Ağustos sonuna geliyoruz ve toplum düzeyinde hiçbir ciddi tedbir alınmadığı için çoktan kontrol altına alınmış olması gereken salgın “tam gaz” devam ediyor. Sağlık Bakanlığı bu hafta vaka sayılarını bin – bin 500 bandına taşıdı. Konunun uzmanları bu rakamın üç, beş hatta on ile çarpılması gerektiğini düşünüyor.
Süreç devam ederken ileride “ibretle
ve utançla” anımsayacağımız olaylar yaşamaya devam ediyoruz. Dardanel
fabrikasının siparişlerini yetiştirebilmek için nasıl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu’ndan
“kapalı devre çalışma” ucubesini çıkarttığını anımsayacaksınız. Ev karantinasında
olan hasta işçiler (PCR pozitif) Kurul kararıyla işyerine çağrılmış ve hasta
olmayan işçilerle birlikte çalıştırılmışlardı.
Bugün de medyaya yeni bir utanç
vesikası düştü. Olay Türkiye’nin en önemli “bilim” kurumlarından birinde, göz
bebeğimiz Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) yaşanıyor.
Öykü Ağustos başında ODTÜ
yemekhanesinde çalışan iki işçinin PCR testlerinin pozitif çıkmasıyla başlıyor.
İşçiler COVID 19 hastası olduklarını öğrenince, işyerindeki İş Sağlığı ve
Güvenliği (İSG) birimine başvuruyor ve durumlarını bildiriyorlar. ODTÜ’nün İSG
birimi işçilere, “önemli değil, maskenizi takın ve çalışmaya devam edin” diyor.
İSG birimleri 6331 sayılı yasa ile
işyerlerinde sağlık ve iş güvenliği tedbirleri alınmasını sağlamak için
örgütlenmiş kurumlar ve bu kurumlarda işyeri hekimleri ve iş güvenliği
uzmanları (mühendisler) görev yapıyor. Bu işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği
uzmanlarının “görevi” işçilerin sağlığını ve güvenliğini korumak, fakat tam
aksine işçilerin sağlığını ve güvenliğini onlar tehlikeye atıyor.
Gerçekten inanılır gibi değil.
ODTÜ’nün İSG birimindeki işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının COVID
19’un “bulaşıcı” bir hastalık olduğunu, hasta oldukları PCR testi ile
kanıtlanmış işçilerin hastalığı diğer sağlıklı işçilere bulaştırabileceklerini
bilmemeleri mümkün mü? Bu hastalığın “ölümcül” bir hastalık olduğunu
bilmiyorlar mı, gazete de mi okumuyorlar, TV’de haber de mi izlemiyorlar?
Ağustos ayının ikinci haftasında öykü
daha da korkunç bir hal alıyor. Hasta işçiler İSG birimi kendilerini hastalığı
diğer işçilere bulaştırmamaları için işyerinden uzaklaştırmadığı için kafeteryada
çalışmaya devam ediyorlar ve hastalığı kafeteryadaki diğer işçilere
bulaştırıyorlar. Ağustos ayının ikinci haftasında işyerinde PCR testi pozitif
işçi sayısı artıyor.
Hasta işçiler yine İSG birimine
gidiyorlar. Ne yapsınlar? Gidecek başka yer yok ki… Hastalığın kafeteryada
çalışan işçiler arasında yayıldığını, yeni hastaların ortaya çıktığını
söylüyorlar. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının umurunda değil…
Sonunda 19 Ağustos günü işçiler
bakıyorlar ki kendi sağlık ve güvenliklerini korumakla görevli olan İSG birimi
görevini yapmıyor, kendi sağlık ve güvenliklerini “kendileri” korumak için
direnişe geçiyorlar. İşçilerin iş bırakması üzerine ODTÜ rektörlüğü işçilerin
çalıştığı kafeteryayı 31 Ağustos tarihine kadar kapatmak zorunda kalıyor.
Hani yazılarımızda sık sık
kullandığımız “hangi derdime yanayım” ifadesi bu olayda da geçerli. Eğer İSG
birimindeki işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanları hastalığın işçiler
arasında yayılabileceğini “bilmiyorlarsa” nasıl işyeri hekimi, iş güvenliği
uzmanı oldular? Bildikleri halde gerekli tedbirleri almadılarsa neden ODTÜ
yönetimi soruşturma açmıyor? Artık tamamen unuttuğumuz Hipokrat yeminini,
mesleki etik değerleri saymıyorum bile…
COVID 19 bir gün bitecek, fakat
geride bıraktığı utanç vesikaları sonsuza dek bizimle kalacak.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder