Sağlık Bakanlığı’nın Mart ortalarında
bir generalin ölümü üzerine pandeminin ülkemize de ulaştığını kabul etmesinden
sonra hayatımıza yeni bir terim girdi: “Bilim Kurulu”.
Bakanlığın salgın sürecinde aldığı kararları ve uygulamaları meşrulaştırmak amacıyla oluşturduğu Bilim Kurulu’nu medyamız çok sevdi. Bütün gazeteler ve ekranlar hızla Bilim Kurulu üyeleriyle doldu. Öyle ki, Haziran’dan beri Bilim Kurulu üyelerinin yüzleri, dizi starlarınınkiler kadar tanınır hale geldi.
Kuşkusuz bu gelişmenin altında yatan
en önemli neden, medyanın toplumun büyük ilgisi olan pandeminin gidişi hakkında
Sağlık Bakanı veya Bakanlık yetkililerinden yeterli bilgi alamaması, hatta çoğu
kez bunlara “erişememesiydi”. Oysa Bilim Kurulu üyeleri kendilerini 7/24
medyanın emrine sunuyorlardı. Hatta bu durum Bilim Kurulu üyelerine “medya
profesörü” denmesine yol açtı.
Bilim Kurulu üyeleri giderek kendi
uzmanlık alanlarına girsin, girmesin her konuda konuşmaya başladılar. Zaman
zaman “birbirleriyle” çelişen açıklamaları olduysa da, asla Bakanla, Bakanlık
uygulamalarıyla çelişmemeye özen gösterdiler.
Haziran ayında salgına yönelik
tedbirlerin gevşetilmesinden sonra, Bilim Kurulu bu karar nedeniyle konunun
uzmanı başka bilim insanları tarafından eleştirildiyse de, medya bu
eleştirileri görmezden gelmeyi tercih etti. Bilim Kurulu üyeleri de “boş
meydanda” Bakanlığın yalnızca “bireysel tedbirlere” dayalı salgınla mücadele
stratejisini, her türden eleştiriden muaf olma güvencesiyle sürdürebildiler.
Ancak vaktiyle bazı Bilim Kurulu
üyelerinin, salgının biteceğini iddia ettiği Ağustos ayında, vaka ve ölüm
sayılarının tırmanışa geçmesiyle birlikte, Bilim Kurulu yalnızca diğer bilim
insanları tarafından değil, toplumun geniş kesimleri tarafından da sorgulanır hale
geldi.
Kendisine yönelik eleştirilerin
artması üzerine Bilim Kurulu üyesi Profesör Tevfik Özlü, bir radyo kanalına
verdiği röportajda daha fazla dayanamadı ve müthiş bir itirafta bulundu: “Maçlar
seyircili oynansın ya da oynanmasın, şurası açılsın ya da açılmasın gibi
kararları bugüne kadar hiç almadık. Böyle bir karar alma yetkimiz de yok zaten.
Sosyal medyadan bana yazıyorlar ‘niye şöyle yapmadınız? neden böyle karar
aldınız?’ gibi ama bizim böyle bir yetkimiz yok. Bilim Kurulu olarak biz karar
alamıyoruz."
Böylece takke düştü ve kel göründü.
Marttan beri her sözcükleri manşet olan Bilim Kurulu üyelerinin aslında salgın
yönetiminde hiçbir etkileri yoktu. Ertesi gün yaptığı basın toplantısında Sağlık
Bakanı Fahrettin Koca da, Tevfik Özlü’nün söylediklerini teyit etti.
Fakat bunların üzerinden neredeyse
bir hafta geçmesine rağmen, hala gazetelerin ve ekranların Bilim Kurulu
üyelerine eski ilgisinin devam ettiğini görüyoruz. Yine manşetlerde filanca
Bilim Kurulu üyesi şöyle dedi, falanca Bilim Kurulu üyesi böyle dedi gibi
ifadeler görülüyor. Yine ekranlarda haber spikerleri ikide bir Bilim Kurulu
üyelerine bağlanıyor, programlara Bilim Kurulu üyeleri davet ediliyor.
Profesör Tevfik Özlü’nün itirafı ve
Sağlık Bakanı’nın teyidi öncesi tamam, fakat 1 Eylül’den sonra medyanın hala
Bilim Kurulu üyelerinin peşinde koşmasını nasıl açıklamalı? Bilim Kurulu’nda
yer alan meslekdaşlarımızdan “öğrenebilecekleri” bir şey yok ki…
Mesela 21 Eylül’de okullar yüzyüze
eğitime geçecek mi, geçmeyecek mi? Profesör Tevfik Özlü daha ne kadar açık
söylesin, “kararı biz vermiyoruz” diyor. Yani yüzyüze eğitime geçilip
geçilmeyeceğini Özlü’den veya diğer üyelerden “öğrenebilmek” olanaksız. Özlü
olsa olsa bu konudaki “şahsi” düşüncesini ifade edebilir. O kadar.
Peki, Özlü’nün yüzyüze eğitme geçişe
ilişkin “şahsi” düşüncesi değersiz mi? Asla! Fakat takdir edersiniz ki, “karar”
üzerine hiçbir etkisi olmayan bu düşünce, en çok bu konunun uzmanı “herhangi
birinin” düşüncesi kadar değerlidir. O halde medyanın salgın konusunda
“herşeyi” yalnızca Bilim Kurulu üyelerine sorma ısrarı neden?
Sağlık Bakanlığı’nın neden bir Bilim
Kurulu’na gereksinim duyduğunu çok iyi biliyoruz: aldığı kararlara toplum
gözünde meşruiyet kazandırmak. Peki, medya neden Bilim Kurulu’na gereksinim
duyuyor? Acaba toplum gözünde “kendisini” meşrulaştırmak için mi?
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder