Sağlık teknolojilerine gereksinim
duyan herkesin bu hizmetlere eşit
erişiminin sağlanması, herkese eşit ve ücretsiz sağlık bakımının en önemli
ögelerinden biridir. Yarım asrı aşan bir ekonomik ambargoya rağmen, milli
geliri 5 bin doların altında olan (bazı kaynaklara göre 2.500 doların altında)
küçücük bir ada ülkesinin, dünyanın en büyük emperyalist güçlerinin bütün
yıkıcı eylemlerine karşın toplumuna en ileri sağlık teknolojilerine dünyanın en
gelişmiş ekonomilerinin sağlayamadığı ölçüde eşit erişim sağlayabilmesi derinlemesine analiz gerektiren bir
olgudur.
Dünyanın birçok coğrafyasından bilim
insanları ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Küba’nın biyoteknoloji alanındaki “inanılmaz” başarılarını mercek altına
almış, bu konuda incelemeler yayınlamışlardır. Bu makale Küba’nın
biyoteknolojideki başarılarını değerlendiren incelemelerin bir derlemesi
niteliğindedir, ancak incelemelerin çoğundan faklı olarak kaynaklardan edinilen
veriler “tarihsel ve toplumsal” bir
yaklaşımla yeniden yorumlanmıştır.
KÜBA’DA BİYOTEKNOLOJİ ENDÜSTRİSİNİN KISA TARİHİ
Küba tarihi, Küba’nın günümüzdeki
başarılarına ilişkin çok az ipucu sunmaktadır. Küba Latin Amerika ülkeleri
arasında “bağımsızlığını” en son
kazanan ülkedir. İspanya tarih boyunca Küba’nın bilimsel gelişmenin “olmazsa olmaz” bir ögesi ve temeli olan
modern eğitim kurumları kurmasına ve kültürel gelişimine asla izin vermemiştir.
Küba 1898 yılında İspanya’nın boyunduruğundan kurtulduğunda, bu kez ABD tarafından
işgal edilmiştir.
Küba’da 1923 yılında üniversite
öğrencileri tarafından reform talebiyle başlatılan hareketler sonucu arkaik
yöntemlerle ders vermeye devam eden profesörlerin bir kısmı üniversiteden
uzaklaştırılmış, üniversitede modern fizik dersleri verilmeye başlamıştır. 1927
yılında kurulan Finlay Enstitüsü de bu girişimin ürünüdür. Bu dönemde ülkede
Havana Üniversitesi yanında, 1949 yılında açılan Santiago de Cuba Doğu
Üniversitesi ve 1952 yılında açılan Santa Clara Marta Abreu Üniversitesi vardır
ve eğitim standartları oldukça düşüktür.
Küba 1959 Devrimi öncesinde
kapitalist bir ekonomiye sahip, diğer bir deyişle büyük üretim araçları
üzerinde özel mülkiyetin bulunduğu, şeker kamışı dışında dişe dokunur bir
üretimi olmayan, emperyalizm tarafından sömürülen bir ülkedir. Ülkede yerli ve
yabancı (Abbott ve Squib) birkaç “özel”
laboratuvar vardır ve “devlet” zaman
zaman aşı (kuduz, çiçek, tifo ve BCG) ve teröpatik serumlar üretmiştir.
Küba’nın bugünkü başarısını daha iyi
anlayabilmek için 1950 yılında Uluslararası Kalkınma ve İmar Bankası tarafından Küba’ya
gönderilen Truslow Komisyonu’nun bu ülkeye ilişkin hazırladığı raporda yer alan
şu satırların anımsanmasında fayda vardır: “Küba’da
uygulamalı araştırma ve laboratuvar alanında hiçbir gelişme yoktur”.
1959 devrimi Küba’yı
kapitalist sömürü ve emperyalist boyunduruktan kurtarmıştır, fakat bunun çok
ağır bir bedeli vardır. Örneğin 1959 yılında Küba’da fizikçilerin sayısı zaten
iki düzineyi bulmamaktadır. Devrimden sonra ülkenin “beyin” gücünün (profesyonel meslek sahipleri ve teknisyenler) yüzde
20’si ve hekimlerin yarısından fazlası Küba’yı terk etmiştir.
Küba’da Devrimden sonra bu koşullar
altında kurulan sosyalist devlet
altı ana sorun belirlemiştir: toprak reformu, sanayileşme, barınma, işsizlik,
eğitim ve “sağlık”. Bu çerçevede
bütün Kübalıların sağlık ve eğitim hizmetlerine “ücretsiz” olarak erişebilmesini sağlayan yasalar çıkartılmıştır.
Küba’nın bugünkü bilimsel teknolojik
başarılarının temeli, bu ülkede Devrim sonrası başlatılan “okur – yazarlık” kampanyasıyla atılmıştır. 1961 yılında başlatılan
kampanyayla birçok aydın ve öğrenci kırsal kesime giderek, tarım emekçilerine
okuma – yazma öğretmişlerdir. Kısa sürede ülkede okur yazarlık oranının yüzde
96’ya yükselmesi, Küba’da birkaç yüzyıl gecikmeyle de olsa bir aydınlanma çağı başlatmıştır.
Okuma – yazma kampanyasıyla birlikte
69 askeri kışla okula çevrilmiş, bir yıl içinde 3 binden fazla okul inşa
edilmiş, 7 bin öğretmen yetiştirilmiş ve ülkede 300 bin çocuk eğitime
alınmıştır. Lise ve üniversitelerin kapıları emekçilere açılarak, 155 bin
emekçiye üniversite eğitimi olanağı sağlanmıştır. Ayrıca 85 öğrenci ekonomi ve
mühendislik alanlarında eğitim almak üzere Sovyetler Birliği’ne gönderilmiştir.
Bu daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelere
üniversite ve doktora eğitimi için gönderilen binlerce öğrencinin ilk grubudur.
İlk yıllarda kamusal sağlık bakımı
kurumları yaygınlaştırılmış, kırsal alanda sağlık sistemi örgütlenmiş ve tıp
eğitimi ile sağlık araştırmaları “toplumun”
gereksinimleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmıştır. Bütün sosyalist
ülkelerde olduğu gibi “önleyiciliğe”
öncelik veren Küba’da enfeksiyon hastalıklarına karşı ulusal bir kampanya
başlatılmış ve Devrimden sadece 2 yıl sonra çocuk felci (polio) eradike
edilmiştir.
1960 yılında yerli ve yabancı farmasötik
şirketler “millileştirilmiş”, 15
kadar şirket Konsolide Farmasötik
Endüstri adı altında birleştirilmiş ve Kamu
Sağlığı Bakanlığı’na bağlanmıştır (daha sonra adı Kimyasal Farmasötik Kurumlar Grubu olarak değiştirilerek, Temel Endüstri Bakanlığı’na bağlanmıştır).
Küba ilk bilimsel enstitüsü olan Ulusal Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nü
(CNIC) 1965 yılında kurmuştur. Diğer
ülkelerdeki araştırma merkezlerine benzer şekilde örgütlenen çoklu-disiplinli
kurum, bugünkü bilimsel kurumlar için bir kuluçka
işlevi görmüştür. Enstitü uzun yıllar kimya ve biyoloji alanında eğitim ve
araştırma işlevleri üstlenmiştir. Kurum biyokimya, bilgisayar bilimleri ve
mikrobiyoloji alanlarında araştırma ve eğitim etkinliklerinin geliştirilmesini
teşvik etmiştir. 1970’lerin sonlarında biyomedikal araştırmada uzman
gereksiniminin artmasıyla bilim ve klinik alanlardan birçok öğrenci doktora
eğitimi için yurt dışına gönderilmiştir.
Sağlık tamamen “bütüncül” bir ulusal sistem içinde tasarlandığından, 1966 yılında
ilk Sağlık Enstitüleri “ayrı” birimler olarak değil, eğitim
hastaneleri bünyesinde ve bu hastanelerin bir parçası olarak örgütlenmiştir.
Endokrinoloji, Kardiyoloji ve Kardiyovasküler Cerrahi, Nöroloji ve Beyin
Cerrahi, Onkoloji ve Radyobiyoloji, Gastroenteroloji; Anjioloji, Hematoloji
(şimdi Hematoloji ve İmmünoloji) ve Nefroloji enstitüleri kurulmuştur. Bunları
Mesleki Tıp (İşçi Sağlığı) Enstitüsü ve Beslenme Enstitüsü izlemiştir. 1943
yılında kurulmuş olan Hijyen Enstitüsü, Ulusal Hijyen, Epidemiyoloji ve
Mikrobiyoloji Enstitüsü olarak yeniden örgütlenmiştir.
1927 yılında hekimlerin sağlık
yönetimi eğitimi amacıyla kurulan Finlay Enstitüsü, 1934 yılında çiçek
aşısı üretimine başlamış, daha sonra tifo, tetanos, kuduz ve BCG aşıları
üretmiştir. Devrimden sonra enstitü 1970’lerde toplumdan gelen kan bağışlarını
kullanarak kan ürünleri (albümin ve immünoglobulin) üretmeye başlamıştır.
1980’lerde HIV virüsünün ve AIDS hastalığının ortaya çıkması üzerine Küba kan
ürünleri ithalatını yasaklamış ve ülkenin gereksinimini karşılamak üzere kan
üretimini yeni tesislere taşımıştır. Enstitü aynı zamanda mikrobiyolojik tanı
için kültürler ve bakteriyel antiserumlar üretmeye başlamıştır.
Küba bu dönemde tıp fakültelerine ve
kapsamlı sağlık sistemine güçlü yatırımlar yapılmıştır. 1970’lerin sonunda Küba
yüksek öğrenim, biyomedikal bilimler ve kamu sağlığı sisteminden oluşan çok iyi
bütünleşmiş bir yapı geliştirmiştir. Yaratılan uzman havuzu, 1981 yılında
kurulan Biyolojik Cephe’nin temelini
oluşturmuştur (Biyolojik Cephe, biyoloji ve biyoteknolojinin geliştirilmesiyle
ilişkili farklı bakanlıkların ve kurumların etkinliklerini eşgüdümlemek
amacıyla kurulmuş disiplinler-arası bir danışma organıdır).
Biyoteknolojinin doğuşu
Dünyada biyoteknoloji ilk olarak 1970’lerde
ABD’de (Kaliforniya), sermaye – yoğun
bir “kapitalist” sanayileşme alanı olarak
doğmuştur. ABD’nin tartışmasız egemenliği olan biyoteknoloji alanına Küba, 1970’lerin sonlarında
“ticari” kaygılardan çok, “sağlık sorunlarının çözümü” bağlamında ilgi
duymaya başlamıştır.
1970’li yılların sonlarında Küba’da
kanser insidansı artmaya (yüz binde 100 üzerine çıkmaya) başlamıştır. Gelecek
yıllarda nüfusun yaşlanmasıyla birlikte kanserin ciddi bir toplum sağlığı sorunu halini alacağını fark eden Küba, bu dönemde kanser tedavisine yönelik
araştırmaların yapıldığı ve anti-tümör bir ajan olarak kullanılma potansiyeli
olan interferon üretimi yapılan Finlandiya
Serum Enstitüsü’nde doktora yapmaları ve teknolojiyi öğrenmeleri için bilim
insanlarını Helsinki’ye göndermiştir. Bu dönemde yine birçok Kübalı, Batı
Avrupa ve ABD’de Curie Enstitüsü (Paris), Pasteur Enstitüsü (Paris), Heidelberg
Üniversitesi (Almanya) ve Harvard Üniversitesi’ne (ABD) doktora yapmaları için
gönderilmiştir.
Eğitimlerini tamamlayarak Küba’ya
dönen bilim insanları, yurt dışında öğrendiklerini Küba’da uygulayabilmek için
kolları sıvamış ve yoğun bir çalışma içine girmişlerdir. Önce bir “evde”
başlayan çalışmalar ilerledikçe, ev bir “laboratuvara” dönüştürülmüş ve burada
pilot çalışmalar yürütülmeye başlamıştır. Daha sonra üretim kapasitesi
arttırılarak Biyolojik Araştırma Merkezi
(CIB) adını alan bu
laboratuvarda Küba, Finlandiya’da geliştirilen teknolojiyi kullanarak 1981
yılında ilk Küba biyoteknoloji ürünü olan insan
lökositi interferon alfa üretmeyi başarmıştır.
Bu başarı Küba’nın biyoteknoloji öyküsünün
başlangıcıdır ve küçük bir evden çıkan CIB, bugün Küba’nın biyoteknoloji
alanında “amiral gemisi” olan Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji
Merkezi’nin (CIGB) öncülüdür.
Deney hayvanları üretimi bilimsel
çalışmaların temel bileşenlerinden biridir. 1982 yılında Ulusal Laboratuvar Hayvanları Üretim Merkezi (CENPALAB)
kurulmuştur. Günümüzde de çalışmalarını sürdüren Merkez, yalnızca Küba’da
kullanılmak üzere deney hayvanları üretmektedir. Merkez hayvanlar için yemleri
de kendisi üretmektedir.
Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (CIGB) 1986 yılında kurulmuştur.
Bu merkez stratejik merkezler arasında en önemli merkez olup, tek hücreli
organizmalara dayalı rekombinant teknolojilerde uzmanlaşmıştır. Merkez
rekombinant interferonlar (alfa ve beta), hepatit B aşısı, akut kalp krizi
tedavisinde kullanılan streptokinaz, nötropeni için granülosit koloni uyarıcı
faktör, eritropoietin ve diyabetik ayak ülserlerinin tedavisinde kullanılan Heberprot – P’nin ana
bileşeni olan epidermal büyüme faktörünü üretmiştir. Bunlar arasında Hepatit B
aşısı, ulusal aşı programı içinde yer alması nedeniyle özel önem taşımaktadır.
1991 yılında uygulamaya girmesinden sonra DSÖ tarafından dünyaya tavsiye
edilmiştir. Daha çok aşı ve teröpatik ajanlar üretir fakat aynı zamanda sanayi
ve tarım biyoteknolojisine önemli katkılar yapmıştır.
İmmunoassay Merkezi (CIE), 1987
yılında CNIC’den doğmuştur. İlk ürünü hamile kadınların serumunda
alfa-fetoprotein belirlenmesi yoluyla doğumsal malformasyonlar yönünden
kitlesel doğum öncesi tarama için donanım ve miyarlardan oluşan Ultramikro Analitik Sistem’dir (SUMA). Merkez önce yenidoğanlarda doğumsal
hipotiroidi ve fenilketonüri, daha sonra doğumsal adrenal hiperolazi,
biotinidaz eksikliği ve galaktozemi tanısı için miyarlar üretmiştir. Bu ürünler
hemen Küba ana – çocuk sağlığı programlarına alınmıştır.
Endüstrinin ham madde gereksinimleri
ABD ambargosu nedeniyle yalnızca sosyalist ülkelerden karşılanabilmektedir.
Havana’da yerleşik merkezi kalite kontrol ve farmasötik laboratuvarları
kimyasal, mikrobiyolojik ve biyolojik kontrole başlamıştır. 1989 yılında bu
işlevler kurulan Devlet İlaç, Donanım ve
Tıbbi Cihazlar Kontrol Merkezi’ne (CECMED) devredilmiş, 2011 yılında
Sağlığı Koruma Mevzuat Bürosu, Devlet İlaç Kontrol Merkezi ve Devlet Tıbbi
Donanım Kontrol Merkezi, CECMED altında birleştirilmiştir.
Özel dönem
SSCB ve Doğu Avrupa’da sosyalizmin
çözülmesiyle ekonomik bunalıma giren Küba, 1989 – 1995 yılları arasında (Özel Dönem) büyük ekonomik sıkıntılarla
karşılaşmış, ancak biyoteknoloji yatırımlarından vazgeçmemiştir. Aksine
biyoteknoloji alanındaki atılımlarını ekonomik zorlukları aşmakta bir silah
olarak gören Küba, 1990 – 1996 arasında Moleküler İmmunoloji Merkezi de (CIM)
içinde bir dizi yeni merkez açmış ve biyoteknolojiye 1 milyar dolar yatırım
yapmıştır.
1991 yılında Finlay Enstitüsü aşı ve
serum araştırma ve üretim merkezi olarak yeniden
açılmıştır. 1980’de başlayan ve dünyada aşısı olmayan menenjit salgınına
karşı geliştirilen menenjit B aşısı Küba’nın ikinci yeni biyoteknoloji ürünü
olmuştur. Aşı yalnızca Küba’da değil, Brezilya, Arjantin, Kolombiya ve
Uruguay’da menenjit salgınlarının kontrolünde etkili olmuştur. Formül aynı
zamanda saflaştırılmış serogrup C polisakkarid içerir ve iki serogruba karşı
koruma sağlar (VA-MENGOC-BC).
Finlay Enstitüsü’nün tesisleri
bakteriyel ve viral aşılar, mikrobiyoloji kültürleri ve teşhis miyarları
üretimi hacmini taşıyamaz hale gelince, bu hizmetlere destek olmak amacıyla Ulusal Biyoürünler Merkezi (BIOCEN) kurulması düşünülmüştür. Ancak 1990
ekonomik kriziyle plan değişmiş ve 1992 yılında küçük hacimli parenteral
sıvıların doldurulması, liyofilizasyonu, kontrolü ve paketlenmesi amacıyla
hizmete açılmıştır. Halen CIGB ve diğer Merkezlerin ürünlerinin aseptik işlemlerini
yürütmektedir. Ayrıca mikrobiyolojik kullanım için 50’den fazla türde kültür,
bazı alerjenler ve anemi tedavisinde kullanılan doğal bir ürün üretmektedir.
Aseptik işlem tesisleri DSÖ ve Lloyd’s
Register Quality Assurance tarafından sertifikalandırılmıştır (ISO 9002).
Küba biyoteknoloji merkezleri
arasında en genç olanlarından biri, 1994 yılında açılan Moleküler İmmünoloji Merkezi’dir (CIM).
Onkoloji ve Radyobiyoloji Enstitüsü’nden bir grup araştırmacının monoklonal
antikorlar elde etmekte ve tümör belirteçleri üzerine (özellikle epidermal
büyüme faktörü) araştırmada önemli başarılar elde etmeleri üzerine kurulmuştur.
CIM teröpatik kanser aşıları ve
monoklonal antikorlara odaklanırken, Finlay Enstitüsü daha klasik aşılara
yoğunlaşmıştır.
Küba Nörobilim Merkezi (CNEURO) 1966
yılında CNIC’in nörofizyoloji birimi olarak açılmıştır. 1982 yılında Nörobilim
Bölümü haline gelmiş, 1990 yılında CNIC’in bilimsel üretim birimi olarak CNEURO
halini almıştır. 2005 yılında CNIC’den ayrılarak bağımsız bir Merkez olmuştur.
2012 yılında Küba’nın tarihinde yeni
bir dönem başlamıştır. “Kapitalist bir
dünyada” ayakta kalabilmek için başlatılan ekonomik ve sosyal dönüşümler,
artık ülkenin en önemli sanayileri arasında ilk sıralara yükselen biyoteknoloji
sektörüne de yansımış ve bu dönüşümlerin bir parçası olarak bütün mevcut farmasötik
ve biyoteknolojik ilaç imalatı merkezleri yeni oluşturulan bir yönetim organı
olan BioCubaFarma şemsiyesi altında
toplanmıştır.
27 Kasım 2012’de 307 sayılı Kararname
ile kurulan BioCubaFarma, Küba’da ilaçların ve diğer farmasötikallerin en son
teknolojiye (state-of-the-art), yüksek teknolojiye dayalı sanayi üretimine
adanmış biyoteknoloji araştırma kurumları ve diğer merkezleri ve bunların satış
organlarını kapsamaktadır. Kararname ilk kez ileri teknoloji girişimi kavramını
Küba’nın sosyalist ekonomisinde bir varlık olarak tanımlamıştır. BioCubaFarma
ülkenin biyoteknoloji ve farmasötik sektörleri arasında daha yüksek
bütünleşmeyi başarmak için kurulmuştur. Bu Küba’nın güncellenmiş ekonomik
modeliyle uyum içinde kurumsal yeniden örgütlenme sürecinin bir parçasıdır.
Bugün Küba’nın tıbbi – farmasötik ve
biyoteknoloji endüstrisini BioCubaFarma kurumunun Yönetim Kurulu temsil
etmektedir. Bu “çatı” kurum, yeni ürünleri ve teknolojileri araştırmadan
üretime ve sonuçta tıbbi uygulamada kullanımına kadar bütün aşamalarında
gözeten “kapalı döngü” (closed cycle) stratejisi çerçevesinde yeniliklerden
(inovasyonlar) sorumlu bir dizi araştırma, üretim ve satış tesisinden
oluşmaktadır.
Ayrıntılarına ileride gireceğimiz
Küba biyoteknoloji endüstrisi 30 yıl kadar kısa bir sürede küçük bir
laboratuvardan çıkarak, 22 bin çalışanıyla 32 kurum ve 78 üretim tesisinden
oluşan dev bir kompleks haline gelmiştir. 2015 yılında ülkede bulunan 857
ilacın 578’ini üreten sektörün tesislerinde 6,325 üniversite mezunu, 262 doktora ve
1.170 yüksek lisanslı, 1.300 teknisyen ve 719 araştırmacı emekçi görev
almaktadır.
20 ülkede 30’dan fazla araştırma
projesi yürüten Küba biyoteknoloji sektörü, 182 ürünü için ruhsat almış, 2.300
patent başvurusu yapmıştır. Daha 30 yıl önce Finlandiya’dan aldığı teknolojiyle
ilk ürününü veren endüstri, bugün Brezilya, Venezuela, Güney Afrika, Hindistan,
Vietnam ve Cezayir’e teknoloji transfer etmektedir. Küba’nın 1985 yılında 11
milyon dolar olan biyoteknoloji ihracat geliri, 1990’larda 10 milyona, 2005’de
300, 2011’de 711 ve 2013 yılında 686 milyon dolara yükselmiştir.
Bu görkemli tarihin ardındaki
dinamikler nelerdir? Küba nasıl böyle bir başarıya imza atabilmiştir? Bu
başarısını sürdürebilecek midir?
Öncelikle Küba’nın biyoteknoloji
alanındaki başarılarının “tesadüf”
olmadığını, bilinçli ve planlı bir çabanın ürünü olduğunu belirtmek gerekir.
Ancak daha da önemlisi bu başarının içinde geliştiği bağlamdır. Önce de belirtildiği gibi Küba’da biyoteknoloji “ayrı” bir oluşum değil, Küba’nın ulusal
sağlık sisteminin bir parçasıdır. O
halde öncelikle bu bağlamın değerlendirilmesi, biyoteknolojideki başarıların bu
bağlam içinde nereye oturduğunun anlaşılması gereklidir.
BAĞLAM: KÜBA SAĞLIK SİSTEMİNİN ANA HATLARI
Küba sağlık sistemi sağlık hizmetlerine
herkesin eşit ve ücretsiz olarak erişimini garanti eder ve tamamen devlet
tarafından finanse edilir. Günümüz kapitalist dünyasında böyle bir sağlık
sisteminin eşi veya benzeri yoktur.
Küba sağlık sisteminin ana ilkeleri şunlardır:
- Devlet tarafından finanse
edilmesi ve sunulması
- Evrensel olması
- Ücretsiz olması
- Tam kapsam ve erişim sağlaması
- Önleyiciliğe odaklı olması
- Bölgesel olması
- Birincil sağlık bakımına dayalı
olması
- Sosyal ve toplum pratiğine
dayalı olması
- Sektörler-arası yaklaşıma
dayanması
Küba sağlık sistemi bakımın
üç düzeyine göre yapılandırılmıştır:
Birincil düzey,
toplumun sağlık sorunlarının yüzde 80’ini karşılar ve belediye yönetimi
altındaki poliklinikler ve aile hekimi ofisleri aracılığıyla sağlık hizmeti
sunar.
İkincil düzey,
sağlık sorunlarının yüzde 15’ini karşılar ve eyalet hastanelerinde hizmet sunar.
Üçüncül düzey,
özelleşmiş hastanelerde ve sağlık enstitülerinde sağlık sorunlarının yüzde
5’ini karşılar.
1959 Devrimi’nden beri ilaçlara ve diğer sağlık
teknolojilerine erişim sağlık hakkının
bir parçası olarak bir devlet önceliğidir. Temel
İlaç Listesi, Küba ulusal sağlık sisteminde bulunan bütün ilaçları kapsar
ve Kamu Sağlığı Bakanlığı (MINSAP) tarafından her yıl morbidite ve mortalite
verilerine göre güncellenir. Listede ilaçlar “yaşamsal, yaşamsal olmayan ve özel” olarak üç kategoriye
ayrılmıştır. İn vitro fertilizasyon ve organ nakilleri gibi belirli hizmetler
ve programlar için ilaçların dağıtımı merkezi olarak kontrol edilir ve özel
kategoride değerlendirilir.
Bir ülkede ilaçların “bulunabilirliğini, fiyatlarını ve
erişilebilirliğini” o ülkenin farmasötik sektörünün örgütlenme tarzı belirler. Küba’da “özel” farmasötik sektörü yoktur ve ilaç üretimi ve dağıtımı “devlet” tarafından düzenlenir. Üretilen
ilaçların tek alıcısı devlettir. Küba’da üretilmeyen ilaçlar, miyarlar ve tek
kullanımlık malzemeler MEDICUBA tarafından ithal edilir ve
ulusal sistemin hizmetine sunulur.
İlaç fiyatlarının istikrarından Kamu Sağlığı Bakanlığı sorumludur ve
fiyatlar 1988’den beri sabittir. Fiyatlar gerektiğinde devlet tarafından
sübvanse edilir. (1 Ocak 2014’de İlaç
Satışı ve Dağıtımı Kurumu (EMCOMED)
fiyatların ve sübvansiyonların belirlenmesinden sorumlu kılınmıştır). Yerel
ilaç üretiminde öncelikleri belirlemekten Kamu Sağlığı Bakanlığı ve BioCubaFarma
sorumludur. Küba’nın ilaç mevzuatı otoritesi olan Devlet İlaç, Donanım ve
Tıbbi Cihazlar Kontrol Merkezi (CECMED) 1989 yılında
ilaç ve tanı araçlarının düzenlenmesi ve kontrolü etkinliklerini
merkezileştirmek amacıyla kurulmuştur. CECMED’in işlev ve yetkileri 1994’de
düzenlenmiştir.
KÜBALILAR “MÜŞTERİ” DEĞİL
Kapitalist bir coğrafyada doğup
büyüyenler, kapitalist ideolojinin egemen olduğu bir eğitim sisteminde
yetişenler için Küba’yı anlamak ve anlatmak oldukça güçtür. Bu makalede de
kullanmak zorunda kaldığımız pazar, sübvansiyon veya satış gibi sözcükler
üretim araçları üzerinde özel mülkiyete izin verilmeyen, ülkede üretilen bütün
mal ve hizmetlerin emekçilerin ortaklaşa mülkiyeti altında bulunduğu bir
sistemde kapitalist bir toplumda olduğundan çok farklı bir içeriğe ve anlama sahiptir.
Kapitalist bir toplumda bir mal veya
hizmet ister özel sektör tarafından, ister kamu tarafından veya neoliberal
dönemde moda olan kamu – özel ortaklıkları tarafından üretilsin, bu mal ve
hizmetlerin alıcı veya kullanıcıları birer “müşteri”dir. İkinci Paylaşım Savaşı
sonrasında kapitalist toplumlarda gerçekleştirilen sosyalleştirme uygulamaları
bu gerçeği değiştirmemiş, yalnızca üzerini örtmüştür. Kapitalist ülkelerde
insanları “müşteri” yapan, bu ülkelerde yaşayan insanların üretilen mal ve
hizmetler üzerinde sadece yakınma veya memnun olma “hakları” olmasıdır. Mal ve
hizmetler için gereksinimlerin belirlenmesinden tasarlanmasına, üretilmesinden
denetimine ve nihayet topluma sunulmasına (satış) kadar üretimin hiçbir
aşamasında “müşterilerin” değil karar, söz hakkı dahi yoktur.
Küba’da ise özel kişi veya kurumların
kar amacıyla mal veya hizmet üretmeleri suçtur. Üretim tamamen devlet
tarafından toplumun gereksinimlerine göre örgütlenir. Üretimin her aşamasında
toplumun “örgütleri” aracılığıyla söz ve karar hakkı vardır. Bu örgütlerin
başında emeğin geleneksel örgütleri olan “sendikalar” gelmektedir. Sosyalist
toplumlarda, kapitalist toplumlarda olduğundan çok farklı işlevler üstlenen
sendikalar, üretimin her aşamasında söz ve karar sahibidir. Diğer bir deyişle
sosyalist toplumda “üretici – müşteri” ilişkisinden söz edilemez.
Yukarıda sayılan ilkeler ve
uygulamalar Küba Anayasası ve ilgili
yasalarının ürünüdür. 1976 tarihinde kabul edilen Küba Anayasası’na göre ülkede
gereksinimi olan herkesin tıbbi bakım almasını sağlamak ve ırk, cinsiyet, dini
inanç ve sosyal köken ayrımı yapılmaksızın bütün nüfusa ücretsiz tıbbi ve
hastane bakımı sunmak “devletin”
sorumluluğudur.
1983 yılında kabul edilen Kamu Sağlığı Yasası toplumun sağlığını
korumanın devletin kalıcı ve temel bir yükümlülüğü olduğunu hükme bağlamıştır.
Yine 1983 yılında kabul edilen 67 sayılı Kararname ile Küba’nın kamu sağlığı
politikasını yürütmek Kamu Sağlığı
Bakanlığı’na verilmiştir.
Bu çerçevede Küba’da sağlıkla
ilişkili hiçbir girişim bu yasal çerçevenin dışında kalamaz. Küba
biyoteknolojisi bu bağlam içinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir ve Küba sağlık
bakımının yukarıda sıralanan ilkeleri
biyoteknoloji için de geçerlidir. Yani Küba’da biyoteknoloji, diğer sağlık
hizmetleri gibi devlet tarafından finanse edilecek ve sunulacak, evrensel ve
ücretsiz olacak, tam kapsam ve erişim sağlanacak, önleyiciliğe odaklı olacak, bölgesel
ve birincil sağlık bakımına dayalı olacak, sosyal ve toplum pratiğine ve sektörler-arası
yaklaşıma dayalı olacaktır.
Biyoteknolojinin karakteri
Biyoteknolojinin “kendisine özgü” bazı özellikleri vardır.
Birincisi ve en önemlisi biyoteknolojinin “bilgiye”
dayanmasıdır. Yani biyoteknoloji ileri derecede uzmanlaşmış çok nitelikli emek
gücü gerektirmektedir. Kapitalist ülkelerde bunları sağlamak için kapitalizme
özgü çok sayıda maddi “özendirici”
vardır. İkincisi, neticede kapitalist bir mülkiyet tarzı olan “fikri mülkiyet”, biyoteknolojinin en
önemli unsurlarından biridir. Oysa sosyalist bir ülkede böyle bir uygulamaya
izin verilemez. Üçüncüsü, biyoteknoloji sektörünün neredeyse yüzde yüze varan
bir “belirsizlik” içermesidir.
Kapitalist paradigma içinde ayrıcalıklı bir yeri olan “risk sermayesi” gibi
kavramların sosyalizmde yeri yoktur. Yine biyoteknoloji literatürü taransa,
herhalde en sık karşılaşılacak kavram “maliyet
– etkililik” olacaktır ve sosyalist kültürde bu kavramın çok farklı bir
anlam taşımaktadır.
Küba bu alana girerken, bütün bu “gerçeklerin” farkındadır. Küba’nın
önünde biyoteknolojinin kendine özgü koşullarına göre davranmak değil, bu
koşulları kendi sosyalist sistemine uyarlamak ve bunu yukarıda sayılan
ilkelerden taviz vermeksizin başarmak gibi bir görev vardır.
KÜBA’NIN BİYOTEKNOLOJİYE YAKLAŞIMI
Küba biyoteknolojiyi Kübalıların
sağlık durumunu sürekli iyileştirmek, toplumun sağlık hizmeti gereksinimlerini
karşılamak, bu hizmetlerin niteliğini yükseltmek ve sağlık sisteminin
gelişmesini garanti altına almak için sürdürülebilir ve verimli kılmak amacıyla
sosyal kazanımların sürdürülmesine dayanan bir sağlık sisteminin “parçası” olarak görmektedir. Bu sistem
içinde tıbbi teknolojinin işlevi, Küba’nın sağlık alanındaki hedeflerine
erişmesinde bilim ve yenilikçiliğin (inovasyon) ürünlerinin uygun kullanılmasına katkıda
bulunmaktır.
Bu tümcelerin benzerlerini birçok
kapitalist ülkenin belgelerinde de görmek mümkündür. Fakat Küba’da bu tümceler,
diğer kapitalist ülkelerde olduğundan çok farklı “anlamlar” taşımaktadır. Örneğin burjuva ideolojisinin egemen olduğu
ülkelerde sağlık hakkı daha çok “sağlıklı olma ve sağlıklı kalma hakkı”
olarak değil, sağlık hizmetlerine “erişim
hakkı” olarak algılanır. Ancak bu hizmetlere erişimde kimi coğrafi veya
mali engeller çok hoş görülmese de “doğal”
karşılanır. Oysa Küba’da sağlık hakkı, hizmetlere gereksinim duyanların ülkenin
neresinde yaşadığından bağımsız, hiçbir mali engelle karşılaşmadan (prim ödeme
zorunluluğu, katkı payı, katılım payı vb) erişebilmesi hakkı anlamına gelir.
Bu bağlamda kapitalist ülkelerde uygun teknoloji dendiğinde daha çok “maliyet – etkililik” anlaşılırken,
Küba’da “uygunluğun” birinci ölçütü,
teknolojiden gereksinim duyan herkesin “eşit
ve ücretsiz” yararlanabilmesidir. Eşitsizliklerin bir “doğa yasası” olduğunu kabul eden kapitalist toplumların aksine “eşitliği” toplumun temeli olarak gören
sosyalist toplumlarda eşitlik, maliyet – etkililik kaygılarının önüne geçer.
Küba sağlık teknolojisini “sağlıklı ve hasta insanların bireysel veya
kolektif olarak ilaçlar, tıbbi donanım ve cihazlar, tıbbi işlemler, örgütsel
modeller ve destek sistemleri dahil sağlık gereksinimlerini karşılamak için
kullanılan bütün kaynaklar” olarak tanımlamaktadır. Burjuva ideolojisi
etkisi altındaki DSÖ’nün sağlık teknolojisi
tanımı ise “bir sağlık sorununun çözümü ve yaşam kalitesini arttırmak için
geliştirilen araçlar, ilaçlar, aşılar, süreçler ve sistemler biçiminde
örgütlenmiş bilgi ve becerilerin uygulanması” şeklindedir. Küba’nın
tanımının “kapsamlılığı” karşısında,
DSÖ’nün tanımının “sığlığı” kendisini
açıkça göstermektedir.
Burjuva ideolojisini belgelerine en
açık haliyle yansıtan Amerika Birleşik Devletleri’nin tıbbi teknoloji
alanındaki en üst düzenleyici kurumu olan Gıda
ve İlaç İdaresi (FDA) ise sağlık
teknolojisini “hastalıkların veya tıbbi
durumların tanısı, izlemi ve tedavisi için kullanılan, oldukça geniş bir
yelpazeye yayılan sağlık bakımı ürünleri” olarak görmekte ve tıbbi
teknolojinin amacını “daha erken tanı
olanakları sağlayarak, daha az invaziv tedavi seçenekleri sunarak ve iyileşmeyi
hızlandırarak sağlık hizmetinin niteliğini arttırmak” şeklinde ifade
etmektedir.
Salt bu tanımlardan yola çıkılarak
sağlığın sosyalist ülkelerde daha çok korunması
gereken bir olgu olarak görüldüğünü, kapitalist ülkelerde ise tedavinin objesi olarak algılandığını
söylemek mümkündür. Küba tanımında sağlık hizmetlerinin kullanıcıları olarak “sağlıklı” insanlar açıkça belirtilirken,
FDA tanımı tamamen “hastalık”
odaklıdır. Bu farklı anlayışlar kendisini sağlık hizmetlerinin “örgütlenme” tarzında belirgin bir
şekilde göstermektedir. Kapitalist ülkelerde sağlık hizmeti sunumu, araştırma,
geliştirme ve yenilikçilik etkinlikleri, hekim ve sağlıkçı eğitimi, tıbbi
teknoloji sanayisi ayrı
örgütlenirken, sosyalist ülkelerde bu etkinliklerin hepsi aynı amaca hizmet ettiğinden, tek
bir çatı altında örgütlenmiştir.
Sonuç olarak sosyalist Küba’da ilaç,
donanım, bilgisayar sistemleri gibi ürünleri araştırmaya, geliştirmeye ve
üretmeye (hatta satmaya) yönelik kurumlar “ticari” amaçla değil, ulusal sağlık
sisteminin, diğer bir deyişle sermayenin değil “toplumun” gereksinimlerini
karşılamak amacıyla kurulacaktır.
Kapitalist dünyada sağlık alanındaki
başarılar, kapitalist üretimin temel kavramlarından biri olan “yatırım” kavramıyla açıklanmaya
çalışılır. Kapitalist “girişimciliğin”
temelinde yer alan yatırım, yalnızca kalkınmanın değil, başarının da kaynağı
olarak görülür. Oysa Küba’nın kalkınması ve başarıları kapitalist paradigma
içinde veya kapitalist kavramlar kullanılarak açıklanmaya çalışıldığında bu kuramlar
“çöker”.
KÜBA’NIN BAŞARISI NASIL ANALİZ EDİLMELİ?
Öncelikle Küba’nın başarılarının “tartışmasız” başarılar olduğunun altı
çizmek gerekir. Bu başarılar, kapitalist dünyanın önde gelen kuruluşları
tarafından da kabul edilmiş başarılardır. 2005 yılında yayınlanan bir Dünya Bankası raporuna göre Küba’da
kullanılan farmasötik ürünlerin yüzde 80’ine yakını yerel olarak
üretilmektedir. Rapor birkaç satır öncesinde de, yerel farmasötik endüstrinin
büyümesinin yalnızca iç ilaç talebini karşılamadığını, aynı zamanda
uluslararası pazarda yarışan ürünlerin gelişimine yol açtığını belirtmektedir.
Biyoteknolojinin Küba sanayisinin
tartışmasız en yenilikçi (inovativ) sanayisi olduğunu belirten rapor, bu durumu
“açıklayamamakta” ve “Küba muhtemelen eşsiz politik tarihi
nedeniyle kalite güvenceli ilaçların yerel üreticisi küçük bir ülke olarak
atipik bir ülkedir” diyerek topu taca atmaktadır.
Dünya Bankasının böyle davranması “doğaldır”, çünkü Dünya Bankası
başarıları “milli gelir”, bu gelirden
sağlığa veya ARGE yatırımlarına “ayrılan
pay” üzerinden değerlendirmek eğilimindedir. Oysa söz konusu Küba gibi sosyalist bir ülke olduğunda bütün
hesaplar şaşmaktadır.
Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar
Küba’da yıllık kişi başına gelirin 1.000 doların altında olduğunu hesaplamaktadır.
Küba’nın sübvansiyonları hesaba katan tahminlerine göre Küba’nın GSMH’sı kişi
başına yılda 2,500 – 5.000 dolar aralığındadır. Ancak hangisi kullanılırsa
kullanılsın, sağlık sonuçları GSMH ile ilişkilendirildiğinde Küba sağlık
göstergelerinde ABD ve Kanada ile yarışırken, GSMH’da Latin Amerika’nınBolivya
gibi geri bıraktırılmış ülkeleriyle birlikte anılmaktadır.
ABD’nin sağlık bakımına GSMH’sının yüzde
13,6’sını harcamasına karşılık, Küba yalnızca yüzde 7,4’ünü harcamaktadır.
ABD’de kişi başına sağlık harcaması 4.540 dolarken, Küba’da 193 dolardır. Küba
batı yarımkürede kişi başına GSMH’sı en düşük ülkelerden biridir. Ancak Küba,
ABD ve Avrupa’nın sağlık çıktılarıyla karşılaştırılabilir sonuçlar elde etmeyi
başarmıştır.
Çeşitli uluslararası örgütlerin
raporlarına göre Küba GSMH’ndan ARGE’ye pay ayrıma bakımından Latin Amerika
ülkeleri arasında binde 8 ile Brezilya’nın (binde 9) ardından “bölgesinde” ikinci sırada gelmektedir.
Daha yakınlarda yayınlanan bir UNESCO raporu Küba’yı binde 6 ile bölgesinde üçüncü
sıraya koymaktadır (Brezilya binde 9 ve Şili binde 7). Küçük farklılıklara
rağmen Küba’nın ARGE/GSMH oranı Latin Amerika’daki en yüksek oranlardan
biridir.
Eğer Küba bu kadar “yoksul” bir ülke
olmasaydı, GSMH’dan ARGE’ye ayırdığı pay başarısı için “açıklayıcı” olabilirdi, fakat kişi başına birkaç bin dolarlık bir
GSMH’dan değil binde 6 – 8, yüzde 5 – 10 ayrılmış olsa dahi, yenilikçi bir
yüksek teknolojinin varlığını tek başına açıklayamazdı. Kaldı ki “bölgesinde” yüksek gibi görünen ARGE’ye
ayırdığı pay, dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında istisnai bir durum
göstermemektedir. Dünya ülkelerinin çoğu ARGE’ye GSMH’nın binde 2,5 ile yüzde
1’i arasında harcama yapmaktadır. Ancak Küba, Finlandiya (yüzde 3,5), ABD (yüzde
2,7) ve Kanada (yüzde 2) veya Danimarka, Fransa, Almanya (yüzde 2 – 3 arası)
gibi ülkeler düzeyinde yüksek teknolojiye dayalı bir sanayi geliştirebilmiştir.
Bu gerçekten “istisnai” bir durumdur.
KÜBA’NIN “SERMAYESİ” ÖRGÜTLÜLÜĞÜDÜR
Ekonomist William Lazonick’e göre Küba’nın
başarıları ancak Küba’nın “sosyopolitik
bağlamında” anlaşılabilir ve Küba biyoteknolojisinin bazı özellikleri,
endüstrinin başardığı yüksek yenilik (inovasyon) hızı için kritik önemdedir. Lazonick
bu özellikleri şöyle sıralamaktadır:
- Yüksek teknolojili sanayinin
gelişmesinde uzun vadeli mali taahhüt (devletin yatırımcı olması),
- Sanayinin örgütsel bütünlüğü (biyoteknoloji
sektörünün tıbbi bakım sektörünün bir parçası olması),
- Kaynak tahsisi üzerinde
stratejik kontrol.
Bu koşullar bir yandan Küba biyoteknolojisinin
bağlamını oluştururken, diğer yandan Küba biyoteknolojisini dünyanın geri kalan
ülkelerindeki biyoteknoloji sektörlerinden ayırt eden özelliklerdir.
Kanada’dan Thorsteinsdóttir ve
arkadaşları Küba biyoteknolojisinin başarısını politik liderlerinin “vizyonuna” ve güç ekonomik koşullara
rağmen sektörü teşvik etme taahhütlerini sürdürmelerine bağlamaktadır. Ülkenin
sağlık sistemi ve biyoteknoloji sektörünün devlet tarafından yakından kontrolü
ve sıkı bütünleşme maliyet etkili tedavi seçeneklerinin benimsenmesini ve temel
ve klinik araştırmacılar arasında işbirliğinin yüreklendirilmesini teşvik
etmiştir. Ek olarak, Küba’nın oldukça eğitimli topluma sahip olması, sektörün
olumlu algılanmasını sağlamış ve klinik deneylere toplumun seve seve katılması
yeni ürünler geliştirilmesini kolaylaştırmıştır.
Thorsteinsdóttir ve arkadaşları Küba
biyoteknolojisini 4 düzeyde değerlendirmiştir:
Devlet biyoteknoloji
sektörünün gelişmesinin ana destekleyicisi olmuş, Fidel Castro ve hükumet
biyoteknolojinin potansiyelini daha bu alan henüz doğduğunda fark ederek modern
biyoloji ve biyoteknolojiye stratejik bir önem vermiştir. Özel Dönem’de ülkenin
ihracatının yüzde 50, GSMH’nın yüzde 30 ve kişi başına kalori alımının yüzde 24
azalmasına rağmen, devlet biyoteknolojiyi desteklemeyi sürdürmüştür.
Araştırma enstitüleri ve üniversiteler biyoteknoloji sektörünün gelişmesinde merkezi bir rol
üstlenmiştir. Özellikle immünoloji, tropikal tıp, immünoassay ve aşılara
odaklanmışlar ve bilim, eğitim ve sağlık arasında eşsiz bir bütünleşme
gerçekleştirmişlerdir. Devlet Konseyi ile çok yakın ilişkileri “karar”
mekanizmalarında etkilerini arttırmıştır. Bu kurumlar 1990’ların başından
itibaren çok sayıda uluslararası makale yayınlayarak Bu alanda Küba’nın söz
sahibi olduğunu dünyaya duyurmuşlardır. Havana Üniversitesi Kimya Fakültesi’nin
sentetik H. influenza tip B aşısının geliştirilmesine katkısı çok büyüktür.
Sağlık sistemi klinik
çalışmalara yoğun olarak katılmakla kalmamış, birçok klinisyen bütün araştırma
süreçlerine katılmıştır. Örneğin Pedro Kouri Tropikal Hastalıklar Enstitüsü
aynı zamanda bir hastaneyi barındırmaktadır ve bütün Küba aşılarının klinik
deneylerinde önemli bir rol oynamıştır. Kliniklerden laboratuvarlara akan
sürekli geri bildirim, ürünlerin iyileştirilmesinde belirleyici öneme sahiptir.
Toplum Küba’nın
biyoteknoloji sektörüyle gurur duymakta
ve desteklemektedir. Klinik deneylere gönüllü olarak katılmakta, sektörün
geliştirdiği ürünleri benimseyerek kullanmaktadır.
Thorsteinsdóttir ve arkadaşlarına
göre Küba yenilikçilik (inovasyon), ruhsatlandırma ve satış gibi alanlarda
kapitalist dünya tarafından konan kuralları kendi sosyalist amaçlarına göre
yeniden gözden geçirmelidir. Ülkenin mali sıkıntıları, uluslararası kredilere
sınırlı erişimi ve ABD ambargosu Küba’nın biyoteknoloji sektörünün büyümesini
sınırlandırmaktadır. ABD Küba’nın biyoteknoloji ürünlerinin dünyaya açılmasını
engellemektedir.
Florence Üniversitesi’nden Angelo
Baracca’ya göre biyoteknoloji mali kapitalizmin mükemmel bir sermaye – yoğun
ürün örneği olup, canlı varlıklar üzerinde mülkiyet hakkına kapıları açan
“doğasıyla” sömürü ilişkileri yaratmaktadır. Biyoteknolojiyi maddi çıkarlar
şekillendirmiştir. Buna rağmen Küba bu yaklaşıma başarılı, maliyet – etkili ve
verimli bir alternatif oluşturmayı başarmıştır. ABD dışında yalnızca
Japonya’nın stratejik sektörleri arasına alabildiği, diğer gelişmiş kapitalist
ülkelerin buna cesaret edemediği düşünüldüğünde Küba’nın başarısı daha da
anlaşılır hale gelir.
Baracca’ya göre Küba’nın kapitalizmin
bu “yeni” sömürü aracına bir alternatif üretebilmesinde etkili olan faktörler
şunlardır:
Küba
bilim ve teknolojinin hızlı üretimi ve ekonomik kalkınmaya uygulanmasında
“birinci – dünya” (gelişmiş ülkeler) yaklaşımını benimsemiştir,
Küba
devleti kalkınma politikalarının merkezine sosyal politikayı koymuştur,
Küba
devleti evrensel eğitimi, ücretsiz yüksek eğitimi, güçlü bilimsel eğitimi ve
bilimsel araştırmayı bir ön koşul olarak görmüştür,
Eğitimli
emek gücüne erişim ve iyi işleyen bir sağlık sistemi yenilikçiliğe (inovasyon)
katkı yapmıştır,
Kamusal
araştırma kurumları biyoteknolojinin omurgasını oluşturmuştur,
Birçok
araştırma enstitüsü yalnızca araştırma değil, geliştirme ve üretim gibi farklı biyoteknoloji
etkinliklerine ev sahipliği yapmıştır,
Kurumlar
içinde ve arasında bilgi paylaşımı ve akışı yenilikçilik için büyük uyarı
olmuştur,
Küba
biyoteknoloji araştırma sisteminin ülkenin kamu sağlığı sistemiyle güçlü
bağları olup, kamu sağlığı sistemi yeniliklerin (inovasyon) yalnızca alıcısı
değil, aynı zamanda katkı koyucusudur. Bu maliyet – etkili tedavi
seçeneklerinin benimsenmesini teşvik etmiştir.
KÜBA’YI AYIRT EDEN ÖZELLİKLER
Küba’da biyoteknoloji sektörü kamusaldır
Küba biyoteknoloji sektörü, bu alana
yatırım yapan “özel” kişi veya
kuruluşların değil, Küba “devletinin”
bu sektörü teşvik etmeye karar vermesinin bir ürünüdür. Küba devleti gelişmiş
ülkeleri yakalayıp, yeni bilgi birikimi desenleri yaratarak toplum sağlığını
sürdürmek ve ihracat ürünlerini çeşitlendirmek amaçlı, kapsamlı bir kalkınma
stratejisinin bir parçası olarak biyoteknoloji sektörüne uzun vadeli yatırım
yapmaya karar vermiştir.
Küba’da biyoteknoloji sektörü kamusal sağlık sektörünün bir parçasıdır
Küba biyoteknoloji sektörü kapitalist
ülkelerde olduğu gibi sağlık bakımı sektörünün “dışında” değil, aksine devlet tarafından finanse edilen ve devlet
eliyle sunulan sağlık bakımı sisteminin bir parçasıdır. Bu durum Küba biyoteknoloji
sektörünün sistemin diğer ögeleriyle bilgi paylaşımını kolaylaştırıcı ve
yeniliklerin önünü açıcı bir özelliktir.
Küba’da biyoteknoloji sektörü kaynakları daha verimli ve etkili
kullanmaktadır
Küba biyoteknoloji sektörünün
kaynakları yeni teknolojilere ve iyi tasarlanmış stratejilere aktarabilmesinde,
biyoteknoloji sektörünün temsilcileriyle devlet temsilcileri arasında tutarlı
ve uzun vadeli bir işbirliği yapılabilmesinin rolü büyüktür.
Stratejik kontrol stratejinin yeniliğe dönüşmesi anlamına gelir ve “kurumun kaynaklarını kapitalist yenilik (inovasyon) sürecinin doğasında
olan teknoloji, pazar ve rekabet belirsizliklerini karşılamak üzere tahsis
etmesinde karar vericilere güç veren bir dizi ilişkiler” olarak
tanımlanmaktadır.
Başlangıçta batı Havana biyoteknoloji
kümesi strateji ağı, Devlet Konseyi’nin
kontrolü altında, CIGB, CIM, Finlay Enstitüsü, CNIC, CIE, CENPALAB gibi kurumlarının
temsilcilerinden oluşan bir ofis olarak çalışmaya başlamıştır. Kurum
temsilcileri, Devlet Konseyi’nin atadığı temsilciler ve devletin düzenleyici
kurumlarının temsilcileri ayda bir (bazen haftada bir) Stratejik Karar Organı adı altında toplanarak genel perspektifi
(mücadele edilecek hastalıklar, risk grupları, uluslararası örgütlerle
ilişkiler vb) belirlemiş ve yatırımların toplumun mevcut gereksinimleri ve/veya
ihracat odaklarının gereksinimlerine yönlendirmiştir. (2009 yılında Küba biyoteknoloji
sektörünün sorumluluğu Devlet Konseyi’nden Bilim,
Teknoloji ve Çevre Bakanlığı’na (CITMA) aktarılmıştır).
Stratejik Karar Organı, kapitalist
ülkelerde örneği sık görülmedik ölçüde bütünleşmiş bir yapıdır. Bütün satışlar
veya yabancılarla girişim ortaklıkları Organ tarafından onaylanır. Bütün
araştırma önerileri ve projeleri hakkında düzenli olarak bilgilendirilen organ,
kurumlar arası eşgüdümü sağlar. Buna karşılık biyoteknoloji kurumlarının da
yüksek derecede özerkliği vardır. Birbirleriyle “yatay” olarak iletişime
geçebilir, bilgi paylaşabilirler.
Teknolojik yenilik risk almayı gerektirir
Risk teknolojik yeniliğin “doğasında” vardır ve hiçbir projenin
yüzde yüz başarı getireceğinin “garantisi”
yoktur. Bu anlamda biyoteknolojiye “yatırımın”
doğası, kapitalist ve sosyalist ülkelerde aynıdır, fakat kapitalist ülkelerde
yatırımcıların kaygısı “yatırımlarının
karşılığını alabilmek” iken, Küba’da devletin öncelikle “uzun vadeli sosyoekonomik kaygıları”
vardır.
Küba’da biyoteknoloji kurumları kendi
ürünlerini kendi bünyelerindeki satış birimleri aracılığıyla satarlar. Bu
birimlerin yaptığı ihracattan elde edilen gelirler de Stratejik Karar Organı
üzerinden Devlet Konseyi’nin kontrolü altındadır. Gelirler Devlet Konseyi
hesabında toplanır ve maliyetlerini ve yatırımlarını karşılamak üzere Stratejik
Karar Organı’nın kararıyla biyoteknoloji kurumlarına yeniden dağıtılır. Ancak
bu yeniden dağıtım sonrasında kendisine düşen kaynağı nasıl kullanacağı kurumun
inisiyatifindedir.
Yeni iş ve üretim hedefleri
yöneticilerden alınan bilgilerle düzenli olarak kontrol edilerek ve
düzeltilerek kapsamlı bir bütçe haline getirilir. Özgül bir uzmanlık
gerektiğinde bir kurumdan diğerine geçici insan kaynağı tahsisi yapılır. Bu
aynı zamanda bilim emekçileri arasında ortak çıkar algısını, işbirliğini ve
birlikte iş yapma kültürünü arttırır. Kapitalist ülkelerde yalnızca ilk nesil
büyük biyoteknoloji şirketleri uzun vadeli planlar tasarlayabilir ve kaynakları
üzerinde stratejik kontrol sağlayabilir.
Mali taahhüt
Biyoteknolojide yenilikçi (inovativ)
yatırımlar çok güvencesiz yatırımlardır ve mali kurumların uzun vadeli
taahhüdünü gerektirir. Bu yenilikçi sürecin barındırdığı içsel belirsizliğe
rağmen zaman içinde kolektif öğrenme,
yeteneklerin gelişmesine olanak sağlar. Uzun vadeli mali taahhüt birikimli
yenilik sürecinin sürdürülmesi için kaynak tahsisini garanti eder. Küba’nın
ekonomik bakımdan en sıkıntılı döneminde, 1990 – 1996 yılları arasında Küba
devleti biyoteknoloji sektörüne 1 milyar dolar yatırım yapmıştır. Kapitalist
ülkelerde gerek devlet, gerekse yatırımcılar kısa vadeli mali taahhüt
eğilimindedir.
Örgütsel bütünlük için kapalı döngü (closed cycle) stratejisi
Araştırma kurumları, üniversiteler ve
sağlık sistemi ile devletin düzenleyici otoriteleri arasındaki yüksek derece
bütünlük, Küba biyoteknoloji sektörünün başarısının en önemli nedenlerinden
biridir. Örgütsel bütünlük, insanları işbirliğine ve ortak örgütsel öğrenmeye
katılmaya özendiren bir dizi sosyal ilişkiler olarak tanımlanmaktadır. Sağlık
sisteminin klinik deneylerde uzmanlık ve düzenleyici bilgi gibi yetenekleri, biyoteknoloji
endüstrisinin işlevleriyle bütünleşmiştir.
Küba biyoteknoloji sektörünün ayırt
edici bir özelliği, gelişim süreçlerinin “bütün
evrelerinde” tam bütünleşmedir. Kapalı
döngü (closed cycle) olarak adlandırılan bu olgu, dikey bir bütünleşme
yapısını temsil eden iş görme tarzından oluşur fakat aynı zamanda karşılıklı
etkileşimin “hiyerarşik” biçimlerini
dışlar. Kurum içinde ve kurumlar arasında uzun erimli öğrenme ilişkileri ve kolektif
varlıklar yaratmak üzere birbirleriyle sürekli karşılıklı etkileşen araştırma,
üretim ve satış tesisleri tek bir çatı altında bütünleşir. Bu karşılıklı
etkileşim tek tek kurumlar arasında rekabeti
dışlar ve işbirliğine odaklanır.
Kapalı döngü ARGE’den üretime ve
satışa kadar bütün değer zincirinden tek bir merkezin sorumlu olması demektir.
Gerçekten de bütün sürecin aynı çatı altında bütünleşmesi, her merkezde özel
bir ortaklık ve ortak sorumluluk duygusu yaratır. Böyle bir kurumda klinik araştırmacılar
biyoteknolojide pazarın nasıl işlediğini öğrenmeye, satış uzmanları ve
mühendisler tıpla ilgilenmeye yüreklendirilir. Her araştırma projesi yüksek
bilimsel standartları izler fakat daha başlangıçtan itibaren patent alma
olasılıkları akılda tutulur. Buradaki felsefe “yalnızca araştırmak istediğin şeyi araştırma, aynı zamanda
araştırılması gerekli olanı araştır” şeklinde ifade edilir.
“Kapalı” sözcüğü, sözcük anlamıyla
veya dış dünyadan tamamen kopmak anlamında değil, bütünleşmeyi tanımlamanın bir
yolu olarak düşünülmelidir. Gerçekten de her bütünleşmiş tesisin bir satış kolu
vardır ve bu kol dünyanın her yerinde özel şirketlerle uluslararası işbirliği
yapar. Akademik işbirliği ağları bilgi alış verişinin en çok kullanılan
yollarından biri olmuştur. Kapalı döngü yatay rejim (bütünleşme değil) altında
çalışan kurumların dikey bütünleşmesi demektir.
Başlangıçta Merkezler “araştırma –
üretim” tesisleri olarak tasarlanmıştır, fakat satış yetenekleri edinme
gereksinimi Merkezlerin birer satış kolu açmasına yol açmıştır. Böylece
“araştırma – üretim – satış” tek bir kurumda bütünleşerek “kapalı döngü” (closed cycle) oluşturulmuştur. Burada kapalı döngü
terimi, bir ürünün tasarlanmasından üretimine ve satışına kadar bütün
süreçlerin aynı kurum içinde gerçekleştirildiğini kastetmektedir. Örneğin 1991
yılında CIGB’nin bir laboratuvarı olarak açılan Heber Biotec, spin-off tarzında
(büyük bir kurum içinden küçük bir kurumun ayrılması) bağımsız bir kuruluş
haline gelmiştir. Heber Biotec, CIGB tarafından üretilen bütün yeni ürünleri
satış hakkına sahiptir. Ancak “bütünleşme”
çerçevesinde Heber Biotec, diğer merkezlerin ürünlerini de satmaktadır. CIGB ve
Heber Biotec arasındaki “birlik”
araştırma, geliştirme, üretim ve satış döngüsünü tamamlamaktadır.
Sömürüye dayanmayan, karşılıklı yarar temelinde dış ticaret
Küçük ülkelerde iç pazar yüksek sabit
ARGE ve kalite kontrol maliyetlerini karşılamaya yeterli değildir. Bu nedenle
Küba başından itibaren ürettiği ürünleri dış pazarlarda değerlendirmeyi göz
önüne almıştır.
Heber Biotech kurulduğu günden
itibaren sağlam bir uluslararası ortaklar ve dağıtımcılar ağı yaratmaya
başlamıştır. Bu ağ kurumun en büyük güçlerinden ve endüstrinin iş stratejisinin
köşe taşlarından biridir. 2000 yılında Hindistan’dan Panacea Biotec, Heber
Biotec ile hepatit B aşısı üretmek için ortaklık kurmuştur. Bu ortaklıkla
oluşan Pan Heber Biotec’de iki ortak eşit hisseye sahiptir. Yine Brezilya
firması EMS, Heber Biotec ile ortak ilaç geliştirme girişimi ortaklık anlaşması
imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre Heber Biotec CIGB tarafından geliştirilen
ürünlerin teknoloji transferi ve satış haklarını sağlamakta, EMS de Heber
ürünlerinin küresel dağıtımı için altyapı ve lojistik desteği vermektedir. EMS
Avrupa dahil 15 yabancı pazarda iş görmektedir.
Finlay Enstitüsü’nün satış kolu
Finlay Vacunas, 1999 yılında GlaxoSmithCline ile (o zaman ismi SmithCline
Beecham idi) Avrupa ve Kuzey Amerika’da menenjit aşısı üretmek ve dağıtmak
üzere ortak girişim anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ABD’nin Küba’ya uyguladığı
ekonomik ambargoda büyük bir gedik açmıştır. Bunun üzerine ABD 2004 yılında
ABD’de yapılacak klinik deneyleri geçmesi şartıyla Küba ürünlerinin ABD’de
satışına izin vermek zorunda kalmıştır. Yani 2015 yılında ABD’nin Küba’ya
uyguladığı ambargoyu hafifletmesi bir “lütuf” değildir, Küba ambargoyu daha
2004 yılında üstün bilimsel yetenekleriyle “delmiştir”. ABD hükumeti politik
hırsları uğruna Amerikalıları menenjit aşısından yoksun bırakmayı göze
alamamıştır.
2004 yılında CIM’in satış kolu olan
CIMAB ile ABD’nin CancerVax şirketi arasında Küba’nın kanser aşılarının
ortaklaşa geliştirilmesi ve lisans alınması üzerine bir anlaşma imzalanmıştır.
Yine ABD hükümetinin ambargosuna rağmen ABD Hazine Bakanlığı bu anlaşmayı onaylamıştır. CIMAB aynı zamanda
kanser teröpatiklerine dayalı monoklonal antikorlar geliştirme ve satışı için
Kanada şirketi YMBiosciences ile Küba İmmünoloji Merkezi (CIM) arasında bir
ortak girişim kurulmasını sağlamıştır. CIMYM adlı bu girişimde CIM yüzde 20,
YMBiosciences yüzde 80 paya sahiptir. YMBiosciences ARGE maliyetlerini, Küba ve
diğer ülkelerde yürütülen klinik deneyleri ve patent koruma ücretlerini
karşılamaktadır. Şirket aynı zamanda ürün geliştirme giderlerini de
paylaşmaktadır. CIM üretim haklarını saklı tutmakta ve satışlardan gelir elde
etmektedir. 2009 yılında bir kanser ürünü olan Nimotuzumab, YMBiosciences
başvurusuyla ABD’de klinik deneylerde kullanılmak üzere onaylanmıştır. Bu da
ABD ambargosunda açılan ikinci büyük gediktir.
Küba biyoteknoloji endüstrisi bu
anlaşmalarla birçok yabancı pazara açılabilmiş, sermayeye erişim ve satış
uzmanlığı kazanmıştır. Ancak bu anlaşmalar Küba’nın ürünleri üzerindeki
haklarına halel getirmemektedir. Örneğin YMBiosciences Nimotuzumab’ın Avrupa,
Japonya, Güney Kore ve ABD’de satış haklarına sahiptir ve bu satışlardan elde
edilen gelirin yüzde 80’ini almaktadır. Fakat Küba’nın benzer anlaşmayı farklı
koşullarla başka şirketlerle yapma hakkı devam etmektedir. Küba bu çerçevede
Hindistan’da Biocon BioPharmaceuticals, Çin’de Biotech Pharmaceutacal,
Kolombiya’da Delta Laboratuvarları, Peru’da Eske Group, Brezilya’da Eurofarma
Laboratuvarları, Pakistan’da Ferozsons Labs, Endonezya’da İnnogene Kalbiotech,
Arjantin’de Laborotorio Elea ve meksika’da Laboratorios PiSA ile anlaşmalar
yapmıştır. Ürün 2009 itibariyle 22 ülkede satış hakkı almış, 10 ülkede ise
klinik deneyleri sürmektedir.
Rekabet değil işbirliği
Her bütünleşmiş merkez bütün ürün
geliştirme sürecini kapsayacak donanıma sahip olsa dahi, stratejik merkezlerin
kendi aralarında ve stratejik olmayan diğer tesislerle işbirlikli araştırma
projeleri sık sık gerçekleşmektedir. Araştırmacılar arasında enformel bilgi
paylaşımı, ortak ARGE projelerinde teknik donanım ödünç alma/verme ve birleşik
üretim hatları, Küba sanayisinin karakteristik özellikleridir. Küba biyoteknoloji
sektörünün sloganı rekabet yerine
işbirliği olmuştur.
Küba’nın geliştirdiği dünyanın ilk
sentetik aşısı olan Hepatit B aşısının öyküsü, dünyanın hiçbir kapitalist
ülkesinde rastlayamayacağınız bir yenilikçilikte işbirliği öyküsüdür. Daha başlangıçta ortak bir proje olarak
tasarlanmıştır. Aşının üretilmesi için Küba’nın farklı biyoteknoloji
kurumlarından 300’den fazla araştırmacı ve teknisyen birlikte çalışmıştır. Sentetik
Antijen Laboratuvarı sentetik antijen yapımı, Finlay Enstitüsü protein taşıyıcı, Genetik Mühendislik ve Biyoteknoloji Merkezi (CIGB) bu iki
bileşiğin birleştirilmesi üzerine çalışmış, Ulusal Biyolojik Ürünler Merkezi aşıyı doza göre şişelemiş,
CIGB’nin satış kolu Heber Biotec
aşıya Quimi-Hib adıyla ruhsat almıştır.
Dikey bütünleşmenin yarattığı özgül yeterliliklerin diğer projelerde
kullanılması ve ARGE’de pahalı duplikasyonlardan kaçınılması da mümkün
olmuştur. Eğer bu kurumlar burjuva ideolojisinin vaaz ettiği gibi işbirliği
yapmak yerine birbirleriyle rekabet etseydi,
her biri aşıyı kendileri geliştirmeye çalışsaydı, Küba hepatit B aşısını çok
zor geliştirebilirdi.
Kapitalist bir ekonomide ekonomik
girişimin nihai amacı “azami kar” elde etmektir. Kapitalist ekonominin babası
Adam Smith’e göre karın azamileştirilmesinden yalnızca iş adamı (sermayedar)
değil, bütün toplum fayda sağlayacaktır. 1970’lerde Milton Friedman bunu iş
adamının “sosyal sorumluluğu” kar etmektir şeklinde ifade etmiştir. Yani
sermayedarlar yalnız kendileri için değil, “bütün” toplum için kar etmektedir.
O halde iş adamının kar edebilmesi ve karını azamileştirebilmesi için “herkes”
elinden geleni yapmalıdır.
KÜBA DEPLASMANDA OYNUYOR
Kapitalist bir dünya içinde ufacık
bir sosyalist ada olan Küba, ayakta kalabilmek, yurttaşlarının başta enerji
olmak üzere temel gereksinimlerini karşılayabilmek için oyunu kapitalistlerin
dayattığı kurallara göre oynamak zorundadır. 2007 yılından itibaren Küba’da
kaynakların dağıtımında devletin rolünü azaltan ve kontrollü özel girişimin ve
pazar ekonomisinin gelişimine izin veren reformlar yapılmaya başlanmıştır.
Ancak Küba’da ekonomik girişimin
nihai amacı “kar değil, toplumsal fayda” olmayı sürdürmektedir. Kapitalist
ülkelerde bir ekonomik girişimin başarısının ana ölçütü kar iken, Küba’da
başarı ölçütü yaşam kalitesidir: tam istihdam, gıda güvencesi, sağlık, eğitim,
sosyal eşitlik (adalet değil!). O halde Küba işletmelerinin kapitalist
ülkelerdeki işletmelerden farklı stratejiler izlemesi gereklidir.
Biyoteknoloji gibi sermaye-yoğun bir
alanda yatırımcının kar etmesi daha da önem kazanmaktadır. Yatırımcının oldukça
riskli olan bu alana yatırım yapması için “teşvik” edilmesi gerekir. Sermayenin
kar etmesi garanti altına alınmalıdır ki, kar etmenin daha az riskli olduğu
alanlara kaçmasın. Kapitalist ülkelerde devlet biyoteknoloji alanına giren sermayeyi
korumak ve teşvik etmek için çeşitli düzenlemeler yapmakta, dahası bunları
uluslararası düzenlemelerle pekiştirmektedir.
Aslında kapitalist ülkeler de karın
azamileştirilmesi hedefinin en azından sağlık alanında sosyal fayda sağlamak
hedefiyle uyumlu olmadığının farkındadır. Bu durum kendisini özellikle pahalı
tıbbi teknolojilerin sağlık harcamalarını arttırması, dolayısıyla özellikle
sağlık güvencesi olmayan insanların sağlık hakkını kullanamamalarına yol
açmasında göstermektedir.
Fakat kapitalizm açısından daha da
dramatik olan, şirketlerin azami kar hedeflerinin yalnızca sosyal fayda ile
değil, aynı zamanda “teknolojik gelişmeyle” de çelişkiye düşmesidir. Bugün Küba
gibi dünyanın en yoksul ülkelerinden birinin, biyoteknoloji gibi kapitalizmin
en iddialı olduğu “sermaye-yoğun” bir sektörde “yenilikçilikte” dünya
devleriyle yarışır hale gelebilmesinin en önemli nedenlerinden biri, kapitalist
şirketlerin “kar görmedikleri” alanlara yatırım yapmamasıdır.
Bunun en somut örneklerinden biri
menenjit B aşısıdır. Kapitalist biyoteknoloji şirketlerinin kar görmediği için
girmediği bu alana giren Küba, dünya çapında bir başarı kazanmakla kalmamış,
dünya biyoteknoloji devlerini menenjit B aşısı üretmek zorunda bırakmıştır.
Dahası uluslararası farmasötik sektör bir süredir üretkenlik krizine girmişken,
Küba sözcüğün tam anlamıyla “biyoteknoloji patlaması” yaşamaktadır. 2012 Nisan
ayı itibariyle Küba tek başına 33 farklı aşı, 33 anti-kanser ilaç,
kardiyovasküler hastalıkların tedavisi için 18 ve çeşitli hastalıklara karşı 7
ilaç üretmektedir. 2013 Ocak itibariyle 60’dan fazla klinik deneyde 90 yeni
ilaç değerlendirilmektedir.
Kapitalistler sosyalizmi “ekonomik”
olarak başarısız olmakla suçlar. Ancak Küba sosyalizmi, kapitalizmi bu alanda
da geride bırakmıştır. Küba biyoteknoloji endüstrisi, Avrupalı ve ABD’li
rakiplerinin çoğunu yalnızca teknolojik yenileşme alanında değil, “ekonomik”
olarak da geride bırakmıştır. Dahası bunu Amerikan ambargosuna rağmen
başarmıştır.
Pazara değil gereksinime odaklanmak
Küba’da biyoteknoloji şirketlerinin
amacı ürettikleri ürünler üzerinden azami kar elde etmek değil, Küba toplumunun
sağlık için gereksindiği ürünleri üretmektir. Ancak diğer ülkelerden temel
gereksinimlerini satın alabilmek için “dolara” gereksinim duyan Küba, “dolar”
gereksinimini karşılayabilmek için ürettiği biyoteknoloji ürünlerini ihraç
etmeyi de başından itibaren göz önüne almıştır. Burada en önemli sorun, bu iki
gereksinim arasındaki “dengenin” kurulmasıdır. Aksi halde Küba’nın
biyoteknoloji şirketlerinin salt ihracata yönelik bir çalışma içine girmesi,
Küba toplumunun bu şirketlerin ürünlerinden yeterince yararlanamamasına yol
açabilir.
Küba bu dengeyi kapitalist
şirketlerin “pazar-odaklı” yaklaşımı yerine “gereksinim-odaklı” bir yaklaşım
benimseyerek kurmuştur. Küba önüne yeni bir proje geldiğinde asla “pazar”
araştırması sonucuna göre karar vermemekte, kararlarını projenin “toplumun
gereksinimlerine” ne ölçüde yanıt verdiği ölçütü üzerinden almaktadır.
Dünyanın en büyük uluslararası
farmasötik şirketleri ARGE harcamalarının yüzde 90’ını, dünya nüfusunun
yalnızca ürünlerini satın almaya gücü yeten yüzde 10’luk bir dilimini etkileyen
hastalıkların tedavisine yönelik projelere yapmaktadır. Şirketler bu davranışlarının nedeni olarak
tıbbi araştırmanın “çok pahalı” bir
iş olmasını göstermekte, maliyetlerin çok yüksek olduğu bu sektörde “ayakta kalabilmek” için pazarın dikkate
alınması gerektiğini ifade etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Küba’nın tifo
ve kolera gibi hastalıklara karşı aşı geliştirme çabalarını “kapitalist
paradigma” içinde açıklamak olanaksızdır. Bu hastalıklar dünyanın en yoksul
ülkelerini ve bu ülkelerde yaşayan en yoksul insanları etkilemektedir.
Dolayısıyla üretilecek aşıları ne bu yoksul ülkelerin, ne de bu ülkelerde
yaşayan yoksul insanların satın alma gücü vardır. Büyük olasılıkla Küba
ürünlerini bu ülkelere “hibe etmek”
zorunda kalacaktır. Oysa Küba bu aşıları geliştirmek yerine, çabalarını
hipertansiyon tedavisine yoğunlaştırsaydı, belki yoksul insanların sağlık
sorunlarına yanıt veremezdi, fakat “çok
para kazanabilirdi”.
Oysa Küba’nın araştırma etkinlikleri
pazara değil gereksinime dayalı bir yaklaşımı benimsemekte ve yoksulları
etkileyen hastalıklar için ucuz aşı geliştirmeye öncelik vermektedir. Ancak Küba
bu güçlükleri aşabilmek ve üzerindeki emperyalist ablukayı kırabilmek için yeni
yöntemler geliştirmiştir. Bu yöndeki son girişimlerinden biri 2009 yılında
Venezuela, Ekvador, Bolivya ve Nikaragua ile yaptığı ALBA ticaret anlaşmasıdır.
Bu anlaşma çerçevesinde kurulan ALBAmed
çok-uluslu bir farmasötik şirkettir. Küba bu şirket aracılığıyla emperyalist
ablukayı kırmayı ve ürünlerini deniz aşırı ülkelere ulaştırmayı ummaktadır. Bu
aynı zamanda emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak isteyen diğer ülkeler için
bir örnek oluşturmaktadır.
SOSYALİST YENİLEŞİM (İNOVASYON)
Sermaye ideolojisinin etkisindeki
bilim insanlarının araştırmaları genel olarak teknolojik yenilikte (inovasyon) aşağıdaki
unsurların “üstünlüğü” varsayımına
dayanmaktadır:
- Özel mülkiyet
- Hissedar odaklı şirket yönetimi
- Bireysel maddi özendiriciler
Bu görüşe göre mucidin yeni bir şey
icat etmesi için onu “motive” eden
maddi bir özendirici olmalı, diğer bir deyişle buluş yapmaktan maddi bir “çıkarı” olmalıdır. Bu tartışma “insan ne için yaşar?” sorusuna kadar gider. Bu pencereden bakıldığında mucidin buluşlarının
patent uygulamasıyla “koruma” altına alınması, yeni icatların
ve yenileşimin (inovasyon) temel güvencesidir.
Diğer yandan sermaye ideolojisi insan
gereksinimlerinin (talep) karşılanmasında en iyi mekanizmanın devletin müdahale
etmediği serbest pazarlar olduğunu savunur. Bunun nedeni devletin bürokratik,
hantal ve beceriksiz olmasıdır. Sermayenin kar hırsı ile toplumsal fayda
arasındaki denge serbest
pazarlarda “gizli bir el” tarafından kurulurken, sermaye yatırımlarının
karşılığını, insanlar da gereksindikleri mal ve hizmetleri alırlar. Bu
mekanizmalar inovasyon için de elverişli bir zemin oluşturur ve verimlilik
artarken, maliyetler düşer ve sonunda herkes kazanır.
Bireysel maddi özendiricilerin inovasyonda
önemi büyüktür. Kendi çıkarını düşünen zeki, yetenekli, çalışkan bireyler maddi
özendiricilerin oldukça tatminkar olduğu inovasyon alanına yönelirler ve bu
alanda büyük bir “beyin havuzu” oluşur. Bu havuz inovasyonlar için güvence
oluşturur.
Oysa Küba deneyimi yukarıdaki bütün
varsayımların temelsiz olduğunu göstermektedir. Özel mülkiyetin olmadığı,
ekonominin devlet tarafından merkezi olarak planlandığı, bireysel
özendiricilerin kapitalist ülkelerle kıyaslandığında “yok” denecek düzeylerde
kaldığı Küba, burjuva ideolojisinin hantal, verimsiz, bürokratik ilan ettiği
devlet kurumlarıyla, uluslararası ölçekte “özel” şirketlerle yarışmakta, bazı
alanlarda bu şirketleri geride bırakmaktadır.
Fikri mülkiyet meselesi
Her ne kadar Küba rekabet yerine işbirliği ilkesiyle
hareket etse de, bu ilke dünyanın geri kalanına egemen olan burjuva
ideolojisinin ve kapitalizmin “özüne” aykırıdır. Burjuva ideolojisi tam tersine
rekabet ve bireycilik üzerine
kurulmuştur. Bu ideolojiye göre insanlar diğer hayvanlar gibi sınırlı
kaynaklara erişmek için birbirleriyle rekabet etmeli, güçlü olan hayatta
kalmalıdır. Küba’nın toplumcu ideolojisi ise kaynakların toplum içinde “eşit” dağılımına ve insanların
kaynaklara erişim için birbirlerini yemek yerine dayanışma içinde kaynakları
paylaşmasına dayanmaktadır.
Bu bağlamda Küba “fikri mülkiyet” konusuna, kapitalist
ülkelerden farklı yaklaşmaktadır. Aslında biyoteknoloji söz konusu olduğunda
kapitalist fikri mülkiyet yaklaşımının ürünü olan patent anlayışı, üretimin
oldukça karmaşık süreçler içermesi nedeniyle hiç kullanışlı değildir.
Kapitalist ülkelerde fikri mülkiyet “hakları” nedeniyle bilgi paylaşımı ve yeni
ürünlerin geliştirilmesi yavaşlamakta hatta bazen durmaktadır. Bir ürünün
geliştirilebilmesi için çok sayıda patentli üründen yararlanılmak zorunda
kalınması, lisans alma ve işlem maliyetlerini arttırarak yenileşmeyi olumsuz
etkilemektedir. Ancak 1995 yılında kurulan Dünya
Ticaret Örgütü’nün dayattığı Fikri
Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlişkili Boyutları Anlaşması (TRIPS),
Küba’nın elini kolunu bağlamaktadır.
TRIPS ne anlama geliyor?
TRIPS üzerine devasa bir literatür
vardır. Birçok boyutu olan bu anlaşma, yazımız sınırları içinde yalnızca
biyoteknolojiyle ilişkisi bağlamında tartışılacaktır.
Biyoteknoloji doğası gereği
“sermaye-yoğun” ve yüksek bilgi birikimi ve teknolojiye dayalı bir sektördür.
Bu nedenle uzun süre neredeyse yalnızca ABD ile sınırlı kalmış, hatta birçok
kaynakta sektöre Amerikan girişimi olarak atıf yapılmıştır. Batı Avrupa
ülkelerinin dahi girmeye cesaret edemediği sektöre zamanla küçük ölçekte de
olsa başka ülkelerin girmeye başlaması, oldukça karlı olan bu sektörün egemen
aktörlerini karlarını güvence altına almak amacıyla çeşitli arayışlara
itmiştir.
TRIPS sektörde “tekel” konumunda olan
şirketlerin bu arayışlarının bir ürünüdür. Az sayıda ve güçlü uluslararası
bitoteknoloji tekelleri, sektörü sınırlamak amacıyla “fikri mülkiyet” perdesi
arkasına sığınmak istemiştir. Böylece patentlerle “koruma” altına alınan
buluşlardan diğerleri yararlanamayacak ve “yenilikler” tekellerin kontrolünde
kalacaktır.
Böylece teknolojinin bütün
alanlarında yalnızca bulunan yeni ürünler değil, süreçler de 20 yıl gibi uzun
süreler için patent korumasına alınmıştır. Patent altına alınan ürünler
yalnızca satın alınabilmekte ve ithal edilebilmektedir.
Küba, Paris Endüstriyel Mülkiyet
Koruma Anlaşması ve Patent İşbirliği Anlaşması’nı imzalamıştır. 1995 yılından
beri Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan Küba TRIPS anlaşmasının yükümlülüklerini
yerine getirmek zorundadır. Küba’da fikri mülkiyet Kültür Bakanlığı altında Ulusal Telif Hakkı Merkezi ve Bilim,
Teknoloji ve Çevre Bakanlığı altındaki Küba
Endüstriyel Mülkiyet Ofisi tarafından düzenlenmektedir.
Küba emperyalizmin dayatmalarını nasıl aştı?
Küba patent sorununu devlet mülkiyeti ile aşmıştır. Küba’da
2002 yılında Ulusal Endüstriyel Mülkiyet
Sistemi (NSIP) yürürlüğe girmiştir. Küba 2013 Aralık itibariyle 43 ulusal
ve 957 uluslararası patent başvurunda bulunuş ve 172 ulusal ve 1333
uluslararası patent almıştır.
Küba endüstrisinin patentlerinin
sahibi devlettir. Devletin ilgili kurumları bir “patent havuzu” işlevi görmektedir. Küba’daki her kurum, bu devlet
kurumuna başvurarak gereksindiği patentli bilgiyi talep edebilmektedir.
Açıkçası bu formül Dünya Ticaret
Örgütü’nün (DTÖ) geri bıraktırılmış ülkeler üzerindeki dayatmasını “aşmak” için üretilmiştir ve “kağıt üzerinde” uygulanmaktadır.
Uygulamada bir bilgiye gereksinim duyan Küba kurumu, bilgiye sahip diğer
kurumdan bilgiyi enformel olarak sağlamaktadır. Ancak kağıt üzerinde DTÖ
şartları yerine getirilmiş görünmektedir. Küba bu yoldan emperyalizmin bağımlı
ülkeleri sömürmekte kullandığı en önemli silahlarından biri olan “fikri
mülkiyet” engelini aşmakta ve diğer bağımlı ülkelere yol göstermektedir.
Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi’nin (CIGB) fikri mülkiyet (FM)
politikası şöyle özetlenebilir:
·
Her
araştırma projesi için ayrı bir fikri mülkiyet stratejisi oluşturulması
·
Herhangi
bir yayın yapılmadan önce bütün ARGE sonuçlarının patent yönünden analizi
·
Patent
satılmaması, patent görüşmelerinde satış dışında biçimlerin aranması
·
Patent
bilgisinin gelişmiş teknolojinin önemli bir parçası olarak kullanılması
·
Fikri
mülkiyet korumasının önemli bir biçimi olarak know-how
Bu çerçevede Küba diğer ülkelerle
geniş, spesifik olmayan işbirliği yerine spesifik işbirliği anlaşmaları
yapmakta, bilimsel kapasite sunmak yerine süregiden projelere odaklanmakta,
projelerin finansmanında borçlanmak yerine risk sermayesi aramakta, pazar
paylaşımı yerine kuzey yarımkürede pazarlara erişmeye çalışmakta, patent satmak
yerine patentleri kullanmak için hakları paylaşmayı tercih etmektedir.
CIGB her projeyi ayrı tartışmayı
tercih etmektedir. Potansiyel bir partner ortaya çıktığında önce gizlilik
anlaşması imzalanmakta, daha sonra ürüne ilişkin bilgiler sunulmaktadır.
Genellikle partnerden geliştirme maliyetlerinin karşılanması talep edilmekte,
karşılığında belli bir süreyle ürünlerin belirli bir pazarda satış hakları
verilmektedir. Bir Küba ürünü üzerinde partnerin geniş haklara sahip olması
asla kabul edilmemektedir.
Küba fikri mülkiyet korumasını
yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelere karşı kullanmakta, diğer ülkeleri
kayırmaktadır. Küba elindeki 1200 civarındaki uluslararası patentin 100’ünden
fazlasını, hiçbir bedel talep etmeden “insanlığın” kullanımına bağışlamıştır ve
bunlardan 26’sı Küba’yı yarım asırdır ambargoyla boğmaya çalışan ABD tarafından
kullanılmaktadır.
Kapitalist biyoteknoloji
şirketlerinin yenileşim (inovasyon) alanında Küba’nın gerisinde kalmalarının
bir nedeni de patent sahibinin patent süresince ürün üzerinde “tekel hakkını”
garanti altına alma kaygılarıdır. Bu nedenle yenileşmede yeni ürünlerin mevcut
ürünlere göre tıbbi olarak daha “ileri” olmasından çok “teknolojik yenilik”
getirmesine öncelik verilmektedir. Çünkü patent korumasını yeni ürünün
eskilerden daha etkili olması değil, teknolojik olarak daha ileri olması
sağlamaktadır. Bu da ironik olarak teknolojik yeniliğin her zaman halk sağlığı
yararına olmaması sonucunu doğurmaktadır.
Küba biyoteknoloji sektörü ise
önceliği yeni ürünün, mevcut ürünlere üstün olmasına vermektedir. Böylece
kapitalist şirketlerin yenilikleri (inovasyonları) toplumun sağlık
gereksinimlerine hitap etmeyebilirken, Küba’nın ürünleri daima önleme, tanı
veya tedavide ilerleme sağlamakta ve mevcut ürünlerden daha ucuz
olmaktadır.
BİYOTEKNOLOJİNİN KÜBALILARIN SAĞLIĞINA KATKISINA ÖRNEKLER
1981 yılında bir pilot program
çerçevesinde doğumsal malformasyonların tespitinde SUMA donanımı kullanılmaya
başlamıştır. 1986 yılında Küba Kanada’dan sonra kuzey yarımkürede bütün
yenidoğanları doğumsal hipotiroidi yönünden tarayan ikinci ülke olmuştur. Halen
ulusal yenidoğan tarama programı çerçevesinde bütün Kübalı çocuklar doğumda
hipotiroidi, fenilketonüri, doğumsal adrenal hiperplazi, biotinidaz eksikliği
ve galaktozemi yönünden taranmaktadır. 19 hastalığın tespiti, izlemi ve
değerlendirilmesi amacıyla uygulanan 33 testin yapıldığı bu program yürürlüğe
girdiğinden beri toplumun sağlığının iyileştirilmesine önemli katkıda bulunmuştur.
Küba’nın aşı programında 8’i Küba’da
üretilen 11 farklı aşı vardır ve bu durum Kübalı çocukları dünyada en çok
aşılanan çocukları yapmaktadır. Kuşkusuz burada özellikle “kapsamdan” söz
ediyoruz. Kapitalist ülkelerde parası olmayanlar kamunun sunduğu sınırlı aşı
programlarıyla aşılanırken, gücü yetenler ek aşılar yaptırabilir. Oysa Küba’da
bütün çocuklar ücretsiz olarak aşılanır.
Küba’nın rekombinant hepatit B aşısı
1991 yılında uygulamaya konduğunda 15 yaş altı çocuklarda 376 olan vaka sayısı,
2012 yılında 16 vakaya düşmüştür. Recombinant
hepatit B aşısı 2001 yılında uluslararası kullanım için Dünya Sağlık
Örgütü’nden ön-onay almıştır ve şimdi dünyada 30’dan fazla ülkede
satılmaktadır.
Küba son zamanlarda Hemofilus
influenza B’ye karşı dünyanın ilk sentetik aşısını (Quimi
– Hib) geliştirmiştir. Bu bakteri dünya çapında 5 yaş altı çocuklarda bütün
enfeksiyonların yaklaşık yüzde 50’sine neden olmakta, bunların bir kısmı
sağırlığa ve mental geriliğe yol açmaktadır. Chemical and Engineering News
raporuna göre bu aşı sentetik bir karbonhidrattan yapılan ilk aşıdır ve doğal
karbonhidratlara dayalı olanlardan daha ucuz olduğu ve yeni nesil
karbonhidratlara dayalı aşıların önünü açtığı söylenmektedir. Kimyasal sentezle
elde edilen bir kapsüler polisakkarid antijen içeren ilk aşı olan Hib aşısının,
doğal polisakkarid içeren aşılar kadar güvenli ve immünojenik olduğu
kanıtlanmıştır. Bu aşı 2006’dan itibaren ulusal aşı programında beşli aşının
bir parçası olarak uygulanmıştır. Bu aşının uygulamaya konmasının ikili etkisi
olmuştur: yerli aşı ile yılda 2 – 3 milyon dolar tasarruf sağlanmıştır ve bu
bakterinin etken olduğu enfeksiyonların insidansı azalmıştır.
Meningitis B aşısı 15 ülkeye ihraç
edilmiştir. 1999 yılında bir ABD şirketi olan SKB bu aşı için lisans almıştır.
Aşının etkinliğini arttırmak için yeni adjuvanlar (bağışıklık yanıtının
artmasına yardımcı ajanlar) geliştirilmektedir.
Moleküler İmmünoloji Merkezi’ndeki
kanser aşısı programında altısı klinik deney aşamasında 8 teröpatik aşı
vardır.
HIV enfeksiyonu insidansı binde 1 ile
oldukça düşüktür ve anti-retroviral tedavi gereksinimi olan bütün Kübalılar
tedaviye ücretsiz erişebilir.
Hastanelerde interferon, monoklonal
antikorkar, intravenöz immunglobulinler (IVIG), sitokinler ve diğer
immünoterapi ürünleri “rutin” olarak kullanılmaktadır.
Immunoassay Merkezi’nin (CIE)
portföyünde Küba ulusal sağlık sistemi tarafından 19 hastalığın tespit, izlem
ve değerlendirmesinde kullanılan 33 tanı testi bulunmaktadır.
1992 – 2008 arasında 14 bin hastada
51 yeni ilacın değerlendirildiği 103 klinik deney yapılmıştır.
2013 Temel İlaç Listesi’nde yer alan
880 ilaçtan yalnızca 41’inde (yüzde 4,6) tedarik sıkıntısı yaşanmıştır.
Bunlardan 8’i ithal, 33’ü yerli üretilen ilaçlardır. 2014 yılı Temel İlaç
Listesi’nde yer alan 888 ilaçtan 408’i (yüzde 46) eczanelerde, gerisi sağlık
kurumlarında dağıtılmaktadır. Bugün Küba yerel ilaç üretiminde yüzde 65’lik bir
istikrar sağlamıştır. 2015 yılı Temel İlaç Listesi’nde yer alan 857 ilaçtan
578’i Küba’da üretilmiştir (yüzde 67,4).
Bugün Küba Latin Amerika’da en büyük
ilaç ihracatçısı ülke olup, 50’den fazla ülkeye ihracat yapmaktadır. Küba
ilaçları gelişmiş kapitalist ülkelerde üretilen ilaçlarla kıyaslanamayacak
kadar ucuzdur ve Küba “güneyden – güneye teknoloji transferi” çerçevesinde Çin,
Malezya, Hindistan ve İran’ın kendi ilaç fabrikalarını açmalarına yardımcı
olmuştur.
GÜNEŞİ BALÇIKLA SIVAMA ÇABALARI SÜRÜYOR
İngiltere’de Ulusal Sağlık Hizmeti
(NHS) 1 Eylül 2015’de Menenjit B aşısını (Bexsero) ulusal aşı programına aldı
ve İngiliz bebekleri aşılanmaya başladı. İngiliz basını ve NHS Choice web
sayfası bunun “aşının dünyadaki ilk rutin uygulamaya girişi” olduğunu ilan
etti.
İngiltere Sağlık Bakanı Jeremy Hunt
29 Mart 2015 tarihinde Guardian gazetesine İngiltere’nin dünyada Menejit B
aşısını ulusal aşı programına alan “ilk ülke” olmasından gurur duyduğunu
söyledi.
Oysa Menenjit B aşısı 27 yıl önce
Küba’da Finlay Enstitüsü’nde üretilmiş ve Küba’nın ulusal aşı programına
girmişti. Bu gerçeği İngilizlerden saklamaya çalışan rejimin yalanı kısa sürede
ortaya çıktı, fakat bu ne ilk yalandı, ne de son olacaktı.
Dünya’da A serogrubunun neden olduğu
menenjit hastalığı esas olarak Menenjit Kuşağı olarak adlandırılan Sahra – altı
Afrika ülkelerinde görülür (küresel ölçekte vakaların yüzde 65’i) ve her 5 – 12
yılda bir salgınlara neden olur. Salgınların nedeni kötü sosyoekonomik koşullar
ve ailelerin aşırı kalabalık oluşudur. Tedavi edilmediğinde ölümcül olan ve
tedavi edilse bile vakaların yüzde 10 kadarının sakat kaldığı bu hastalığın
“önlenebilmesi” için aşı üretilmesi gerektiği halde, bu alanda “kar” görmeyen
kapitalist şirketler buna yanaşmamışlar, her yıl onbinlerce çocuğun ölmesine
seyirci kalmışlardır.
Diğer yandan serogrup B’nin neden olduğu
menenjit hastalığı Avrupa ve Kuzey Amerika’da daha sık görülmektedir. Küba
kendi ülkesinde de görülen bu hastalığa karşı aşı geliştiren ilk ülkedir. 27
yıl önce geliştirdiği aşıyı ulusal aşı programına almış ve bebeklerini bu
ölümcül hastalığa karşı korumuştur.
Küba’da ilk menenjit salgını 1976
yılında görülmüştür. 1984 yılında vaka sayısının yüz binde 14,4’e yükselmesi
üzerine Küba menenjit B aşısı geliştirmeye karar vermiştir. 6 yıllık bir
çalışma sonunda Küba dünyada ilk kez B ve C serogruplarına etkili VA-MENGOC-BC
aşısını geliştirmiştir. Daha sonra bu başarısı Birleşmiş Milletler tarafından
ödüllendirilmiştir.
Bugün İngiltere’nin dünyada ilk kez
menenjit B aşısını rutin aşı programına aldığını ilan eden BBC, 29 Temmuz 1999
yılında Glaxo Smith Kline (GSK) şirketinin Küba’da üretilen VA-MENGOC-BC
aşısını Belçika’da denemek istediğini fakat ABD ambargosu nedeniyle
gerçekleştiremediğini İngiliz kamuoyuna duyurduğunu unutmuş görünmektedir.
Küba’nın aşıyı üretmesinden sonra
ABD’nin Chiron şirketi aşıyla ilgilenmiş ve daha sonra 2006 yılında İsviçre’nin
Novartis şirketi aşıyı satın almıştır. 2014 yılında aşıyı Novartis’den satın
alan GSK, 2015 yılında aşıyı Baxsero adı altında İngiliz NHS’ne dozunu 20
Sterlinden satma anlaşması yapmıştır (yılda 16 milyon Sterlin).
KÜBANIN KİLİT BİYOTEKNOLOJİ KURULUŞLARI
Küba’nın ana biyoteknoloji merkezleri
batı Havana’da yerleşiktir. Başlangıçta doğrudan Devlet Konseyi’ne (Küba devletinin en üst yönetim organı) bağlı
olan merkezler, daha sonra Bilim,
Teknoloji ve Çevre Bakanlığı’na (CITMA)
bağlanmıştır. Bu merkezler kompleksi Batı
Havana Bilimsel Kutbu’nun bir parçasıdır. Kutup aynı zamanda Kamu
Sağlığı Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Bakanlığı altındaki merkezleri de
kapsamakta, bu sayede sektörler-arası çalışmayı güçlendirmektedir. Stratejik ve
bilimsel bakımdan bu merkezler ülkenin öncü bilimsel topluluğunun bir
parçasıdır.
27 Kasım 2012’de 307 sayılı Kararname
ile kurulan BioCubaFarma, Küba’da ilaçların ve diğer farmasötikallerin en son
teknolojiye (state-of-the-art), yüksek teknolojiye dayalı sanayi üretimine
adanmış biyoteknoloji araştırma kurumları ve diğer merkezleri ve bunların satış
organlarını kapsamaktadır. Kararname ilk kez ileri teknoloji girişimi kavramını
Küba’nın sosyalist ekonomisinde bir varlık olarak tanımlamıştır.
Grup, kurulduklarında Bilimsel Kutup
ve Kimyasal Farmasötikal Kurumlar Grubu’nun bir parçası olan kurumlardan ve
bilimsel araştırma, üretim, hizmetler, satış ve diğer etkinliklere adanmış
diğer örgütlerden oluşmaktadır. BioCubaFarma’nın işlevleri grubu oluşturan
kurumların ilaçlar, yüksek katma değerli diğer ürünler ve hizmetler araştırma
ve geliştirme politikalarının uygulanmasının gözetimi olarak tanımlanmıştır.
Ana önceliği Küba’daki sağlık programları ve tıbbi hizmetlerdir.
BioCubaFarma ülkenin biyoteknoloji ve
farmasötik sektörleri arasında daha yüksek bütünleşmeyi başarmak için
kurulmuştur. Bu Küba’nın güncellenmiş ekonomik modeliyle uyum içinde kurumsal
yeniden örgütlenme sürecinin bir parçasıdır.
2013 sonu itibariyle BioCubaFarma
bünyesinde 6.158’i üniversite mezunu 21 bin emekçi çalışmaktadır. Üniversite mezunlarından
1.079’u yüksek lisans, 270’i doktora derecesine sahiptir. Bilimsel alanda 136
araştırmacı, 213 yardımcı araştırmacı, 268 misafir araştırmacı ve 120
araştırmacı adayı, eğitim alanında 260 profesör, 39 doçent, 31 uzman ve 107
okutman görev yapmaktadır. Ancak bu rakamlara endüstrinin bilimsel gelişme ve
üretim alanlarında görevli bilim derecelerine sahip teknik emekçiler,
biyoteknolojistler ve ileri teknoloji işlem uzmanları da eklenmelidir.
CECMED Devlet İlaç, Donanım ve Tıbbi
Cihazlar Kontrol Merkezi
Küba’nın ilaç düzenleme kurumu CECMED
1989’da kurulmuştur. CECMED yerel olarak üretilen veya ithal edilen ilaçların
ve tanı araçlarının güvenli, etkili ve kabul edilebilir nitelikte olduğunu
garanti altına alan bir saniter kontrol ve düzenleme sistemiyle halk sağlığının
korunmasına hizmet etmektedir. CECMED aynı zamanda klinik deneyleri, ilaçların
pazara verilmesini onaylamak, pazara sunulan ilaçların izlemi ve
lisanslandırılması etkinliklerinden sorumludur. CECMED’in iyi çalışmasının
DSÖ’nün Küba’nın ürettiği Hepatit B aşısını onaylamasında büyük rolü vardır.
CENCEC Ulusal Klinik Deneyler Eşgüdüm Merkezi
1991 yılında kurulan Ulusal Klinik Deneyler Eşgüdüm
Merkezi Latin Amerika’nın ilk klinik araştırma örgütüdür. Örgütün amacı Küba’da
ve ilgili ülkelerde farmasötik ve biyolojik ürünlerle tıbbi cihazların saniter
kayıt ve satışı için klinik değerlendirmesini garanti altına almaktır. CENCEC
aynı zamanda toplumun sağlık sorunlarını çözmek için tedavilerin
değerlendirmesini yürütür. Ulusal düzeyde geniş bir klinik deneyler eşgüdüm ağı
vardır. Ülkenin her eyaletinde bu çalışmaları yürütecek uzmanları vardır. Ağ,
klinik deneyler için 10 eşgüdüm grubu ve 4 alt merkezden oluşur.
Üniversiteler ve diğer araştırma
kurumları arasında araştırmalarda işbirliği yüreklendirilir. Bazı
üniversitelerin tıbbi teknolojiye önemli katkıları olmuştur. Üniversite ve
araştırma kurumlarındaki hekimler, aynı zamanda tıbbi teknoloji tesislerinde
araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca mahalle temelinde örgütlü
Consultario’larda görevli aile hekimleri ağı toplumu yeni tıbbi teknoloji
ürünleri hakkında bilgilendirir, nasıl kullanıldıklarını ve etkinliklerini
anlatır. Aile hekimleri klinik deneylere katılarak yerel tıbbi teknolojinin
toplum tarafından kabul edilmesini yüreklendirirler.
Bu uygulama kurum içinde deneylerin
tasarımı ve yönetilmesinde genel ve kategorik beceriler üretir. Aynı zamanda
deneyleri yürüten klinisyenler ile deneyleri değerlendiren düzenleyiciler
arasındaki ağ ilişkileri, klinisyenlerin deneyleri daha etkin yürütmesini ve
hatalardan kaçınmasını sağlar. Bütün bu süreç klinik deneylerden önemli geri
bildirimler edinilmesini ve tasarruf sağlar ve zengin malumat akışı ve bilgi
paylaşımı teşvik edilir. Bu da ürünlerin ve süreçlerin sürekli
iyileştirilmesine yardımcı olarak yenilikçi düşünme için iyi bir temel
oluşturur.
CNIC Ulusal Bilimsel Araştırma
Enstitüsü
Kurum son yıllarda araştırma ve
üretime de yönelerek kolesterol düşürücü olarak kullanılan, şeker kamışından
elde edilen yüksek alifatik birincil alkol karışımı policosanolün etken maddesi
olduğu doğal bir ürün olan Ateromixol
(PPG) üretmiştir. Kurumun geliştirdiği diğer bir doğal ürün balmumundan elde
edilen bir antioksidan olan Abexol’dür.
CNIC hızlı mikrobiyolojik tanı için DIRAMIC
sistemini geliştirmiştir. Hafifletilmiş Vibrio kolera 638 (El Tor Ogawa) suju
genetik mühendislikle aşı üretimi amacıyla üretilmiş ve Finlay Enstitüsü’nün
değerlendirmesine sunulmuştur. Ayrıca Merkez çeşitli hastalıkların tedavisinde
ozon kullanımını denemektedir.
CENPALAB
Ulusal Laboratuvar Hayvanları Üretim Merkezi
Deney hayvanları bilimsel
çalışmaların ve ARGE etkinliklerinin temel bileşenlerinden biridir. 1982 yılında
kurulan kurum yalnızca Küba’da kullanılmak üzere deney hayvanları üretmektedir.
Merkez hayvanlar için yemleri de kendisi üretmektedir.
CIGB Genetik
Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi
Batı Havana Biyoteknoloji Kümesi’nde
yerleşik Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi bu kümenin amiral
gemisidir. Kanada, İngiltere, Cezayir, Brezilya, Çin Hindistan, Malezya,
Meksika, Günay Afrika, Tunus ve Venezuela ile ortak proje ve lisansları vardır. GlaxoSmithKline (England), CancerVax (US),
Biotech Pharmaceutical Ltd (China), Oncoscience AG (Germany), YMBiosciences
(Canada) gibi firmalar yabancı işbirlikleri arasındadır. 2004 yılında Nature
Biyoteknoloji’nin bir çalışmasına göre Küba 100 patent kaydettirmiş ve dünya
çapında diğer 500 patent için başvurmuştur. ABD Hazine Bakanlığı, Küba’ya karşı
ticaret ambargosuna rağmen, çeşitli Küba ürünlerinin ABD’de klinik deneylere
alınmasına onay vermiştir.
Heperprot – P Küba’da 2006 yılında
ruhsat almış ve 2007 yılında Temel ilaçlar Listesi’ne girmiştir. Halen 15
ülkede ruhsat alan ilaç 100 binden fazla diyabetik hastanın tedavisinde
kullanılmıştır. Merkez difteri, tetanos, boğmaca, hepatit B ve Hemofilus
influenza tip B’ye karşı beşli aşı da üretmiştir. Merkezin ayrıca tarımsal
üretim için araştırma ve üretim etkinlikleri de vardır. Teknoloji transferinin
öncülüğünü yapan Merkez, birçok patente sahiptir.
CIE İmmunoassay
Merkezi
Merkez bağışlanan kanların HIV/AIDS,
hepatit B ve C yönünden değerlendirmesini gerçekleştirmiştir. Son zamanlarda
prostat kanseri (PSA antijeni), kolon kanseri (dışkıda hemoglobin) ve
mikroalbüminüri tespiti yoluyla kronik böbrek hastalığı belirlenmesi için tanı
kitleri geliştirilmiştir.
Merkez aynı zamanda diyabetik
hastaların kendi kan glikoz düzeylerini izleyebilmeleri için tropikal
SUMAsensör, serviks kanserinin erken tanısı için videokolposkop, sınırlı
erişimli beyin cerrahisi için stereotaktik çerçeve, spektrofotometre gibi
hastane ve polikliniklerde kullanılan ürünler, trombosit okuyucu ve su
hijyeninde kullanılan fluorometre
de geliştirmiştir.
FINLAY ENSTİTÜSÜ
Finlay Enstitüsü, 1934 yılında çiçek aşısı üretimine
başlamış, daha sonra tifo, tetenoz, kuduz ve BCG aşıları üretmiştir. Devrimden
sonra enstitü 1970’lerde toplumdan gelen kan bağışlarını kullanarak kan
ürünleri (albümin ve immünoglobulin) üretmeye başlamıştır. 1980’lerde HIV
virüsünün ve AIDS hastalığının ortaya çıkması üzerine Küba kan ürünleri
ithalatını yasaklamış ve ülkenin gereksinimini karşılamak üzere kan üretimini
yeni tesislere taşımıştır. Enstitü aynı zamanda mikrobiyolojik tanı için
kültürler ve bakteriyel antiserumlar üretmeye başlamıştır.
Merkez inaktif hücrelerden trivalan
leptospirozis aşısı elde etmiştir (canicola canicola, pomona mozdok ve
icterohaemorrhagiae copenhageni serovars). Yine saflaştırılmış Vi polisakkarid
tifo aşısı, tetanos tekli aşısı, tetanos – difteri karma aşısı, boğmaca –
difteri – tetanos karma aşısı üretilmiştir. DSÖ’nün isteği üzerine Afrika
ülkelerine yönelik memengokok AC aşısı Brezilya ile birlikte üretilmiştir.
Finlay Enstitüsü CIGB’ye beşli aşı (Heberpenta) üretimi için saflaştırılmış
konsantre difteri ve tetanos toxoid antijenleri ve inaktive B. pertussis
(boğmaca etkeni) süspansiyonları ve CIM’e kanser ürünlerinde adjuvan olarak
kullanılan N. meningitidis B dış vezikülleri sağlamaktadır. Halen N.
meningitidis B dış veziküllerine dayalı yeni aşı adjuvanları geliştirme
araştırmaları ve hafifletilmiş canlı V. kolera suju içeren bir ağızdan kolera
aşısı için klinik deneyler yürütmektedir.
CIM Moleküler İmmünoloji Merkezi
Ana ürünleri akciğer kanseri
tedavisinde kullanılan iki teröpatik aşıdır: ana antijeni EFG olan CIMAvax
EGF ve racotumomab monoklonal antikordan oluşan bir anti-idiotipik aşı olan
Vaxira. Diğer ürünü Nimotuzumab
merkezi sinir sistemi tümörlerini tedavide kullanılan monoklonal bir
antikordur. Merkez ayrıca eritropietin ve granülosit koloni uyarıcı faktör gibi
rekombinant ürünler de üretmektedir.
CNEURO Küba Nörobilim Merkezi
CNEURO araştırmacıları dünyada
beyindeki elektriksel etkinliği analizde informatik kullanan ilk gruplardan
biridir. 1969 yılında ABD’li bilim insanlarının bağışladığı bir CAT – 400C
bilgisayarı merkezi sinir sistemi bozukluklarının değerlendirmesinde kullanmaya
başlamışlardır. Bugün akıl sağlığı sorunlarını teşhis ve müdahalede ileri
teknoloji ARGE etkinlikleri yürüten Merkez, tarama teknolojilerine
yoğunlaşmıştır.
Küba’nın Nörolojik Bilimler
Merkezi’nin elektroensefalografi ve elektromiyografi donanımları Kuzey Amerika,
Asya, Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’da Neuronic
markasıyla 20’den fazla ülkeye ihraç edilmektedir. Bu Saragossa temelli
(İspanya) Küba şirketi Avrupa’da satış yapabilmek için Avrupa Birliği
sertifikası almış ve 2009 Nisan’ında ticarileştirilmiş mal hacmi konusunda
Ulusal İhracat Ödülü kazanmıştır.
CIMEX Küba
İthalat İhracat Kurumu
Ürünlerin dış ülkelere satışı için
çabalar ilk olarak 1983 yılında başlamıştır. Latin Amerika ülkeleri ve
sosyalist ülkelere doğrudan devletin bu amaçla görevlendirdiği Küba İthalat İhracat Kurumu tarafından
satış yapılmıştır. Küba’nın
1985 yılında 11 milyon dolar olan biyoteknoloji ihracat geliri, 1990’larda 10
milyona, 2005’de 300, 2011’de 711 ve 2013 yılında 686 milyon dolara
yükselmiştir.
Biyoteknoloji ürünlerinin dış
ülkelere satışı için 1990’ların başında Bilimsel Kutbun bazı merkezlerinde
satış birimleri oluşturulması gereksinimi doğurmuştur. Satış için “ayrı” birimler
oluşturmak yerine, Merkezler bünyesinde satış birimleri oluşturma yolunu seçen
Küba, biyoteknoloji alanında araştırma, geliştirme, üretim ve satışı tek
bünyede toplayan “kapalı döngü” (closed cycle) stratejisini benimsemiştir.
Küba’da üretilen tıbbi teknoloji
ürünlerinin ana alıcısı Kamu Sağlığı Bakanlığı’dır. Bakanlık çeşitli birimleri
aracılığıyla Küba biyoteknoloji endüstrisinin bütün ürünlerinin tasarımından
satışına kadar bütün aşamalarına katıldığından, dahası gereksindiği ürünleri
endüstriye bildirdiğinden ve kullandığı ürünler hakkında sürekli geri bildirim
verdiğinden, Küba biyoteknoloji endüstrisi, dünyada hiçbir benzer endüstrinin
sahip olmadığı bir avantaj yakalamıştır.
Yukarıda kısa tarihçeleri ve
işlevleri özetlenen merkezler BioCubaFarma’nın “çekirdeğini” oluşturan
merkezlerdir. Bunlar dışında Havana’da ve Küba’nın diğer eyaletlerinde yerleşik
çok sayıda irili ufaklı merkez bulunmaktadır.
Küba biyoteknoloji ve farmasötik
endüstrileri yıllar içinde değişen farklı planlar aracılığıyla devlet
tarafından finanse edilmiştir. 2001 yılında ise kendi kendini finanse etme
planı benimsenmiştir, ancak bu mevcut harcamalar için geçerlidir ve yatırımlar
istisna olup, merkezi olarak onaylanmaktadır. 2008 sonunda Ekonomi ve Planlama
Bakanlığı’nın onayını gerektiren yeni bir finansman modeli kabul edilmiştir.
Küba’da üretilen tıbbi teknoloji
ürünlerinin ana alıcısı Kamu Sağlığı Bakanlığı’dır. Bakanlık çeşitli birimleri
aracılığıyla Küba biyoteknoloji endüstrisinin bütün ürünlerinin tasarımından satışına
kadar bütün aşamalarına katıldığından, dahası gereksindiği ürünleri endüstriye
bildirdiğinden ve kullandığı ürünler hakkında sürekli geri bildirim
verdiğinden, Küba biyoteknoloji endüstrisi, dünyada hiçbir benzer endüstrinin
sahip olmadığı bir avantaj yakalamıştır.
KÜBA’NIN BİLİME VE TEKNOLOJİYE YAKLAŞIMI
Küba’da bilimsel gelişmenin amacı “toplumun”
acil ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm bulmaktır. Yalnızca tıpta değil,
diğer alanlarda da amaç toplumun gereksinimlerine yanıt vermektir. Küba’nın
bilime bu tarz yaklaşımı 1960’lı yıllara uzanmaktadır.
Toplumsal ilerleme ve toplumun gereksinimlerine hizmet eden bilim
4 – 11 Ocak 1968’de toplanan Havana Kültür Kongresi, devrimci ulusal
kurtuluş sürecinde aydınların ve kültürün rolüne odaklanmıştır. Ana tartışma
konularından biri, kapitalist ülkelerde “bireyciliğe
yol açan ve toplumu yoksullaştıran” bilimsel – kültürel gelişmenin,
toplumsal ilerlemeye ve toplumun gereksinimlerine hizmet etmesi için “devrimci aydınların etik – politik
sorumluluğu”dur.
Kongre’ye katılan dünyaca ünlü
fizikçiler (İtalya’dan Fieschi, Vitale ve Amati; Fransa’dan Vigier ve Sovyetler
Birliği’nden Konstantinov) fiziğin gelişimi için yapılması gerekli seçimlere
odaklanarak, ABD tarafından teşvik edilen “parçacık
fiziği ve hızlandırıcılar” yerine “katı
hal fiziği” ve ilişkili konulara “öncelik”
verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Böylece özellikle geri bıraktırılmış
ülkeler bilimsel çalışmalardan elde ettikleri sonuçları hızla uygulamaya
koyabilecek ve toplumlarının acil sosyal ve ekonomik sorunlarına çözümler
üretebileceklerdir.
Havana Üniversitesi bu tavsiyeyi
benimseyerek, araştırmalarında yarı iletken maddeler ve cihazlar, metaller ve
manyetizme vurgu yapmaya başlamıştır. Bu seçimin doğru bir seçim olduğu kısa
zamanda ortaya çıkmış ve Küba elektronik ve mikroelektronik alanlarında hızla
ilerlemiştir.
Uzmanlaşmaya yaklaşım
Bireysel ve kurumsal düzeyde
uzmanlaşma bilimde ilerlemenin en önemli unsurlarından biridir. Ancak
uzmanlaşmanın en büyük sakıncalarından biri “bütünün” yitirilmesi tehlikesidir. Nitekim kapitalist ülkelerde
sağlık sistemlerinin en büyük sorunu, tıbbın uzmanlık alanları temelinde
örgütlenmesi nedeniyle hastalara “bütüncül”
yaklaşımın yitirilmesi, bir anlamda “ağaca
bakarken, ormanın görülememesidir”.
Küba uzmanlaşmanın bu olumsuz
etkisini, bilime dengeli ve disiplinler-arası bir yaklaşımla gidermeyi
başarmıştır. Aşırı uzmanlaşmadan kaçınmanın yanında, hiçbir bilimsel kurumun
diğerleri aleyhine aşırı büyümesine izin vermemiştir. Sorunları aşırı
uzmanlaşma yerine disiplinler arasında işbirliğini geliştirerek çözmeye çalışmıştır.
Daha önce “Toplumcu Tıp: Sovyetler
Birliği Deneyimi” kitabımızda da belirttiğimiz gibi “tıbbın hastalıklara karşı
kullandığı silahlar bütün sistemlerde aynıdır … fakat Sovyet sağlık sistemini
‘sosyalist’ yapan, hastalıklara karşı eldeki silahların ‘nasıl’
kullanıldığıdır”. Yani belirleyici olan bilimin ve teknolojinin toplumun
gereksinimleri doğrultusunda mı, yoksa sermayenin gereksinimleri doğrultusunda
mı kullanıldığıdır. Bu soruya toplumun gereksinimleri ile sermayenin
gereksinimlerinin “uzlaştırılabileceği”
yanıtını vermek isteyenler olabilir. Fakat “tarih”
böyle bir uzlaşmanın olanaklı olmadığını, toplumun gereksinimleriyle sermayenin
gereksinimleri arasındaki çelişkinin “uzlaşmaz”
bir çelişki olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
Sağlıkta biyoteknolojinin sağlık bakımının
“örgütlenmesi” üzerine ve tıpta uzmanlaşma üzerine ciddi etkileri vardır. Çok
pahalı donanımlar büyük ölçek gerektirir. Örneğin DSÖ kanser tedavisinde 300
hastaya 1 Megavoltaj tedavi aygıtı önermektedir. Bu durum daha çok “üçüncül
bakım” tesisini teşvik etmektedir. Aslında bu bütün bakım düzeyleri için
geçerlidir. Oysa toplumun sağlık sorunlarının yüzde 80’inin çözümünde yardımcı
olacak “birincil bakım” kurumlarının etkili olabilmesi için hizmet sundukları
topluma çok yakın olmaları ve en çok birkaç bin nüfusa hizmet sunmaları
gerekir.
Teknoloji seçiminde toplumcu yaklaşım
Toplumcu yaklaşıma göre bir teknolojiyi
“uygun” kılan ve seçiliminde rol oynayan birinci ve en önemli etmen,
teknolojiye “eşit” erişim sağlanabilmesidir. Bir teknolojiye gereksinimi olan
herkes gereksindiği anda erişemiyorsa, bu teknoloji uygun değildir.
Küba biyoteknoloji alanındaki çalışmalarını
bu temel ilke doğrultusunda sürdürmektedir. Çeşitli olası teknolojiler arasında
tercih yapılması gerektiğinde, öncelik teknolojiye gereksinimi olan herkesin,
gereksindiğinde teknolojiye eşit erişiminin sağlanabileceği teknolojiler
seçilmektedir.
Kapitalist toplumlarda ise seçilimin
temel ilkesi “pazarın” gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Bir teknoloji bu
teknolojiyi geliştirenlere kar sağlamayacaksa uygun değildir. Tam da bu nedenle
bugün dünyanın en büyük uluslararası farmasötik şirketleri ARGE harcamalarının
yüzde 90’ını, dünya nüfusunun yalnızca ürünlerini satın almaya gücü yeten yüzde
10’luk bir dilimini etkileyen hastalıkların tedavisine yönelik projelere
yapmaktadır. Şirketler bu davranışlarının nedeni olarak tıbbi araştırmanın “çok pahalı” bir iş olmasını göstermekte,
maliyetlerin çok yüksek olduğu bu sektörde “ayakta
kalabilmek” için pazarın dikkate alınması gerektiğini ifade etmektedir.
Gail
Reed tarafından MEDICC Review adına Küba’nın tıbbi teknoloji yaklaşımı üzerine
Havana Immunoassay Merkezi Başkanı José Luis Fernandez Yero ile yapılan
söyleşinin çevirisini sunuyoruz. Söyleşi MEDICC Review dergisinin Kış 2009,
Cilt: 11, Sayı 1 nüshasının 14 – 17. sayfalarında yayınlanmıştır.
SAĞLIKTA EŞİTLİK İÇİN UYGUN TEKNOLOJİLER
ÜRETMEK
MR: Bir teknolojiyi “uygun” yapan nedir?
JLFY: Genel olarak teknoloji, gereksinimi
olan insanlar teknolojiye ülkenin her yerinde ulaşabiliyorsa, sağlık bakımını
kapsamını eldeki kaynaklarla olabildiğince etkili iyileştirebiliyorsa uygundur.
“Olabildiğince etkili” diyorum, çünkü uygun teknoloji ekonomiden daha adildir.
Yalnızca ekonomik mülahazaları dikkate alırsanız, en ucuz teknoloji daima “en
iyi” teknoloji olacaktır ve daha az ekonomik fakat daha etkili teknolojiler ve
ilaçların asla şansı olmayacaktır.
Aynı zamanda bu erişilmesi güç bir dengedir, çünkü etkililiğin
aynı zamanda etik bir anlamı da vardır: sağlık planlamacılar en fazla sayıda
insanın sağlık hakkını korumak için kaynakları en akılcı ve optimal şekilde
kullanmak zorundadır. Sosyal adalet bağlamında kötü kaynak yönetimi diğerlerini
aleyhine bazı alanlarda israf anlamına gelir.
Sağlığın toplumsal belirleyicilerinin değerlendirmesi yoksulların,
eğitimsizlerin ve marjinal mahallelerde yaşayanların daha fazla
hastalandıklarını ve durumu daha iyi olanlardan daha erken öldüklerini ortaya
koymaktadır. Bu durum bize her yerde çabaların, uygun teknolojilerle
desteklenen önleyici stratejilerle bu insanların sağlığına öncelik vermesi
gerektiğini anlatmaktadır.
Bizim deneyimlerimize göre sürdürülebilir sağlık karmaşık veya
Pazar güdümlü uluslararası üreticilerin reklamını yaptığı en son model
teknolojilerin uygulanmasından daha çok sosyoekonomik ortama uygun, geniş
sağlık kapsamı sağlayan teknolojileri uygulayan sağlığın teşviki ve
hastalıkların önlenmesine bağlıdır.
MR: Uygun teknolojide yeniliklerin çoğu nerede geliştiriliyor?
JLFY: “Uygun teknoloji” büyük ölçüde
sanayileşmiş ülkelerden gelir ve geri bıraktırılmış ülkelere yöneliktir.
Maalesef önerilen çözümler genellikle gereksinim duyduğumuz çözümler değildir.
Boston’daki biri için Maisi’de (Küba’nın doğu ucu) neyin gerekli olduğunu hayal
etmek güçtür.
Bu araştırmacılar, gerçek sorun genellikle sınırlı altyapı olduğu
halde, bizim yeni teknolojileri özümsemek için sınırlı bir eğitime ve sınırlı
entelektüel yeteneklere sahip olduğumuz düşünme eğilimindedir. Örneğin
teknolojinin merkezileştirilmesini birçok sorunun yanıtı olarak görürler. Bu
örnekleri laboratuvara getirmek için etkili bir posta sistemi olduğunu
varsayar, oysa bunu Küba’da, Latin Amerika’da veya Afrika’da bulamazsınız. Bu
nedenle böylesi merkezi laboratuvar modelleri başarısızlığa yazgılıdır. Ve
bunun gibi sayısız iyi niyetli örnekler vardır.
Biz uygun şekilde uygulanabilmesi için kendi teknolojileri
kendimiz geliştirmeliyiz. Sağlık sorunlarını çözmek, teknolojinin kendisi kadar
teknolojiyi nasıl uyguladığınıza bağlıdır. Küba’nın bebek mortalitesini ele
alalım: 2008 yılında bebek ölümleri bin canlı doğumda 5’in altına düştü. Biz
ABD veya Kanada’yla aynı yüksek teknolojik kapasiteye sahip değiliz fakat bebek
ölümlerimiz daha düşük – bunun nedeni kısmen gerekli teknolojiyi bütün hamile
kadınlara ve yeni doğanlara götürebilmemizdir.
MR: Küba’da daha iyi sağlık göstergeleri elde edilmesinde
Immunoessay Merkezi’nin ARGE’sinin katkısı nedir?
JLFY: Bildiğiniz gibi kadınların ve
çiftlerin gebeliği sürdürmek konusunda aydınlatılmış bir karar vermelerini
sağlamak ve bu şekilde hem bebek ölümlerinin azalmasına katkı yapmak, hem de
sorunlu doğan çocuklara daha iyi tıbbi bakım sağlamak için fetal
malformasyonları tespit etmek üzere ekonomik bir alfa-fetoprotein testi
geliştirmek için çalışan bir ekip olarak başladık.
O zamandan beri yeni doğanlarda konjenital hipotiroididen
fenilketonüriye, HIV, hepatit ve deng hummasına yayılan durumları taramak için
28 tanı testi ve 16 nesil donanım geliştirdik. Önde gelen ürünlerimiz
ultramikroanalitik sistem (SUMA) ve miyar kitlerimizdir (UMELISA ve UMTEST). Bu
tanı araçları ana-çocuk sağlığı gibi toplum sağlığı programları ve enfeksiyon
hastalıklarının epidemiyolojik sürveyansına yakından bağlıdır. Örneğin 1986’da
Küba Amerika kıtasında Kanada’dan sonra konjenital hipotiroidi için bütün
yenidoğanlara tarama yapan ikinci ülke olmuştur. Bugün Kübalı bebeklere doğumda
hipotiroidi, PKU, konjenital adrenal hiperplazi, biotinidaz yetmezliği ve
galaktozemi testleri yapılmaktadır. Yalnızca bu testler yüzlerce Kübalı çocuğun
ve ailelerinin daha iyi yaşam kalitesini garantilemekte belirleyicidir.
Tanı kitlerini ve miyarları sonuçların kesinliği yönünden düzenli
olarak izlediğimizi ve Küba’daki ve Latin Amerika’daki bütün
laboratuvarlarımızın ABD Hastalık Kontrol Merkezleri Yenidoğan Taraması Kalite
Güvencesi Programı’nın yeterlilik ölçüm panellerince uluslararası izlendiğini
belirtmeliyim.
Bizim Merkezimiz aynı zamanda ülkenin kan arzını korumak, taramak
ve bütün kan bağışlarını onaylamaktan da sorumludur.
Toplamda 50 milyon kadar test ülkedeki bütün belediyelere ulaşan,
kamu sağlığı sistemine yayılmış 181 laboratuvardan oluşan Merkez’in
teknolojisiyle yapılmıştır. Diğer 55 laboratuvar araştırma kurumlarında ve
silahlı kuvvetlerin sağlık tesislerinde konumlanmıştır.
MR: Merkez araştırma, geliştirme ve üretimi nasıl finanse ediyor?
JLFY: 1990’ların başlarında ekonomik kriz
başladığında devletten bütçe almayı kestik. O zamandan beri kendi ARGE
çalışmalarımızla birlikte üretimimizi satışlarımız ve ihracatımızla kendimiz finanse
ediyoruz. 2008 yılında brüt 22 milyon dolar elde ettik. Bu yeniden yatırıma
dönüyor ve şimdiden Küba’da 2008’de 42 laboratuvar eklendi ve 2009’da 64
laboratuvar daha eklenecek. Sonuç olarak bazı belediyelerin şimdi üç
laboratuvarı var. Bu teknolojinin sürekli topluma yakınlaşması bakımından
önemli.
Ürünlerimizi yerel para birimiyle düşük fiyatla Küba sağlık
sistemine ve diğer üreticilerin fiyatlarından daha düşük fiyatla diğer ülkelere
satıyoruz. Ana alıcılarımız Meksika, Kolombiya, Venezuela, Bolivya, Brezilya,
Arjantin ve Çin’dir. Şimdi pazarımızı Paraguay, Peru ve Ekvator’a
genişletiyoruz.
Aynı zamanda Arjantin (43), Meksika (88) ve Angola (80) dahil
çeşitli ülkelerde laboratuvarlar kurduk. Bu o ülkelerde özellikle hamile
kadınlar ve yeni doğanlar için tarama programlarını genişletti.
MR: Merkez’in çalışmasının ufkunda ne var?
JLFY: Birkaç yıl önce Halk Sağlığı
Bakanlığı bizden bugün Küba’nın ana sağlık sorunu olan bulaşıcı olmayan kronik
durumlar üzerinde çalışmamızı istedi. Kübalıların yüzde 49’u metabolik
sendromdan, yüzde 38’i kanserden ölüyor. Bu hastalıkların erken tanısı ve
kontrolünde ilerleme milyonlarca Kübalının daha uzun yaşaması ve daha iyi yaşam
kalitesi anlamına gelecektir.
Bir örnek 2007 yılında 2.540 Kübalı erkeğin ölümünden sorumlu olan
prostat kanseridir. Şimdi erken tanı için kendi prostat spesifik antijenimizi
(PSA) geliştirdik ve 50 yaş ve üzeri erkeklere yıllık test yapmak için kademeli
olarak bütün ülkeye yaygınlaştırıyoruz. Diğer bir deyişle bize tanesi 14 dolara
mal olan sınırlı ulaşılabilen ithal bir teste karşı, kitlesel tarama için bir
aracımız var. Ek olarak, bu test rektal muayene yerine kan örneği
gerektirdiğinden erkekler test yaptırmakta daha istekli olacaklar. Prostat
kanseri olan erkeklerin yarısından fazlası hastalık erken tespit edilebilirse
iyileştirilebilir. Bu test ulusal ölçekte yaygınlaştığında yıla bin yaşam
kurtarma potansiyeline sahip olacağımız anlamına geliyor. Dahası, bu testlerin
yüzde 95’i negatif olacak ve her belediyede laboratuvar olduğundan sonuçlar
hemen alınacak ve binlerce insan rahatlatılacak.
Diğer bir örnek kolon kanseridir. İnsan dışkısında hemoglobin
ölçen bir test üzerinde çalışıyoruz. Bu test dışkıda kan tespitinde mevcut
testten daha kesin. Bu Kübalı kadınları erkeklerden daha çok etkileyen kolon
kanserinin daha iyi erken teşhisini sağlayacak. Ülkemizde yılda bin kadın kolon
kanserinden ölüyor fakat yeterince erken teşhis edilirse yüzde 80’i
kurtarılabilir.
Diğer kronik durumlara gelince, halen damar hasarıyla ilişkili
hastalıklar (özellikle kronik böbrek hastalığı) için önemli olan niceliksel
mikroalbuminüri ölçümü için bir test kaydı yaptık.
Son olarak, Merkezimizce geliştirilen bir glikometre (SUMAsensor)
Küba’da hizmete sunuluyor ve Meksika ve Arjantin’de kayıt ettiriliyor. Glikometreyi
Küba kamu sağlığı sistemine çok ekonomik fiyatla satıyoruz, uluslararası olarak
da diğer benzer donanımların yüzde 60’ına satıyoruz.
Küba’nın diyabetik hastalar için geliştirdiği glikometre özellikle
tropik iklimler için tasarlanmıştır (her çubuk ayrı paketlenip nemden
koruyucuyla sarılmıştır) ve deri kalınlığına göre ayarlanabilmektedir (bu
çocuklarda önemlidir). Test sonucu 25 saniyede alınmaktadır.
Glikometreyi hastaneler üzerinden (yoğun bakım ve yenidoğan
birimlerinden başlayarak) dağıtmaya başladık. Aynı zamanda yıllık aile hekimi
muayenesi yapılan birincil bakım düzeyinde pilot çalışma başladı. Bu test
genetik ve çevresel faktörleri hesaba katarak önleyici bakıma daha bütüncül
yaklaşım sunuyor ve önleyici bakım programı teknolojisine alıyor.
Nihayetinde her şiddetli diyabetik hastanın kendi evinde kendi
glikometresi olacak ve mahalledeki aile hekimi ve hemşire ofisi onların haftada
2 – 3 kez mahalledeki diğer diyabetiklerin glikoz düzeylerini ölçmesini
sağlayacak. Bu şimdi test yaptırmak için polikliniğe gitmek zorunda kalan
diyabetik hastaların yaşam kalitesini müthiş arttıracak.
MR: Merkezin karşılaştığı en büyük güçlük nedir?
JLFY: Ülkenin bütün belediyelerinde
yerleşik 181 laboratuvardan oluşan etkili bir ağı örgütlemek ve yönetmek.
İnsanlar daima moleküllerden daha zordur.
Daha ileri bakınca belli hastalıklara ve durumlara yatkınlık
testlerini kişiselleştirmeyi düşünmek zorundayız. Ancak birkaç kişi için değil,
11 milyon insan için bunu yapmalıyız. Yatkınlık diğer risk etmenleri yanında her
bireyin klinik öyküsünü kapsayabilir. Bu toplum düzeyinde düşük maliyetli aktif
taramada, tek bir örnekle birçok durumun tanısını kolaylaştıran nanoteknoloji
kullanılması anlamına gelir.
Küba’daki ve katkı yapabileceğimizi düşündüğümüz diğer geri bıraktırılmış
ülkelerdeki ezici sorunlarla güdülenerek hayal etmeyi ve ileri gitmeyi
sürdüreceğiz.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder