Birkaç gün sonra seçim var. Kimilerine göre bu seçimler Türkiye için felakete giden yol öncesi “son çıkış”. Gerçi son 4–5 seçimdir her seçim için “son çıkış” dendi, fakat yaşı müsait olanlar aslında hiçbir zaman birinin çıkıp da, “bu seçim o kadar da kritik değil, tatilinizi bölmeseniz de olur” dediğini duymadı. Aksine her seçim öncesinde, “Türkiye, tarihinin en kritik seçimi” dendi. Yine yaşı müsait olanlar, aslında hiçbir seçimde emekçiler için hiçbir şeyin değişmediğini gördüler.
PERŞEMBENİN GELİŞİ ÇARŞAMBADAN BELLİDİR
24 Haziran seçimlerinin “sağlık” alanında neler getireceğini görmek için aslında 25 Haziran’ı beklemek gerekmiyor. Seçime katılan dört “büyük” parti, seçim beyannamelerinde, seçilirlerse sağlık alanında neler yapacaklarını yazmışlar.
AKP, seçim beyannamesinin İnsan ve Toplum bölümünde sağlığa “Sağlıklı Nesiller” başlığı altında yer vermiş. AKP bu bölümün ilk paragrafında “bütün vatandaşlarımızın sağlık hakkına kolayca ve adil bir biçimde eriştiği bir sağlık sisteminin geliştirilerek sürdürülmesi temel amacımızdır” diyor. Aslında gerisini okumaya gerek yok, AKP zaten bugün Türkiye’de insanların sağlık hakkına “kolayca ve adil biçimde” eriştiği bir sağlık sistemi var, buna devam edeceğiz diyor.
Eğer bugünkü sağlık sistemi size “kolayca ve adil” erişilebilir geliyorsa, sorun yok, “yola devam” diyebilirsiniz. Zaten her gün gazetelerde işçi cinayetlerini, Kübra bebekleri okumaya, sağlık için ödediğiniz SGK primi dışında bilmem kaç kalemde soyulmaya, ekstra ücret ödemezseniz tetkikleriniz için 6 ay – 1 sene sonrasına randevu verilmesine alıştınız. Aynen devam ediniz. Biz yine de beyannamenin devamına bakalım.
AKP, “sağlık sistemimizi … Avrupa ve Batı Asya’nın sağlık üssü ve sağlık turizminin cazibe merkezi haline getireceğiz” diyor. Aslında bu konuda çok ciddi adımlar attı. Şehir hastaneleri, kozmetik hizmetlerde KDV’nin kaldırılması bunlardan birkaçı.
Bugün Türkiye gerçekten saç ekimi, botox gibi “hayati” sağlık hizmetleri konusunda başta Arap ülkeleri olmak üzere birçok coğrafya için “cazibe merkezi” haline geldi. Artık günün herhangi bir saatinde Halaskargazi caddesinde kafası bandajlı bir “turist” görmek mümkün. Fakat bu ülkenin vatandaşları caddenin hemen bir alt sokağındaki Şişli Etfal hastanesinin bahçesinde kemoterapi için aylardır sürünüyormuş, ne gam! Yanlış hastalık, kanser olacağına saçı dökülseydi, hem sıra beklemeyecek, hem de KDV ödemeyecekti.
YA DIŞINDASINDIR ÇEMBERİN…
CHP’nin seçim beyannamesinde sağlık önemli bir yer tutuyor. Kürt sorununa üç, dış politikaya on sayfa yer verilen beyannamede sağlığa toplam 12 sayfa ayrılması bunun en somut kanıtı. Fakat beyanname “çelişkilerle” dolu. Aslında bu çelişkiler yalnızca CHP’nin değil, “emekten yana” olduğunu iddia edip, emekçiler için “düzen” içinde iyileştirmeler öneren bütün sosyal demokrat partilerin çelişkileri.
CHP önce “herkese eşit, ücretsiz sağlık” diyor. Fakat bunu nasıl gerçekleştireceğinin ipuçlarına bakıldığında, herkese eşit ücretsiz sağlık hizmeti sunabilmenin “ön koşulu” olan “sosyalleştirme”, beyannamede tek sözcükle dahi yer almamış. CHP, sağlık hizmetlerini sosyalleştirmeden nasıl eşit ve ücretsiz kılacağının formülünü kendisine saklıyor olmalı.
Daha sonra birinci basamakta “özelleştirme” modeli olarak kurumsallaştırılan “aile hekimliği” modelini benimsediğini ilan eden CHP, aynı zamanda sağlıkta “performans” sistemini de savunuyor. Bunlarda yalnızca iyileştirmeler (örneğin performansta nitelik göstergeleri) öneriyor.
Hani şecaat arz ederken sirkatin söyler derler ya, CHP de öyle yapıyor ve “mahrumiyet bölgelerinde çalışan hekim ve sağlık personelinin ücretlerini ve sosyal haklarını iyileştireceğiz” diyor. Oysa mesele bu değil ki! Mesele bu ülkede neden “mahrumiyet bölgeleri” var meselesi. Ülkede mahrumiyet bölgesi bırakmayacağız demiyor, çünkü “kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasına” karşı durmak gibi bir niyet yok.
CHP belki kafası dışında ama kendisi çemberin içinde kalmaya devam ediyor. “Tıbbi yüksek teknoloji ürünlerinin üretimi için teşvik vereceğiz” diyor. Kime verecek, bu ürünleri üreten emekçilere mi, sermayeye mi? “Üniversite, sanayi ve devlet arasında işbirliğini destekleyerek, etkin bir tıp teknoparkları sistemi kuracağız” diyor. Peki, AKP ne yapıyor?
Şairin dediği gibi: ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın; kendin içindeyken, kafan dışındaysa, çaresi yok kardeşim, her akşam böyle içip, kederlenip, mutsuz olacaksın…
AZ KAZANANDAN AZ VERGİ ALMAK
Postmodern dünyanın bir ürünü olan HDP de, soğuk savaş dönemi sosyal demokrat partisi CHP gibi sağlığa “herkese eşit, ücretsiz sağlık” diyerek başlıyor. HDP, CHP’ye göre bir tık önde. Örneğin en azından “performans” sisteminde iyileştirme yerine, bu sistemi kaldıracağız diyor. Gerçi HDP de “sosyalleştirme” sözcüğünü ağzına almıyor, fakat en azından bazı “demokratikleştirme” mekanizmaları vaat ediliyor.
Ancak HDP’nin vaatlerini nasıl yerine getireceğine ilişkin ipuçları, beyannamenin “Hakça Dağıtım Programı” kısmında gizli. HDP burada, sağlık hizmetlerinin kaynağını, “gelir ve servete göre artan oranlı bir sistemle, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi” alınacak bir vergi sistemiyle çözeceğini iddia ediyor. Yani HDP düzeninde yine “zenginler” (sermaye) olmaya devam edecek, fakat bugün olduğundan daha fazla vergi ödeyecekler.
Acaba kendilerinin “solcu” olduğunu, “emekçilerden yana” olduğunu düşünen (hatta bir kısmı kendisine “komünist” dahi diyor), fakat gönlünü (yoksa şahsi ikbalini mi?) HDP’ye kaptırmış olanlardan bu beyannameyi okumuş olan var mıdır? Varsa, çok merak ediyorum, bir ülkede “gelir eşitsizlikleri” varken, nasıl “hakça bir düzen” kurulabilecek? Kaynaklara “adil” erişimin sağlandığı bir ülkede, vergilendirme yoluyla hafifletmeye çalışılan “gelir eşitsizliğinin” kaynağı ne olabilir?
HDP de CHP gibi (belki CHP’den birkaç tık ileride) “düzenin” iyileştirilmesini hedefliyor. Örneğin düzenin bir parçası olan “mevsimlik işçi” sorununu, “ortadan kaldırılması” gereken bir sorun değil, mevsimlik işçilerin durumunun “iyileştirilmesi” gereken bir sorun olarak görüyor. Aynı yaklaşım işçi sağlığı konusunda da geçerli. HDP, mevcut durumu veri alıyor.
ASLOLAN DEĞİŞİMDİR
Günümüzde ne Türkiye’nin, ne de herhangi bir kapitalist ülkenin, “düzen” değişmeksizin çözülebilecek tek bir sorunu kalmamıştır. Bu sağlık için de böyledir, eğitim için de, istihdam veya çevre sorunları için de.
Artık 21. yüzyılda sosyalizmin çözülmesi ve işçi sınıfı hareketinin gerilemesiyle birlikte “aslına rücu” etme şansı bulan kapitalizm, artık tarihe karıştığına inanılan birçok sorunun (köle ticareti, bulaşıcı ve salgın hastalıklar vb) yalnızca “üzerinin örtüldüğünü”, hiçbirinin çözülmediğini kanıtladı. Bugün dünyanın her yerinde birçok yazar, bugünlerde yaşanan olayları çoğu kez 1800’lerin ilk yıllarıyla, hatta bazen ortaçağ dönemiyle kıyaslıyor.
Bu hafta sonu seçim var. Oy vermeye giderken lütfen bunları düşünün. Gerçekten üretimin amacı “kâr” olmaya devam ettiği, toplumsal yaşam “sermayenin” gereksinimlerine göre örgütlendiği sürece, herhangi bir toplumsal sorunun çözümü (hatta iyileştirilmesi) mümkün mü? Örneğin 25 Haziran’da sağlıkta herhangi bir şeyin, 24 Haziran’da olduğundan daha iyi olması için milyarda bir şans var mı?
O halde, elinizi vicdanınıza koyun ve yalnızca “düzeni değiştirmeyi” vaat eden adaylara oyunuzu verin. Diğerleri mi? Basın geçin!
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder