İnsan herhalde canlılar içinde en
meraklı olanı. Her şeyi merak ediyor, nedenini niçinini sorguluyor ve ancak
şöyle veya böyle bir açıklama üreterek rahatlayabiliyor. Bugünlerde de en büyük
derdimiz koronavirüs. Öyle ya, durduk yere nereden çıktı bu virüs?
İnsan tarih boyunca çok, ama çok uzun
yıllar, hastalıkların tanrı(lar) tarafından verilen cezalar olduğuna inandı. Bu
inanç insanların bazılarında günümüzde de devam ediyor. Ben meslek yaşamım
boyunca birçok insanın çaresiz bir hastalığa yakalandığında “tanrım ne günah
işledim de bana bu hastalığı verdin” dediğine tanık oldum.
Fakat zamanla insanın bilgisi,
görgüsü arttıkça, deneyimlerinden dersler çıkartmaya başladıkça, hastalıkların
başka nedenleri de olabileceği düşünülmeye başlıyor. Tarihte bu konuda ilk
adımı atan, bizim topraklardan biri: Hitit kralı 2. Murşili.
MÖ 1321 – 1295 arası yaşadığı tahmin
edilen Murşili’nin dramatik bir öyküsü var. Babası Kral 1. Şuppiluliuma Mısır
seferinden döndükten sonra vebaya yakalanıyor ve yaşamını yitiriyor. Yerine
abisi tahta çıkıyor, fakat çok kısa bir süre sonra o da vebadan ölüyor. Murşili
henüz 20 yaşındayken Kral oluyor ve halkına başlarına gelen bu felaketlerin
nedenlerini açıklarken, veba salgınının babasının Mısır’dan getirdiği tutsaklarla
gelmiş olabileceğini söylüyor.
Bu bildiğimiz kadarıyla insanların
hastalıkların nedenlerine ilişkin ilk “laik” açıklaması. Fakat hemen aynı
dönemde kaleme alındığı kabul edilen Tevrat’ın, hastalıkları bir tanrısal ceza
olarak tanımlamaya devam etmesine rağmen, Murşili’nin düşüncesini de yabana
atmadığını ve cüzzam hastalarının hastalıklarını sağlıklı insanlara
bulaştırmamaları için uzaklaştırılmaları (izole edilmeleri) gerektiğini yazdığı
görülüyor (Leviticus bölümünde).
Kısa bir süre sonra Yunanistan’da
Hipokrat “salgın” hastalıkların adını koyuyor: Epidemi. Tarih MÖ 400’ler.
Hipokrat salgın sözcüğünü bugün kullandığımız anlamda, “bir ülkede dolaşan veya
yayılan” hastalıkları tanımlamakta kullanıyor ve bu başlıkta ciltlerce kitap
yazıyor. Artık insan hastalıkların nedenleri konusunda birkaç bin yıl öncesine
göre çok daha bilinçli.
Ancak birkaç yüzyıl sonra Avrupa’da
insan bilinci Kilise’ye teslim oluyor. Bilimi tekeline alan Kilise, insanın
merak duygusunu engizisyonlarla bastırıyor. Hipokrat unutuluyor ve hastalıklar
yeniden tanrısal cezalar olarak görülmeye başlanıyor. Tıp Kiliseyle
bütünleşiyor ve uzun süre karanlıkta kalıyor.
İlginçtir, insanı bu karanlıktan
çekip çıkartan yine veba oluyor. 1400’lü yıllarda yaşanan ve Avrupa nüfusunun
dörtte birini öldüren veba salgını, insanların canlarını kurtarabilmek için
yüzlerini Kilise yerine “bilime” dönmelerine ve tarihteki ilk “karantina tedbirlerini”
almalarına yol açıyor. Hem de İtalya’da, yeryüzünde Kilisenin en güçlü olduğu
yerde, salgın hastalık “dünyevi” tedbirlerle durdurulmaya çalışılıyor.
Bundan sonrasını biliyorsunuz.
İnsanlar bilimde ilerledikçe hastalıkların nedenlerini daha iyi açıklamaya ve
hastalıklarla daha bilinçli mücadele etmeye başladılar. Fakat “bütün” insanlar
değil elbette… Hala, 21. yüzyılda, Murşili’den neredeyse 3 bin 300 yıl sonra
dahi koronavirüsün nedenlerini yeryüzünde, üretim ilişkilerimizde, maddi yaşam
koşullarımızda aramak yerine, gözlerini göklere dikenler hiç de az değil.
Koronavirüsün nedenleri konusunda her
akşam ekranlarda ahkam kesenleri biliyorsunuz. Gelin biraz da koronavirüsün
laboratuvarda imal edildiğini söyleyenleri bırakıp, gözlerini yıldızlara
dikenlere kulak verelim.
Meşhur astrolog Susan Miller’a
sorarsanız, yeni koronavirüs Plüton gezegeninin başımıza sardığı bir beladır.
Astrologlar Plüton’un büyük miktarda para, büyük insan toplulukları ve
virüslerle ilgili olduğunu söylüyor.
Mesele şöyle izah ediliyor. Plüton
oğlak burcuna girmiş. Bu arada Jüpiter de oğlak burcundaymış ve aralarında 6
derecelik bir açı oluşmuş ki bu çok nadir rastlanan bir durum. Jüpiter aslında
çok şen şakrak, gönlü bol bir gezegen, fakat bu Plüton'la böyle bir açıda temasa
girince kıyamet kopmuş. Jüpiter'in cömertliği ile azan Plüton’un virüsleri
pandemiye neden olmuş.
İnanmıyor musunuz? Siz bilirsiniz.
Dünyada (ve Türkiye’de) Susan Miller’a inanan kaç “milyon” kişi var biliyor
musunuz? Siz eksik de kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder