Geçtiğimiz günlerde Sağlık Emekçileri
Sendikası (SES), “Sağlık Çalışanlarının Sağlığı” başlıklı bir kitapçık
yayınladı. Bu kitapçık birçok yönüyle çok önemli bir tarihsel belge
niteliğindedir. Özellikle bir “sendika” tarafından yayınlanmış olması, SES
Türkiye işçi sınıfının bütününü temsil etmiyor olsa da, işçi sınıfının “bilinç”
düzeyini yansıtması bakımından önemlidir.
Kitapçığın SES Eğitim Komisyonu
Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Modülü Grubu tarafından kaleme alınan giriş
yazısında, “Sağlık Çalışanlarının Sağlığı mücadelesi, toplumsal kurtuluş
hareketlerinin ileri çatışma hattıdır” ifadesi yer almaktadır (S: 9). Eğer bu
saptama doğruysa, bu kitapçığın “sınıf mücadelesi” bağlamında önemi daha da
artmaktadır. O halde Sınıfın Sağlığı olarak bu kitapçığın değerlendirilmesi
kaçınılamaz bir görev haline gelmektedir.
SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI MÜCADELESİ NASIL SİYASALLAŞACAK?
Yazarlar, sağlık çalışanlarının
sağlığı mücadelesinin “işçi denetimi ve özyönetimi üzerinden” siyasallaşması
gerektiğini savunmaktadır. Yazarlara göre işçi denetimi ve özyönetimi yalnızca
kapitalist sistemde sermaye tahakkümünü kırarak örgütlenmenin zeminini ve
yöntemini oluşturmaz, aynı zamanda yeni toplumsal düzenin inşasında da
belirleyici konumdadır (S: 10).
Yazarlar bu değerli saptamalarının
ardından “kaynaklarını” açıklıyorlar: “Carmen Siriani”. Açıkçası isim çok
tanıdık gelmiyor. Biraz araştırdığımızda yazarların Siriani’nin 1982’de
yayınlanan ve “Belge” yayınevi tarafından 1990’da dilimize çevrilen “Workers'
Control and Socialist Democracy: The Early Soviet Experience” başlıklı
kitabından yararlandığını anlıyoruz.
Aslında Türkiye’de liberal “solun”
karargahı olan “Belge” yayınevinin çevirdiği bir kitabın işçi sınıfına çok
hizmet edemeyeceğini bilmemize rağmen, belki yayıncıların gözünden kaçmış iyi
bir kitap olabileceği umuduyla kitaba bakıyoruz.
Belge yayınevi nedense kitabı
orijinal ismiyle (İşçilerin Denetimi ve Sosyalist Demokrasi: Erken Sovyet
Deneyimi) değil, “İşçi Denetimi ve Sosyalist Demokrasi: Sovyet Deneyimi”
başlığıyla çevirmiş. Orijinal başlıktaki “erken” sözcüğünün çıkartılmasının
amacı ne olabilir? Okurda kitapta yer alanların 70 yıllık Sovyet deneyimi
olduğu algısı yaratmak olabilir mi? Belki de öküz altında buzağı aramamalı.
Aramamalı mı?
Sendika kitapçığındaki “… dünyanın
her köşesindeki tüm halkların, özgürlük, emek, barış ve demokrasi mücadelesi,
işçi denetimi ve özyönetimiyle aynı bağlamda değerlendirilmelidir” ifadesi (S:
10), yazarların kaynaklarını bir bakıma günümüzün “Komünist Manifestosu” gibi
gördüklerini düşündürmektedir.
Yazarlar tarihteki işyeri denetimi ve
özyönetimi için “Paris Komünü, Rus Sovyetleri, İtalya işçi konseyleri, İspanya
iç savaşında özyönetim deneyleri, Ceazyir ve Yugoslavya’da özyönetimi” sıralarken,
“Rojava kantonları da daha geniş perspektifte bir toplumsal yönetim biçimi
olarak özyönetim biçimleri arasındadır” diyerek “asıl dertlerini” ifade
ediyorlar (S: 11). Özellikle deneyimlerin “ilk sırasına” (belki tarihsel
önceliktendir) konan Paris Komünü deneyimi, aslında bugün işçi sınıfı için
“örnek” alınacak değil, “hatalarından ders çıkartılacak” bir deneyimdir.
Bu andan itibaren 200 sayfalık
kitapçığın sırf Rojava’yı araya sıkıştırabilmek amacıyla yazılmış olduğunu
anlıyorsunuz, fakat yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kitapçık işçi
sınıfının günümüzdeki “bilinç” düzeyini yansıtması bakımından önemli
olduğundan, kendimizi okumaya devam etmek zorunda hissediyoruz.
KAPİTALİZMİN ALTERNATİFİ NE?
Bu sorunun liberal “sol” türemeden
önce tek yanıtı vardı: “sosyalizm”. Ancak 1980’li yıllarda Reagan – Thatcher
ekürisinin işçi sınıfına karşı başlattığı neoliberal saldırının bir parçası
olan liberal “sol”, bu sorunun yanıtını “muğlaklaştırmak” işlevi üstlenmiştir.
Kitapçığın yazarları da “işçi denetimi ve özyönetimi sınıf mücadelesinin
yoğunlaştığı ve kapitalizme alternatifin somutlaştığı süreçlerdir” (S: 11)
cümlesiyle “taraflarını” açıkça belirtmektedir.
Gerçekten de tarihteki işçi denetimi
ve özyönetimi deneyimlerine bakıldığında, bu deneyimlerin özünde kapitalizme,
kapitalist üretim ilişkilerine “dokunmaksızın” bir alternatif üretme arayışı
olduğunu görmek mümkündür. Yani alternatif, üretim araçları üzerindeki özel
mülkiyete son vermek değil, bu mülkiyet üzerinde “denetim” kurmaktır.
Siriani’nin kitabını okumaya
başladığımızda, alışık olduğumuzdan çok farklı bir “terminolojiyle”
karşılaşıyoruz. “Proletarya”, “ücretli emek” veya “işçi sınıfı” gibi
literatürümüzün sık kullandığı terimler yerine, “halk sınıfları” teriminin
tercih edildiği kitap (açıkçası kitabın orijinalini okumadığım için bu
çevirmenin veya yayıncının tercihi de olabilir), yine de “siyasal iktidar
olmaksızın devrimci sosyal dönüşüm yapmak, anarşistlerin, anarko
sendikalistlerin itirazlarına rağmen kesinlikle mümkün değildir” demektedir (S:
15 – 16).
Ülkemizde kamu emekçilerinin bir
bölümünü örgütleyen KESK içinde önemli bir yere sahip olan SES’in “işçi sınıfı
mücadelesi” için kılavuz aldığı Siriani, işçi sınıfının kuramı olan Marxist –
Leninist kurama “eleştirel” yaklaşmakta ve Lenin’in düşüncelerinde “çelişkiler
ve muğlaklıklar” olduğunu ve bunların “kuramsal kökleri” bulunduğunu ifade
etmektedir (S: 16).
Siriani “Lenin’e son zamanlarda
getirilen eleştiriler oldukça derinliklidir fakat yine de yeterince derinlikli
değildir” (S: 16) diyerek, Sovyet devriminde “demokratik halk kurumlarının
gerçekleştirilmeye çalışılan sosyalizme geçiş sürecinde varlıklarını sürdürmeyi
neden başaramadıklarını açıklamaya” çalışmaktadır.
SES’e kılavuzluk yapan yazar,
“karşılaştırma yapabileceğimiz başarılı ve varlığını sürdüren bir sosyalist
demokratikleşme örneği bulunmamaktadır” ifadesiyle Küba’ya karşı tutumunu da
açıkça ortaya koymaktadır. SES’in kitabının yazarlarının da işçi sağlığı
üzerine 200 sayfa kitap yazıp, Küba’daki işçi sağlığı ve güvenliği
uygulamalarından “yanlışlıkla” dahi olsa, hatta “eleştirmek” için dahi tek
sözcükle bahsetmemeleri gerçekten “ibret” vericidir.
ASLINDA BUNLAR YENİ DEĞİL
Demokratik Toplum Kongresi son
yıllarda sağlık alanında çalıştay, kurultay ve kongreler düzenleyerek, bu
alanda “kendi” tezlerini oluşturmaya çabalamaktadır. Sağlığı kendi “liberal”
ideolojisi doğrultusunda yeniden yorumlamaya çalışan DTK, bu alanda çeşitli
yayınlar yapmıştır.
DTK, Dünya Sağlık Örgütü tarafından
benimsenen sağlık tanımına “alternatif” olarak “doğal sağlık” tanımı
önermektedir. Buna göre toplumsal doğayı bozan iktidar – uygarlık – devlet
sağlığı çarpıtarak bir bağımlılık ilişkisi kurmaktadır. DTK “iktidarı” iki
temel başlıkta ele almaktadır: hegemonya ve bağımlılık.
Hegemonya: Egemenler egemenliklerini
ahlaki politik toplum yapısını çarpıtmak suretiyle bir algı yaratarak
sürdürmektedir. Bunun sağlıktaki yansıması “çarpıtılmış sağlık” algısıdır.
Bağımlılık: Bireyin kendisini
gerçekleştirmesi ve toplumun kendi kendine yetebilme yetisini yitirmesi,
savunma mekanizmalarından yoksun bırakılarak egemen olana tabi kılınmasıdır.
DTK mevcut sağlıksızlığın nedeninin
“devletli uygarlık sistemi” olduğunu savunmakta, çözümün “demokratik modernite”
olduğunu ifade etmektedir. Demokratik modernite, “insanlığın” kapitalist
modernite karşısındaki demokratik alternatiftir ve pratikte “demokratik
özerklik” olarak somutlaşmaktadır. “Radikal demokrasi projesi olarak demokratik
özerklikte sağlık, kapitalist modernitenin sağlık anlayışının “toplum” lehine
tam tersidir.
EKLEKTİSİZMİN KİTABINI YAZMAK
DTK’nın sağlıkla ilgili çalışmalarını
tarif etmek için en uygun sözcük “eklektisizm” olacaktır. Bunu bir tutam
Faucault, bir fincan solculuk, iki diş liberalizm… şeklinde açıklayabiliriz.
DTK’ya göre “iktidarcı” ve “ataerkil”
sistemin ürünü modernist tıp anlayışına “ancak kadının doğallığı, geleneğe
karşı olumlu hissiyatı ile karşı konulabilir”. “Erkek egemenlikli,
profesyonelliğe dayalı, toplum ve doğa karşıtı, tıp endüstrisinin boyunduruğuna
hapsolmuş, metalaştırılmış bu anlayıştan kurtuluş için; doğayla barışık,
geleneği hor gören değil, onunla sentez oluşturan, hiyerarşik planlama yerine
yerele dayalı bir KADIN (eksenli) SAĞLIK HAREKETİ’ne ihtiyaç vardır”.
Okurlarımı bu “zırvalıklarla” meşgul
ettiğim için gerçekten çok özür dilerim, fakat SES tarafından yayınlanan Sağlık
Çalışanlarının Sağlığı kitapçığının arka planını ortaya koymak için bunları
yazmam zorunluydu.
Son olarak DTK tarafından 2013
yılında yayınlanan kitapçığın 52. sayfasından bir “şirinlikle” ile tamamlamak
isterim: “Eşitleştiren özgürleştiren devlet olmaz. Ezilen sınıf diktatörlüğü de
dahil devlet, doğası gereği eşitsizlik ve özgürlüksüzlükle sonuçlanmak
zorundadır”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder