Translate

18 Mart 2022 Cuma

Sol ideolojisini arıyor

 


Solun 1970’li yıllarda içine düştüğü ve hala bir çıkış yolu bulamadığı “ideolojik bunalım” artık dayanılmaz bir hal almış görünüyor. Bunalımın son göstergelerinden biri de Fransa’da ortaya çıktı. Önümüzdeki ay yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız Komünist Partisi adayı Fabien Roussel, enerji sorununda “nükleer” yanlısı söylemleriyle herkesi hayretler içinde bırakarak Fransız “aşırı sağının” yanında yer aldı.

 

NEDEN NÜKLEER ENERJİ?

 

Sermaye açısından “enerji” konusu, her şeyden önce bir “girdi maliyeti” sorunudur ve sermaye bu maliyeti asgarileştirebilmek için doğayı mahvetmek pahasına “en ucuz” tercihlere yönelir. Dolayısıyla sermayenin çıkarlarını savunan “sağ” partiler, enerjide daha pahalı çözümler olan rüzgar veya güneş enerjisi yerine nükleer santralleri savunurlar.

 

Nitekim Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağın adayı Marine Le Pen, Cumhurbaşkanı olursa, Donald Trump’ın da sık sık “nefret ettiğini” söylediği rüzgar güllerini, kendi deyimiyle “iğrenç canavarları” (hideous monsters) tek tek sökeceğini vaat ediyor.

 

Aslında Fransa zaten bugün elektrik enerjisinin yüzde 70’ini nükleer santrallerden sağlıyor. İlerici güçlerin geçmişte verdiği mücadeleyle bu payın 2025 yılına kadar yüzde 50’ye indirilmesi için bir yasa çıkartılmıştı. Ancak neoliberal saldırı karşısında ilerici güçlerin tutunamayışından cesaret alan Fransız sermayesi, önce bu süreyi 2035’e erteletti ve şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yasanın tamamen rafa kaldırılmasını istiyor.

 

Sermayenin çıkarlarını savunan “bütün” sağ partiler, seçmenlere yeni nükleer santrallerin sözünü veriyor, aralarındaki tek fark kaç yeni nükleer santral yapacakları. Aşırı sağcı  Marine Le Pen altı yeni nükleer santral ve üç yıl önce kapanan bir santralin yeniden açılması sözünü verirken, aşırı sağın diğer temsilcisi Eric Zemmour el arttırıyor ve on yeni nükleer santral vaat ediyor. Muhafazakar Valérie Pécresse ise altı yeni santrali yeterli buluyor.

 

SOL NÜKLEER ENERJİYİ SAVUNABİLİR Mİ?

 

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi 1970’li yıllarda girdiği ideolojik bunalımdan bir türlü çıkamayan solun artık neyi savunup, neyi eleştirebileceğini kestirebilmek zor. Nitekim Fransız Komünist Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı Fabien Roussel, seçimleri kazanırsa nükleer santrallerin kapatılmasına son verileceğini, altı yeni nükleer santral yapılacağını ve 2019 yılında bütçe kaygısıyla iptal edilen nükleer atıkların geri dönüşümü projesinin (Astrid) yeniden başlatılacağını vaat ediyor.

 

Fransa’daki bütün nükleer santrallerin kapatılmasını savunan sosyalist Anne Hidalgo, solcu Jean-Luc Mélenchon ve çevreci Yannick Jadot’un bu konudaki “kararlılıkları” ise tartışmalı. Kimi nükleer santrallerin kapanmasını “referanduma” havale ederken, kimi de “ülke gerçekleri” göz önüne alınarak ertelenebileceğini söylüyor.

 

Oysa insan sağlığı ve yaşamı için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğu Çernobil felaketi gibi örneklerle tartışmasız olan nükleer santrallerin, kendisini solda gören bir kişi veya parti tarafından savunulması eşyanın tabiatına aykırı bir durum. Çünkü bu durum solun en temel ilkesine, “önce insan” ilkesine aykırı.

 

Bir yandan Che Guevara’nın “tek bir kişinin hayatı, dünyadaki en zengin insanın mal varlığından milyonlarca kat daha değerlidir” sözünü sloganlaştırarak insanlara kendinizi hümanist gibi göstereceksiniz, sonra enerji maliyetlerini düşürmek için milyarlarca insanın yaşamını tehdit eden nükleer santralleri savunacaksınız, bu en hafifinden soytarılıktır.   

 

FRANSIZ KOMÜNİSTLER PANDEMİ SÜRECİNDE DE SERMAYEYİ KOLLADI

 

Anımsanacağı gibi pandeminin ilk günlerinden itibaren sermaye, pandemiye karşı verilecek mücadelenin “üretimi” aksatmasını istemediğini açıkça ifade etmiş, politikacılarda bu talebi “her ne pahasına olursa olsun çarklar dönecek” biçiminde formüle etmişlerdi. Oysa pandemiye karşı mücadelede en etkili silah, virüsün toplum içindeki dolaşımını durdurabilmek için halk sağlığı tedbirlerinin uygulanmasıydı.

 

Sermayenin dümen suyuna giren Fransız Komünist Partisi halk sağlığı tedbirlerinin gerektiği gibi uygulanabilmesi için üretimin ve eğitimin durdurulmasını savunmadı. Pandemiyle mücadelenin sermayenin çıkarlarına zarar vermeyen “bireysel” tedbirlerle sürdürülmesi karşısında sessiz kaldı, hatta zaman zaman diğer sağcı partiler gibi bu tedbirlerin şampiyonluğunu yaptı.

 

Efsanevi lider Maurice Thorez’in partisi “tek bir işçinin sağlığı ve yaşamı üretiminizden, tek bir öğrencinin sağlığı ve yaşamı eğitiminizden daha değerlidir” diyemedi. Aksine pandemi sürecinde okulların açık kalmasını savunarak Fransız çocuklarının sağlığı ve yaşamının tehlikeye atılmasına suç ortaklığı etti.

 

Yine bugüne kadar pandemiye 141 bine yakın kurban veren Fransa’da (vaka sayısında dünya dördüncüsü) hala günde 100 binden fazla insan enfekte oluyor ve yüzden fazla insan yaşamını yitiriyorken (17 Mart itibariyle), Fransız Komünist Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayının seçim programında bu konuyu görmezden gelmesi “ibret verici” bir durumdur. 

 

İDEOLOJİK BUNALIM AŞILMAK ZORUNDA

 

Sol demek, her şeyden emek – sermaye çelişkisi karşısında emekten yana olmak demektir. Sermayenin dümen suyuna girmiş bir “sol”, sol olamaz. Oysa bugün sol içinde planlama yerine piyasayı savunanından, bu yazının konusu olan nükleer enerjiyi tercih edenine kadar her tür sağ ideolojiyi görüyoruz.

 

Bunalım kendisini her yerde gösteriyor. Dün Syriza’nın Yunanistan emekçileri için çözüm olduğunu savunanlar, bugün de Şili’de Gabriel Boric’i göklere çıkartıyorlar. Sol içinde Küba’da özel sektöre izin verilmesinin ve özel sektörün Anayasa ile güvence altına alınmasının, bu ülkede sosyalizmi güçlendirdiğini savunanlar var. Dahası son yıllarda literatüre “Küba sosyalizmi”, “Çin sosyalizmi” gibi yeni terimler girmeye başladı ki, bu tam bir oksimorondur.

 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması karşısında kendisine solcu, sosyalist, komünist diyenlerin daha ilk günden üçe bölünmesi, soldaki ideolojik bunalımın tartışmasız bir göstergesidir. Solun bir bölümü Rusya’nın yanında, bir bölümü karşısında yer alırken, sadece çok küçük bir azınlık olayın bir “emperyalist savaş” olduğunu söyleyebilmiştir.   

 

Elbette bu gelişmeler solun tükendiği, bittiği anlamına gelmiyor. Yeryüzünde eşitsizlikler ve sömürü oldukça mutlaka sol da olacak. Bu tartışmasız ve kaçınılmaz bir olgu. Fakat solun eşitsizliklerin ve sömürünün mağdurlarına önderlik edebilmesi için ideolojik bunalımını aşması şart. Sermayenin ideolojisinden etkilenmiş, dümen suyuna girmiş bir sol asla emekçilere önderlik edemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder