyi bütün ülkeye yayarak 1960’da Bayar – Menderes diktatörlüğünün sonunu getirmiştir. Her ne kadar diktatörlük bir askeri darbeyle yıkılmış olsa da, bu darbenin zeminini hazırlayan ve darbeye meşruiyet kazandıran güç dönemin üniversite gençliğidir.
1960 sonrası dönemde üniversiteli gençliğin Türkiye’nin siyasi yaşamı üzerindeki etkisi giderek daha da artmıştır. Bu dönem aynı zamanda gençliğin yüzünü “sola” döndüğü bir dönemdir. Türkiye İşçi Partisi ile yakın ilişkiler kuran üniversiteli gençler, Fikir Kulüpleri Federasyonu gibi örgütlerde bir araya gelerek, gençliğin mücadelesinde niteliksel bir sıçrama gerçekleştirmişlerdir. Artık üniversiteli gençler Genç Osmanlılar’dan beri sürdürdükleri “talepkar” çizgiyi aşarak, siyasette “iktidar” perspektifiyle yer almaya başlamışlardır.
ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ SINIF MÜCADELESİNDE
Çoğu kez 1968 kuşağı olarak tanımlanan gençlik, özellikle üniversite gençliği hareketi, yukarıda özetlediğimiz sürecin dolaysız bir devamdır. Şüphesiz “dünyadaki” gelişmelerden önemli ölçüde etkilenmiştir. Özellikle “sola” yönelmesinde 68 ikliminin büyük rolü vardır, fakat 68 öncesi üniversiteli gençlik mücadelesini görmezden gelmek büyük haksızlık olur.
Üniversiteli gençliğin işçi sınıfı mücadelesine katkısı DİSK’in kuruluşunda somutlaşmıştır. Türk-iş içinden bir grup sendikanın ayrılarak sınıf sendikacılığı yoluna girmesinde, dönemin üniversiteli gençliğinin büyük emeği vardır. Dönemin üniversiteli gençliği bugün daha çok anti-emperyalist mücadeleyle (altıncı filo) ya da Zap üzerine kurdukları köprüyle hatırlanıyor fakat bu dönemde üniversiteli gençliğin zamanlarının çoğunu fabrika önlerinde ve işçilerin arasında geçirdiğini unutmamak gerekir.
Üniversiteli gençler işe işçi sınıfı arasında sıcak bağların kurulduğu bu dönemde 12 Mart darbesi gelmiştir. 12 Mart’ın özellikle üniversiteli gençliği hedef alması tesadüf değildir. Üniversite gençliği 1970’lerin ortalarında “önderlerinin” önemli bir kısmın yitirmiş olmasına rağmen yeniden dirilmeyi başarmış ve gençliğin önemli bir kısmı “yolumuz işçi sınıfının yoludur” belgisi altında toplanarak mücadeledeki yerini almıştır.
1970’li yıllarda üniversite gençliği, 1960’lı yılların gençliğinden çok daha bilinçli (sınıf bilinci) ve örgütlüdür. Bu dönemin üniversite gençliği mücadelesini ülkedeki sınıf mücadelesiyle birleştirmiş ve enerjisini sınıf mücadelesine akıtmaya başlamıştır. Faşist saldırıların yoğunlaşması karşısında militan bir mücadele hattı kuran üniversite gençliği, artık üniversite duvarlarını çok aşmıştır.
Üniversiteli gençlik hareketi, tarihinin en ağır darbesini 12 Eylül’de almıştır. 12 Mart’tan faklı olarak, kendisinden sonraki on yılları belirleyen 12 Eylül faşizmi üniversite gençliğini sindirebilmek için elindeki her türlü olanağı kullanmıştır. Binlerce öğrenci gözaltına alınmış, işkencelerden geçirilerek tutuklanmış, dernek ve kuruluşları kapatılıp yöneticileri ve üyeleri uzun hapis cezalarına çarptırılmıştır.
12 Mart darbesinden sonra kısa sürede toparlanarak toplumsal ilerleme mücadelesindeki yerini alabilen üniversite gençliği, 12 Eylül darbesi sonrası aynı başarıyı gösterememiştir. Şüphesiz üniversiteler tek bir an bile mücadelenin dışında kalmamıştır, fakat üniversite gençliği hareketleri, bir daha asla 12 Eylül öncesindeki kitleselliğine ve toplum üzerindeki etkinliğine ulaşamamıştır.
Burada yanlış anlaşılmamak için geniş bir parantez açmak istiyorum. Elbette üniversite gençliği daha 1984 yılında derneklerini yeniden kurmaya başladı ve 1990’larda yine toplumsal muhalefet içinde önemli bir güç haline geldi. Fakat burada anlatılmak istenen, bu hareketler 12 Eylül’den sonra asla 12 Eylül öncesindeki kitleselliğine ulaşamadı ve üniversite gençliği içinde küçük bir azınlık olarak kaldı. 12 Eylül öncesinde genel toplum içinde solcuların oranı ile kıyaslandığında üniversiteli gençlik arasında solcuların oranı “kıyaslanamayacak” kadar yüksekti. Hiç abartmadan söylüyorum, sadece “üniversite öğrencisi” olmak dahi genci “olağan şüpheli” kılmaya yeterliydi. 12 Eylül sonrası ise üniversite gençliği içindeki solcu genç oranı, “genel toplum” içindeki solcu oranını aşamamıştır.
BUGÜN ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ NE YAPIYOR?
Günümüzde üniversite gençliğinin toplumsal mücadele içindeki yeri, olması gerekenin çok uzağındadır. Oysa günümüzde üniversite gençliği, Osmanlı dahil, tarihinin en sorunlu dönemini yaşamaktadır. Üniversiteli gençlik için “gelecek”, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar karanlıktır. Bu durum, en acıklı biçimiyle iş bulamadığı için “bitirdiği üniversiteye” daha sonra “güvenlik görevlisi” olarak dönen gençlerimizde kendisini göstermektedir. Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı “yüz binlerle” ifade edilir olmuş, bazı yüksek prestijli meslekler dışında eğitim gördüğü alanda iş bulabilen genç sayısı neredeyse yok denecek düzeylere gerilemiştir. 
Tarihleri boyunca ülkeleri ve toplum için daha iyi bir gelecek isteyen ve bu uğurda yaşamlarını severek feda eden üniversite gençliğinin, bugün “kendi geleceği” için dahi hareketlenmemesi paradoks gibi görünmektedir.
Yanlış anlaşılmaması için tekrar altını çizmek istiyorum; burada “üniversiteli gençlik”, yani YÖK verilerine göre sayıları bugün 5,5 milyonu aşan gençlerden (bunlar sadece kayıtlı olanlar) söz ediyorum. Elbette üniversiteli gençler içinde hiç hareket yok değil, fakat “evren” 5,5 milyon alındığında hareketli gençlerin sayısı ve oranı pek büyük olmasa gerek. 
Bu gençlerin yalnızca yakın gelecekleri değil, “uzak” gelecekleri de çok karanlık görünüyor. Örneğin matematik bilimine göre, aralarından prestijli mesleklere sahip olup iş bulabilenler dahi ileride “emekli” olamayacaklar. Günümüzün gençlerini gerçekten “mezarda emeklilik” bekliyor. Durumun farkına varan gençlerin çoğu “sigorta” konusunda çok ısrarcı davranmıyorlar ve umursamıyorlar.
Hayat standardı noktasında “tekil” örnekler yanılsamalara yol açabilir. Elbette bugün üniversite mezunlarından “bir kısmının” hayat standartları, örneğin bundan 50 veya 75 yıl önceki üniversite mezunlarının hayat standardından fersah fersah ötededir. Fakat “genele” bakıldığında, bundan 50 veya 75 yıl önce üniversite mezunu olup “aç kalan” pek görülmezken, bugün bu durum çok şaşırtıcı değildir. Tabii bugünün üniversite öğrencisi, bir şekilde edindiği akıllı telefona sahip olmasının yaşam standardını, bundan 50 yıl önceki üniversite öğrencisininkinden daha yüksek kıldığını düşünüyorsa elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Fakat biz yine de bundan 50 yıl önce “sıradan” bir ODTÜ öğrencisinin “yurt odası” standardında bir barınma olanağı için bugünün Ankara’sında ayda en az bin lirayı gözden çıkartmak gerektiğini belirtelim.
ÇÖZÜM?
Genellikle okurlar yazıların sonunda bir “çözüm” önerisi beklentisi taşır ve bulamadığında kendilerini aldatılmış hissederler. Bu duyguyu anlayabiliyorum fakat tarih boyunca “vatanı” için canını seve seve feda eden bir üniversite gençliği, bugün “kendisi” için kılını kıpırdatmıyorsa bir “çözüm” önerebilmek çok kolay değil.
Hani, çok değil, birkaç yıl sonra diplomasını aldığında iş bulamayacağı endişesiyle hareketlenen bir üniversite gençliği olur, bu endişesini bir şekilde “görünür” kılacak eylemlere girer, o zaman belki “evet, yolunuz doğru” veya “hayır, yanlış yoldasınız” diyebilir, çözüm üzerine tartışabilirsiniz. Herhangi bir yolda olmayan, kendisini tamamen akıntıya bırakmış birine hangi yolu tarif edebilirsiniz?
Elbette bu düzen böyle gitmeyecek ve şairin dediği gibi “pireler filleri yutacak”, fakat korkarım o gün gelene kadar birkaç kuşak harcanıp gidecek. Her kuşak gibi bugünün gençleri de kendi geleceklerini kendileri belirleyecek.  
Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder