Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısında “Şimdi bakıyorsunuz sözde siyasi
parti genel başkanı olarak konuşanlara, neymiş millet açmış” sözleri, üzerinde
çok tartışılması gereken sözler.
Bu sözlerden Cumhurbaşkanı’nın milletin “aç” olmadığını düşündüğünü veya savunduğunu anlıyoruz. Fakat diğer yandan muhalefet partileri, meslek örgütleri, sendikalar ve konunun uzmanı bilim insanları Türkiye’de yaşayan insanların önemli bir bölümünün “aç” olduğunu iddia ediyor. Peki, gerçek nerede?
MUHALEFET, SENDİKALAR VE BİLİM İNSANLARI NEDEN MİLLET AÇ DİYOR?
Muhalefetin, meslek örgütlerinin,
sendikaların ve konunun uzmanı bilim insanlarının “millet aç” derken
kullandıkları ölçüt “açlık sınırı” denen bir hesap.
Çok kabaca tanımlamak gerekirse “açlık”
sınırı ile “dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için
bir ayda harcaması gereken para” ifade ediliyor. Yani, bu hesap yapılırken ailenin
ev kirası, elektrik veya su faturası, eğitim ve sağlık harcamaları gibi
giderleri dikkate alınmıyor ve sadece gıda harcamaları esas alınıyor.
Türkiye’de açlık sınırı hesabı yapan
çeşitli kuruluşlar var fakat bunlar arasında en çok Türk İş tarafından yapılan
hesaplama kullanılıyor. Türk İş geçtiğimiz ay dört kişilik bir ailenin
sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda
harcaması tutarını (açlık sınırı) 2.767,15 TL olarak açıkladı.
Yani Türk İş’in hesabına göre eğer
dört kişinin yaşadığı bir eve kişi başına ayda 692 TL giriyorsa, bu evde
yaşayanlara “akademik” olarak siz açsınız diyemezsiniz. Çünkü bu para onların
sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenmeleri için yeterli.
Buradan hareketle muhalefetin, meslek
örgütlerinin, sendikaların ve konunun uzmanı bilim insanlarının, TÜİK
verilerine bakarak ayda 2.767 TL altında geliri olan hanelerde yaşayan nüfus
üzerinden “millet aç” dediklerini söyleyebiliriz.
HALKIN AÇLIK TANIMI NEDİR?
Maalesef elimizde halkın neye “açlık”
dediğini anlamamıza yardımcı olabilecek bir bilimsel çalışma yok.
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne
baktığımızda “açlık” sözcüğünün “aç olma durumu” veya “kıtlık” olarak
tanımlandığını görüyoruz ki bu tanımlar da “nesnellik” ifade etmiyor.
Açlık sözcüğünün İngilizce karşılığı
olan hunger sözcüğü için biraz daha nesnel ifadeler bulabiliyoruz. Buna göre açlık,
“gıda olmayışından kaynaklanan rahatsızlık hissi veya yeme arzusu”.
Ancak hepimiz biliyoruz ki “sokaktaki”
insan için açlık, sadece yiyecek “hiçbir şey olmaması” ve bunun sonucunda “aç
kalma” halidir.
CUMHURBAŞKANI HALKIN, MUHALAFET AKADEMİNİN DİLİNDEN KONUŞUYOR
Herhalde yukarıdaki açıklamalardan
aslında “açlık” sözcüğünden birbirinden çok farklı iki durumun ifade edildiğini
anlatabilmişizdir.
Muhalefet, meslek örgütleri,
sendikalar ve konunun uzmanı bilim insanları “millet aç” derken, “kursağına
hiçbir şey girmiyor” demiyorlar, sadece “yeterli ve dengeli beslenemiyorlar”
diyorlar.
Fakat maalesef halkın önemli bir
bölümü bunu anlayamıyor. Bir somun ekmek bulup açlığını yatıştırabilenler, muhalefet,
meslek örgütleri, sendikalar ve konunun uzmanı bilim insanları “siz açısınız”
dediğinde, muhtemelen “saçmalamayın” diyorlar.
Cumhurbaşkanı da bu nedenle “millet
aç” dendiğinde, halkın önemli bir çoğunluğu için “açlık” sözcüğünün ne ifade
ettiğini çok iyi bildiği için, rahatlıkla “neymiş millet açmış” diyebiliyor.
Halkın günde bir somun ekmek bulup
açlığını yatıştıran önemli bir bölümü de Cumhurbaşkanı’na hak veriyor: “doğru,
biz aç değiliz”!
HALKTAN KOPUKLUK
Halkın “açlık” sözcüğünden ne anladığını
bilemeyecek kadar kendi halklarına uzak olanlar, her ay açıklanan “açlık sınırı”
rakamları üzerinden siyaset yapmayı marifet sayıyorlar. Yani, diğer bir deyişle
daha kendi halkları ile “aynı dili” konuşamıyorlar.
Fakat asıl sorun muhalefetin,
sendikaların, meslek örgütlerinin ve “aydınların” kendi halkları ile aynı dili
konuşamamaları değil, bunun farkında dahi olmayışlarıdır. Bu sadece “açlık”
konusunda değil, başka birçok temel (yaşamsal) konuda da böyledir.
Halklarının anlayacağı bir dilde
konuşmayanlar, zaman içinde halkın kendilerini “anlamadıklarını” düşünmeye
başlıyorlar. Bu durum “kopuşu” daha da pekiştiriyor ve halk deyişiyle körler
ile sağırlar birbirini ağırlamaya başlıyor.
Solcuların ve aydınların bu
eleştiriyi kesinlikle kabul etmeyeceklerini, kendilerinin de “halktan”
geldiklerini, halk ile aralarında bir “dil” sorunu olamayacağını
savunacaklarından eminim.
Nereden mi eminim? Çünkü bu kesimler
ile bizim aramızda da bir dil ve kültür uçurumu var. Maalesef biz de
solcularımızın ve aydınlarımızın anlayabileceği bir dilde anlatamadığımız için,
kendimiz söylüyor kendimiz dinliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder