Yazımızın başlığı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın dün kapkara sayfalarla yayınlanan “İnsani Gelişme Raporu 2021/2022” için seçtiği başlık: “Uncertain times, unsettled lives”. Çok doğru bir seçim. Bugün içinde yaşadığımız çağı hiçbir başlık daha iyi özetleyemezdi. Gerçekten de bütün dünya muhtemelen tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar “belirsiz” bir dönemden geçiyor ve herkes tedirgin.
1990’larda yaşlılardan orta yaş
grubuna atlayan nostalji, şimdi gençlere ulaştı. Liseli veya üniversiteli
gençlerin söze “bizim zamanımızda” diye başlamaları artık kimseyi yadırgatmıyor.
Ekranlarda 10 yaşında çocuklar, pazardaki sebze fiyatlarından veya elektrik
faturasından yakınıyor. Herkes tedirginlik içinde yaşıyor, gelecekten korkuyor.
Herkes toprağın ayağının altından kaydığını hissediyor ve bir yerlere tutunmaya
çalışıyor.
DÜNYA DEĞİŞİYOR VE GERİ DÖNÜŞ YOK
Rapor dünyanın bugüne kadar çok
savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler ve felaketler gördüğünü, fakat
bugün bunlara yine tarihte eşi görülmedik boyutlara varan eşitsizliklerin ve
sosyal dönüşümlerin eşlik ettiğini belirtiyor.
Aslında kurumun raporu, son iki
raporu ile birlikte bir “üçlemenin” sonuncusu olarak da okunabilir. 2019’daki “Eşitsizlikler”
ve 2020’deki “Anthropocene”, elimizdeki son raporla birlikte okunduğunda resim
çok daha berraklaşıyor. Dünya geri dönüşü olmayan bir yere gidiyor ve bu
tarihteki dönüşümlerden farklı olarak bir insan ömrüne sığacak kadar kısa bir
sürede gerçekleşiyor.
O GÜNLER ARTIK ÇOK GERİLERDE KALDI
İnsan şöyle bir geriye dönüp 1960’lı
ve 1970’li yıllara baktığında, bugün dünyanın nasıl bu hale geldiğine gerçekten
inanamıyor. Hani o Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da her gün yeni bir
ülkenin bağımsızlığına kavuştuğu günler? Dünyanın üçte birinde sömürüye son
verildiği, insanların uzayda “daha önce hiç gitmediği yerlere ulaşmak için
cesaretle” yolculuklara çıktığı günler nerede?
Sosyal devlet tamamen tarihe karışmış
durumda. Bugün yeryüzünde 20. doğum yıldönümlerini kutlayan gençler arasında
sosyal devlet ile tanışmış olanların sayısı yok denecek kadar az. Sekiz saatlik
işgünü fiilen tarih olmuş durumda. Nerede her yeni günün bir öncekinden daha
iyi olduğu, şairin “En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız” dediği günler?
İnsanlık son 200 yılda kazandıklarının tümünü 20 – 30 yıl içinde kaybediyor.
Ve 2022 yılında yine Birleşmiş
Milletler tarafından yayınlanan başka bir rapor, dünya üzerinde yaşayan her
yedi kişiden altısının “kendisini güvende hissetmediğini” ortaya koyuyor. Geri
dönüş umudunu yitiren insanlar, hiç değilse bugün sahip oldukları “yeni normale”
tutunmaya çalışıyorlar.
İNDEKS GERİ DÖNDÜ
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
1990’dan beri yaşam süresi, okuryazarlık ve yaşam düzeyini (satın alma gücü) dikkate
alarak İnsani Gelişme İndeksi (İGİ) yayınlıyor. 1990’dan 2019 yılına kadar, 19
yıl süreyle her yıl istikrarlı bir şekilde artan İGİ’nin, ilk kez 2019 yılından
itibaren gerilemeye başladığı görülüyor. 2021 yılında İGİ, 2016 yılındaki düzeyine
gerilemiş durumda.
Bu arada İGİ’nin 2008 krizinden dahi
etkilenmediğini ve artmaya devam ettiğini not edelim. Yine 1990’dan beri bazı
ülkelerde İGİ zaman zaman gerilemişti, fakat bu kez 2020 veya 2021’de indeks dünyadaki
ülkelerin yüzde 90’ından fazlasında geriledi.
YAMAN ÇELİŞKİLER
Ancak bu süreç bağrında çok büyük
çelişkiler barındırıyor. Bir yandan “geleneksel” tüketim ölçütlerine
vurulduğunda, yeryüzünde insanın ortalamada “maddi açıdan” hiç bugünkü kadar “iyi”
durumda olmadığı, fakat aynı zamanda kendisini bu kadar tedirgin ve “yarınına güvensiz”
hissetmediği bir dönemde yaşıyoruz.
Dünya bugün gerçekten her biri
dünyada yaşamı tehdit edecek boyutlarda sorunlarla karşı karşıya, fakat aynı
zamanda bu sorunların her birinin üstesinden gelebilecek bilgi birikimi,
deneyim ve donanıma da sahip. Fakat sorunları çözebilmek için hiçbir adım
atılamıyor. Bunun en somut örneklerinden birini pandemi sürecinde yaşadık ve
yaşamaya devam ediyoruz. Daha Çin’deyken gerekli tedbirler alınarak
önlenebilecek bir salgın, göz göre göre koca bir pandemiye evrildi ve
milyonlarca insanı aramızdan aldı.
ORTA SINIFLARIN KAYGISI FAŞİZMİ BESLİYOR
Orta sınıflarda geleceğe yönelik
kaygıların toplumun yoksul kesimlerinden daha fazla olması dikkat çekiyor. Toplumların
toprağın ayaklarının altından çekildiğini en fazla hisseden kesimlerinin orta
sınıflar olması çok dikkat çekici ve önemli politik sonuçlara gebe. Dünyanın
her yerinde faşist partilerin güçlenmesi ve hiç umulmadık ülkelerde iktidar
veya ana muhalefet partisi konumuna yükselmeleri, hatta Türkiye örneğinde
olduğu gibi hem iktidarda, hem de muhalefette “önemli” güçler olarak yer
bulmaları bu gelişmelerle “doğrudan” ilişkili.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
İGİ’nde Türkiye’nin durumuna
bakıldığında, genel sıralamadaki yerinin geçen yıl olduğu gibi 48. sırada,
Arjantin’in hemen altında ve Karadağ’ın hemen üstünde olduğu görülüyor.
Kuşkusuz bu durum dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içinde olmakla övünen bir
ülke için hiç de iyi sayılmaz.
Doğuştan yaşam beklentisi 76 yıl ve
ortalama eğitim düzeyi 8,6 yıl (lise 1?) olarak hesaplanmış. Gerçi daha önce
birçok kez belirttiğimiz gibi ülkemizde bebek ölümlerinin gerçeği yansıtmaması
nedeniyle doğuştan yaşam beklentisi 76 yılın altında olabilir, fakat keşke bu
76 yılın ne kadar “sağlıklı” geçirilen bir ömür olduğu ve eğitimin de ne kadar “nitelikli”
olduğu görülebilseydi.
Diğer yandan eşitsizlikler açısından
Türkiye, neredeyse ABD ile yarışır durumda. En zengin yüzde 1’lik dilim toplam
gelirlerin yüzde 18.8’ini alırken, nüfusun en yoksul yüzde 40’ı sadece yüzde
15,5’ini alıyor. Bu veriyi rakamla ifade etmek daha anlaşılır kılabilir: Türkiye’nin
nüfusu 85 milyon dersek, Türkiye’de en zengin 850 bin kişi, 34 milyon insandan
çok daha fazla gelir elde ediyor. Bu nedenle bir yanda en pahalı restoranlar
tıklım tıklım dolu iken, diğer yanda milyonlarca insan yatağa aç giriyor.
Peki, insanlar ileride yine
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan günler hayal edecekler
mi? Yoksa bugünlerine de şükredip, daha kötü günler gelmesin diye dualara mı
sığınacaklar? Hep birlikte göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder