Solun 1970’li yıllarda içine düştüğü ve hala bir çıkış yolu bulamadığı “ideolojik bunalım” artık dayanılmaz bir hal almış görünüyor. Bunalımın son göstergelerinden biri de Fransa’da ortaya çıktı. Önümüzdeki ay yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız Komünist Partisi adayı Fabien Roussel, enerji sorununda “nükleer” yanlısı söylemleriyle herkesi hayretler içinde bırakarak Fransız “aşırı sağının” yanında yer aldı.
NEDEN NÜKLEER ENERJİ?
Sermaye
açısından “enerji” konusu, her şeyden önce bir “girdi maliyeti” sorunudur ve sermaye
bu maliyeti asgarileştirebilmek için doğayı mahvetmek pahasına “en ucuz”
tercihlere yönelir. Dolayısıyla sermayenin çıkarlarını savunan “sağ” partiler, enerjide
daha pahalı çözümler olan rüzgar veya güneş enerjisi yerine nükleer santralleri
savunurlar.
Nitekim Fransa
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağın adayı Marine Le Pen, Cumhurbaşkanı
olursa, Donald Trump’ın da sık sık “nefret ettiğini” söylediği rüzgar güllerini,
kendi deyimiyle “iğrenç canavarları” (hideous monsters) tek tek sökeceğini vaat
ediyor.
Aslında Fransa
zaten bugün elektrik enerjisinin yüzde 70’ini nükleer santrallerden sağlıyor. İlerici
güçlerin geçmişte verdiği mücadeleyle bu payın 2025 yılına kadar yüzde 50’ye
indirilmesi için bir yasa çıkartılmıştı. Ancak neoliberal saldırı karşısında
ilerici güçlerin tutunamayışından cesaret alan Fransız sermayesi, önce bu
süreyi 2035’e erteletti ve şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra
yasanın tamamen rafa kaldırılmasını istiyor.
Sermayenin
çıkarlarını savunan “bütün” sağ partiler, seçmenlere yeni nükleer santrallerin
sözünü veriyor, aralarındaki tek fark kaç yeni nükleer santral yapacakları.
Aşırı sağcı Marine Le Pen altı yeni
nükleer santral ve üç yıl önce kapanan bir santralin yeniden açılması sözünü
verirken, aşırı sağın diğer temsilcisi Eric Zemmour el arttırıyor ve on yeni
nükleer santral vaat ediyor. Muhafazakar Valérie Pécresse ise altı yeni
santrali yeterli buluyor.
SOL NÜKLEER ENERJİYİ SAVUNABİLİR Mİ?
Yazımızın
başında da belirttiğimiz gibi 1970’li yıllarda girdiği ideolojik bunalımdan bir
türlü çıkamayan solun artık neyi savunup, neyi eleştirebileceğini kestirebilmek
zor. Nitekim Fransız Komünist Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı Fabien Roussel,
seçimleri kazanırsa nükleer santrallerin kapatılmasına son verileceğini, altı
yeni nükleer santral yapılacağını ve 2019 yılında bütçe kaygısıyla iptal edilen
nükleer atıkların geri dönüşümü projesinin (Astrid) yeniden başlatılacağını
vaat ediyor.
Fransa’daki
bütün nükleer santrallerin kapatılmasını savunan sosyalist Anne Hidalgo, solcu Jean-Luc
Mélenchon ve çevreci Yannick Jadot’un bu konudaki “kararlılıkları” ise
tartışmalı. Kimi nükleer santrallerin kapanmasını “referanduma” havale ederken,
kimi de “ülke gerçekleri” göz önüne alınarak ertelenebileceğini söylüyor.
Oysa insan
sağlığı ve yaşamı için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğu Çernobil felaketi
gibi örneklerle tartışmasız olan nükleer santrallerin, kendisini solda gören
bir kişi veya parti tarafından savunulması eşyanın tabiatına aykırı bir durum.
Çünkü bu durum solun en temel ilkesine, “önce insan” ilkesine aykırı.
Bir yandan Che
Guevara’nın “tek bir kişinin hayatı, dünyadaki en zengin insanın mal
varlığından milyonlarca kat daha değerlidir” sözünü sloganlaştırarak insanlara
kendinizi hümanist gibi göstereceksiniz, sonra enerji maliyetlerini düşürmek
için milyarlarca insanın yaşamını tehdit eden nükleer santralleri
savunacaksınız, bu en hafifinden soytarılıktır.
FRANSIZ KOMÜNİSTLER PANDEMİ SÜRECİNDE DE SERMAYEYİ
KOLLADI
Anımsanacağı
gibi pandeminin ilk günlerinden itibaren sermaye, pandemiye karşı verilecek
mücadelenin “üretimi” aksatmasını istemediğini açıkça ifade etmiş,
politikacılarda bu talebi “her ne pahasına olursa olsun çarklar dönecek”
biçiminde formüle etmişlerdi. Oysa pandemiye karşı mücadelede en etkili silah,
virüsün toplum içindeki dolaşımını durdurabilmek için halk sağlığı
tedbirlerinin uygulanmasıydı.
Sermayenin dümen
suyuna giren Fransız Komünist Partisi halk sağlığı tedbirlerinin gerektiği gibi
uygulanabilmesi için üretimin ve eğitimin durdurulmasını savunmadı. Pandemiyle
mücadelenin sermayenin çıkarlarına zarar vermeyen “bireysel” tedbirlerle
sürdürülmesi karşısında sessiz kaldı, hatta zaman zaman diğer sağcı partiler
gibi bu tedbirlerin şampiyonluğunu yaptı.
Efsanevi lider Maurice
Thorez’in partisi “tek bir işçinin sağlığı ve yaşamı üretiminizden, tek bir
öğrencinin sağlığı ve yaşamı eğitiminizden daha değerlidir” diyemedi. Aksine
pandemi sürecinde okulların açık kalmasını savunarak Fransız çocuklarının
sağlığı ve yaşamının tehlikeye atılmasına suç ortaklığı etti.
Yine bugüne
kadar pandemiye 141 bine yakın kurban veren Fransa’da (vaka sayısında dünya
dördüncüsü) hala günde 100 binden fazla insan enfekte oluyor ve yüzden fazla
insan yaşamını yitiriyorken (17 Mart itibariyle), Fransız Komünist Partisi’nin
Cumhurbaşkanı adayının seçim programında bu konuyu görmezden gelmesi “ibret
verici” bir durumdur.
İDEOLOJİK BUNALIM AŞILMAK ZORUNDA
Sol demek, her
şeyden emek – sermaye çelişkisi karşısında emekten yana olmak demektir.
Sermayenin dümen suyuna girmiş bir “sol”, sol olamaz. Oysa bugün sol içinde
planlama yerine piyasayı savunanından, bu yazının konusu olan nükleer enerjiyi
tercih edenine kadar her tür sağ ideolojiyi görüyoruz.
Bunalım
kendisini her yerde gösteriyor. Dün Syriza’nın Yunanistan emekçileri için çözüm
olduğunu savunanlar, bugün de Şili’de Gabriel Boric’i göklere çıkartıyorlar. Sol
içinde Küba’da özel sektöre izin verilmesinin ve özel sektörün Anayasa ile
güvence altına alınmasının, bu ülkede sosyalizmi güçlendirdiğini savunanlar
var. Dahası son yıllarda literatüre “Küba sosyalizmi”, “Çin sosyalizmi” gibi
yeni terimler girmeye başladı ki, bu tam bir oksimorondur.
Rusya’nın
Ukrayna’ya saldırması karşısında kendisine solcu, sosyalist, komünist
diyenlerin daha ilk günden üçe bölünmesi, soldaki ideolojik bunalımın
tartışmasız bir göstergesidir. Solun bir bölümü Rusya’nın yanında, bir bölümü
karşısında yer alırken, sadece çok küçük bir azınlık olayın bir “emperyalist
savaş” olduğunu söyleyebilmiştir.
Elbette bu
gelişmeler solun tükendiği, bittiği anlamına gelmiyor. Yeryüzünde eşitsizlikler
ve sömürü oldukça mutlaka sol da olacak. Bu tartışmasız ve kaçınılmaz bir olgu.
Fakat solun eşitsizliklerin ve sömürünün mağdurlarına önderlik edebilmesi için
ideolojik bunalımını aşması şart. Sermayenin ideolojisinden etkilenmiş, dümen
suyuna girmiş bir sol asla emekçilere önderlik edemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder