Dün “İda Madra Temiz Deniz Platformu” tarafından Edremit Atatürk Gençlik Merkezi’nde düzenlenen “Edremit Körfezinde Deniz Kirliliği ve Halk Sağlığı” başlıklı panele katıldık.
İda Madra Temiz Deniz Platformu’nu körfez bölgesinde örgütlü Ayvalık Tabiat Platformu, Burhaniye Çevre Platformu, Edremit Çevre Platformu, Kazdağı Koruma Derneği ve Körfez Siteler Birliği Derneği oluşturmuş.
Son zamanlarda çevre konusunda duyarlı, kendilerini parçası oldukları doğaya karşı sorumlu hisseden birçok insanın, çeşitli örgütlerde bir araya gelerek, çevre sorunlarını tartıştığını ve çözüm yolları aradığını biliyoruz.
SORUN HER GÜN DAHA DA BÜYÜYOR
Aslında dünyada ve Türkiye’de çevre duyarlılığı yeni değil. Birleşmiş Milletler’in 5 Haziran gününü “Dünya Çevre Günü” ilan etmesi üzerinden yarım asırdan uzun bir süre geçti. Ancak iklim kriziyle birlikte yaşamı tehdit eden çevre kirliliği sorununun çözümü konusunda ciddi adımlar atıldığını söyleyebilmek mümkün değil. Aksine bugün çevre kirliliği, 50 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar büyük boyutlara erişti.
Çevre kirliliğinin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri çok iyi belgelenmiş durumda. Günümüzün en önemli sağlık sorunları arasında ilk sıralarda yer alan kalp ve damar hastalıklarının, kanserlerin ve solunum sistemi hastalıklarının nedenleri arasında çevre kirliliğinin büyük rol oynadığını biliyoruz.
Lancet dergisinin Kirlilik ve Sağlık Komisyonu geçtiğimiz yıl iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybıyla yakından ilişkili olan kirliliğin, 2015 – 2019 yılları arasında küresel ölçekte her altı ölümden birinden, yaklaşık 9 milyon vakitsiz veya erken ölümden sorumlu olduğunu bildirdi. Komisyon 21. yüzyılda kirlilik kaynaklı ölümlerin yüzde 66'dan fazla arttığını hesaplıyor.
Çevre kirliliği sorununun neden çözülemediği, giderek daha da büyüyen bir kronik sorun haline geldiği sorusunun birçok yanıtı var. Biz burada en önemlileri olduğunu düşündüğümüz birkaç neden üzerinde duracağız.
ÇEVREYİ KİM KİRLETİYOR?
Vikipedia’ya sorarsanız “çevre kirliliği, çevrenin doğal olmayan bir şekilde insan eliyle doğallığının bozulmasıdır”. Yani Vikipedia’ya göre doğayı “insan” kirletiyor. Yine son zamanlarda çevre kirliliğini ölçmekte kullanılan yeni bir terim olan “karbon ayakizi” de, “insan faaliyetleri nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak açığa çıkan karbon dioksit miktarı” olarak tanımlanıyor.
Bazıları bu düşünceden hareketle çağımızı “Antroposen”, yani “İnsan Çağı” olarak tanımlıyor. Bununla geçmişte “doğal” etkilerle değişen dünyanın, günümüzde “insan” etkinlikleriyle değiştiği ifade edilmeye çalışılıyor.
Şüphesiz çevreyi kirleten “insan”, fakat dünya üzerinde yaşayan 8 milyar insanın çevrenin kirlenmesine katkısı eşit mi?
Nitekim “hangi insan(lar)” diye baktığımızda ülkeler ve ülkelerde yaşayan insanlar arasında çevre kirliliğine katkı bakımından 24 kata, 48 kata ulaşan farklılıklar görüyoruz.
Dünya üzerinde çevreyi en çok kirleten ülke Çin. Çin dünyadaki toplam CO2 emisyonunun üçte birinden tek başına sorumlu. Çin’i dünyadaki toplam emisyonun altıda birinden sorumlu olan ABD izliyor. Dünyayı en çok kirleten 10 ülke ise emisyonların üçte ikisinden sorumlu.
Bir ABD vatandaşı yılda ortalama 14,5 tonluk bir karbon ayakizi bırakırken, bir Çad vatandaşı bunun 24’te biri kadar, sadece 0,6 tonluk bir karbon ayakizi bırakıyor. Bu örneklerden dünyada yaşayan 8 milyar insanın çevrenin kirlenmesine katkısının hiç de eşit olmadığını görüyoruz.
Diğer yandan dünyanın kirlenmesine kişi başına katkısı bakımından ilk sırada olan ABD içinde de herkesin kirliliğe katkısı eşit değil. En zengin yüzde 1’lik kesimi oluşturan 3 milyon ABD’li yılda ortalama kişi başına 48 ton karbon ayakizi bırakırken (ABD’nin karbon ayakizinin yüzde 15’i), en alt yüzde 50’lik kesimi oluşturan 150 milyon ABD’li, kişi başına sadece 1 ton ayakizi bırakıyor (ABD’nin karbon ayakizinin yüzde 10’u).
Kuşkusuz sorunun en dramatik yönlerinden biri de çevre kirliliğine bağlı ölümlerin yüzde 90'ından fazlasının düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana geliyor olması. Dünyanın kirlenmesine en çok katkıda bulunan ülkelerden biri olan ABD’de kirlilik nedeniyle ölümler yalnızca binde 0,61 iken, kirlenmeye en az katkısı olan Çad’da kirlilik nedenli ölümler binde 2,87’ye ulaşıyor.
ANTROPOSEN DEĞİL KAPİTALOSEN
Ülkeler arasında ve ülkeler içinde karbon ayakizi bakımından büyük farklılıklar bulunması, çağımızın antroposen değil, fakat “kapitalosen” olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını düşündürüyor. Çünkü çevre kirliliğine yol açan şey insan etkinliklerinden çok, kapitalist üretim tarzının, diğer bir ifadeyle üretimle toplumun gereksinimlerini karşılamayı değil, üretimden kazanç sağlamayı amaçlayan bir üretim tarzının sonuçları.
Sorun sıklıkla ifade edildiği gibi “açgözlü” kapitalistlerin “aşırı kâr hırsı” değil, kapitalist üretimin “doğasında” yer alan maddi üretimi sürdürülebilir sınırların ötesine genişletme dürtüsü. Burada anahtar kavram “kapitalizmin doğası” kavramı. Yani kapitalist üretimi “dizginlemeye” çalışarak sorunu çözemezsiniz. Çünkü kapitalist birikim “doğası” gereği “yayılmacı”. Kapitalizm yaşamını sürdürmek için üretimi sürekli arttırmak zorunda.
Dünyadaki 100 fosil yakıt şirketinin sanayi devriminden (1750'ler) bugüne 1 trilyon ton CO2 eşdeğer emisyondan, diğer bir ifadeyle toplam emisyonun yarısından sorumlu olduğu gerçeği karşısında çağımızı “kapitalosen” olarak tanımlamak ve çevre kirliliğinden “insanın” değil, kapitalist üretim tarzının sorumlu olduğunu söylemek kesinlikle abartı sayılmamalı.
BİREYSEL TEDBİRLER ASLA YETERLİ DEĞİL
Günümüzde birçok kurum ve kuruluş insanları çevre konusunda daha duyarlı olmaya, doğada daha az karbon ayakizi bırakmaya davet ediyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbulluları özel araçlarıyla daha az seyahat yapmaya ve elektrikli araçları tercih etmeye, evde kimyasal içermeyen temizlik ürünleri kullanmaya, bacaları temizlemeye vb çağırıyor. Yaşar Üniversitesi de halkı yenilenebilir enerji kaynakları kullanmaya, binalarda ısı yalıtımı yapmaya teşvik ediyor.
Şüphesiz bu tür bireysel tedbirler çok kıymetli, ancak çevre kirliliği sorununun çözümünde “bireysel” tedbirler hem asla yeterli değil, hem de çoğu kez gerçekçi değil. Birçok insan için fosil yakıtla çalışan araç yerine elektrikli araç almak bir “tercih” sorunu değil, maddi olanak sorunu.
Elbette herkes çevrenin kirlenmemesi için elinden geleni yapmalı, fakat çevre kirliliği sorununun çözümünde asıl olan “toplumsal” tedbirlerdir.
Örneğin 100 megawat gücünde kömürle çalışan bir termik santralın doğaya yılda 45 bin ton kükürt dioksit ve 26 bin ton azot dioksit yaydığını biliyoruz. Bu emisyonun çevreye verdiği zarar ancak “toplum” düzeyinde tedbirlerle azaltılabilir veya giderilebilir.
Yine ABD’de yerleşik bir çok – uluslu bir enerji şirketi olan Chevron’un yıllık emisyonunun, Türkiye’nin yıllık emisyonundan çok daha fazla olduğu dikkate alındığında, “bireysel” tedbirlerle çevre kirliliği sorununun çözümünde çok yol alınamayacağı apaçık görülebilir.
Sorunun kaynağı daha önce belirttiğimiz gibi üretimin toplumun gereksinimlerinin karşılanması amacıyla değil, kâr amacıyla örgütlenmesi. Üretim üzerinde yalnızca üretim araçlarına sahip olanların karar sahibi olması. Bu nedenle üretim araçları üzerinde özel mülkiyete son verilmeden, üretimin amacı kâr olmaktan çıkartılmadan, üretimin çevreye duyarlı hale getirilmesi olanaksız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder