Frances Baum Dünya Sağlık Örgütü
tarafından 2005 yılında kurulan Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri Komisyonu’na
Avustralya delegesi olarak katılmış ve Komisyon çalışmaları üzerine
düşüncelerini ifade etmek için 2006 Şubat’ında aşağıdaki makaleyi kaleme
almıştı. Makaledeki düşünceler güncelliğini koruyor, fakat geçtiğimiz on yıl içinde
yaşadığımız gelişmeler, dünya halklarının hala “liberal ideolojinin” etkisi
altında olduğunu, günümüzde “herkes için
ekmek ve sağlığın, birileri için eğlencenin önünde geldiğine” inananların hala
azınlıkta olduğunu gösteriyor. Bunu daha insanca bir yaşam istemek fakat bunun
için kapitalizmin hiçbir “nimetinden” fedakarlık yapamamak olarak da ifade
edebiliriz. İngiltere’deki Beveridge reformlarının ve Avrupa’da insani değerlerin
yükselmesinin ardındaki asıl itici güç, insanların “ahlaki” tutumları değil, İkinci
Paylaşım Savaşı sonunda dünyanın üçte birinin kapitalizmin boyunduruğundan
kurtulmasını sağlayan işçi sınıfıdır.
On dokuzuncu
yüzyılda köle ticaretini desteklemekte kullanılan argümanlardan biri, toplumun
maliyeti nedeniyle [köle] ticaretini ortadan kaldırmaya gücünün yetmeyeceğiydi.
Bu argümanlar köleliğe, köleliğin adalet ve insanlık ilkelerine ters düştüğü
zemininde karşı çıkan William Wilberforce gibi köleliğin kaldırılmasını
savunanların argümanlarıyla taban tabana tersti. Yirmi birinci yüzyıl
perspektifimizden köleliğe ilişkin maliyet argümanı içi boş, iflas etmiş ve
savunulamaz görünüyor. Edinilmiş bilgi ve deneyimin verdiği avantajlar bize
ilkelerin ve ahlakın maliyetler ve ekonomik mülahazaların açıkça önünde
gittiğini söylüyor. Ancak yirmi birinci yüzyılın başlarında maliyet argümanları
sıklıkla sosyal adalet ve eşitlik kaygılarına muhalefet etmekte kullanılıyor.
Varlık, gelir,
yaşam beklentisi ve kaynak kullanımında yaygın ve artan eşitsizlikler giderek
daha fazla kabul ediliyor. Bunların varlığı küresel ölçekte zenginliğin ve
gelirin yeniden dağıtılması, etkin sağlık hizmeti, ilaç tedavisi sunumu ve su,
sanitasyon ve barınmayı kapsayan temel halk sağlığı altyapıları çağrıları yapan
“Yoksulluğu Tarihe Karıştır” kampanyalarına yol açtı.
Dünya Sağlık
Örgütü’nün yanıtlarından biri, hükumetler ve uluslararası kuruluşlar tarafından
hastalığın ve eşitsizliklerin kök nedenlerine yönelik nasıl eylem
yapılabileceğini değerlendirmek için Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri
Komisyonu (STBK) kurmak oldu. Komisyon için yaşamsal soru, köleliği ortadan
kaldırmak isteyenlerin mi, yoksa maliyet vesvesesiyle bu görüşü bloke eden
miyopların mı vizyonunu benimseyeceğimiz olacaktır. İkinci Paylaşım Savaşı’ndan
sonra İngiltere’de refah devletinin temelinin kalbinde vizyon vardı. Savaş
deneyimi süresince (ve özellikle yoksul çocukların orta sınıf kırsal kesim
evlere tahliyesi sırasında) kendisini gösteren eşitsizlikler, İngilizler
arasında savaş sonrası dünyanın daha adil olması azmi yarattı. William
Beveridge’in (refah devletinin kurucularından biri) ahlaki değerlerin hükumet
politikasına maliyet mülahazalarının üzerinde egemen olması gerektiği şeklinde
konuşmasını bu atmosfer sağladı. Beveridge “herkes için ekmek ve sağlığın,
birileri için eğlencenin önünde geldiğini” savundu ve “çocukların aç veya hasta
ve bakımsız kalmasına izin vermektense”, borca girmenin daha iyi olduğuna vurgu
yaptı.
Sağlığı ve
iyiliği teşvik etmek istiyorsak, daha eşit ve adil bir dünya oluşturmak zorunda
olduğumuza ilişkin çok sayıda kanıt vardır. Birçok yorumcu, yaygın küresel eşitsizliklerin
varlığının şiddet yanlılarının eylemini alevlendirdiğine işaret etmektedir.
Varlıkta uçurum ne kadar büyükse, suç ve toplumsal düzenin bozulmasının o kadar
yüksek olduğu kesinlikle doğrudur. Richard Wilkinson “Eşitsizliğin Etkisi –
Hasta Toplumlar Nasıl Daha Sağlıklı Hale Getirilir?” kitabında bu noktayı
desteklemek için birçok araştırmayı referans veriyor ve tartışması bir şekilde “gelirin
zenginden yoksula yeniden dağıtımının, yeniden dağıtım hangi mekanizmayla
yapılırsa yapılsın, sağlığı iyileştirdiği” sonucuna varıyor. Süreçler, daha
fazla eşitliğin daha az kıskançlığa, daha fazla sosyal dayanışmaya, daha fazla
toplum olma duygusu ve uyuma yol açtığını gösteriyor. STBK’nun tasavvur ettiği
dünya böyle bir dünyadır.
Eğer bu böyle
bir dünyaya erişmenin neden mümkün olmadığına ilişkin bütün nedenleri (maliyeti
başa koyarak) düşünürsek, bu dünyaya erişmek olanaksız görünebilir. Bunun
yerine yoksulluk ve yoksulluğu getiren insani potansiyelin “doğa güçleri
tarafından önceden belirlenmiş bir kaderin sonucu veya tanrısal lanetin ürünü olmadığını,
erkeklerin ve kadınların aldığı veya almayı ret ettiği kararların sonuçları
olduğunu” anımsatan Nelson Mandela’dan öğrenen bir adalet imgelemine
gereksinimimiz var. STBK eşitlik, sağlık ve bütün insanların makul bir yaşam
standardında yaşama hakkı olması lehine karar almak için ideal bir konumdadır –
bu kararların bize çok pahalıya mal olacağı kararı vermek için değil.
Frances Baum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder