Translate

11 Aralık 2014 Perşembe

Açlık endeksini toklar yaparsa

Aslında Rapor’a göre durumu “çok iyi” olan Türkiyeliler açlığın ne demek olduğunu çok iyi bilirler, henüz açlıktan ölen Kübra bebeği unutmadık, fakat biz yine de Rapor’un “açlıktan” ne anladığına bakalım. 

Hafta başında medya organlarının 2014 Küresel Açlık Endeksi’nin (KAE) sonuçlarına yer verdiği dikkatinizi çekmiştir. Endeksin ülkeleri kişi başına düşen günlük kalori miktarına göre sıraladığını, araştırma sonuçlarının yoksul ülkelerdeki nüfusun önemli bir kısmının yetersiz beslendiğini ortaya koyduğunu yazdılar veya söylediler. Buna göre açlık, aşağıda sıralayacağımız “10 ülkenin” sorunuydu ve Türkiye’nin durumu oldukça iyi görünüyordu. Bu arada araya şu cümlenin sıkıştığı da dikkatlerden kaçmamıştır: “Dünyanın en kapalı rejimi olarak değerlendirilen Kuzey Kore'de ise devlet açlığı bir nüfus kontrol yöntemi olarak görüyor ve sayıları 80 bin ila 120 bin arasında değiştiği söylenen politik mahkûmları cezalandırmak için kullanıyor”.

Gerçekten de geçtiğimiz ay, Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Kurumu tarafından 2006 yılından beri yayınlanmakta olan Küresel Açlık Endeksi’nin (KAE) 2014 yılı Rapor’u yayınlandı (von Grebmer ver ark, 2014). Sanıyorum bizim medyamız bu Rapor’un tümünü okumak yerine, hemen girişteki özete bakarak “haber” yapmakla yetinmiş. Oysa birçok sayfası grafikler, tablolar ve birbirinden güzel resimlerden oluşan, kapağı ve indeksi dahil 50 sayfalık Rapor’u okuma zahmetine katlansalardı, Rapor üzerine çok farklı şeyler yazabilirlerdi.

ENDEKS NEYİ ENDEKSLİYOR?

KAE, üç göstergenin bileşiminden oluşuyor: toplum içinde yetersiz beslenenlerin oranı, 5 yaş altı düşük kilolu çocuk prevalansı ve 5 yaş altı çocuk ölüm hızı. Endeks ülkeleri 100 üzerinden bir ölçekle sıralıyor. Ölçekte 0 açlığın olmamasını, 100 en kötü açlık durumunu temsil ediyor. 4.9 altındaki değerler “düşük derecede açlığı”, 5 – 9.9 “orta düzeyde açlığı”, 10 – 19.9 “ciddi açlığı” ve 20 – 29.9 “alarm düzeyinde açlığı” gösteriyor.


Yani olay bizim medyamızın “anladığından” (kişi başına düşen günlük kalori miktarına göre ülkeleri sıraladığı...) biraz daha “karmaşık”.

Fakat sorun burada bitmiyor. Sorumlu bir iletişimcinin, hele konu sağlıksa, yani insan hayatıysa, elindeki materyale biraz daha yakından bakması gerekiyor. Örneğin Rapor’u kim yazmış? Rapor hangi verilere dayanıyor?

Rapor üç kurum tarafından kaleme alınmış: Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Kurumu’nun (UGPAK) yanında Concern Worldwide ve Welthungerhilfe logoları var. UGPAK 1975 yılında kurulmuş bir ABD araştırma kuruluşu. Orta ve Güney Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde faaliyet gösteriyor. 2012 yılında 100 milyon dolara yakın gelir göstermiş; başlıca gelir kaynağı Dünya Bankası olan hükumet kuruluşlarından besleniyor. Kurum tarımda genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) kullanımını desteklemesi, batılı hükumetler ve büyük tarım şirketleriyle işbirliği nedeniyle eleştiriliyor. Yukarıda da belirtildiği gibi ilk KAE’ni 2006 yılında “tek başına” yayınlamış fakat “meşruiyet” sorunu yaşamış olsa gerek, 2007 yılından itibaren yanına diğer iki “hükumet-dışı” örgütü de almış.

Bu hükumet-dışı örgütlerden biri Concern Worldwide adında İrlanda odaklı bir “insani yardım” kuruluşu. 1968 yılında kurulduğundan beri 50 ülkede çalışmalar yapmış ve halen Asya, Afrika ve Karayiplerde 25 ülkede 3.200 görevlisi bulunuyor. İrlanda hükumeti, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, İngiltere hükumeti ve diğer hükumet ajanslarından mali yardım alıyor. Diğer örgüt Welthungerhilfe ise 1952 yılında kurulmuş. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da 70 ülkede 7 binden fazla proje yürüten bir Alman yardım kuruluşu. 2012 yılında devletten 105.6 milyon Euro bağış alan kuruluş, Avrupa Komisyonu ve Birleşmiş Milletler’den de mali destek alıyor.

Sanıyorum şimdi Rapor’a bakışınız biraz değişmiştir. En azından daha temkinli yaklaşmak gerektiğini fark ettiniz. Fakat yine de veri kaynaklarına bakmadan karar vermeyelim.

Endeksin toplum içinde yetersiz beslenenlerin oranı için veri kaynağı Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (BM-GTÖ) ile UGPAK “tahminleri”. 5 yaş altı düşük kilolu çocuklara ilişkin verileri UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Dünya Bankası’ndan alıyor. Çocuk ölüm hızı verileri ise Birleşmiş Milletler’in bir yan kuruluşu olan Çocuk Mortalitesi Tahmin Grubu’ndan geliyor. Ancak Rapor’un tablolarına yakından bakıldığında, neredeyse rakamların yarısından çoğunun yanında bir “yıldız” işareti görüyorsunuz. Gözünüzü indirip “yıldızın” ne anlama geldiğine bakınca şu ibareyi görüyorsunuz: UGPAK tahmini. Türkiye’nin yetersiz beslenen nüfus oranını gösteren bütün rakamları yanında bu “yıldızlardan” var.

Herhalde şimdi biraz mideniz rahatsız olmaya başlamıştır. Gerçekten bu Endeks neyi endeksliyor?

RAPOR DEĞİL, İDEOLOJİK PROPAGANDA DOKÜMANI

Rapor içinde bol renkli dünya haritaları var. Ayrıca kurumun web sayfalarında interaktif haritalar da var. Haritalara bakar bakmaz bir şey dikkatinizi çekiyor: zengin ülkeler “beyaz”. Yani bu ülkelere ilişkin veri yok. Raporu incelediğinizde, endeksin bu ülkeleri dışarıda bıraktığını öğreniyorsunuz. KAE, 55’i ciddi açlık sorunuyla karşı karşıya olan 120 geri bıraktırılmış (onlar “gelişmekte olan” demeyi tercih etmişler) ülke için hesaplanıyor. Kuşkusuz bu yaklaşım okurlarda, zengin ülkelerde “açlık” sorunu olmadığı algısı yaratıyor. Oysa bırakın 2008 kriziyle birlikte iflas bayrağını çeken Avrupa ülkelerini, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan ABD’nin, sınırları içinde gıda güvencesinden yoksun, yani bir sonraki öğünü belirsiz olan 20 milyon aile barındırdığını çok iyi biliyoruz (Magdoff, 2004).


Devam edelim.

Rapor, 2014 yılında KAE’ni ortalama 12,5 olarak belirlemiş. Bu durum 1990’a göre açlığın küresel ölçekte % 39 azaldığını ifade ediyor. Fakat her nasılsa dünyadaki “tanıma göre aç” insanların sayısı bir türlü azalmıyor (hatta az da olsa artıyor). Navarro bundan on yıl önce dünyanın en büyük sağlık sorununun “açlık” olduğunu söylemişti (Navarro, 2004). Dünya Sağlık Örgütü her yıl dünyaya 21 milyon düşük doğum ağırlıklı bebek geldiğini, okul öncesi çağda 161 milyon çocuğun kronik beslenme yetersizliğinden mustarip olduğunu ve dünya nüfusunun üçte birinin vitamin ve mineral yetersizliği nedeniyle hasta olduğunu açıklamıştı (WHO, 2007b). Rapor’a bakılırsa bunlar artık tarihe karışmış ve şimdi sorun yalnızca Sahra-altı Afrika ve Güney Asya’da. Brundi ve Eritre yüksek düzeyde “alarm” veren iki ülke olarak belirtilmiş, diğer alarm veren ülkeler, sırasıyla, Doğu Timor, Komoros, Sudan, Çad, Habeşistan, Yemen, Zambia, Haiti, Sierra Leone, Madagaskar, Orta Afrika Cumhuriyeti, Nijer, Mozambik ve Lao. Bizim medyamız bunlardan son altısını yazmaya üşenip, on tanesiyle yetinmiş.

İçimiz rahatlıyor. Rapora göre dünyada bugün 805 milyon insan (yaklaşık onda birimiz) aç ve yalnızca 16 ülkede durumun çok kötü. 

AÇLIK NE DEMEK?

Aslında Rapor’a göre durumu “çok iyi” olan Türkiyeliler açlığın ne demek olduğunu çok iyi bilirler, henüz açlıktan ölen Kübra bebeği unutmadık, fakat biz yine de Rapor’un “açlıktan” ne anladığına bakalım. Rapor “açlık” tanımını Birleşmiş Milletlerin Gıda ve Tarım Örgütü’nden almış. BM-GTÖ açlığı, günde 1.800 kalorinin altında besin almak olarak tanımlıyor ve bu miktarın bireyin “sağlıklı ve üretken” bir yaşam sürdürebilmesi için yeterli olduğunu ifade ediyor. Tabii fiziksel etkinliği “düşük” bireyler için. Yoksa bir fabrika veya tarla emekçisinin gündelik kalori gereksiniminin bunun iki katından daha fazla olabileceğini hiç kuşkusuz Birleşmiş Milletler’in cüzdanı şişkin bilim insanları da bizim kadar biliyor. Fakat “açlık sınırı” birkaç yüz kalori yüksek tutulsa, “resmi” aç rakamının 800 milyondan en az 1,5 milyara çıkacağını da çok iyi biliyorlar.


Aslında dünya nüfusunun büyük bir bölümünün açlığın ne demek olduğunu çok iyi bilmesine karşın, ortada üzerinde uzlaşılmış bir “açlık tanımı” olmadığını biliyor muydunuz? İnanmak zor gelebilir fakat insanlık neredeyse iki yüz elli yıldır açlığın tanımını yapmaya çalışıyor.


Ortaçağ İngiltere’sinde giderek artan yoksulluğun başta açlık olmak üzere olumsuz etkilerini giderebilmek için kabul edilen Yoksulluk Yasaları, yoksulları esas olarak üç gruba ayırıyordu: çalışamayacak durumda olanlar (özürlüler), çalışabilecek durumda olup iş bulamayanlar (işsizler) ve çalışabilecek güçte olmalarına rağmen çalışmayanlar (dilenciler). Yasalar ilk gruptakilere kamusal yardımı, ikinci gruptakiler için iş olanakları yaratılmasını ve son gruptakilerin de çalışmaya zorlanmasını, çalışmadıkları takdirde cezalandırılmalarını öngörüyordu. Açlık ve yoksulluk sorunlarının çözümüne ilişkin Yoksulluk Yasalarına muhalefet, henüz bu yasaların mürekkebi kurumadan yükselmişti. Yoksulluk Yasalarına karşı kaleme aldığı makalesinde Townsend, işsizlere iş vermeyi ve dilencilerin çalışmaya zorlanmasını “emek üzerine yasal baskı kurmak” olarak yorumluyor ve bu uygulamanın toplumda huzursuzluğa yol açmaktan başka bir işe yaramayacağını savunuyordu. İnsanları zorla çalıştırmak yerine, aç kalmalarına izin vermek, insanları çalışmaya güdülemenin en iyi yoluydu. Açlık, en vahşi hayvanı dahi uysallaştırır, terbiye eder ve uygarlaştırırdı. Açlık, en inatçıyı, yola gelmezi dahi itaatkar kılar, emirlere boyun eğdirirdi (Towsend, 1786).

Bir din adamı olan Towsend’in bu görüşleri, ilerideki yıllarda Malthus tarafından daha da geliştirilerek, yoksullara kamusal yardım yapılmasına karşı yürütülen kampanyalarda kullanıldı. Yani herkes açlığı bir sorun olarak görmüyor, hatta bazılarına göre açlık, insanları eğitmek ve disiplin için bir araç. Bu anlamda açlığı belki bir sorun olarak değil, tam tersine, uygarlığın ilerlemesine katkıda bulunan, olmazsa olmaz bir araç olarak görmek gerekiyor. İşte soruna yaklaşımdaki bu farklılıklar nedeniyle, günümüzün en önemli sağlık sorunu olarak altının çizilmesine ve 1980’lerin başından beri akademisyenlerin gündeminde ilk sıraları işgal etmesine rağmen, henüz, ne genel kabul gören bir açlık tanımı yapılabilmiş, ne de açlık tanısı konabilmesi için gerekli nesnel göstergeler üzerinde bir uzlaşma sağlanabilmiştir (Radimer, 1990).

Bu durum, tarihin gördüğü en yüksek sayıda devlet başkanının bir araya gelerek altına imza koyduğu Birleşmiş Milletler Millennium Deklerasyonu içinde yer alan, “dünya üzerinde açlığı ortadan kaldırma vaadini” (United Nations, 2000), daha baştan kağıt üzerinde kalmaya mahkum ediyor ve kurumun ciddiyetini ve otoritesini tartışmalı bir hale getiriyor. Bu deklerasyondan esinlenerek, dünya üzerinden açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı Millennium Kalkınma Hedefleri arasında birinci sıraya koyan Dünya Sağlık Örgütü de, açlık ve yoksullukla savaşımda kullanılabilecek sadece iki gösterge ortaya koyabilmiştir (WHO, 2007a). Bu göstergelerden biri beş yaş altındaki düşük ağırlıklı çocuk prevalansı, diğeri ise minimum diyet gereksinimini karşılayamayanların nüfusa oranıdır. Anımsayacağınız gibi KAE de bunları kullanıyor. Açlık üzerine tartışmalar, açlığın toplumsal boyutunu oluşturan gıda güvencesi noktasında düğümlendiğinden (Holben, 2007), Dünya Sağlık Örgütü bundan daha iyisini yapamamaktadır.

Açlık olgusunu yoksulluktan, yoksulluğu işsizlikten bağımsız olarak ele almak olanaksız olduğundan ve açlığa yol açan yoksulluk ve işsizlik nedenleri üzerine görüş birliğine varılamadığından, çağımızın bu en ölümcül hastalığının etyolojisi açıklanamamakta, neticede tedavi edilememektedir. Düşmanın tanımının açıkça yapılamadığı, açlık tanısı koyduracak nesnel ve pratik göstergelerin ortaya konmadığı, ülkeden ülkeye, hatta ülkeler içinde bölgeden bölgeye değişebilecek vücut ağırlığı ve yine toplumdan topluma değişebilecek kültürel bir öge olan diyet miktarı değişkenleri üzerinden yürütülecek bir savaş, baştan yitmeye yazgılıdır.

RAPOR NE ÖNERİYOR?

Rapor’un ardındaki kuruluşların küresel emperyalist merkezleri ve özellikle tarım alanına yatırım yapmış büyük şirketlerle ilişkilerine yazımızın başında değinmiştik. Bu ilişkilerin Rapor’a bir yansıması olmalı.  


Dikkatinizi çekmiş olmalı; gerçi bizim medyamız görememiş fakat Rapor’un başlığında ikinci bir alt başlık daha var: Gizli Açlık Sorunu. Rapor her yıl Küresel Açlık Endeksi yanında beslenmeyle ilgili belli bir konuyu da ele alınıyor ve bu yılın konusu “gizli açlık”.

Mikrobesin yetersizliği ile karakterli bir yetersiz beslenme türü olan “gizli açlık”, Rapor’a göre dünyada 2 milyar insanı, yani neredeyse 4 kişiden birini ilgilendiren bir sorun. Başta çinko, demir gibi elementlerin ve vitaminlerin yeterince alınamaması veya vücudun bunları özümseyememesi sonucu ortaya çıkan gizli açlık, birçok sağlık sorununa yol açıyor. Özellikle ilk 2 yaşta gizli açlık ölümle sonuçlanabiliyor. Her yıl beslenme yetersizliği nedeniyle yaşamını yitiren 3.1 milyon çocuktan, 1.1 milyonunun gizli açlık nedeniyle öldüğü tahmin ediliyor. Kuşkusuz gizli açlığı yenmenin en emin yolu, olabildiğince çeşitli besin kaynaklarıyla beslenmek, çünkü burada sorun besin miktarından çok, besinin niteliği ile ilgili.

Rapor gizli açlığın “gerçek” çözümünün yeterli ve dengeli beslenme olduğunu teslim ediyor. Bunun için geniş bir çeşitlilikte besin bakımından zengin bitkilerin üretilmesinin teşviki gerekiyor fakat tarım alanlarının farklı amaçlarla kullanılmasının (örneğin biyoyakıt veya sanayi bitkileri üretimi) teşvik edildiği bir dünyada takdir edersiniz ki bu “olanaksız”(!). Böyle “ütopik” hedeflerle oyalanmak yerine daha “gerçekçi” seçeneklere yönelen Rapor, gıdaların “endüstriyel” olarak zenginleştirilmesi veya bitkilerin “güçlendirilmesini” öneriyor.

Sizce de başta Monsanto olmak üzere tarım alanında büyük yatırımları olan dev şirketlerin “çözüm” önerilerinin Rapor’unkilerle uyumlu olması yalnızca bir tesadüf değil mi?

Sorunun özü insanların “gıda yokluğu” nedeniyle beslenememesi değildir. Bugünkü haliyle dahi toprak ana, dünyada yaşayan bütün insanları dengeli ve yeterli besleyecek kadar (hatta daha da çok) ürün vermektedir (McIntyre, 2002). Gereksiniminin çok üzerinde gıda üreten ve dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan ABD, sınırları içinde gıda güvencesinden yoksun, yani bir sonraki öğünü belirsiz olan 20 milyon aile barındırmasıyla bu durumun en çarpıcı örneğini oluşturuyor (Magdoff, 2004). Sanılanın aksine, gıda bolluğu içinde açlık yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelere mahsus değil, dünyanın en yoksul ülkelerinde, örneğin Bangladeş’te de aynı durum yaşanıyor (Navarro, 2004). Sorunun özü, insanların bu gıdalara erişememesidir. Dünya’da 2.6 milyar insan günde 2 doların altında bir gelire sahip olduğundan ve bu para gereksindikleri yiyecekleri satın almalarına yetmediğinden açtır.

Akif Akalın





Kaynaklar

von Grebmer ve ark. (2014). 2014 Global Hunger Index: The Challenge of Hidden Hunger. Bonn, Washington, D.C., and Dublin: Welthungerhilfe, InternationalFood Policy Research Institute, and Concern Worldwide.

Holben, DH. (2007). The Concept and Definition of Hunger and İts Relationship to Food Insecurity. http://www7.nationalacademies.org/cnstat/Concept_and_Definition_of_Hunge...

Magdoff, F. (2004). A Precarious Existence: The Fate of Billions? Monthly Review, 55(9): 1 – 14.

McIntyre, L. (2002). Food Insecurity as a Determinant of Health. Paper presented at The Social Determinants of Health Across the Life-Span Conference, Toronto, November 2002.

Navarro, V. (2004). The World Health Situation. International Journal of Health Services. 34 (1): 1 – 10.

Radimer, K.L., Olson, C.M. ve Campbell, C.C. (1990). Development of Indıcators to Assess Hunger. The Journal of Nutrition. 120 (11): 1544 – 1548.

Townsend, J. (1786). A Dissertation on the Poor Laws. http://www.efm.bris.ac.uk/het/townsend/poorlaw.htm

United Nations. (2000). United Nations Millennium Declaration. http://www.un.org/millennium/declaration/ares552e.htm

WHO. (2007a). Millennium Development Goals. http://www.who.int/mdg/goals/goal1/en/


WHO. (2007b). Millennium Development Goals. http://www.who.int/mdg/goals/goal1/nutrition/en/index.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder