Translate

4 Temmuz 2019 Perşembe

Ekmek kavgası


Bugün (3 Temmuz 2019) kadim dostumuz Dr. Zeki Gül, Evrensel gazetesindeki köşesinde “Fırınlar neden kapatılmalı” başlıklı bir yazı yayınlamış. Dahiliye uzmanı olan dostumuz, ekmeğin politik ekonomisini hekim gözüyle irdelemiş. Ben bir kısmını buraya aktarıyorum fakat yazının tamamını okumanızı öneririm.




Daha önce beslenme konusunda kaleme aldığımız yazılarda belirtmiştik; ekmek üretimi sermaye için oldukça kârlı alanlardan biridir. Ancak ekmek kapitalistlerinin kârlarını arttırmaları için, diğer kapitalistlerden biraz daha fazla “çaba” harcamaları gerekir. Bunun nedeni, ekmeğin işçi sınıfının kendisini yeniden üretebilmesinde oynadığı kritik roldür.


Sermaye (veya sermaye adına devlet), işçi sınıfının kendisini yeniden üretebilme maliyetini olabildiğince düşük tutmak için, ekmek fiyatını kontrol altında tutar. O halde ekmek kapitalisti, ekmeğin fiyatını çok arttırmadan kârını arttırmanın yollarını bulmak zorundadır. Kuşkusuz sermayenin organik aydınları ellerinden geleni yaparak, patronlarına yol gösterirler. 

AĞIRLIK AZALIRKEN BOYUT NİYE DEĞİŞMİYOR?

Gül, hükumetlerin ekmeğe “açık” zam yapılmasına izin vermediğini, bu nedenle ekmekte zammın “fiyat arttırılarak değil, gram azaltılarak” yapıldığını belirtiyor. 1950’de 950 gram olan ekmek, 1970’lerde 600, 1980’lerde 500 ve 1990’larda önce 300, sonra 200 grama kadar düşürülmüş. 

Fakat vatandaşın bu durumu fark etmemesi için, ekmeğin “hacmi” sabit tutulmaya çalışılmış. Yani 50 yıl içinde ekmeğin ağırlığı neredeyse beşte bire düşmüş, fakat “hacminde” ciddi bir değişiklik olmamış. Ekmek alanlar, her on yılda bir daha “hafiflemiş” fakat neredeyse aynı boyutta ekmek almışlar. Kapitalist ekmek sanayicileri bunu ekmeğe koydukları “hacim arttırıcı” katkı maddeleriyle sağlamışlar.

MESELE HACİMLE BİTMİYOR

Gül, günümüzde ekmek kapitalistlerinin, ekmek üretiminde 10’dan fazla katkı maddesi kullandıklarını belirtiyor. Bu katkı maddelerini kullanmaktaki amaçları kârlılığı arttırmak. Gül’e göre bu katkı maddelerinin hiçbiri ekmek üretimi için “gerekli” değil, ekmeği yalnızca un, maya, tuz ve suyla üretebilirsiniz.

Fakat kapitalist, ekmeğin “raf ömrünü uzatmak” veya daha “beyaz” görüntü vermek çeşitli katkılar kullanıyor. Yine asiditeyi arttırmak, su kaldırma oranını yükseltmek için başka katkı maddeleri var. Neticede ekmek, Gül’ün de yazısında belirttiği gibi “ekmek” olmaktan çıkıyor ve “ekmek diye satılan ürüne” dönüşüyor.

BUNLARIN SAĞLIĞIMIZA ETKİLERİ?

Dahiliye uzmanı olan Dr. Gül, geleneksel olarak “katışıksız” un, su, maya ve tuz kullanılarak yapılan ekmeğin aşırı tüketilmediği takdirde sağlık için zararlı olmadığını, fakat bugün “ekmek diye satılan” ürünün çok zararlı olduğunu söylüyor. Eskiden diyabetiklerin oranı yüzde 4 ve şişmanların oranı yüzde 10 iken, bugün her 100 kişiden 17’si diyabetik olmuş. Avrupa’da diyabet ve obezitede şampiyon olmuşuz.

ÇÖZÜM VAR MI?

Gül yazısında ekmek konusunda provokatif bir çözüm öneriyor: “Evet, sağlıklı toplum adına cümle ekmek fırınları, unu öğütmek dışında ek işleme tabi tutan tüm un fabrikalarının kapatılmasını tartışma zamanı geldi. Şimdi, evde un gibi undan biraz da maya, su ve tuz ile ekmek yapma zamanı”.

Üzülerek dostumuzun çözüm önerisine katılamayacağımızı belirtmek istiyoruz. Birincisi, herkesin “evinde” ekmek yapması hem günümüzde “pratik” değil, hem de toplum içinde bunu yapamayacak çok sayıda insan var (örneğin yaşlılar, engelliler, kurumsal ortamlarda yaşayanlar vb).

İkinci olarak “unu öğütmek dışında ek işleme tabi tutan tüm un fabrikalarını” kapatmak yerine “devletleştirmek” ve devleti yurttaşlarının sağlıklı (yeterli ve dengeli) beslenmesinden sorumlu kılmak daha “akılcı” bir çözüm gibi duruyor. Zaten ekmek gibi temel bir gıdayı “özel sektöre” ve kapitalistlerin insafına bırakmak yanlış değil mi? Devletleştirilen fabrikalarda katkı maddelerinin kullanımı yasaklanabilir ve kamusal olarak denetlenebilir.

MESELEYE DAHA DERİNDEN BAKMALI

Meseleye biraz daha “derin” bakıldığında, çözüm “kendiliğinden” ortaya çıkıyor. İnsanlar “dünya” gıda ve beslenme sektörünün “bir avuç” tekelin elinde olduğuna bir türlü inanamıyor (belki de inanmak istemiyor) ve “abarttığımızı” düşünüyorlar. Bunun nedeni beslenme konusunu, kendi “çarşı – pazar” deneyimleri ve medyada okudukları çerçevesinde değerlendirmeleri. İnsanlar, köylünün tahılı tarlasında yetiştirip sattığını, “aracıların” üzerine kâr koyarak ekmek üretenlere sattığını, bunların da ekmek yapıp bize sattığını “görebiliyorlar”.

Oysa dünya tahıl ticaretinin yüzde 90’ı, ABCD grubu da denen, ADM, Bunge, Cargill ve L. Dreyfus şirketlerinin elinde. Bu şirketler hem tahıl üreticilerine girdi sağlıyor, hem de ürünlerini “tek” alıcı olarak istediği fiyattan satın alıyor ve ekmek üreticilere istediği fiyattan satıyor. Yirmi birinci yüzyılda yok öyle kendi kafasına göre buğday eken köylü. O köylüler geçen yüzyılın “romanlarında” kaldı. Kendi kafasına göre iş yapmaya kalkanlar, kısa sürede iflas edip, piyasadan siliniyor.

Belki “eski güzel günlere” dönmek artık olanaksız, fakat ABCD grubunu dağıtmak ve tahıl üretimini denetim altına almak “kapitalizm” koşullarında dahi mümkün. Kuşkusuz bir şartla: işçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesi şartıyla… Şüphesiz sorunların asıl çözümü yalnızca sosyalimle mümkün. Ekmek kavgası ancak sosyalizmle biter.

Akif Akalın





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder