Dünya 1980’lerden beri devletin
sağlık sektöründen adım adım çekildiği ve sağlığın piyasalaştırıldığı bir süreç
yaşıyor. Bu süreç 1970’li yıllarda kamu sektörünün “doğası gereği” verimsiz
olduğu, kaynakları etkili kullanamadığı ve sorunların ancak kamu sağlık
kurumlarının özelleştirilmesiyle çözülebileceği iddialarıyla başlamıştır.
1990’lı yıllarda başta Dünya Bankası ve IMF olmak üzere Uluslararası Finans
Kuruluşları, geri bıraktırılmış ülkeleri sağlık sistemlerini piyasalaştırmaya
“teşvik” etmişler, 2000’li yıllarda gelişmiş kapitalist ülkeler de bu kervana
katılmıştır.
Bu süreçte tartışmalar daha çok
“verimlilik” ve “etkililik” temalarına odaklanmış ve sağlık sistemlerinin
oluştuğu ve geliştiği tarihsel – toplumsal koşullara çok az vurgu yapılmıştır.
Öyle ki, özellikle sağlıkta piyasalaşmayı savunanların görüşlerini okuyanlar,
sanki tarih boyunca sağlık hizmetleri devlet tarafından üstlenilmiş, sağlık
hizmetleri devlet tarafından finanse edilmiş ve sunulmuş izlenimine kapılabilirler.
Oysa dünyada sağlık antik
uygarlıklardan beri binlerce yıl boyunca toplumun egemen sınıflarının
gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmiş ve yalnızca hizmetlerin bedelini
ödeyebilenlerin erişebildiği bir “imtiyaz” olmuştur. Geniş emekçi yığınlar
sağlık sorunlarının çözümünde geleneksel yöntemlere ve/veya dinsel kurumlara
sığınmış, yaşadıkları çağın formel tıbbi bakımına nadiren erişebilmişlerdir.
İMTİYAZ YERİNE HAK
Feodalizme karşı mücadelesinde
toplumun geniş emekçi kesimlerini de yanına çekmeyi başaran burjuvazi, 1789’da
Fransa’da iktidara geldiğinde, sağlığı bir “imtiyaz” olmaktan çıkartarak,
yurttaşlar için bir “hak” ve devlet için bir “yükümlülük” haline getirmeyi vaat
etmiştir. Ancak kısa sürede gericileşmeye başlayan burjuvazi verdiği sözleri
unutarak, sağlığı kendi gereksinimleri doğrultusunda örgütlemeye başlamıştır.
İşçi sınıfı ve emekçi kesimlerin bu
gelişme karşısında en büyük tepkisi, Avrupa’nın büyük bir bölümünü etkileyen
1848 Ayaklanmaları ile kendisini göstermiştir. Ayaklanmacılar diğer talepleri
yanında “sağlık hakkı” taleplerini, “herkese eşit, ücretsiz sağlık” biçiminde
formüle etmişler ve sağlık hizmetlerinin sermayenin değil, “toplumun”
gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmesini istemişlerdir.
Sanayi devriminin olgunlaştığı bu
dönemde Avrupa’da emek, “artık değerin” biricik kaynağı haline gelmiştir.
Emeğin kendisini yeniden üretebilmesi ve en azından kapitalist için üretmeyi
sürdürebilecek kadar sağlıklı olması, sermayenin de çıkarınadır. Dahası dönemin
en büyük sağlık sorunları olan bulaşıcı ve salgın hastalıklar yalnızca
emekgücünün değil, doğaları gereği kapitalistlerin de sağlığını tehdit
etmektedir.
Bu durum karşısında İngiltere çareyi
1848 yılında bir “Halk Sağlığı Yasası” çıkartmakta bulmuştur. Böylece “devlet”
korucuyu sağlık hizmetleri alanında yükümlülük alarak, çağdaş sağlık
sistemlerine giden yolda ilk adımı atmıştır. Bu döneme damgasını vuran
“sanitasyon” hareketi, genel vergilerden finanse edilmiş ve kamusal olarak
örgütlenmiştir.
Kısa süre içinde Avrupa’nın diğer
ülkeleri de İngiltere’dekine benzer düzenlemelere giderek, İçişleri
Bakanlıkları bünyesinde sağlık birimleri oluşturmuşlar ve koruyucu sağlık
hizmetlerini bir “devlet” hizmeti olarak örgütlemeye başlamışlardır.
Ancak bu düzenlemeler işçi sınıfının
“sağlık hakkı” talebini karşılamaktan çok uzaktır. İşçiler tedavi hizmetlerinin
de devlet tarafından sunulmasını talep etmektedir.
BISMARCK MODELİ
İşçi sınıfı 1871’de Paris’te iktidarı
ele geçirdiğinde, sağlık hizmetlerini sosyalleştirmek ve sağlığı herkes için
bir “hak” haline getirmek doğrultusunda önemli adımlar atmıştır. Bu dönemde
örgütlenen ambulans hizmeti bunun örneklerinden biridir. Paris Komünü oldukça
kısa sürmüş ve yenilgiyle sonuçlanmış olsa da, gelecek yıllarda güçlenecek “sağlık
hakkı” mücadelesi için esin kaynağı haline gelmiştir.
Bu dönemde işçi sınıfı Avrupa’nın
birçok ülkesinde sendikalarda örgütlenmiş ve sağlık sorunları için yardım
sandıkları örgütlemeye başlamıştır. Geçmişteki lonca örgütlerine benzer
“dayanışma” örgütlerinin bir kısmı hekimlerle anlaşarak, üyelerine sağlık
hizmeti sunma yoluna girmiştir. İşçi sınıfı içinde örgütlülüğün güçlenmesi ve
bilinç düzeyinin yükselmesinden kaygı duyan Alman hükumeti, 1880’li yıllarda
devletin sağlık alanındaki yükümlülüğünü, tedavi hizmetlerini de kapsayacak
şekilde genişletmiştir.
İlk olarak Almanya’da ortaya çıkan ve
Avrupa ülkeleri arasında hızla yayılan “kamu sigortacılığı”, adını dönemin
Şansölyesi Bismarck’tan alan “Bismarkçı modeli” oluşturmuştur. Bu model sağlık
(hastalık) risklerinin işçiler ve işverenler arasında paylaştırılması esasına
dayanmaktadır. Devletin de topladığı genel vergilerin bir kısmını havuza
katarak katkıda bulunduğu bu sistem, tarihteki ilk modern “dayanışmacı”
modeldir.
Bismarck’ın kamu sigortacılığını
getirmesinin asıl amacı, işçi sınıfı arasında yaygınlaşan Marksist düşüncelerin
önünü alabilmek ve işçilere “düzeni değiştirmeksizin” de sorunların
çözülebileceğini göstermektir. Bismarck amacına ulaşmayı başarmış ve kurulan
sigorta kurumlarının yönetiminde görev alan Alman sosyalistler, zaman içinde
Almanya’da işçi sınıfı hareketini Marksist – devrimci çizgisinden
uzaklaştırarak, “düzenin” bir parçası haline (reformizm) getirmişlerdir.
EŞİTLİKÇİ SAĞLIK SİSTEMİ
Yirminci yüzyıla girildiğinde dünya
devriminin merkezi “doğuya” kayarak, Rusya’yı işçi sınıf hareketinin öncüsü
konumuna getirmiştir. 1917 Ekim Devrimi ile Rusya’da iktidarı ele geçiren işçi
sınıfı, sağlık hizmetlerini emeğin ve toplumun gereksinimleri doğrultusunda
örgütlemeye başlamıştır.
Bu bağlamda tarihte sağlığı “ayrı”
bir Bakanlık olarak örgütleyen ilk ülke Sovyetler Birliği’dir. Ulusal Kurtuluş
Savaşı sürecinde Türkiye de ayrı bir Sağlık Bakanlığı örgütleyerek, Sovyetler
Birliği’ni izlemiştir.
1789 Devrimi’nde olduğu gibi sağlığı
yurttaşlar için bir “hak” ve devlet için bir “yükümlülük” olarak kabul eden
Sovyet hükumeti, sağlık hizmetlerinin devlet tarafından finanse edildiği ve
devlet tarafından herkese eşit ve ücretsiz olarak sunulduğu, hak temelli,
“eşitlikçi” bir sağlık sistemi geliştirmiştir.
Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık
Bakanı olan Nikolay Semaşko tarafından geliştirilen eşitlikçi sağlık sistemi,
“Semaşko modeli” olarak adlandırılmıştır. Daha sonra işçi sınıfının iktidara
geldiği bütün coğrafyalarda benimsenen eşitlikçi model, günümüzde Küba’da
başarıyla sürdürülmektedir.
BEVERIDGE MODELİ
Semaşko modelinin yalnız sosyalist
ülkeler üzerinde değil, kapitalist ülkeler üzerinde de büyük etkileri olmuştur.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında İngiliz hükumeti, İngiliz işçiler arasında
devrimci eğilimlerin artması üzerine 1948 yılında sağlık hizmetlerini
sosyalleştirerek, finansmanı genel vergilerden sağlanan, toplumsal “dayanışmacı”
bir model geliştirmiştir.
Planı geliştiren Beveridge’in adıyla
“Beveridge Modeli” olarak anılan bu model, yine “dayanışmacı” bir model olan
Bismarck modelinden farklı olarak korporatist “istihdam” yerine “yurttaşlık”
temeline dayanmaktadır. Ancak “eşitlikçi” modelden farklı olarak sağlık
hizmetlerinin sunumu birinci basamakta tamamen (Genel Pratisyenler) özel sektöre
bırakılmış, devlet yalnızca koruyucu hizmetler ve ikinci basamak hizmetleri
sunmayı üstlenmiştir.
Dünyada işçi sınıfının örgütlü ve
güçlü olduğu kapitalist ülkelerde benimsenen Beveridge modeli, özellikle Kuzey
Avrupa ülkelerinde göreli olarak başarıyla uygulanmıştır. 1960’lı yıllarda
aralarında Türkiye, Şili ve Kanada’nın da bulunduğu birçok ülkede sağlık
hizmetleri sosyalleştirilmiş, bağımsızlıklarını yeni kazanan Üçüncü Dünya
Ülkeleri’nin çoğunluğu sağlık hizmetlerini devlet hizmeti olarak örgütlemeye
başlamıştır. Ancak sağlıkta eşitsizliklerin sosyal ve ekonomik kaynaklarına
hitap etmeyen Beveridge modeli, sağlıkta eşitsizlikleri giderememiş, aksine İngiltere’de
Black Raporu’nda gösterildiği gibi eşitsizliklerin artmasına seyirci kalmıştır.
PİYASACI SAĞLIK SİSTEMİ
Bütün bu süreçlerde ABD, dünyadaki bu
gelişmelerin göreli olarak dışında kalmıştır. ABD tarihsel olarak sağlıkta riskleri
bireyselleştiren “piyasacı” modeli benimsemiş ve devlet koruyucu hizmetler
dışında sağlık alanında çok az sorumluluk üstlenmiştir. Sağlık hizmetlerinin
finansmanının büyük ölçüde bireylerin veya işverenlerin primleriyle, “özel
sigorta şirketleri” üzerinden sağlandığı ABD’de, hizmetler de özel sektör
tarafından sunulmaktadır. Devlet yalnızca askerlere yönelik tedavi hizmetlerini
üstlenmiştir.
Ancak ABD de, İkinci Paylaşım Savaşı
sonrası dünyayı saran sağlık hizmetlerinin “sosyalleştirilmesi” dalgasından
uzak kalamamış ve 1960’lı yıllarda kamusal Medicare ve Medicaid programlarını
benimseyerek, piyasacı sisteminde önemli gedikler açmıştır. Bu programlara
rağmen ABD’de 30 milyondan fazla insanın hiçbir sağlık güvencesi
bulunmamaktadır. Hindistan’dan sonra dünyanın en güçlü piyasacı sağlık
sistemine sahip olan ABD de sağlık, son yılların en tartışmalı konusu haline
gelmiştir.
KARMA MODELLER
Kapitalist ülkelerin çoğu, sağlık
hizmetlerinin finansmanında Beveridge ve Bismarck modellerinin karışımından
oluşan sistemler kurmuşlardır. Bu modellerde çalışanlara sunulan hizmetler Bismarkçı
kamusal sigortalarla finanse edilirken, istihdam dışı nüfusa sunulan hizmetler
genel vergilerden (Beveridge modeli) karşılanmaktadır.
Yine bu ülkelerin çoğunda özel
sigorta şirketleri, ödeme gücü olan toplum kesimlerine “tamamlayıcı” nitelikte sigorta
sunmakta, kamu olanaklarının dışındaki talepleri (örneğin özel odalar)
karşılamaktadır.
Kanada Beverdige ve Bismarck
modellerini birleştirerek, İngiltere’dekinden farklı bir sosyalleştirme modeli
oluşturmuştur. Bu modelde hem kamusal sigorta, hem de federal hükumetin
eyaletlere genel bütçeden yardımları ile karma bir finansman modeli vardır.
Sağlık hizmetleri içinde yalnızca koruyucu hizmetlerin sunumunu üstlenen
devlet, iyileştirici hizmetlerin sunumunu özel sektöre bırakmıştır. Birinci
basamakta aile hekimlerinden hizmet satın alan Kanada sağlık sistemi, hastane
hizmetlerinde daha çok kar amacı gütmeyen hastanelere dayanmaktadır. Koruyucu
hizmetler ise belediyelerde ve tamamen kamusal olarak örgütlenmiştir.
NEOLİBERAL SALDIRI
1970’li yıllarda sermayenin işçi
sınıfına verdiği tavizler kapitalizmin geleceğini tehdit eder hale geldiğinde,
sermaye artık muradına ulaşmış ve işçi sınıfı hareketi gerilemeye başlamıştır. Özellikle
kendisini sendikalaşma oranlarının hızla düşmesiyle gösteren gerileme, sermayeyi
Reagan – Thatcher ekürisi eliyle emeğe karşı başlattığı küresel neoliberal
saldırı için yüreklendirmiştir.
Sosyalizmin çözülmesiyle daha da
güçlenen ve yirminci yüzyılın ilk yarısında yitirdiği pazarlara yeniden kavuşan
sermaye, Ekim devriminden beri emekçilere vermek zorunda kaldığı tavizleri
hızla geri almaya başlamıştır. Bunun ilk somut sonuçları sağlık alanında
görülmüş ve dayanışmacı sistemlerin yerini piyasacı sistemler almaya
başlamıştır.
Herkesin kendi sağlığından kendisinin
sorumlu olduğu ve risklerin bireyselleştirildiği piyasacı sağlık sisteminde
hizmetler devlet müdahalesi olmaksızın piyasa tarafından belirlenir ve devlet
yalnızca temel, koruyucu hizmetleri üstlenir. Finansmanın esas olarak özel
sigortalara veya cepten ödemelere dayalı olduğu sistemde, sağlık hizmetleri ağırlıkla
kar amaçlı veya kar amacı gütmeyen özel kurumlar tarafından sunulur.
Sistemin özünü risklerin
“bireyselleştirilmesi” oluşturur. Yine sigorta şirketleri sağlık hizmetlerinin
bir kısmını kapsamadığından, piyasacı sağlık sisteminde cepten ödemeler önemli
bir yer tutar. ABD’de sağlık planlarının çoğu kişilerin belirli bir limite
kadar sağlık harcamalarını cepten yapmalarına, sigortanın bu limit aşıldıktan
sonra devreye girmesine dayalıdır.
Piyasacı sağlık sisteminin günümüzdeki
en uç örneği Hindistan’dır. 1990’lı yıllarda Dünya Bankası eliyle yürütülen
sağlıkta özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarının sonucu olarak
Hindistan’da kamu sağlık sektörü giderek zayıflamış ve günümüzde marjinal hale
gelmiştir. Dünyada sağlık harcamaları içinde kamu payının en düşük olduğu
ülkelerden biri olan Hindistan’da cepten harcamalar çok yüksektir.
Dünyadaki bütün yoksulların üçte
birinden fazlasına ev sahipliği yapan Hindistan’da yüz milyonlarca insan sağlık
açısından kaderlerine terk edilmiştir. Geri bıraktırılmış dünyada en fazla
sayıda tıp fakültesine, dolayısıyla hekime sahip olan Hindistan’da yüz
milyonlarca Hindistanlının yaşamları boyunca hekim görmemeleri tam bir ironi
oluşturmaktadır. Aynı şekilde dünyanın dördüncü büyük ilaç üreticisi olan
ülkede, nüfusun üçte ikisi mali nedenlerle ilaca erişememektedir.
Ancak Hindistan “eyalet sistemiyle”
yönetilen bir ülkedir ve 1950’lerden beri komünistlerin yönetimde olduğu Kerala
eyaletinde durum oldukça farklıdır. Hindistan genelinde bebek ölüm hızının
binde 40 ve doğuşta yaşam beklentisinin 63,5 yıl olmasına karşılık, Kerala
eyaletinde dayanışmacı sağlık sistemi sayesinde bebek ölümleri binde 12’ye
indirilebilmiş, doğuşta yaşam beklentisi ise 75 yıla uzamıştır.
KÜBA
Küba dünyada “eşitlikçi” sağlık
sisteminin en iyi örneğini oluşturmaktadır. Küba Anayasası sağlığı yurttaşları
için bir hak ve devlet için bir yükümlülük olarak tanımlamıştır.
Küba sağlık sisteminin temel
özellikleri şunlardır:
- Devlet tarafından sağlanır
- Evrenseldir
- Ücretsizdir
- Tam kapsam ve erişim bulunur
- Önleyicilik odaklıdır
- Bölgeselleştirilmiştir
- Birincil sağlık bakımına dayalıdır
- Topluma dayalıdır
- Sektörler arası yaklaşımı
benimser
Küba sağlık sistemi sağlık
sorunlarının yüzde 80’i birinci basamakta (belediyelerin yönetimindeki aile
hekimi ofisleri ve poliklinikler), yüzde 15’ini ikinci basamakta (eyalet
düzeyindeki hastaneler) ve yüzde 5’ini üçüncü basamakta (eğitim hastaneleri ve
sağlık enstitüleri) çözecek şekilde örgütlenmiştir.
SONUÇ
DSÖ sağlık sistemini “birincil amacı
sağlığı teşvik, yeniden kazandırma veya sürdürme olan bütün örgütler, insanlar
ve eylemler” olarak tanımlamıştır. Uygulamada ise sağlık sisteminden daha çok
sağlık hizmetlerinin nasıl finanse edileceği ve hizmetlerin nasıl sunulacağı
sorularına verilen yanıtlar anlaşılır. Dolayısıyla asıl tartışma konusu
“devletin rolü” olarak belirginleşir.
Bu açıdan dünyadaki sağlık sistemleri
esas olarak “piyasacı” ve “eşitlikçi” sağlık sistemleri olmak üzere ikiye
ayrılır. Beveridge ve Bismarkçı modeller, kapitalist ülkelerde işçi sınıfı
mücadelesi sonucu elde edilen kazanımlar olarak değerlendirilebilir. Yine
kapitalist ülkelerde bunların karışımdan oluşan “karma” modeller
gözlenmektedir.
Dünya üzerinde sağlık hizmetlerinin
“tamamen” özel sektör tarafından üstlenildiği hiçbir ülke yoktur. Bunun nedeni
özel sektörün sağlıkta “kâr” görmediği alanlara girmemesidir. Diğer yandan
günümüzde dünya üzerinde sağlık hizmetlerinin “tamamen” kamusal olduğu ülkeler
vardır.
Akif Akalın
NOT: Sağlık
sistemleri 22 Nisan 2017 tarihinde Çanakkale’de tıp fakültesi öğrencileriyle
tartışılmıştır. Sunum slaytlarına http://toplumcutipvideo.blogspot.com.tr/2017/04/saglik-sistemleri.html sayfasından erişilebilir.
teşekkürler bilgileriniz için
YanıtlaSil