MAKUL GÖRÜNEN AÇIKLAMALAR
Belçikalı yetkililere sorarsanız,
Belçika’nın COVID 19 pandemisinde dünyadaki en ağır hasarı almış “görünmesinin”
nedeni, dünya üzerinde yalnız Belçika’nın “gerçek” ölüm rakamlarını bildirmesiymiş.
Belçikalı yetkililer, bazı ülkelerin yalnızca hastanelerde ölenleri, diğerlerinin
yalnızca COVID 19 testi pozitif olan ölümleri bildirdiklerini ve bu nedenle
ölüm sayılarının çok düşük göründüğünü, oysa Belçika’nın “klinik” olarak COVID
19 tanısı alan bütün ölümleri, ister kurumsal ortamlarda, isterlerse evlerinde
ölmüş olsunlar “eksiksiz” bildirdiğini söylüyorlar.
Belçika’daki ölümlerin yarısından
fazlasının hastaneler dışında gerçekleştiği dikkate alınırsa, bu ölümlerin
COVID 19 nedeniyle ölüm olarak bildirilmemesi halinde Belçika’da 1 milyon nüfus
başına ölüm sayısı 400 civarında olacak ve Belçika, bu bakımdan İngiltere,
İtalya, İspanya, İsveç ve Fransa’nın gerisinde kalacaktı. Eğer iddia doğruysa
(ki olabilir), Belçika sıralamada daha aşağılara iner, fakat salgın
karşısındaki performansını kesinlikle iyileştirmez. 1 milyon nüfus başına
ölümde birincilikten, altıncı veya yedinciliğe geriletir, o kadar.
COVID 19 salgını konusunda hükumetin
Bilim Kurulu’nun sözcülüğü üstlenen Viroloji uzmanı Profesör Steven Van Gucht, Belçika’da
ölüm bildirimlerini yalnız ölüm tanısı koyan hekimlerin yaptığını ve bu tanı
üzerinde başka hiçbir otoritenin tasarrufu bulunmadığını, oysa başka ülkelerde
sürecin böyle yürümediğini ve farklı protokoller izlendiğini belirtiyor. Bu
durumda hekim test pozitif çıkmamış olsa da, klinik tablo COVID 19’a işaret
ediyorsa, tıbbi kanaatini kullanarak ölüm nedenini COVID 19 olarak
bildirebiliyor.
Belçika’da ölümlerin yüksek olmasının
bir nedeninin de “kültürel” olabileceği ifade ediliyor. Belçika, Avrupa’da hem
65 yaş üzeri nüfusun en yüksek olduğu ve hem de insanların yaşlı yakınlarını bakımevlerine
en çok terk ettiği ülkelerden biri. COVID 19’un en çok bu nüfusta ölümcül
olduğu göz önüne alındığında, bu açıklama oldukça makul görünüyor. Ailelerinin
yanında ayrı ayrı yaşamak yerine, bakımevlerinde toplu halde yaşayan yaşlılar,
salgının en savunmasız mağdurları oluyor ve Belçika’daki ölümlerin 3.500
kadarını bakımevlerindeki yaşlılar oluşturuyor.
PEKİ, BELÇİKA SALGINI NASIL YÖNETTİ?
İşin doğrusu, Belçika da, diğer
kapitalist ülkeler gibi, salgını uzun süre, elden geldiğince sermaye birikimine
halel gelmeyecek ve patronların kazançlarına dokunmayacak şekilde yönetmeye
çalıştı. Belçika dünyada COVID 19 salgınının ilk eriştiği ülkelerden biri
olmasına rağmen salgını kontrol altına almak için gereken tedbirleri uzun süre
almamakta sözcüğün tam anlamıyla “direndi”.
Belçika’da ilk COVID 19 vakası 4
Şubat’ta tespit edildi. Wuhan’dan Brüksel’e getirilen dokuz Belçikalı’ya
yapılan testlerde, bir Belçikalı’nın testi pozitif çıktı. Belçika buna rağmen
virüsün yurt dışından girişini önlemek için gerekli tedbirleri almadı ve daha
sonra Türkiye’deki “umre dönüşü” olayına çok benzer biçimde, Şubat tatilini
İtalya’nın kayak merkezlerinde geçirenlerin dönüşünde, turizme halel gelmesin
diye, turizm şirketlerini rencide etmemek için, gerekli karantina tedbirlerini
almayarak, virüsün Belçika’ya bu kez İtalya’dan girmesine ve ülkenin her yerine
hızla yayılmasına seyirci kaldı.
Belçikalı yetkililer Mart ayının
başından itibaren vaka sayılarının hızla artmasına rağmen, ülkede karantina
ilan etmediler, işyerlerini ve okulları kapatmadılar ve yaşamı salgın yokmuş
gibi sermayenin çıkarlarını gözeterek sürdürmeye çalıştılar. Bilim Kurulu üyesi
Viroloji uzmanı Profesör Steven Van Gucht, en kötü senaryoda Belçika’da 13 bin
kişinin enfekte olacağını, bunlardan 2 – 3 bin kadarının hastane tedavisine
gerek duyacağını ve hastanelerde tedavi edilecek olanların da en çok 500 – 700
kadarının yoğun bakım gereksinimi olacağını tahmin ettiklerini açıkladı.
Belçika sağlık sistemine ve tıbbi
teknolojisine çok güveniyordu. Eğer bu senaryo gerçekleşseydi, Belçika
gerçekten pandemiyi kayıpsız atlatabilirdi. Gerçekten Belçika’da COVID 19
ölümlerinin bu kadar yüksek olması konusunda birçok şey sorumlu tutulabilir
fakat tıbbi teknoloji yetersizliği asla suçlanamaz. Belçika çok zengin ve tıbbi
teknolojiye oldukça yüksek yatırımlar yapan bir ülke, ancak bu salgında tıbbi
teknoloji Belçikalı mağdurların yaşamını kurtarmaya yetmedi. Belçika salgın
boyunca hiçbir zaman yoğun bakım yatağı veya ventilatör sıkıntısı yaşamadı.
Hatta salgının pik yaptığı dönemde bile yoğun bakım yataklarının en çok yüzde
60’ı doldu.
KARANTİNA TEDBİRİ ALMAMAK İÇİN SONUNA KADAR DİRENEN BİR ÜLKE
Belçikalı yetkililerin salgını
seyrettiği süreçte vaka sayılarındaki artışa ölümler eklenmeye başladı. Basından
eleştiriler yükseliyordu. Bunun üzerine Belçika hükumeti 10 Mart’ta ülkede bin
kişiden kalabalık “kapalı alan” etkinliklerinin yapılmamasını “tavsiye” etti. Ancak
kimse bu “etkinliklere”, işçilerin bin kişiden kalabalık bir halde bir arada
bulunduğu işyerlerindeki çalışmanın dahil olup olmadığını sormadı. Sanki virüs
konserlere katılanlara bulaşıyor, ama fabrikalarda çalışanlara bulaşmıyormuş
gibi davranıldı.
Salgının başından beri, bu salgından
en çok yaşlı nüfusun etkileneceği biliniyordu. Hatta Belçika hükumetinin Bilim
Kurulu üyeleri dahi bu konuda endişelerini ifade ediyorlardı. Ancak Belçika, 11
Mart’a kadar yaşlı bakımevlerini ziyaretçilere kapatmadı. Bu tedbirden sonra
bakımevi yöneticileri hükumetten kurumlarda kalanlara test yapılmasını ve
kurumlara kişisel koruyucu donanımlar verilmesini talep ettiler fakat nafile…
Hükumet ancak 1 Nisan’da bakımevlerinde kalanlara test yapmaya “söz verdi”.
Kamuoyundan tepkiler daha da yükselince,
bu kez 12 Mart günü Ulusal Güvenlik Konseyi toplandı. 13 Mart tarihinden
itibaren okulların, kafelerin, diskoların, lokantaların ve sportif
etkinliklerin tatil edildiği duyuruldu. Fakat üretim ve ticaret devam edecekti.
Bu nedenle sokağa çıkma kısıtlaması getirilmedi. Belçika sınırlarında ancak 20
Mart’ta kısmi kısıtlamalar getirebildi. 25 Mart’tan itibaren yurtdışından
gelenlere havaalanlarında “lütfen 14 gün evinizde kalın” diyen el ilanları
dağıtılmaya başlandı.
Belçika’nın en büyük sağlık sendikası
olan BVAS/ABSyM, 12 Mart’ta yayınladığı bir bildiriyle hükumetin “mış gibi”
yapmasını eleştirdi ve ülkede “gerçek” bir karantina ilan edilmesini talep
etti. Aynı gün ülkenin çeşitli üniversitelerinden bilim insanları, hükumetin
Bilim Kurulu’nun iki üyesinin de imzasıyla, hükumetin tedbirlerinin salgını
durdurmaya yetmeyeceğini ve daha sıkı tedbirler alınması gerektiğini
açıkladılar. Knokke-Heist belediyesi başkanı Leopold Lippens, hükumeti
dinlemeyerek belediye sınırlarında bütün okul ve işyerlerini kapatarak, gerçek
bir karantina uygulamaya başladı.
SERMAYE, BELÇİKA HÜKUMETİNİN YANINDA
Belçika hükumetinin salgın
karşısındaki tutumunun eleştirilmeye başlanması üzerine Financial Times gazetesinde
26 Mart tarihinde, Belçika’nın salgın yönetimini öven bir yazı yayınlandı.
Belçika’da dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar şeffaf bir salgın yönetimi
olduğunu savunan gazete, gündelik verilerin hükumet yetkilileri tarafından
değil, “Bilim Kurulu” tarafından ilan edilmesini de buna kanıt gösterdi. Sermayenin
güçlü seslerinden De Standaard da Nisan başında, Bilim Kurulu üyesi Steven Van
Gucht’ı “soğukkanlılığı, fevkalade açık ve empatik olması” nedeniyle övüyordu.
Ancak Nisan ortalarında Belçika’nın nüfusuna göre ölüm hızında dünya liderliğine oturmasından sonra sermaye tam bir sessizliğe
büründü. Salgın üzerine tek söz etmeyen sermaye, hükumeti savunmayı veya
eleştirenlere yanıt vermeyi bıraktı ve sermaye gazeteleri “başka” konularla
ilgilenmeye başladılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder