Translate

7 Nisan 2017 Cuma

Avrupa’da sağlık hakkı mücadelesi büyüyor

Bir zamanlar Avrupa, özellikle “batı” Avrupa ülkeleri, sağlıkta imrenilen ülkelerdi. İngiltere’de yaşlılara evde manikür – pedikür hizmeti, Almanya’da işçilere yurtdışında kaplıca tedavileri, İskandinav ülkelerinde en ücra yerleşimlere doktor ziyaretleri… Hatta 2000 yılında Dünya Sağlık Örgütü, Fransa’yı sağlık hizmetlerinde gösterdiği performans için dünya şampiyonu ilan etmişti.

Bugün bunlar “tarih” oldu. Şimdi Avrupa’da sağlık dendiğinde ya sağlık emekçilerinin ekonomik ve özlük hakları için grevleri, ya da demokratik kitle örgütlerinin sağlık hakkı mücadeleleri öne çıkıyor. Daha geçen haftalarda İngiltere’de tarihin en büyük “sağlık hakkı” eyleminin gerçekleştirildiğini yazmıştık (bkz. İngiltere’de sağlık hakkı yürüyüşü). Bugün de (7 Nisan) Avrupa’nın birçok merkezinde insanlar sağlığın ticarileştirilmesine karşı meydanlara çıkıyor.


SAĞLIĞIN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE KARŞI EYLEM GÜNÜ

Aslında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ilk Dünya Sağlık Meclisi’nin toplandığı 7 Nisan (1948) tarihini, 1950 yılından beri “Dünya Sağlık Günü” olarak kutluyordu. Avrupa’da ise geçen yıl 7 Nisan, birçok demokratik kitle örgütü ve sendika tarafından “Sağlığın Ticarileştirilmesine, Piyasalaştırılmasına ve Özelleştirilmesine Karşı Eylem Günü” ilan edildi. Başta Brüksel olmak üzere her yerde DSÖ’nün etkinliklerine “alternatif” etkinlikler düzenlenmesine karar verildi.

Bu yıl Avrupalı eylemciler “sağlığımız satılık değil” sloganı altında toplanıyorlar. Emekçiler Kuzey Amerika’da da sağlığın ticarileştirilmesine karşı sokaklara çıkacaklar. Seattle, New York, Wisconsin gibi merkezlerde kitlesel eylemler planlandı. Bazı örgütler eylemlerini 8 Nisan’a da taşıyorlar.

Eylemlerde Avrupa Kamu Hizmetleri Sendikası (EPSU) öne çıkıyor. 8 milyon üyesi bulunan sendika, üyelerini Avrupa’nın birçok merkezinde örgütlenen etkinliklere ve eylemlere katılmaya çağırıyor.

Serbest ticaret anlaşmalarının sağlığa olumsuz etkilerine vurgu yapan sendikalar, 1970’li yılların “herkese sağlık” sloganını bir kez daha yükseltiyorlar. Toplumun temel gereksinimlerini karşılamak için gerekli kaynaklarda kesinti yapılmasına, sağlığın “pazara” açılmasına (sigorta şirketleri, özel klinikler vb) ve kamu sağlık kurumlarının özel şirket mantığıyla yönetilmesine (taşeronlaştırma vb) karşı çıkıyorlar.

Sağlıkta “dayanışma” yerine risklerin “bireyselleştirilmesine” itiraz eden eylemciler, sağlık sistemlerini zayıflatan TTIP, TISA ve CETA gibi oluşumların oradan kaldırılmasını talep ediyorlar.

NEOLİBERAL SALDIRI GENÇLERİ İNTİHARA SÜRÜKLÜYOR

DSÖ’nün 2017 Dünya Sağlık Günü için “depresyon” temasını seçmesi bir yanıyla azgın bir neoliberal saldırı altında bulunan dünya emekçilerinin “gerçeğini” yansıtırken, diğer yandan günün anlam ve önemine ilişkin bir “ironi” oluşturuyor.

Günümüzde “intiharlar” 15 – 29 yaş grubunda ölüm nedenleri arasında “ikinci” sıraya yükseldi. Genç işsizliğinin yüzde 25 – 50 arasında seyrettiği toplumlarda, geleceklerinden umudu kesen gençlik içinde depresyon yaygınlığı, tarihin tanık olmadığı boyutlara ulaştı. Buna karşılık DSÖ’nün elinden, gençlere “psikoloğunuzla konuşun” (let’s talk) demekten başka bir şey gelmiyor.

Neoliberal ekonomik politikalar emek piyasalarında “yaşlıları” ölene kadar çalışmaya devam etmeye zorlarken, gençlere iş bırakmıyor. Özellikle yüksek eğitimli gençler arasında işsizlik, birçok ülkede eğitimsizler arasındaki işsizlik düzeyini aşmış durumda. Liseyi bitiremeyenlerin iş bulma şansı, master veya doktora eğitimini tamamlayanlardan daha yüksek. Tabii karın tokluğu ücretlere (veya açlık ücreti) çalışmayı kabul edenler için…

PERSPEKTİF YOKLUĞU DİKKAT ÇEKİCİ

Eylemlere İkinci Paylaşım Savaşı sonrası “altın yılların” anıları damgasını vururken, sosyalist alternatife vurgu yapmayan sendikaların ve eylemcilerin ne bu altın yılları ne de bugünü tam olarak kavrayamadıkları görülüyor.

Avrupa’nın “refah devleti” günleri, o yıllarda işbaşındaki politikacıların “başarılı” politikalarının bir ürünü değil, sermayenin “sosyalizm tehdidine” karşı vermek zorunda kaldığı bir ödündü. İşçi sınıfı hareketinin gerilemesi ve sosyalizm tehdidinin ortadan kalkmasıyla birlikte bu ödünlere gerek kalmadı.

Bu basit gerçeği göremeyenler, uğruna mücadele verdikleri hakları elde etmenin yolunun düzen partilerini hizaya getirmekten değil, “sosyalizmden” ve sınıf mücadelesinden geçtiğini göremiyorlar. Bu düzen değişmesin, fakat biz yine eskisi gibi mesut – mutlu yaşayalım diyorlar.

Ancak hayat en iyi öğretmendir. Avrupalı emekçiler de, dedeleri gibi kendileri ve aileleri için daha iyi bir yaşama giden yolun “sınıf mücadelesinden” geçtiğini kendi deneyimleriyle öğrenecekler.

Akif Akalın


İLGİLİ MAKALELER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder