Translate

11 Kasım 2025 Salı

Toplumcu hekimlik tarihimizden

 


Türkiye'de 1960'lı yıllarda sınıf mücadelesinin ivme kazanmasıyla birlikte, toplumun birçok kesiminde olduğu gibi hekimler arasında da “toplumcu” düşünce yaygınlaşmaya başlamıştı. DİSK’in kuruluşu, Türkiye İşçi Sınıfının 15 – 16 Haziran şahlanışı ve 12 Mart süreçleri hekimler arasında “sınıf bilincini” alevlendirmiş, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde işçi sınıfının mücadelesinden etkilenen toplumcu hekimler meslek örgütlerinde (TTB ve Tabip Odaları) örgütlenmişlerdi.


TTB'nin efsanevi başkanı Erdal Atabek’in “biz hekimlerin sınıfsal konumunu sağlık emekçisi olarak yeniden tanımladık” cümlesiyle özetlenebilecek bu süreçte meslek örgütü, hekimlerin “mesleki çıkarlarından” ziyade, halkın “sağlık hakkı” için mücadelede öne çıkıyordu. Bu yıllarda Ankara Tabip Odası ülkenin sağlık sorunlarını masaya yatıran 1. Halk Sağlığı Kurultayı'nı düzenlemişti.


26 – 28 Haziran 1975 tarihleri arasında üç gün süren 1. Halk Sağlığı Kurultayı'nın katılımcıları arasında Nusret Fişek, Nevzat Eren, Veli Lök, Engin Tonguç, Nevres Baykan, Ergin Atasü, Rahmi Dirican, ve Aydın Köymen gibi isimler bulunuyordu (yukarıdaki fotoğraf).


Kurultay, Türkiye'nin halk sağlığı sorunlarının, ülkenin sosyal ve ekonomik sorunlarından soyutlanamayacağının altını çiziyordu:


“Toplumsal sorun ve dengesizlikler, gelir düşüklüğü ve gelirin dengesiz dağılımı, sonuçlarını en önce halkın sağlığı üzerinde gösterirler. Bu nedenle, sağlığın korunması, sağlık düzeyinin yükseltilmesi ve sürdürülmesi konularında başarılı olabilmek, ülkenin düzenine, sosyal ve ekonomik kalkınması ve huzuruna doğrudan bağımlıdır”.


Sağlığa ve hastalığa “toplumcu” bir perspektiften bakan Kurultay, “bireyci” yaklaşımları mahkum ediyordu:


“Sağlık konusunda bireylerin tek tek davranışının toplamı, toplumsal davranışı oluşturmaz. Toplumsal davranış, sosyoloji kuralları uyarınca oluşur. Sağlık konusunda bireysel tutum ve davranışlar, toplumsal davranışa ancak ve ancak yön verebilir. Bu nedenle sağlıklı ya da sağlıksız olmak bir toplumsal durumdur”.


Kurultay, kamu sektöründe çalışan hekimlerin özel muayenehane açmalarının kesinlikle önlenmesi gerektiğini söylüyordu. Serbest (özel) hekimliğin tamamen arz ve talep ilişkilerine dayalı bir düzende çalıştığını belirten kurultay, “İnsan sağlığı böyle bir ticaretin konusu olamaz” diyordu.


Kurultay sağlıkta eşitsizliklerin altını çiziyor, Türkiye'de herkesin sağlık hizmetlerinden eşit yararlanamadığı belirtiliyor, bunun nedeninin kâr – zarar ve arz – talep ilişkilerine göre işleyen liberal düzen olduğu vurgulanıyor, liberal düzende herkesin sağlık hizmetinden eşit yararlanamayacağı ifade ediliyordu:


“İnsan sağlığı ticaretin konusu olamaz. İnsan sağlığı, üzerinden gelir sağlanan, ticaret yapılan bir meta gibi düşünülemez. Bu nedenle ülkemizde sağlık hizmetlerinin devletleştirilmesi zorunludur”.


Sağlık hizmetlerinin finansmanının milli bütçeden karşılanması gerektiği, Genel Sağlık Sigortası ve benzeri uygulamaların, dengesizliği artırıcı ve iyileştirici hizmet veren hekimlere haksız ve fazla gelir sağlamaktan öte bir yarar sağlayamayacağı belirtiliyordu.


Bugün hekimlerin 50 yıl önce yakaladıkları çizginin çok gerisinde kalması, Türkiye'de “sınıf mücadelesinin” geri çekilmesiyle bağlantılıdır. İşçi sınıfı mücadelesi zayıflayınca, hekimler de topluma egemen olan “bireyci” ideolojiden paylarını almışlardır.


Kuşkusuz bu süreç çok uzamayacak, son yıllarda yeniden ivmelenmeye başlayan sınıf mücadelesi, hekimler arasında “toplumcu” düşüncenin yeniden yaygınlaşmasına zemin oluşturacaktır. Tabip Odalarının 1970'lerin 1 Mayıs'larında olduğu gibi “Yolumuz İşçi Sınıfının Yoludur” pankartı arkasında kortejler oluşturacağı günler uzak değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder