Türkiye tarihinin birkaç önemli “miladından”
biri olarak kabul edilen 12 Eylül faşist askeri darbesinin üzerinden 39 yıl
geçti. 12 Eylül Türkiye tarihinde bir milat oldu, çünkü 12 Eylül sonrasında
Türkiye’de hiçbir şey 12 Eylül öncesindeki gibi olmadı. Sağlık da öyle…
Sol Portal’ın 12 Eylül’ün ilk
dakikalarında (saat 00.02) girdiği bir haber, 12 Eylül’ün tıp ve sağlıkta neler
getirdiğinin acı bir örneği. Haberin başlığı “Cizre İcra Dairesi’nden satılıkdoktor ilanı”.
Haberden anlaşıldığı kadarıyla Özel
Botan Hospital isimli hastane icralık olmuş ve icra dairesi hastanenin “mallarını”
satılığa çıkartmış. “Mallar” arasında tıbbi cihaz ve medikal ürünler yanında, “22
adet tabip kadrosu” yer alıyor. Detaylara bakınca hastanenin çeşitli
branşlardaki hekim kadrolarının 44.520 TL’den başlayan fiyatlarla satılığa
çıkartıldığı görülüyor.
12 Eylül öncesinde Türkiye’de, günün
birinde bir İcra Dairesi’nin böyle bir ilan verebileceği “hayal” dahi
edilemezdi. TRT’de “Seksenler” isimli bir dizi ve bu dizinin “46’lık Basri”
isimli bir karakteri var. Basri hemen her bölümde “bir gün gelecek…” diye
başlayan cümlelerle 12 Eylül’den sonra yaşamın nasıl değiştiğini anlatır. Emin
olun tıpta ve sağlıkta 12 Eylül sonrası satılık hekim kadrosu ilanlarına da alışılacağını
Basri bile öngöremedi.
Bu ilan 12 Eylül ile birlikte tıbbın
ve sağlığın nasıl “metalaştırıldığını” daha anlaşılır bir ifadeyle “alınır –
satılır mal” haline getirildiğini çok açık bir biçimde özetliyor.
Daha önce de birçok yazımızda
belirttik. Devrimlerin ve karşı devrimlerin “ilk” ele aldığı konuların başında
sağlık gelir. Bu istisnasız tarihteki bütün devrimlerde ve karşı devrimlerde
böyle olmuştur ve kesinlikle tesadüf değildir.
1917 Ekim Devrimi’nin yayınladığı ilk
kararnamelerin sağlıkla ilgili olması, Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın
önderlerinin daha ortada Türkiye Cumhuriyeti yokken, 1920 yılında Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanlığı’nı örgütlemesi, “ilk” yasaların sağlıkla ilgili olması tesadüf
değildir.
Sınıfın Sağlığı okurları, geçen hafta
yayınladığımız “Şili Dersleri” başlıklı makalemizde, Pinochet’nin de karşı
devrim yapar yapmaz “ilk” olarak Allende’nin sağlık politikalarını tersine
çevirdiğini anımsayacaklar. 12 Eylül darbecileri de ilk iş olarak “sosyalleştirmenin”
önemli bir unsuru olan Tam Gün Yasası”nı kaldırdı, Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB)
kapattı ve “yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyen TTB yöneticilerini tutukladı.
Bunların da hiçbiri tesadüf değil.
Yanlış anlaşılmasın. Türkiye’de tıp
ve sağlık ortamı 12 Eylül öncesinde güllük – gülistanlık değildi. Aksine
milyonlarca emekçi sağlık güvencesinden yoksundu. Muayenehane tezgahından
geçmeden tedavi, bıçak parası ödemeden ameliyat olmak emekçiler için mümkün
değildi. Fakat aynı zamanda 1960 Anayasası sağlığı yurttaşlar için bir “hak” ve
devlet için bir “yükümlülük” olarak tanımlıyordu ve Türkiye’deki ilerici
güçler, sağlık hizmetlerinin metalaştırılmasının, özelleştirilmesi ve
piyasalaştırılmasının önüne geçebilmek için mücadele ediyorlardı.
12 Eylül faşist darbesinin dayattığı
1982 Anayasası sağlığı bir “hak” olmaktan çıkarttı ve sağlığın özelleştirilmesi
ve piyasalaştırılmasının önünü açtı. 12 Eylül’den sonra işbaşına gelen
hükumetler, “istisnasız”, sağlıkta özelleştirme ve piyasalaştırmayı bir “bayrak
yarışı” haline getirdiler, birinin bıraktığı yerden diğeri devraldı ve AKP de
son rötuşları yaptı.
Sağlık Ocakları sistemine son
verilerek, Aile Hekimliği sistemine geçildi ve böylece birinci basamak özelleştirildi.
Devlet hastanelerinde performans ve döner sermaye sistemine geçildi ve sağlık
tamamen piyasalaştırıldı. Sağlık güvencesi, önce katkı ve katılım paylarıyla,
kullanıcı ücretleriyle, daha sonra akla hayale gelmeyecek ücretlendirmelerle ortadan
kaldırıldı, SGK’lılar hastaneye gittiklerinde ellerini ceplerine atmaya
alıştırıldı ve bugünlerde de utanmadan, sosyal güvenceniz yetmiyorsa “tamamlayıcı
sigorta” yaptırın diyorlar.
Kuşkusuz bütün bu süreçler, işçi
sınıfının sosyalizmden uzaklaşmasına paralel yürüdü. İşçi sınıfı sosyalizmden
uzaklaşmasaydı, 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı tahribat 1990’lı yıllarda
giderilebilir, en azından tıpta ve sağlıkta bugünkü içler acısı tablonun
gelişmesine izin verilmeyebilirdi. Oysa işçi sınıfının geri çekilişini fırsat
bilen sermaye, 12 Eylül öncesinde yükselen sınıf mücadelesi karşısında sağlık
alanında vermek zorunda kaldığı bütün ödünleri geri alabildi.
Bugün Türkiye’de tıp ve sağlık
ortamına egemen olan politika, “paran kadar sağlık” politikasıdır. İnsanlar gereksinim
duydukları sağlık hizmetlerine “paraları” ölçüsünde erişebilmektedir. Parası
olmayanlar kendilerine ayrılan 3 – 5 dakikada hekime dertlerini anlatmaya
çabalarken, parası olanlar arabalarını hastanenin kapısındaki valeye bırakıp,
hostesler eşliğinde hekimin yanına çıkmakta, gereksindiği hizmeti alana kadar
hekimiyle birlikte olabilmektedir.
Kuşkusuz bu durum sonsuza dek böyle
devam etmeyecek. Yazımızın başında da belirttik, devrimler ve karşı devrimler “ilk”
iş olarak sağlığı ele alır. Biz de yarın devrimimizi gerçekleştirdiğimizde “ilk”
iş olarak tıbbı ve sağlığı emeğin gereksinimlerine göre örgütleyeceğiz.
Kimsenin kuşkusu olmasın.
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder