21. yüzyıla artık çok eskilerde
kaldığını sandığımız bulaşıcı ve salgın hastalıklarla girdik. Bir yanda bugünkü
gençlerin adını dahi duymadığı bazı hastalıklar hortluyor ve yeniden sağlık
sorunu haline geliyor, diğer yanda hiçbirimizin tanımadığı yepyeni virüsler,
yeni hastalıklar türüyor. Bu yazıda yaşananların tesadüf olmadığını,
gıdalarımızın “nasıl” ve “ne amaçla” üretildiğiyle “doğrudan” ilişkili
olduklarını anlatmaya çalışacağım.
Çoğumuz şehirlerde, tarım
alanlarından oldukça uzakta yaşıyoruz. Elbette dünyada hala Türkiye gibi şehirlerin
kenarlarında, kıyılarda köşelerde küçük çiftliklerin olduğu, birkaç saat
mesafedeki mandradan yoğurt alabildiğiniz ülkeler var. Fakat “genele” baktığınızda,
üretimin esas olarak çok-uluslu dev şirketler tarafından, dünyanın adını
duymadığımız yerlerinde yapıldığını anlıyoruz.
AĞAÇ KESME DEĞİL, ORMANSIZLAŞTIRMA
Danone, Kellogg veya Unilever’in tarımsal
üretim yaptığı yerlere baktığımızda, bu alanların çok kısa bir süre öncesine
kadar insanların yaşamadığı ormanlık alanlar olduklarını görüyoruz. Şirketler
işlerini “ucuza” getirmek, maliyetlerini düşürmek için bu bölgeleri
“ormansızlaştırıp” tarıma açtılar. İşte Pandora’nın kutusu böyle açıldı.
Bugüne kadar balta girmemiş ormanlar
içinde “kendi hallerinde” yaşayan patojen (hastalık yapan) organizmalar, gün
yüzüne çıkmaya, önce hayvanlara ve sonra insanlara geçmeye başladı.
Kimileri bunun binlerce yıldır devam
eden bir pratik olduğunu, her yerde köylünün orman kesip kendisine tarım alanı
kazandığını söyleyebilir ve günümüzün sağlık sorunlarıyla bunların bir ilgisi
olmadığını düşünebilir.
İki pratik benzer görünse de, bu
pratiklerin “ölçekleri” kıyaslanamayacak kadar farklı. Köylünün, köyünün
girişindeki ormanda birkaç bin ağaç keserek açtığı tarım alanının “ekosistem”
üzerinde ihmal edilebilir bir etkisi olurken, çok-uluslu şirketler milyonlarca
ağacı keserek “ekosistemi yok ediyor”.
VİRÜS HAVUZLARI
Diğer yandan kapitalist işletmeler,
doğada asla bir araya gelemeyecek sayıda hayvanı, hem de tek tür halinde bir
araya toplayarak, bir tür “monokültür” oluşturuyorlar. Bir türden onbinlerce
hayvanın bir araya getirildiği bu mekanlarda hayvanlar hastalık yapıcı
mikroorganizmalara karşı bağışıklık yanıtı veremez hale geliyor ve normalde
hayvanların bir bölümünü etkileyebilecek bir salgın, bütün hayvanlara
yayılıyor.
Burada sözcüğün tam anlamıyla bir
virüs havuzundan söz ediyoruz. Virüslerin kaynaştığı ve yeni, insanlara da
geçebilen sujlar üretebildiği hastalık havuzları. Sonunda bu sujlardan biri,
günün birinde bu çiftliklerde çalışan birine veya bu ürünleri satan bir
pazarcıya ya da ürünü hijyen koşullarına çok dikkat etmeden tüketen bir
tüketiciye geçmenin bir yolunu buluyor.
Bu süreçlerin sonunda, tamamen
kapitalist üretim tarzı tarafından üretilen ve etrafa yayılan hastalık yapacı
mikroorganizmalar karşımıza kâh Ebola, kâh koronavirüs olarak çıkıyor.
NE YAPMALI?
Yeni koronavirüs gibi hastalık yapıcı
yeni mikroorganizmalar ortaya çıkıp insanları hasta etmeye başladığında nasıl
tedavi edeceğimizin telaşına düşecek yerde, bunların daha baştan ortaya
çıkmalarına izin verilmemelidir.
Bunun için kapitalist tarım
işletmeleri kapatılmalı ve tarımda kâr amaçlı üretim yasaklanmalıdır.
Tarımsal üretim devlet tarafından,
toplumun gereksinimlerine göre örgütlenmelidir.
Bütün tarımsal pratikler önce insan
ve çevre sağlığına etkileri bakımından değerlendirilmeli, güvenli bulunmayan
hiçbir pratiğe izin verilmemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder