Geçtiğimiz yıl, henüz Türkiye’de tek
bir vaka görülmemişken, 25 Şubat 2020 tarihinde yayınlanan Koronavirüs
Sınavı başlıklı yazımızda yaz aylarına girilirken COVID 19’un hız kesebileceğini
belirtmiştik. “Bilim” bizi utandırmadı ve tahmin ettiğimiz gibi 2020 Nisan’ında
günde 14 binlere erişen vaka sayıları, havaların ısınmasıyla birlikte Haziran’da
günde 2 binlere düştü.
Bu yıl da aynı süreci yaşıyoruz. Yaz
geldi, insanlar kapalı mekânlardan çıkmaya başladı ve geçen yıl olduğu gibi
vaka sayılarında dramatik bir düşüş yaşandı. Elbette bu gelişmede nüfusun yüzde
15 kadarının aşılanmış olmasının da belirli bir payı var. Ancak geçen yıldan
ders almadığımız takdirde sonbaharda yeni bir pikin gelmesi kaçınılmaz. Şairin dediği gibi:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne
masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi
verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
SIRADA KOLERA MI VAR?
COVID 19 vaka sayısının azalmasına
seviniyoruz fakat Temmuz sıcakları başladığında sevincimiz kursağımızda
kalabilir.
İnsanlarda kolera hastalığına neden
olan mikrop tatlı veya tuzlu sularda bulunabiliyor. Mikrop insanlara, mikroplu
suların içilmesi (denizde yüzerken su yutulması dahil) veya mikrobun bulaştığı
ürünlerin (deniz ürünleri dahil) yenmesiyle geçerek hastalığa yol açabiliyor.
Kolera mikrobu sıcak, alkali ve tuzlu
ortamları çok seviyor. Uygun ortam bulduğunda, olumsuz çevre koşullarında ve
beslenebileceği organik besinler tükendiğinde dahi çok uzun süre uyku halinde
varlığını koruyabiliyor. Gerçek bir baş belası.
Denizlerimizin üzerini de örtmeye
başlayan (altını zaten örtmüş) deniz salyası (müsilaj), havaların ısınmasıyla
birlikte kolera mikrobunun üremesi için ideal bir besiyeri haline geliyor. Yani
daha COVID 19 vakaları azalıyor diye sevinemeden, özellikle İstanbul’da bir
kolera salgınıyla karşılaşmamız işten değil.
Bütün içtenliğimle bilimin bir kez
olsun yanılmasını diliyorum, fakat bilimin bugüne kadar hiç yanılmamış olması
beni ürkütüyor.
BİLİM HERŞEYİ DAHA 1980’LERDE ÖNGÖRMÜŞTÜ
Birçok bilim insanı, yirminci
yüzyılın sonlarında dünyaya egemen olan neoliberal politikaların “sağlık”
üzerine etkilerinin “salgın” hastalıkların patlaması şeklinde görüleceğini daha
1980’li yıllarda söylüyorlardı.
Bir yandan çevre talanı ve tarımda
kapitalistleşme zoonozlar (hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar) için uygun
zemin yaratırken, diğer yandan sağlıkta özelleştirme ve piyasalaştırma ülkelerin
sağlık sistemlerini çökertiyor, ülkeleri sağlık krizlerine yanıt veremez hale
getiriyordu.
Maalesef her zaman olduğu gibi bilim
insanları yine haklı çıktı ve yirmi-birinci yüzyıl şimdiden “salgınlar yüzyılı”
oldu.
SAĞLIK OCAKLARINI KAPATARAK SALGINLAR KARŞISINDA SAVUNMASIZ KALDIK
Dünya Sağlık Örgütü’nün “örnek”
gösterdiği Sağlık Ocakları’nı kapatarak, birinci basamağı özelleştirmek ve
piyasalaştırmak amacıyla aile hekimliği ucubesini başımıza saran AKP, Türkiye’yi
bulaşıcı ve salgın hastalıklar karşısında savunmasız bıraktı.
AKP’nin kapattığı Sağlık Ocakları,
bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede “uzmanlaşmış” sağlık kurumlarıydı. Sağlık
Ocakları’nın görevi sürveyans ve filyasyon çalışmalarıyla, aşılama –
bağışıklama hizmetleriyle bulaşıcı hastalıkları kontrol altına almak,
salgınların patlak vermesini önlemekti.
Sağlık Ocakları’nda görevli sağlık
memurları sürekli ve düzenli olarak gayrısıhhi tesisleri hijyen yönünden
kontrol eder, her şeyin sağlık koşullarına uygun olarak gerçekleştirilmesini
sağlarlardı.
Bugün Sağlık Ocakları olmadığı için
salgınlarla başa çıkamıyoruz ve Sağlık Bakanı hala Sağlık Ocağı günlerinden
kalma alışkanlıkla “günde 1,5 milyon kişiyi aşılama kapasitemiz var” derken,
bunun onda birini bile aşılayamıyoruz.
Muhtemelen AKP sonrası Türkiye’de
iktidarın ilk işlerinden biri de aile hekimliği ucubesini kaldırarak Sağlık
Ocağı sisteminin yeniden örgütlenmesi olacak.
KOLERAYI GİZLEYEBİLİRLER Mİ?
Bilindiği gibi AKP hükumetinin
önceliği insan sağlığı değil, sermaye birikimidir. AKP’nin COVID 19 salgınında
milyonlarca insanın hastalanması ve onbinlerce yurttaşımızın ölmesi pahasına,
sırf çarklar durmasın diye halk sağlığı tedbirleri almamakta ısrar ettiğine
hepimiz şahit olduk.
Bu süreçte Sağlık Bakanlığı’nın
açıkladığı “Turkuaz Tablo” içinde tek doğru verinin “günün tarihi” olduğu
söylendi. Vaka sayılarının ve ölümlerin Bakanlık tarafından açıklanan “resmi”
rakamların kat be kat üzerinde olduğu iddia edildi.
Ancak “kolera” da böyle bir durum söz
konusu olamaz. Gerçi doktorların hastalarına “kolera” teşhisi koymaları engellenebilir,
vakalar “bağırsak enfeksiyonu” gibi gösterilebilir, fakat insanlar gerçeği kısa
sürede görürler.
Ne diyelim, umalım ki bilim bu sefer
yanılsın ve kıyılarımızdaki müsilaj kolera getirmesin. Ne olur kolera bize
acısın ve bu seferlik bizi pas geçsin. Yoksa yaz gelip, korona vakalarının
azalmasına sevinemeyeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder