Translate

9 Eylül 2022 Cuma

Belirsiz zamanlar, tedirgin hayatlar

 




Yazımızın başlığı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın dün kapkara sayfalarla yayınlanan “İnsani Gelişme Raporu 2021/2022” için seçtiği başlık: “Uncertain times, unsettled lives”. Çok doğru bir seçim. Bugün içinde yaşadığımız çağı hiçbir başlık daha iyi özetleyemezdi. Gerçekten de bütün dünya muhtemelen tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar “belirsiz” bir dönemden geçiyor ve herkes tedirgin.

 

1990’larda yaşlılardan orta yaş grubuna atlayan nostalji, şimdi gençlere ulaştı. Liseli veya üniversiteli gençlerin söze “bizim zamanımızda” diye başlamaları artık kimseyi yadırgatmıyor. Ekranlarda 10 yaşında çocuklar, pazardaki sebze fiyatlarından veya elektrik faturasından yakınıyor. Herkes tedirginlik içinde yaşıyor, gelecekten korkuyor. Herkes toprağın ayağının altından kaydığını hissediyor ve bir yerlere tutunmaya çalışıyor.

 

DÜNYA DEĞİŞİYOR VE GERİ DÖNÜŞ YOK

 

Rapor dünyanın bugüne kadar çok savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler ve felaketler gördüğünü, fakat bugün bunlara yine tarihte eşi görülmedik boyutlara varan eşitsizliklerin ve sosyal dönüşümlerin eşlik ettiğini belirtiyor. 

 

Aslında kurumun raporu, son iki raporu ile birlikte bir “üçlemenin” sonuncusu olarak da okunabilir. 2019’daki “Eşitsizlikler” ve 2020’deki “Anthropocene”, elimizdeki son raporla birlikte okunduğunda resim çok daha berraklaşıyor. Dünya geri dönüşü olmayan bir yere gidiyor ve bu tarihteki dönüşümlerden farklı olarak bir insan ömrüne sığacak kadar kısa bir sürede gerçekleşiyor.

 

O GÜNLER ARTIK ÇOK GERİLERDE KALDI

 

İnsan şöyle bir geriye dönüp 1960’lı ve 1970’li yıllara baktığında, bugün dünyanın nasıl bu hale geldiğine gerçekten inanamıyor. Hani o Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da her gün yeni bir ülkenin bağımsızlığına kavuştuğu günler? Dünyanın üçte birinde sömürüye son verildiği, insanların uzayda “daha önce hiç gitmediği yerlere ulaşmak için cesaretle” yolculuklara çıktığı günler nerede?

 

Sosyal devlet tamamen tarihe karışmış durumda. Bugün yeryüzünde 20. doğum yıldönümlerini kutlayan gençler arasında sosyal devlet ile tanışmış olanların sayısı yok denecek kadar az. Sekiz saatlik işgünü fiilen tarih olmuş durumda. Nerede her yeni günün bir öncekinden daha iyi olduğu, şairin “En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız” dediği günler? İnsanlık son 200 yılda kazandıklarının tümünü 20 – 30 yıl içinde kaybediyor.

 

Ve 2022 yılında yine Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan başka bir rapor, dünya üzerinde yaşayan her yedi kişiden altısının “kendisini güvende hissetmediğini” ortaya koyuyor. Geri dönüş umudunu yitiren insanlar, hiç değilse bugün sahip oldukları “yeni normale” tutunmaya çalışıyorlar.

 

İNDEKS GERİ DÖNDÜ

 

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 1990’dan beri yaşam süresi, okuryazarlık ve yaşam düzeyini (satın alma gücü) dikkate alarak İnsani Gelişme İndeksi (İGİ) yayınlıyor. 1990’dan 2019 yılına kadar, 19 yıl süreyle her yıl istikrarlı bir şekilde artan İGİ’nin, ilk kez 2019 yılından itibaren gerilemeye başladığı görülüyor. 2021 yılında İGİ, 2016 yılındaki düzeyine gerilemiş durumda.

 

Bu arada İGİ’nin 2008 krizinden dahi etkilenmediğini ve artmaya devam ettiğini not edelim. Yine 1990’dan beri bazı ülkelerde İGİ zaman zaman gerilemişti, fakat bu kez 2020 veya 2021’de indeks dünyadaki ülkelerin yüzde 90’ından fazlasında geriledi.

 

YAMAN ÇELİŞKİLER

 

Ancak bu süreç bağrında çok büyük çelişkiler barındırıyor. Bir yandan “geleneksel” tüketim ölçütlerine vurulduğunda, yeryüzünde insanın ortalamada “maddi açıdan” hiç bugünkü kadar “iyi” durumda olmadığı, fakat aynı zamanda kendisini bu kadar tedirgin ve “yarınına güvensiz” hissetmediği bir dönemde yaşıyoruz.

 

Dünya bugün gerçekten her biri dünyada yaşamı tehdit edecek boyutlarda sorunlarla karşı karşıya, fakat aynı zamanda bu sorunların her birinin üstesinden gelebilecek bilgi birikimi, deneyim ve donanıma da sahip. Fakat sorunları çözebilmek için hiçbir adım atılamıyor. Bunun en somut örneklerinden birini pandemi sürecinde yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Daha Çin’deyken gerekli tedbirler alınarak önlenebilecek bir salgın, göz göre göre koca bir pandemiye evrildi ve milyonlarca insanı aramızdan aldı.

 

ORTA SINIFLARIN KAYGISI FAŞİZMİ BESLİYOR

 

Orta sınıflarda geleceğe yönelik kaygıların toplumun yoksul kesimlerinden daha fazla olması dikkat çekiyor. Toplumların toprağın ayaklarının altından çekildiğini en fazla hisseden kesimlerinin orta sınıflar olması çok dikkat çekici ve önemli politik sonuçlara gebe. Dünyanın her yerinde faşist partilerin güçlenmesi ve hiç umulmadık ülkelerde iktidar veya ana muhalefet partisi konumuna yükselmeleri, hatta Türkiye örneğinde olduğu gibi hem iktidarda, hem de muhalefette “önemli” güçler olarak yer bulmaları bu gelişmelerle “doğrudan” ilişkili.

 

TÜRKİYE’NİN DURUMU

 

İGİ’nde Türkiye’nin durumuna bakıldığında, genel sıralamadaki yerinin geçen yıl olduğu gibi 48. sırada, Arjantin’in hemen altında ve Karadağ’ın hemen üstünde olduğu görülüyor. Kuşkusuz bu durum dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içinde olmakla övünen bir ülke için hiç de iyi sayılmaz.

 

Doğuştan yaşam beklentisi 76 yıl ve ortalama eğitim düzeyi 8,6 yıl (lise 1?) olarak hesaplanmış. Gerçi daha önce birçok kez belirttiğimiz gibi ülkemizde bebek ölümlerinin gerçeği yansıtmaması nedeniyle doğuştan yaşam beklentisi 76 yılın altında olabilir, fakat keşke bu 76 yılın ne kadar “sağlıklı” geçirilen bir ömür olduğu ve eğitimin de ne kadar “nitelikli” olduğu görülebilseydi.

 

Diğer yandan eşitsizlikler açısından Türkiye, neredeyse ABD ile yarışır durumda. En zengin yüzde 1’lik dilim toplam gelirlerin yüzde 18.8’ini alırken, nüfusun en yoksul yüzde 40’ı sadece yüzde 15,5’ini alıyor. Bu veriyi rakamla ifade etmek daha anlaşılır kılabilir: Türkiye’nin nüfusu 85 milyon dersek, Türkiye’de en zengin 850 bin kişi, 34 milyon insandan çok daha fazla gelir elde ediyor. Bu nedenle bir yanda en pahalı restoranlar tıklım tıklım dolu iken, diğer yanda milyonlarca insan yatağa aç giriyor.

 

Peki, insanlar ileride yine gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan günler hayal edecekler mi? Yoksa bugünlerine de şükredip, daha kötü günler gelmesin diye dualara mı sığınacaklar? Hep birlikte göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder