İşçi sınıfının “doğal” örgütlenme ve
mücadele alanı işyeridir. İşçi sınıfı tarih sahnesine çıktığından beri işyeri
temelli sendikalar ve meslek örgütlerinde örgütlenmiş, mücadelesini işyerlerinde
yürütmüştür. Bugün de işyeri temelli mücadele işçi sınıfı mücadelesinin
omurgasını oluşturuyor, yarın da böyle olacaktır. Ancak 1980’li yıllarda
değişen sermaye birikim modeli ve izlenen neoliberal politikalar işçi sınıfının
önemli bir bölümünü işyerlerinin dışına ittiğinden, işçi sınıfının bütün
kesimlerine ulaşabilecek yeni yapılara ihtiyaç vardır.
SORUNUN TANIMI
Aslında egemen sınıfın işçi sınıfı
üzerinde baskı oluşturmak üzere işçi sınıfının bir kesimini “yedek” emekgücü
olarak üretimin dışında tutma eğilimi yeni bir olgu olmayıp, kapitalist üretim
tarzının özelliklerinden biridir. Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde bu olgu
güçlenerek “eğilim” olmaktan çıkmış ve “yapısal” bir niteliğe bürünmüştür. İkinci
Paylaşım Savaşı sonrası izlenen Keynesçi politikalarla yapısal işsizlik başka
ekonomik araçlarla dengelenebilmiş, işsizliğin toplumsal maliyetleri bir ölçüde
hafifletilmiştir. Fakat 1980’li yıllardan itibaren izlenmeye başlanan
neoliberal politikalar ve sermaye birikim modelinin değişmesi, kapitalist
toplumlarda işsizliği tarihte eşi görülmedik boyutlara sıçratmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre Türkiye’de 3 milyon hane veya 13 milyon
yurttaş geçimini sosyal yardımlarla karşılamaktadır. İşçi sınıfının üretim süreçlerinin
dışına itilmiş bu kesimlerine açlıktan ölmeyecekleri kadar bir yardım verilerek
yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmaktadır. Bu olgu kapitalizmin erken
dönemlerindeki “yedek” işçi olgusundan çok farklıdır. Bu kesimler geçmişte
olduğu gibi ekonominin “bozulmasıyla” işsiz kalmamış ve “düzelmesiyle” de işgücüne
katılamayacaktır. Günümüzde yaşanan işsizlik, sermayenin organik bileşiminin
emek aleyhine bozulmasının bir ürünüdür ve bu nedenle olası bir üretim
artışının da işsizlikte bir azalma sağlaması beklenmemektedir.
Bu gelişmeler birçok ülkede olduğu
gibi Türkiye’de de işçi sınıfının milyonlarla ifade edilen bir bölümünü
“geleneksel” mücadele ve örgütlülük alanlarının dışında bırakmakta ve işçi
sınıfının örgütlenmesinde işyeri temelli örgütlenmeler “yanında” yeni
örgütlenme biçimleri geliştirilmesi gereksinimi yaratmaktadır. Ancak olası
yanlış anlaşılmaları önlemek için baştan belirtelim ki, bu gereksinim ve
yazımızın ilerleyen bölümlerinde önereceğimiz yeni örgütlenme modelleri, işçi
sınıfın geleneksel örgütlenme modelleri olan sendikalar ve meslek örgütlerine
“alternatif” değildir. Bu “asli” örgütlenmelere destek olacak ve işçi sınıfının
üretim süreçlerinin dışında kalan kesimlerinin örgütlenmesine yardımcı olacak
yeni örgütlenme modellerinden söz ediyoruz.
ÖRGÜTLENME ARACI OLARAK SAĞLIK
Sağlığın toplumsal örgütlenmede bir
araç olarak kullanılmaya başlaması ilk olarak Sovyetler Birliği’nde karşımıza
çıkmaktadır. Devrim sonrasında, işyerlerinde işçilerin sağlık hizmetlerine
katılımının örgütlenmesi sürecinde, “sağlıkçı işçiler” üzerinden inşa edilen ve
sendikaların önemli roller üstlendiği çağdaş işçi sağlığı modeli, sağlığın işçi
sınıfının kendi sorunları etrafında örgütlenmesinde bir model olarak
kullanıldığı ilk örnektir (bkz. Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi,
Yazılama Yayınları).
Sağlığı örgütlenmede bir araç olarak
benimseyen ikinci deneyim Çin deneyimidir. Çin, dünyanın en kalabalık ülkesinde
sağlık sorunlarının üstesinden gelebilmek amacıyla toplumsal sağlık
seferberliği kampanyaları yürütmüş, “yalınayak hekimler” modelini geliştirerek,
toplumun kendi sağlık sorunlarını kendisinin çözebilmesi için büyük olanaklar
yaratmıştır. 1965 yılında Başkan Mao’nun ünlü “26 numaralı direktifi” ile
başlatılan seferberlikle, komünlere dayalı, kooperatif modeli üzerinde yükselen
ve 1970’lerde Dünya Sağlık Örgütü tarafından Üçüncü Dünya’ya bir model olarak
önerilen örgütlenmelere gidilmiştir.
Daha yakınlarda sağlığı toplumsal
örgütlenmede bir araç olarak kullanan ülke Küba’dır. Küba devriminin ilk
yıllarında ABD destekli Domuzlar Körfezi saldırısı sürecinde kurulan Devrimi
Savunma Komiteleri (milis örgütleri), daha sonra sağlık üzerinden toplumu
örgütlenmede bir araç olarak kullanılmıştır. Küba Kadınlar Federasyonu ile
birlikte toplumun sağlık sorunları temelinde örgütlenmesinde önemli katkıları
olan bu örgütler, dünyada sağlık hizmetlerine toplum katılımının en iyi
örneğini oluşturmaktadır. Mahalle ve işyeri düzeyinde sağlık sorunlarının
tartışıldığı örgütler, aynı zamanda sağlıkta seferberlik kampanyalarında ve
bazı sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde önemli işlevler üstlenmektedir.
SINIF MÜCADELESİNDE BİR ARAÇ OLARAK SAĞLIK
Çin ve Küba deneyimlerinin Latin
Amerika’daki sınıf mücadelesi üzerinde çok büyük etkileri olmuştur. 1960’lı
yıllarda birçok Latin Amerika ülkesinde çeşitli ilerici gruplar devletin sağlık
hizmeti götürmediği bölgelerde “gönüllü” sağlık hizmeti sunmaya başlamışlardır.
Kısa zamanda karşılaştıkları aşırı talep karşısında ezilen gönüllüler, Çin ve
Küba deneyimlerinden esinlenerek toplumun kendi sağlık sorunlarını kendilerinin
çözebileceği örgütlenmeler oluşturmaya başlamışlardır.
Guatemala’nın Chimaltenango
yaylalarında yerel sağlık teşvikçileri eğitilmiştir. Teşvikçiler köylülere
sağlığın altta yatan belirleyicilerini analiz etmeleri ve durumlarını
iyileştirmek üzere kolektif eyleme geçmeleri için yardımcı olmaya başlayınca,
askeri hükumet teşvikçileri öldürmüş, “arazileri yakarak” kendi sağlık
sorunları etrafında örgütlenen köylüleri cezalandırmıştır.
El Salvador’da 1970’lerde gönüllülerce
oluşturulan toplum sağlığı programları giderek Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş
Cephesi’nin (FMLN) çizgisine gelmişler ve sağlık teşvikçileri, ABD destekli
askeri diktatörlüğe direncin yükselişini harekete geçirmekte kilit bir rol oynamışlardır.
Benzer programlara Nikaragua, Meksika
ve diğer Latin Amerika ülkelerinde sıkça rastlanmaktadır. Bu programlarda
toplum içinden gönüllüler sağlıkçılar tarafından eğitilmekte ve yine
sağlıkçıların denetiminde toplum içinde sağlık konularında çalışmaktadır.
Çalışmanın konusu toplumun en önemli sağlık sorunlarına göre değişmektedir.
Ancak sorun ne olursa olsun, sorunun çözümünde “toplumcu” bir yaklaşım benimsenmekte
ve sorunların kolektif bir şekilde çözülmesi özendirilmektedir (bkz. http://toplumcutip.blogspot.com.tr/2014/11/latin-amerikann-toplumsal-kurtulus.html).
Son örnek de Venezuela’dır. Venezuela
da sağlığı bir örgütlenme aracı olarak kullanmanın en iyi örneklerinden birdir.
Venezuela’da mahalle temelli sağlık komiteleri, sağlık hizmetleri üzerinden
toplum örgütlenmesinin temelini oluşturmaktadır. Mahalle halkı tarafından
seçilen komite üyeleri, mahallelerde sunulan sağlık hizmetlerine yardımcı
olmakta ve bu hizmetleri denetlemektedir. Devlet bürokrasisinin tamamen dışında
yürütülen çalışmalar, kapitalizm koşullarında işbaşına gelen ilerici hükumetin
sağlık etkinliklerinin omurgasını oluşturmaktadır (bkz. Devrimci Doktorlar,
Notabene Yayınları).
TOPLUM SAĞLIK ÜZERİNDEN NASIL ÖRGÜTLENİR?
Şüphesiz her şeyin gerçek yaşamdaki
karşılığı, gereksinimleri ne kadar yanıtlayabildiğiyle ilişkilidir. Bu anlamda
sağlık üzerinden örgütlenmenin toplum içinde gerçek bir gereksinime karşılık
gelmesi gerekir. Bu gereksinim toplumcu tıp/sağlık hizmetleridir.
Türkiye’de toplumcu tıp/sağlık
hizmetlerinin sağlığın korunması ve geliştirilmesi bakımından ne kadar önemli
olduğu çok uzun yıllardır kabul edilmesine karşın, bu hizmetler toplumun
toplumcu tıp/sağlık hizmetlerine “en çok” gereksinim duyan kesimlerine ulaşmamaktadır.
Bu kesimler aynı zamanda işçi sınıfının üretim dışına itilmiş kesimleridir.
Çoğu sürekli ve düzenli bir ikametgaha sahip olmayan bu kesimler ya devletin
sağlık hizmetlerinin yeterli ulaştırılmadığı yerlerde yaşamakta, ya da birçok
araştırmanın da ortaya koyduğu gibi çok çeşitli nedenlerle bu hizmetlerden
yeterince yararlanamamaktadırlar. Oysa bu hizmetler, özellikle “ana-çocuk
sağlığı hizmetleri” sözcüğün tam anlamıyla “yaşamsal” hizmetlerdir.
En temel ana-çocuk sağlığı hizmetleri
gebe ve bebek izlemidir. Bu hizmet kapsamında gebe oldukları tespit edilen anne
adayları gebelikler süresince eğitilerek doğuma hazırlanmakta, gebelik ayına
göre gebeliğin gelişimi izlenmektedir. Aynı durum 0 – 12 aylık bebekler için de
geçerlidir. Bu izlemlerin önemli bir bölümü tıbbi araç-gereç gerektirmediği
gibi, sağlık alanında bir eğitim almış olmak da şart değildir. Yukarıda
sıralanan birçok dünya örneğinde olduğu gibi “gönüllüler” çok kısa süreli bir
eğitimle gebeleri ve bebekleri izlemeyi öğrenebilir ve bir sağlıkçı gözetimine
izlem hizmeti sunabilirler.
Genellikle bu tür çabalar meslek
örgütleri ve profesyoneller tarafından büyük tepkilerle karşılanmakta ve
toplumun sağlığını tehlikeye atmakla suçlanmaktadır. Burada dikkat edilmesi
gereken çok önemli bir nokta vardır: bu hizmetler devletin veya sağlık
profesyonellerinin sunduğu hizmetlere “alternatif” değil, aksine devlet veya
sağlık profesyonellerinin bu hizmetleri sunmamasından veya ulaştıramamasından doğan
gereksinimden kaynaklanan hizmetlerdir. Elbette arzu edilen bu hizmetlerin
devlet tarafından herkese eşit ve ücretsiz olarak ulaştırılmasıdır ve bunun
için mücadele edilmelidir. Fakat toplumcu tıp/sağlık hizmetlerine
erişemeyenlere bu hizmetlerin ulaştırılması ne bu hizmetlerin devlet tarafından
sunulması gerektiği gerçeğini ortadan kaldırır, ne de bunun için yürütülecek
mücadelenin alternatifidir.
Aksine toplumcu tıp/sağlık
hizmetlerinin sunulmaya başlaması, bu hizmetlerden o güne kadar haberi olmayan
kesimlerde hizmetlere yönelik bir talep uyandırır. Gebeliklerinde düzenli
izlenen ve bebekleri doğduğundan itibaren 1 yaşına kadar düzenli olarak izlenen
kadınlar, bu hizmetin gündelik yaşamlarını nasıl değiştirdiğini kendi
deneyimleriyle öğrenecekler ve bu hizmetlerin kapsamının daha da
genişletilmesini talep edeceklerdir. Diğer yandan bu hizmetlerin sunulması,
toplumcu tıp/sağlık hizmetlerinin kamusal olarak devlet tarafından herkese eşit
ve ücretsiz olarak götürülmesi için yürütülen mücadeleye de önemli bir
toplumsal destek sağlayacaktır.
Toplumcu tıp/sağlık hizmetlerinin ve
özellikle ana-çocuk sağlığı hizmetlerinin ayırt edici yönü, bu hizmetlerin esas
olarak “evde” sunulan hizmetler olmasıdır. Kuşkusuz ülkemizde Aile Sağlığı
Merkezleri’nin (ASM) gebeler ve bebekleri izlem amacıyla (bu izlemlerin
yapıldığı yerlerde) ASM’ne davet etmeleri de hiç yoktan iyidir, fakat çok
“eksik” bir hizmettir. Çünkü bu hizmetlerde “ana fikir” bireylerin çalışma ve
yaşam ortamlarında sağlık için gerekli değişikliklerin yapılmasıdır. Örneğin
anneye ASM’nin mutfağında (tabii varsa) bebeği için mama hazırlamayı öğretmek
ile annenin evinde, onun mutfağında, o mutfağın olanaklarıyla bu işi en
sağlıklı şekilde nasıl yapabileceğini öğretmek arasında çok büyük bir fark
vardır ve bu fark karşımıza ne yazık ki “bebek ölümleri” olarak çıkmaktadır.
KİMLER GÖNÜLLÜ OLABİLİR?
Bu tür çabalarda işler “insan”
üzerinden yürüdüğünden, insan faktörü çabanın başarısı için çok önemlidir.
Birinci ve en önemli koşul, gönüllünün hizmet sunacağı toplumun “içinden”
olmasıdır. Hizmet sunduğu mahallede oturmalı ve kendi akrabalarına,
yakınlarına, komşularına hizmet sunmalıdır. Gönüllünün ergenlik çağını geride
bırakmış ve okur-yazar olması yeterlidir. Birkaç haftalık bir başlangıç eğitimi
ve hizmet süresince devam edecek sürekli eğitimlerle çok kısa zamanda yaptığı
işin uzmanı olacaktır. Bu durum yukarıda dünyadan örnekleri sunulan birçok
yerde kanıtlanmıştır. Gönüllünün bir başka işte çalışıyor olup olmaması önemli
değildir. Hizmet evde sunulduğundan kamu kurumlarındaki gibi bir mesai saati
kısıtlaması yoktur.
Gönüllüler ikişer gönüllüden oluşan
ekipler halinde çalışmalıdır. Bu hem birbirlerinin eksikliklerini gidermelerini
ve ev ortamında kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlayacak, hem de
“sürekli ve düzenli” olmanın yaşamsal önemde olduğu bu hizmetlerde, hizmetin
hastalık gibi nedenlerle aksamamasını sağlayacaktır. Bir gönüllü ekip en çok
100 haneden sorumlu olabilir. Bu hanelerde kimlerin oturduğunu bilen ve
kayıtlarını tutan gönüllüler, hanelerde yaşayan kadınları sürekli izleyecekler,
gebe kaldıkları andan itibaren de gebe izlemine alacaklardır. İzlemler doğum
sonrası lohusa izlemiyle birlikte bebeklerin de izlemiyle bir yıl devam
edecektir.
Bu çalışmalarda yükün önemli bir
bölümü de gönüllüleri gözeten “gönüllü sağlıkçıların” üzerindedir. Bu çalışmaya
katılacak gönüllü sağlıkçılar, gönüllüler için her an telefon gibi araçlarla
ulaşılabilir olmalıdır. Sağlıkçılar haftada bir gün gönüllülerin çalışmalarını
izlem formları üzerinden denetlerken, sürekli eğitimlerini de bu denetimler
sırasında gerçekleştirmelidir. Bir sağlıkçı en çok 500 haneden, dolayısıyla 5
gönüllü ekibinden (10 gönüllü) sorumlu olmalıdır.
Makalenin sınırlarını aşmamak için
izlemlerde neler yapılacağı ve hangi hizmetlerin sunulacağının ayrıntılarına
girilmemiştir. Bunlar esas olarak standart gebe ve bebek izlem hizmetleridir.
Kuşkusuz gönüllüler bu hizmetler içinde tıbbi araç-gereç gerektirmeyenleri (boy
– kilo ölçümü vb) sunacak, diğer hizmetler için (idrar tetkiki, ultrason vb)
insanları kamu sağlık kurumlarına yönlendirecek, mümkünse onlara eşlik
edeceklerdir.
SONUÇ
Şüphesiz salt ana-çocuk sağlığı
hizmetleriyle işçi sınıfının üretim süreçlerinden dışlanmış kesimlerinin tümüne
ulaşmak olanaksızdır. Bu çalışmayı daha geniş bir mahalle çalışmasının (eğitim,
kültür, spor etkinlikleri vb) bir parçası olarak görmek gerekir. Gönüllüler
zamanları ölçüsünde birden fazla alanda hizmet sunabilirler. Amaç işçi
sınıfının üretim süreci dışına itilmiş kesimlerine hizmet götürmek yanında, bu
kesimlerin mahalli ölçekte örgütlenmelerine de katkıda bulunmaktır.
Akif
Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder