Translate

12 Şubat 2021 Cuma

21. yüzyılda işçiler sosyalizme yönelir mi?

 


21. yüzyıla, 20. yüzyılda elde ettiği kazanımlarının çoğunu yitirmiş olarak giren işçilerin, yitirdiklerini yeniden kazanabilmek için mücadele edebileceklerini düşünmek ilk bakışta çok mantıksız görünmüyor. Ancak bugün ne eski sosyalist ülkelerin işçileri, ne de kapitalist ülkelerde yaşayan işçiler, sosyalizmin 20. yüzyılda sunduğu şeyler için harekete geçmiyor.   

 

Elbette işçilerin bugün sosyalizme sırt dönmesinin bu yazının sınırlarını aşacak birçok nedeni var, fakat artık parasız eğitim, parasız sağlık, sosyal konut, gıda güvencesi gibi vaatlerin 21. yüzyılın işçisini heyecanlandırmadığı da ortada.

 

Evet, işçilerin eğitim, sağlık, barınma ve beslenme sorunları var, fakat işçiler bunlar için 20. yüzyıldaki gibi sosyalizme yönelmiyor.

 

SOSYALİZMİN ZİRVEDE OLDUĞU YILLAR

 

1950’ler ve 1960’lar işçiler arasında sosyalizmin çok popüler olduğu yıllardı. Bu yıllarda dünyanın üçte biri sosyalist düzende yaşamaktaydı. Ulusal bağımsızlık savaşını kazanan halkların çoğu sosyalizme yöneliyor, hatta solda “kapitalist olmayan yol” kuramları tartışılıyordu.

 

Kapitalist ülkelerde sermaye, iktidarını koruyabilmek için işçilere çok büyük tavizler vermek zorunda kalmış, işçilerin gündelik yaşam ve çalışma koşulları geçen on yıllarla kıyaslanmayacak düzeyde iyileştirilmişti. Birçok solcu sosyalizme “barışçıl” geçişin mümkün olduğuna inanmaya başlamıştı. Salvador Allende seçimle işbaşına gelmemiş miydi?

 

Bu durum kapitalist ülkelerdeki işçiler arasında, sermayenin ehlileştirilebileceği, kapitalist toplumlarda da işçilerin gündelik yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilebileceği, sosyalizmin vaat ettiklerini elde etmek için devrimin şart olmadığı düşüncelerinin de yaygınlaşmasını sağlamıştı.

 

ORTAK SİNEMA YAPIMLARINDA SOSYALİZM

 

Batı dünyasının emekçileri Sovyetler Birliği’ni ilk kez 1970’li yıllarda izlediği, bu ülkede çekilmiş filmlerde yakından görme olanağı buldu. Bu filmlerden biri de Türkiye’de 1973 yılında Güneş Çiçekleri adıyla gösterime giren, 1970 yapımı I Girasoli’dir.

 

Yönetmen Vittorio de Sica Güneş Çiçekleri’nde savaşın kötürüm bıraktığı bir aşk hikâyesini anlatırken, aynı zamanda izleyicilere 1950’lerdeki Sovyet işçisinin gündelik yaşam koşullarını, İtalyan işçisininkiyle kıyaslama olanağı verir.

 

İzleyiciler filmde 1950’lerin Moskova’sını Sophia Loren’le birlikte keşfeder. Keşif, Kızıl Meydan’da, Kremlin Sarayı çevresindeki caddelerde dolaşan, işe giden, Lenin’in mezarını görmek için kuyrukta bekleyen insanların ve bir öğrenci grubunun görüntüleriyle başlar. İnsanların dış görünümü, giysileri Roma’dakilerden farksızdır.

 

Loren daha sonraki bir sahnede 1956 yılında hizmete giren 81 bin kişilik Merkez Lenin Stadyumunda (şimdi Luzhniki stadyumu) boy gösterir. 

 

Ardından Loren’i 1935 yılında inşa edilen Moskova Metrosu’nun, kenti güneybatı – kuzeydoğu ekseninde kesen 44,5 kilometrelik Sokolnicheskaya hattı üzerindeki Leninskie Gory (şimdi Vorobyovy Gory) metro istasyonunda, evlerine dönen işçiler arasında kocasını ararken görürüz.

 

Sıra Moskova’nın “kenar mahallelerine” gelmiştir. Kocası bahçe içinde, tek katlı ahşap bir evde oturmaktadır. Avrupa ülkelerinin çoğunda savaş sonu dönemde emekçilerin yaşam koşulları aşağı yukarı aynıdır.

 

Nitekim Sophia Loren Moskova’dan İtalya’daki evine döndüğünde, kocasının Moskova’daki evine çok benzer bir emekçi evinde yaşadığını görürüz.

 

Ancak Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi’nden beri işçilerin barınma koşullarını iyileştirmek için çaba göstermektedir. Her yıl işçiler için modern sosyal konutlar yapılmakta ve sırası gelen işçi yeni evine taşınmaktadır. Film muhtemelen o yıllarda en azından ortalama bir İtalyan işçisi için ancak rüyada görülebilecek bu durumu oldukça etkileyici bir şekilde aktarır.

 

Marcello Mastroianni Moskova’daki yeni evine devletin (Mosgortrans) kamyonetiyle taşınır. Vittorio de Sica Şehir merkezindeki yeni apartmanlara taşınan Sovyet emekçilerin coşkusunu, Henry Mancini’nin “New Home In Moscow” (Moskova’da Yeni Ev) parçası eşliğinde verir.

 

Şüphesiz kapitalizmin “eşitsiz gelişme” yasası çerçevesinde sosyalizmin 1950’lerde işçilerine sunduğu ev belki ortalama bir Amerikalı işçinin evine göre çok mütevazı sayılabilir. Öte yandan bu ev ortalama bir İtalyan işçisinin evinden çok daha modern ve konforlu iken, Türkiye’de bu yıllarda bir işçi böyle bir apartmanda ancak “kapıcı” olabilir.

 

Daha sonra Mastroianni Kızıl Meydan’a bakan Gosudárstvennyj Universáľnyj Magazín (GUM) - Devlet Alışveriş Merkezi’nde dolaşırken görüntülenir. Bu yıllarda Avrupa’nın birçok ülkesinde böyle devasa bir alışveriş merkezine rastlamak zordur.

 

SOSYALİZM 21. YÜZYIL İŞÇİSİNE NE VAAT ETMELİ?

 

Bugün Türkiye’de dahi bir işçinin Güneş Çiçekleri filmindeki sosyalizmden etkilenebileceğini, heyecanlanabileceğini düşünmek çok zor. Dünya son on yıllarda gerçekten tanınmayacak kadar değişti. Dahası her on yıl, bir önceki on yıla göre çok daha büyük bir hızla değişiyor.

 

Sosyalistlerin bu hıza ayak uydurabildiklerini söyleyebilmek çok güç. Bunu sosyalist partilerin programlarında açıkça görmek mümkün. Neredeyse hiçbiri 20. yüzyılda şekillenen programlarında hiçbir değişiklik yapmadılar.

 

Diğer yandan işçilerle aralarındaki ilişkiler zayıfladıkça, işçilerin nabzını da yitirdiler. Artık sosyalistler sıradan işçilerin ne düşündüğünü, neler hissettiğini bilmiyor.

 

Bu durumda 20. yüzyılın programlarıyla kendi kendisini bağlayan sosyalizm, özellikle Almanya gibi bir ülkenin işçisi için cazip olmaktan çıkıyor. Oysa sosyalizmin işçi için umut olabilmesi, sosyalizmin vaatlerinin işçiye cazip görünmesine bağlı.

 

Bugün sosyalistlerin işçilere gerçekten yeni bir dünya vaat etmesi gerekiyor. İşçinin özlemlerine ve umutlarına hitap edebilecek, işçiyi heyecanlandırabilecek ve uğrunda mücadeleye sevk edebilecek “başka” bir dünya vaat etmesi gerekiyor.  


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder