Aslında daha güvenilir kaynakları
tercih ettiğimden, televizyonda haber izleme alışkanlığım yok. Geçen akşam, büyük
olasılıkla yükselen sesler nedeniyle dikkatimi çeken bir Meclis Salı konuşması
izledim. Kılıçdaroğlu konuşuyordu. İktidara verip, veriştiriyordu.
Biraz dinledikten sonra, “bilmeyen”
birinin, CHP’nin gerçekten muhalif bir parti olduğunu sanabileceğini düşündüm.
Kılıçdaroğlu gözlüklerinin arkasından öyle ikna edici konuşuyordu ki, inanmamak
imkansız.
Bu mizansen “bilenler” için ne ifade
eder? Biz CHP’sinin de, DSP’sinin de ne olduğunu bilmiyor muyuz? Yer miyiz
Kılıçdaroğlu’nun sahte muhalifliğini? Fakat bilmeyenler yiyor maalesef…
BİZ BUNLARI NEREDEN TANIYORUZ?
Ziya Paşa olarak tanınan Abdülhamid
Ziyaeddin, bir beyitinde “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” der. Biz de
bunu düstur edinerek, kendisine “muhalif” diyenlerin ne dediklerine değil, ne
“yaptıklarına” bakar, onları orada tanırız.
Bizim alanımız sağlık. Biz CHP’yi ve DSP’yi
sağlıkta yaptıklarından tanıyoruz.
CHP VE SAĞLIK POLİTİKALARI
Nasıl ben TV’de Kılıçdaroğlu’nun Salı
konuşmasını izlerken bir an için, sanki bir muhalefet lideri konuşuyor
izlenimine kapıldıysam, bilmeyen biri de CHP’nin, AKP’nin sağlık politikalarına
muhalif olduğunu sanabilir. İnanamayacaksınız fakat ben CHP’nin sağlık
politikasının AKP’ninkinden farklı olduğuna “samimiyetle” inanan CHP’liler dahi
tanıdım.
Hatta bunlardan birine CHP’nin Parti
Programı’nın (Çağdaş Türkiye İçin Değişim) “sağlık” bölümünü (Genel Sağlık
Reformu) gösterip, AKP ile aynı şeyleri savunduklarını söylediğimde, bana “sen
Parti Programı’na bakma” dedi…
İyi, o halde CHP’nin ve DSP’nin (hatta
SHP’nin) hasbelkader hükumette yer aldıklarında ne yaptıklarına bakalım.
SAĞLIK POLİTİKASI NE DEMEK?
Önce ne üzerine konuştuğumuzu bir kez
daha anımsayalım. Literatürde “sağlık politikası” şöyle tanımlanıyor:
“Sağlık sisteminin kurumları,
hizmetleri ve finansman düzenlemelerine ilişkin etkinlikler”.
Yani sağlık politikası, hizmetin
nereden finanse edileceğini ve nasıl sunulacağını söyler. Belki birileri bu
konuda binlerce süslü laf etmiştir, fakat işin özü budur.
Aslında bu alanda çok fazla politika
“seçeneği” de yoktur. Hizmetleri ya genel vergilerden finanse edersiniz, ya da
topladığınız primlerden. Hizmeti ya devlet kurumları sunar, ya da sözleşme
yaptığınız özel kişi (Aile Hekimi) ve kurumlar (hastane). Genelde bunlar farklı
oranlarda bir arada bulunur, “ağırlık” neredeyse sistem öyle tanımlanır.
Tarihsel olarak 1789 Fransız
İhtilali’nden beri “solcular” veya emekten yana olanlar, sağlık hizmetlerinin
genel vergilerden finanse edilmesini ve kamusal olarak sunulmasını savunurken,
“sağcılar” veya sermayeden yana olanlar, devletin ekonomik yaşama çok
karışmaması gerektiğini savunurlar.
TÜRKİYE’NİN SAĞCILARI DAHA DÜRÜST
Türkiye’de kendilerini sağda
tanımlayan, yani sermayeden yana olan partiler ve politikacılar, ataları olarak
kabul ettikleri Menderes’ten beri sağlık politikalarında çok “dürüst”
davranmışlardır.
Türkiye’de “sağ”, Menderes ile
iktidara gelir gelmez, sağlıkta finansmanın genel vergiler yerine primlerden
sağlanması gerektiğini söylemiştir. Menderes 30 Mart 1951’de, 20. Cumhuriyet
Hükümetinin programını sunuş konuşmasında, “hastalık sigortası tesisinde
zaruret görmekteyiz” demiştir.
Ancak bu dönemde Türkiye nüfusunun
yüzde 80’i köylerde yaşamaktadır ve bunlardan prim toplamak gerçekten akıl işi
değildir. Bu nedenle Menderes istediğini yapamaz, fakat gerçekte sağlık
hizmetlerinin primlerden finanse edilmesi gerektiğini söylemeyi sürdürür.
Gelelim Demirel dönemine. Demirel de,
Menderes kadar “dürüst” olmuştur ve kurduğu bütün hükumetlerin programlarına
Genel Sağlık Sigortası’nı (vergiler yerine primlerle finansman) almıştır.
Dahası iktidarda olduğu dönemlerde hazırlanan bütün Beş Yıllık Kalkınma
Programları’nda, Genel Sağlık Sigortası’na geçilmesini ve sağlıkta
özelleştirmeyi hedeflemiştir. Ancak bu hedeflere 1961 Anayasası nedeniyle
ulaşılamamıştır. Demirel bunu Meclis kürsüsünde defalarca dile getirmiş ve
Anayasa’nın sağlık hakkını düzenleyen maddesinin değiştirilmesini talep
etmiştir.
CHP DÜRÜST MÜ?
Birçoklarına şaşırtıcı gelebilir
fakat CHP’nin 1960’lara kadar “solculuk” iddiası yoktur. Bu iddia İnönü’nün
“ortanın solunda” olduklarını söylediği 1965 yılına dayanır. Ancak CHP (ve
ardılları) daha sonra bu iddialarını “sözde” sürdürseler de, hasbelkader
hükumetlerde yer alabildiklerinde “dürüst” davranmayıp, “sağcı” politikalar
izlemişlerdir.
Örneğin İnönü 1962 yılında ve Ecevit
1974 yılında hasbelkader başbakan olduklarında, hükumet programlarında “Genel
Sağlık Sigortası” demişler (elbette CHP’liler “siz hükumet programına da bakmayın”
diyebilir) ve kendi dönemlerinde hazırlanan 1. ve 3. Beş Yıllık Kalkınma
Planları içinde Genel sağlık Sigortası için çalışılmasına yer vermişlerdir.
CHP’nin (ve öncülü olması itibariyle DSP’nin
ve SHP’nin) tarihinde “hükumet programına” Genel Sağlık Sigortası’nı koymadığı
tek program, 1978 programıdır. Yiğidi öldür, ama hakkını ver demişler, Ecevit
kendi döneminde hazırlanan 4. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da Genel Sağlık
Sigortası’ndan bahsetmemiştir.
Fakat açıkçası bunu çok “samimi”
bulmuyoruz. 1 Mayıslarda meydanlara yüzbinlerce işçinin “kızıl bayraklarla”
toplandığı, o zamanlarda “adında” yazılı olduğu gibi gerçekten “devrimci” olan
DİSK’in üye sayısının “milyonlarla” ifade edildiği, sendikalaşma oranının (işçi
sınıfının bilinç düzeyinin önemli bir göstergesidir) yüzde 60’lara vardığı bir
dönemde, kendisine “solcu” diyen bir partinin, programına Genel Sağlık
Sigortası yazmak, tabiri caizse, “sıkardı”…
12 EYLÜL SONRASI PARLAMENTER SOLDA DÜRÜSTLÜK
Faşist diktatörlüğün sağlıkta
finansmanın primlerle karşılanması ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilerek
piyasalaştırılabilmesi önündeki Anayasa engelini ortadan kaldırmasından sonra
kurulan bütün parlamenter “sol” partiler, programlarında, sağlıkta “sağcı”,
yani sermayeden yana politikaları benimsediklerini çok açık ifadelerle
belirtmişlerdir.
Bu anlamda CHP ve DSP, 12 Eylül
öncesi CHP’sine göre en azından “parti programı” bazında daha “dürüst” kabul
edilebilir. En azından programında topluma yalan söylememektedir. Fakat
programlarında açıkça sağcı sağlık politikalarına yer vermelerine rağmen,
topluma hala “solda” yer aldıklarını söylemeleri veya bunu ima edecek tutumları
dürüstlükle asla bağdaşmaz.
Sağcı partiler 12 Eylül sonrasında da
dürüstlüklerini korumuşlardır. 1980 sonrası ANAP’tan başlayarak hükumete giren
“bütün” sağcı partiler, sağlıkta özelleştirmeyi ve piyasalaştırmayı (kısaca
Genel Sağlık Sigortası, Aile Hekimliği ve hastanelerin özerkleştirilmesi)
savunmuş ve bunları gerçekleştirebilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Bu
konuda kimse DYP, Refah Partisi veya MHP’nin dürüstlük ve samimiyette ANAP’tan
geride kaldığını söyleyemez.
12 Eylül sonrasında parlamentoya
girebilen “sol” partiler, 1991 – 1995 (DYP – SHP), 1997 – 1999 (ANAP – DSP –
DTP) ve 1999’da kısa bir süre DSP iktidarı sonrası 1999 – 2002 (DSP – ANAP –
MHP) hükumetlerinde yer almışlardır.
Bu dönemlerde parlamenter “sol”,
topluma hala “solcu” olduğu yalanını söylemeyi sürdürürken, sağlıkta sağcı
(sermayeden yana) politikaları programına almakla kalmamış, bu politikaların
yaşama geçirilmesinde ellerinden geldiğince katkı sunmuştur.
Hatırlayalım mı? SSK’nın çökertilmesi,
Sağlık Bakanlığı bütçesinin neredeyse tamamen personel giderlerine indirilmesi,
Sağlık Ocakları’na ödeneklerin tamamen durdurulması ve Yüksek İhtisas ve
Koşuyolu hastanelerinin işletmeleştirilmesi SHP’nin iktidara ortak olduğu 1991
– 1995 döneminde gerçekleştirilmiştir.
İçinde sağlıkta hizmet finansmanı ve
sunumunun ayrılması, hizmet sunanlar arasında rekabetçi piyasa oluşturulması, katkı
payı, teminat paketi, aile hekimliği, “özerk” sağlık işletmeleri ve sözleşmeli
istihdam ifadeleri geçen 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı, CHP’nin hükumete ortak
olduğu (DYP ile) dönemde hazırlanmıştır.
Peki, AKP’nin iktidara geldiğinde
uygulamaya koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesi son “mıntıka temizliği”
kimin başbakan olduğu hükumet tarafından yapıldı dersiniz? Emeklilik yaşını kim
yükseltti, Bireysel Emeklilik Yasası’nı hangi hükumet yasalaştırdı, birinci
basamakta kim döner sermayeye geçti? Elbette birçoklarının “solcu” sandığı DSP
ağırlıklı, Ecevit’in başbakan olduğu hükumet.
BAYRAK YARIŞI
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin
özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması çabaları, Menderes ile başlayıp, AKP ile
sona eren bir “bayrak yarışıdır”. Bu yarışta parlamentoda yer alan “bütün”
partiler ellerinden geleni yapmışlar ve tarihte yeryüzünde Sovyetler
Birliği’nden (1917) hemen sonra kurulan en büyük kamusal sağlık örgütlenmesini
1951 – 2012 arasında verdikleri 61 yıllık bir mücadeleyle yıkmayı
başarmışlardır.
Bu konuda sermaye yanlısı sağcı
partiler kadar, emekten yana ve solda olduklarını söyleyen CHP, DSP ve SHP gibi
partilerin de gerçekten çok önemli katkıları vardır. Özellikle 1991 – 1995
döneminde SSK’nın çökertilmesinde ve daha sonra AKP hükumeti SSK hastanelerini
kapatırken, işçilerin kendilerini bir “eziyetten” kurtulmuş hissetmesinde
SHP’nin payı asla inkar edilemez.
BUGÜN
Şimdi bu partilerden ortada sadece
CHP kaldı ve toplumu “muhalif” bir parti olduğuna inandırmaya çalışmaya devam
ediyor. Mesela önümüzdeki referandumda “hayır” diyecekmiş. Yani artık Abdullah
Çatlı’nın en yakın arkadaşlarının, Meral Akşenerlerin, Saadet Partisi’nin,
hatta Alperen Ocakları’nın “hayır” dediği bir referandumda, “hayır” demek
muhaliflik sayılıyorsa…
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder