İki yıl önce “Kapitalist toplumda sosyalist bir yaşam kurulabilir mi?” başlıklı bir yazı kaleme
almış ve yazımızı “bu konjonktür
değişebilir ve Venezuela deneyimi de Allende deneyimi gibi ezilebilir”
öngörüsüyle bitirmiştik. Ne yazık ki tarih bizi bir kez daha haklı çıkarttı.
Şüphesiz haklı çıktığımıza sevinmiyoruz, keşke Venezuela deneyimi
yaşayabilseydi, fakat yazımızda da belirtiğimiz gibi buna olanak yoktu.
Venezuela devrimi daha doğduğunda yenilgiye yazgılıydı ve yazgısından
kurtulmayı başaramadı.
VENEZUELA’DA NE OLDU?
1980’li yıllarda
sosyalizmin çözülmesi ve işçi sınıfı hareketinin küresel ölçekte gerilemeye
başlamasıyla at başı giden neoliberal saldırı, dünyanın her yerinde olduğu gibi
Venezuela’da da emekçilerin kazanımlarını silip süpürmeye başlamış, 1990’lara
gelindiğinde ülke toplumun yoksul ve emekçi sınıfları için sözcüğün tam
anlamıyla bir “cehenneme” dönmüştü. 1996’ya gelindiğinde genel bütçeden sağlık
için yapılan harcamalar % 13.3’den, % 7.89’a (GSMH’nın % 1.73’ü) düşmüş, dört
milyondan fazla çocuk ve erişkin beslenme yetersizliğiyle, 4 – 14 yaşları
arasındaki 1.2 milyon çocuk şiddetli beslenme yetersizliğiyle yüz yüze
gelmişti. Resmi istatistiklere göre nüfusun % 48.9’u yoksulluk içinde
yaşamaktaydı. Bu koşullarda toplumun yoksul ve emekçi kesimlerinin desteğini
alarak iktidara gelen Chavez, ülkenin gelecek 15 yılına damgasını vuracak yeni
bir dönem başlattı.
Sovyetler
Birliği’nde sosyalizmin çözüldüğü ve işçi sınıfının tarihinin en büyük geri
çekilmesini yaşadığı bu dönemde, sol içinde birçok kesimde “bilimsel
sosyalizme” güven sarsılmış, işçi sınıfının “devrimciliği” dahi tartışılır hale
gelmişti. Solcuların “yeni arayışlar” içinde olduğu bir süreçte Latin
Amerika’dan esen Chavez rüzgarı birçokları için umut olmuş ve daha ilk
günlerden itibaren “21. yüzyıl sosyalizmi” olarak kutsanmaya başlamıştı.
Venezuela’daki
gelişmeleri “sınıf” penceresi yerine “halkçı” (popülist) bir pencereden görmeyi
tercih edenler, Chavez’in Venezuela’da yoksulların ve emekçilerin çalışma ve
yaşam koşullarını iyileştiren politikalarını alkışlıyor, fakat bunları yaparken
ülkeye egemen olan kapitalist üretim ilişkilerine dokunmamasını sessizlikle
karşılıyorlardı.
Aslında sol
içindeki bu “eğilim” yeni bir eğilim değildi. Daha yirminci yüzyılın başlarında
solcular arasında devrime giden “yol” üzerinde görüş ayrılıkları ortaya
çıkmıştı. Günümüzdeki sosyal demokrat hareketlerin öncülleri devrime
“reformlar” yoluyla ulaşılabileceğini savunmaya başlamış, bu dönemde boy veren
Leninci çizgiyi “maceracılıkla” suçlamışlardı. Chavez de Venezuela’da özü
itibariyle bu yoldan yürümeyi tercih etmişti. İktidara geldikten sonra ülkeye
egemen kapitalist üretim ilişkilerine dokunmaksızın, hatta yabancı sermayeye
güvence vererek, kapitalist bir toplum içinde “sosyalist bir yaşam” kurmaya
başlamıştı.
Sol içindeki
Chavezciler “kuşkusuz Chavez de elinden gelse kapitalizmi ortadan kaldırmak
isterdi, fakat henüz kapitalizmi ortadan kaldırmaya gücü yetmediğinden,
yalnızca kapitalizmin sınırlarını aşmayan devletleştirme uygulamalarıyla
yetinmek zorunda kaldı” şeklinde düşünüyor fakat bu devletleştirmelerin zaman
içinde Venezuela kapitalizminin belini kıracağına ve Venezuela’da sosyalizmin
kurulacağına inanıyorlardı.
Chavez burjuva
devlet aygıtını parçalayarak yerine emeğin aygıtlarını örgütlemek yerine,
yaşamın her alanında ülkenin mevcut bürokratik devlet mekanizmalarına “paralel”
örgütlenmeler (komiteler) yaratmaya başladı. Örneğin Sağlık Bakanlığı’na
dokunmadan ve Bakanlığın görev ve işlevlerini eskisi gibi sürdürmesine
karışmadan, Barrio Adentro adı altında devrimci bir örgütlenmeyle kendi
sosyalist sağlık sistemini kurmaya ve işletmeye başladı.
BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK
“Niteliksel”
olarak benzer bir deneyim geçtiğimiz yüzyılda yine bir Latin Amerika ülkesi
olan Şili’de de yaşanmıştı. Kuşkusuz Venezuela ile kıyaslanamayacak kadar küçük
bir ölçekte ve çok kısa bir süre yaşanan Allende deneyimi de benzer özellikler
taşıyordu. Halk Cephesi (içinde komünistlerden sosyal demokratlara kadar solun
her fraksiyonunun yer aldığı bir cephe) hükumeti döneminde Chavez’in bugün
Venezuela’da gerçekleştirdiği reformların bir kısmı gerçekleştirilmeye çalışılmıştı.
Ancak Şili devrimi Şilili kapitalistlerin ABD destekli bir darbesiyle yıkılmış
ve Şili on yıllar süren bir faşizmin pençesine düşmüştü (bu konuda daha geniş
bilgi için bkz: Allende, S. 1974. Şili’de Sosyalist Eylem. İstanbul: Bilgi).
Bu deneyim, yenilgiyle
sonuçlanmasına karşın, özellikle Latin Amerika halkları üzerinde derin etkiler
bıraktı. Allende’nin “devletleştirme” politikaları, Latin Amerika’nın bütün
ilerici, devrimci partilerinin programlarına girdi ve bu partiler hükumet
kurmayı başardıklarında ülkelerinin stratejik sektörlerinde kapsamlı
devletleştirmelere gitmeye çalıştılar. Kuşkusuz Chavezci Venezuela da bu engin
deneyimlerden yararlanarak kendi politikalarını geliştirdi.
Chavez’in
Allende’ye ve diğer Latin Amerika deneyimlerine göre uygulamada daha başarılı
olmasının ve Chavezci devrimin Allende devriminden daha uzun yaşamasının sırrı
Venezuela’nın doğal zenginlikleri oldu. Chavez dünyanın dördüncü büyük petrol
ihracatçısı olan Venezuela’nın petrol gelirlerini toplumun çalışma ve yaşam
koşullarını iyileştirmeye aktarabilme avantajını sonuna kadar kullanarak,
reformlarını gerçekten çok büyük bir başarıyla sürdürdü.
Bu noktada
uluslararası konjonktürün Chavez’e sağladığı avantajları göz ardı etmemek
gerekir. Chavez’in iktidara geldiği yıl 10 dolar seviyelerinde olan petrol
fiyatları hızla yükselerek, Chavez reformlarının zirveye ulaştığı 2005 yılında
50 doları buldu (nominal olarak). Daha sonra yükselişini sürdüren ve 100
dolarları aşan petrol fiyatlarının 2013 yılından sonra düşmeye başlaması,
Chavez reformlarının ekonomik kaynağını kurutmaya başladı. Nitekim bu durumu
geçtiğimiz yıl sağlık sektöründe görmeye başladık. Milenyumun ikinci on yılına
girilirken “mucizeler” yaratılan sağlıkta işler kötüye gitmeye başlamış,
yakınmalar artmıştı.
VENEZUELA DERSLERİ
Yukarıda
belirttiğimiz kaygılarımıza rağmen ilk gününden itibaren Chavez’in Bolivarcı
devrimini destekledik, fakat bu devrimin başarısının Venezuela kapitalizminin
“kaynaklarının kurutulmasına” bağlı olduğunu ifade etmekten bir an olsun geri
durmadık. Bunun için üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilmesi,
Venezuela’da toplumsal zenginliklerin yeniden bölüşümünün iyileştirilmesiyle
yetinilmeyip, yaşamın eşitlikçi bir temelde yeniden örgütlenmesi gerekiyordu.
Bütün “yaşamsal”
eksikliklerine rağmen sağlık alanında Chavez reformlarını yakından izleyerek
okurlarımıza aktarmaya çalıştık. Bu konuda yazdığımız ve dış kaynaklardan
dilimize çevirdiğimiz makaleleri “Küba ve Venezuela’da Toplumcu Tıp” başlığı altında bir dizinde topladık. Bunlar
elbette işçi sınıfı tarihinde çok önemli deneyimlerdir. Chavez reformları
sayesinde sözcüğün tam anlamıyla yaşamları boyunca bir tıp fakültesinin
“kapısının önünden geçme” şansı dahi olmayan binlerce Venezuelalı hekim oldu.
Venezuela’nın yoksul kesimleri, özellikle ormanlık alanlarda yaşayanlar
yaşamlarında ilk kez “hekim gördüler”. Bunlar elbette unutulmayacak.
Fakat hemen
önümüzdeki günlerde yaşayacaklarımızı da ileride unutmamamız gerekli.
Venezuela’da iktidara gelen halk düşmanı hükumetin ilk işi Chavez reformlarını
yalnızca sona erdirmek değil, “kökünü kazımak” ve toplumun hafızasından silmeye
başlamak olacak. Bunu yaparken 2016 yılı içinde Kübalı hekimlerin sınır dışı
edildiğini ve Bolivarcı tıp fakültelerinden mezun olan hekimlerin
diplomalarının yok sayıldığını göreceğiz. Barrio Adentro’lar aynı Türkiye’de
Sağlık Ocakları’nın kapatıldığı gibi kapatılacak. Gerçi Venezuela’nın “federal”
bir sisteme sahip olması nedeniyle Maduro taraftarlarının güçlü olduğu
eyaletlerde kazanımların bir kısmı bir süre daha korunabilir, fakat uzun vadede
eğer ülkede güçlü bir işçi sınıfı hareketi Chavez reformlarına sahip çıkmak
için harekete geçemezse, bu kalelerin de birer ikişer yitirildiğine tanık
olacağız.
Belki Türkiye
solu içindeki işçi sınıfından umudunu kesmiş, her “popülist” hareketi (Syriza,
Podemos vb) heyecanla karşılayıp peşine takılan kesimler de Venezuela’da
Maduro’nun sonundan bir ders çıkartır ve gerilese de, toplumsal yaşam
üzerindeki etkisi zayıflasa da tek umudun “işçi sınıfında” olduğunu, devrime
giden yolda reformların önemli olduğunu, fakat bu reformların tek güvencesinin
devrim olabileceğini kavrayıp devrimci bir çizgiyi benimserler.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder