Son günlerde dünya basınında öne
çıkan konulardan biri olan “daraprim krizi”, kapitalist ekonomik düzenin insan
sağlığını ve güvenliğini nasıl tehdit ettiğine yeni ve güncel bir örnek
oluşturdu. Üretimde amacın insanların gereksinimlerini karşılamak değil, “kar”
olduğu kapitalist ekonomik düzende sermaye, karını azamileştirebilmek için her
yola başvurabiliyor. Bu süreçte milyonlarca insanın yaşamının sermaye için
zerre kadar değeri/önemi yok. Dahası sermaye kar etmeyi bir “hak” olarak
görüyor ve savunuyor. Biraz üzerine gidildiğinde ise üretmekten vazgeçmekle ve
çalıştırdığı emekçileri işten çıkartmakla tehdit ediyor.
DARAPRİM NEDİR?
Daraprim esas olarak bazı plazmodyum
türlerinin etken olduğu sıtmadan “korunmakta” kullanılan bir ilaçtır. Sıtmanın
endemik olduğu bölgelere seyahat edecekler, bu ilaçla kendilerini sıtmaya karşı
koruyabilirler. Sıtmaya karşı koruyucu olmanın yanında, sıtma ve toxoplazmozis “tedavisinde”
de kullanılan ilacın, diğer çok satan ilaçlara göre mütevazı bir “pazarı” vardır.
ABD’de daraprim krizi, geçtiğimiz
Ağustos ayında Turing İlaç Şirketi’nin 62 yıldır piyasada bulunan bu ilacın
“haklarını” 55 milyon dolara satın alarak, ilaç üzerinde “tekel” oluşturmasıyla
ortaya çıkmıştır. Şirket yakın zamanlara kadar 1 dolara üretilen ve piyasada 13,5
dolara satılan ilacın fiyatını, ilaç üzerinde tekel kurarak, yüzde 5 binlik (50
kat) artışla 750 dolara yükseltince, ABD’deki birçok sağlık kuruluşu bu
maliyeti karşılayamaz hale gelmiştir.
Aslında daraprim sıtmadan korunma ve
tedavide tek seçenek değildir. İlacın diğer bir endikasyonu olan toksoplazmozis
ise oldukça yaygın olmasına rağmen, birçok insanda rahatsızlık oluşturmayan bir
hastalıktır. Ancak AIDS veya kanser gibi bağışıklık sistemini çökertebilen
durumlar eşlik ettiğinde, basit bir parazit enfeksiyonu, en çok 1 ay içinde
tedavi edilmediğinde, ölümcül bir durum haline gelmektedir. Bu nedenle daraprim
bu hastalar için “yaşam kurtarıcı” bir ilaç halini almaktadır. Şirketin ilaç
fiyatını 50 kat arttırması, bağışıklık sistemi çökmüş hastalar için tedavi
giderlerini aşırı ölçüde arttırdığından “insani” bir krize yol açmıştır.
KRİZE GİDEN YOL
Daraprim ilk olarak 1953 yılında
sıtma tedavisi için ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından onaylanmış ve izleyen
yıllarda uzun süre GlaxoSmithCline tarafından üretilmiş bir ilaçtır. Krize
giden yolda ilk kilometre taşı, Glaxo’nun 2010 yılında ilacın ABD’de satış
“haklarını” CorePharma’ya satması olmuştur.
CorePharma 1998 yılında kurulmuş, ABD
standartlarına göre küçük ölçekli bir ilaç şirketidir. “Pazara” girebilmek için
ortaklıklar arayan ve lisans toplamaya çalışan şirket, 2005 yılında
hisselerinin çoğunluğunu RoundTable Healthcare Partners şirketine devretmiştir.
Piyasada 10 kadar ilacı bulunan şirket, 2014 yılında Impax şirketi tarafından
700 milyon dolara satın alınmıştır.
Impax Laboratuar da, 1999 sonunda
Global İlaç Şirketi ve Impax İlaç’ın birleşmesiyle kurulmuş yeni bir şirkettir.
Şirket CorePharma’yı satın aldıktan sonra bu kuruluşun “ürünlerini” satışa çıkartmış,
Daraprim “hakları” da bu çerçevede 55 milyon dolara Turing şirketine satılmıştır.
Turing İlaç, internet sayfasında bir
tarihçe dahi olmayan “türedi” bir şirket olup, piyasada yalnızca iki ilacı
vardır: Vecamyl (mecamylamine HCl) ve Daraprim (Pyrimethamine). Şirketin
kurucusu ve CEO’su olan Martin Shkreli, 1983 doğumlu bir “girişimcidir”.
Arnavutluk ve Hırvatistan kökenli ebeveynlerinin göçtüğü New York’ta doğan
Shkreli, 2004 yılında Baruch Koleji’nden mezun olmuş, 2009 yılında bir sermaye
şirketi kurduktan sonra sağlık sektörüne girmeye karar vermiştir.
2015 Şubat’ında Turing İlaç
Şirketi’ni kuran Shkreli, piyasada satabileceği ilaç aramaya başlamış ve
daraprimin haklarını 55 milyon dolara satın almıştır. İlacın haklarını satın
alır almaz maliyeti 1 dolar olan daraprimin satış fiyatını 13,5 dolardan 750
dolara yükselterek, ABD’nin son günlerin en tanınmış tartışmalı figürlerinden
biri haline gelmiştir.
FİYAT DÜŞERSE İLAÇSIZ, İŞSİZ KALIRSINIZ
2015 Eylül’ünde hastalarına reçete
ettikleri ilacın fiyatının 50 kat arttığını gören sağlık kuruluşları Turing
İlaç’ı eleştirmeye başlamışlardır. Eleştirilere yanıt veren Shkreli, Bloomberg
News’a verdiği bir demeçte, “Eğer Aston Martin’i (bir araba markasıdır) bir
bisiklet fiyatına satan bir şirket varsa, bu şirketi alırız ve Toyota fiyatı
koymasını isteriz, bunun bir suç olabileceğini düşünmüyorum” demiştir.
Eleştiriler ABD’deki “seçim
ortamının” da etkisiyle hızla büyümüş, Demokrat aday Hillary Clinton dahi
tartışmaya katılmıştır. HIV Medicine Association ve Infectious Diseases Society of America’dan,
Donald Trump ve Bernie Sanders’a kadar geniş bir yelpazeden gelen eleştiriler
karşısında önce fiyatı “biraz” indirebileceğini söyleyen Shkreli, henüz bu
yönde bir adım atmamıştır. Aksine eğer şirkete ilacın fiyatını düşürmesi için
baskı yapılırsa, bunun şirketin “ölümcül hastalıklar” üzerine araştırmalara
yaptığı yatırımları azaltmasına ve şirket çalışanlarından bir kısmını “işten
çıkartmak” zorunda kalmasına yol açacağını söyleyerek Amerikalıları tehdit etmiştir.
İNSANLIK DÜŞMANI TİCARET
Aslında Turing şirketi bu “insanlık düşmanı
ticarette” ilk değil ve muhtemelen kapitalizm işçi sınıfı tarafından yıkılmadıkça
son da olmayacak. Daha önce de ABD’de kanser, hepatit C, yüksek kolesterol için
kullanılan ilaçların aşırı fiyatlandığına ilişkin çok sayıda haber çıkmıştı.
Fakat ilaçlar üzerinde patent süresinin sona ermesinden sonra diğer firmaların ilaçları
jenerik olarak üretime başlamasıyla ilaç fiyatları göreli olarak düşüyordu.
Daraprim vakasında ise 62 yıllık bir ilaca sanki yeni piyasaya sürülmüş bir
ilaç muamelesi yapıldığına tanık oluyoruz.
Diğer yandan ABD kamuoyunda Turing
İlaç’ın üzerine bu kadar gidilmesinde, yukarıda da belirttiğimiz gibi ABD’nin
“seçim ortamında” olmasının büyük payı var. Çünkü Turing İlaç bu konuda “ilk”
değil. Daha önce çoklu ilaç direnci gösteren tüberküloz vakalarında kullanılan Sikloserin’in
fiyatı da, ilacın Rodelis şirketi tarafından satın alınmasından sonra 500
dolardan 10.800 dolara yükseltilmişti, fakat ABD kamuoyunda bu kadar
tartışılmamıştı.
ABD yurttaşlarının “ilaca erişim”
bağlamında yaşadığı sıkıntılar bu örneklerle de sınırlı değil. Geçtiğimiz
günlerde yayınlanan bir Reuters analizinde dünyada en çok satılan 20 ilacın,
ABD’de İngiltere’den üç kat daha pahalıya satıldığı ortaya çıktı. 2014 yılında
küresel ilaç pazarının yüzde 15’ini oluşturan bu 20 ilaç, AbbVie, AstraZeneca,
Merck, Pfizer ve Roch firmalarının karlarının ana kaynağını oluşturuyor. ABD’de
ilaçlar yalnızca İngiltere’den daha pahalı değil, ortalamada Avrupa pazarından
da daha pahalı. Bu fark başka ülkelerle kıyaslandığında daha da artıyor;
örneğin ABD’de ilaç fiyatları Brezilya’dakinin 6 katı iken, Hindistan gibi ilaç
fiyatlarının en düşük olduğu ülkelerdekilerin 16 katına ulaşıyor.
Son yıllarda ilaç fiyatlarındaki
farklılık, ABD’de ilaç fiyatlarının enflasyonun üzerinde artması nedeniyle daha
da büyüdü. Buna Avrupa’da hükumetlerin ilaç fiyatlarını aşağı çekme girişimleri
de katkıda bulundu. ABD’de en çok satan ilaç fiyatlarında 2008 – 2014 arasında
yüzde 127’lik bir artış olurken, aynı dönemde tüketici fiyatları yalnızca yüzde
11 arttı. Avrupa’da uygulanan kemer sıkma paketleri nedeniyle sağlık
harcamalarında kısıntılara gidilmesi ise tam tersi bir etki oluşturdu.
ABD’yi diğer ülkelerden ayıran en
önemli özellik, ABD’de kapitalizmin diğer kapitalist ülkelerden daha “saf”
haliyle işliyor olması. Avrupa’da ve dünyanın başka coğrafyalarında emek
hareketi sermayenin dizginsiz taleplerini bir ölçüde sınırlamayı başarırken,
ABD fiyatları “tamamen” pazara bırakmış durumda. Diğer kapitalist ülkelerde
emeğin taleplerine kulaklarını tıkayamayan hükumetler, doğrudan veya dolaylı
müdahalelerle ilaç maliyetlerini kontrol ediyor ve fiyatlamayı pazarlara
bırakamıyorlar. Kuşkusuz bu durum sınıf mücadelesinin bir ürünüdür.
KAR ETME HAKKI
Bütün bu çerçeve içinde asıl
görülmesi gereken sürecin “doğasıdır”. Tartışma ısrarla yeni bir ilaç için
oldukça yüksek maliyetli araştırmaların risklerine sıkıştırılmaya çalışılıyor:
Yeni bir ilaç için milyarlar dökeceksiniz ve belki yürüttüğünüz araştırmaların
yüzde 70 – 80’i hatta daha fazlası sonuçsuz kalacak, sonunda işe yarar bir
formül bulduğunuzda elde edeceğiniz kazanç bütün kayıplarınızı karşılamalı,
üstüne de “kar” kalmalı. O halde teşvik görmelisiniz, ilaç üzerindeki
“haklarınız” korunmalı ve bu “işten” para kazanmalısınız ki işinize ve kar
etmeye devam edebilesiniz!
Bu süreci “doğal” görür ve sermayenin
de “kar etme hakkı” olması gerektiğini kabul ederseniz, gerçekten yapılacak
veya üzerine konuşulabilecek hiçbir şey yoktur. Bu süreç içindeki şu veya bu
ayrıntıyı tartışmak sizi bir yere götürmez. En iyi olasılıkla emekçilerin
örgütlü gücü çeşitli coğrafyalarda olduğu gibi hükumeti ilaca yönelik bazı
müdahalelere zorlayabilir veya ekonomik “kriz” dönemlerinde zaten sağlık
yatırımlarını kısan hükumetler, ilaç şirketlerini geçici bir süre için indirime
zorlayabilirler. Daha fazlası mümkün değildir.
Sermayenin “kar etme hakkı”
uygulamada sermayenin kar etmek için “insanların sağlığını tehlikeye atma
hakkına” hatta “doğayı yok etme hakkına” dönüşmektedir. Salt bu nedenle dahi
böyle bir “hak” kabul edilemez. Kapitalistlerin insanların sağlığı üzerinden
kar elde etmesine asla izin verilmemelidir. Kuşkusuz bu durum yalnızca “sağlık”
için değil, yaşamın bütün alanları için geçerlidir. Yazımızı sermayeye “kar
etme hakkı” tanımanın ne gibi sonuçlara yol açabileceğine ilişkin bir örnekle
sonlandırmak istiyoruz:
ABD orijinli Lone Pine Resources
şirketi, Quebec eyaletindeki St. Lawrence nehri altında “hidrolik kırılma”
(fracking) yöntemiyle çalışmak istiyordu. Eyalet bu yöntemin depremlere neden
olabileceği, yer altı sularını zehirleyebileceği, çok miktarda suyun ziyan
edilmesine yol açacağı, tarım alanlarına zarar vereceği ve bölge halkının
sağlığını ve güvenliğini tehdit edeceği gerekçesiyle 2011 yılında bu yönteme
izin vermeyeceğini açıkladı. Bunun üzerine 2012 yılında Lone Pine Resources
şirketi, NAFTA’nın 11. Bölümü’ne dayanarak Kanada’yı şirketin 250 milyon
dolarlık “karını” yitirmesine neden olduğu gerekçesiyle Dünya Bankası’na
şikayet etti. Mahkeme davayı kabul etti ve halen sürüyor (davanın seyri http://www.italaw.com/cases/1606
bağlantısından izlenebilir). Daha önceki örneklerde olduğu gibi Kanada’nın bu
davayı, şirketin “kar etme hakkını” ihlal ettiği gerekçesiyle kaybetmesi
bekleniyor.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder