Bir süredir ekranlarda Türk Böbrek
Vakfı imzasıyla bir kamu spotu dönüyor. Spotta bir bardak çaya toz şeker
dökülürken, davudi bir ses “günde 50 gramdan fazla şekerin öldürebileceğini”
söylüyor. Bu sırada çaya dökülen şeker bir kuru kafa şeklini alıyor. Oldukça
korkutucu bir kampanya. Geçtiğimiz günlerde Canan Karatay da kendi üslubuyla
şekere karşı farklı bir kulvardan savaş açtı ve şekerin “en tatlı zehir”
olduğunu söyledi. Çocuklara kesinlikle şeker yedirilmemesi gerektiğini savunan
Karatay daha önce de hamile kadınlara glikoz tolerans testi yaptırılmaması
gerektiğini savunmuştu. Önümüzdeki günlerde bu konu daha da popülerleşecek ve
her kafadan bir ses çıkmaya başlayacak. Peki, emekçiler kime inanmalı?
BİLİM İNSANLARI ESKİ BİLİM İNSANLARI DEĞİL
Yirminci yüzyılda bir bilim insanı
sağlık konusundaki bir kaygısını kamuoyu ile paylaştığında hiçbirimizin
aklından bunun “kişisel çıkar” amacıyla yapılmış olabileceğine ilişkin bir
kuşku geçmezdi. Hele bir uzmanlık derneği veya sağlık amaçlı bir vakıftan bir
açıklama geldiğinde, hiçbir sorgulamaya gereksinim duyulmaz, öneriler olduğu
gibi kabullenilirdi. Bilim insanlarının ve başta üniversiteler olmak üzere
bilimsel kurumların ve kuruluşların toplumun ve emekçilerin gözünde bir saygınlığı
vardı. Yirmi birinci yüzyılda ise bunlar “tarih” oldu. Artık her bilim
insanının söylediğine kolayca inanamıyoruz. Daha da kötüsü artık kime ve neye
inanacağımızı bilmiyoruz.
Yirmi birinci yüzyılın ayırt edici
özelliği yerel, ulusal ve uluslararası ölçeklerde sermayenin “katıksız”
egemenliğidir. Yirminci yüzyıl sonunda işçi sınıfı hareketinin gerilemeye
başlaması ve sosyalizmin çözülmesiyle “dizginsiz” kalan sermaye, geçmiş
dönemlerde göreli özerkliğini koruyabilmiş bütün yapılara saldırmaya başlamış,
egemenliğini hayatın bütün alanlarına yaygınlaştırmıştır. Bilim dünyası da bu
saldırıdan nasibini almış, yirminci yüzyılda göreli özerkliklerini koruyabilen
bilim insanları ve bilimsel kuruluşlar ya sermayenin hizmetine girmek zorunda
kalmış ya da kenara itilmişlerdir.
Bu ortamda hemen her gün medyada
kendi kişisel çıkarları için bilimsel gerçekleri çarpıtan bilim insanlarının
öykülerini okuyoruz. Daha geçen haftalarda Coca Cola’nın milyonlarca dolar
harcayarak Küresel Enerji Denge Ağı adıyla bir “sivil toplum örgütü”
kurdurduğunu, burada “istihdam” ettiği Amerikalı saygın tıp profesörlerine
sağlık için asıl tehlikenin “şekerden değil”, egzersiz yapmamaktan geldiğini
açıklattırdığını okuduk. “Tesadüfen” ortaya çıkan bu skandalın, henüz ortaya
çıkmamış onlarca skandaldan biri, diğer bir deyişle buzdağının tepesi olduğunu
biliyoruz. Çünkü artık bilim insanlarının, bizim eskiden bildiğimiz bilim
insanları olmadığının farkındayız.
HANGİ ŞEKER, NE KADAR ŞEKER ZARARLI?
Artık şekerin sağlık için “zararlı” olduğunu
biliyoruz. Bu konuda en küçük bir kuşku yok. Fakat merak edilen hangi şekerin
ve ne kadar şekerin sağlığa zararlı olduğu. Öncelikle şunu belirtelim, burada
tartışılan konu gıdaların (örneğin meyvelerin) içinde “doğal” olarak bulunan
şeker değil. Tartışma konusu “işlenmiş” şeker.
Bu noktada insanların en çok kafasını
karıştıran şey “doğal” kavramı. Kimi şirketler ürünlerinin içinde bulunan
şekerin “doğal” olduğunu savunarak toplumu kandırmaya çalışıyorlar. Örneğin
şeker pancarından elde edilen şekerin “doğal” şeker olduğunu, sağlığa zararlı
olmadığını söylüyorlar. “Doğal” sözcüğünden kasıt şekerin “elde edildiği” tarım
ürününün “doğal” olması değildir. Elbette şeker pancarı içindeki şeker “doğal”
olarak bulunur, fakat siz bu şekeri sanayi işlemlerle rafine ettiğinizde
(“işlediğinizde”) artık bu doğal olmaktan çıkar ve “işlenmiş” şeker haline
gelir. İşlenmiş gıdalar içinde bulunan şekerlerin hemen hepsi bu kategoridedir.
İkinci olarak tartışmalardaki şeker
“miktarı”, doğal olarak gıdalarda bulunan şeker üzerine alınan “ilave” işlenmiş
şeker miktarıdır. Dünya Sağlık Örgütü bu miktarın günde 25 gramı aşmaması
gerektiğini ifade etmektedir. Yani Türk Böbrek Vakfı’nın “kamu spotundaki”
bilgi “yanıltıcıdır”. Günde 50 gram değil, 25 gramdan fazla “ilave” şeker
alınmamalıdır. Yine aynı kamu spotunda çaya dökülen “toz şeker” görülmekte ve
50 gram tanımlanırken “13 küp şeker” ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifadeler
“yalnızca” bu tür şekerlerin sağlığa zararlı olduğu yanılsamasına neden
olabilir. Hangi tür ve formda olursa olsun, “işlenmiş” bütün şekerlerin günde
25 gram üzerinde alınması sağlığa zararlıdır.
25 GRAM NEREDEN GELİYOR?
Günlük alınabilecek azami “ilave”
şeker miktarı, insanın günlük toplam “enerji” gereksinimi üzerinden
hesaplanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü günlük toplam enerji gereksiniminin yüzde
5’inden azının şekerlerden karşılanması gerektiğini söylemektedir. Günlük
toplam enerji gereksiniminin yüzde 5’i yaklaşık olarak 25 grama veya 6 çay
kaşığına (yaklaşık 6 küp şeker) karşılık gelmektedir. Elbette bu rakam beden
kitle indeksi “normal” sınırlarda olan erişkinler için geçerlidir. Çocukların
“ilave” şeker tüketimi çok daha az olmalıdır.
Bu anlamda Türk Böbrek Vakfı’nın
kamuoyunu gerçekten uyarmak istiyorsa piyasadaki ürünler içindeki şeker
miktarına vurgu yapan görsellere yer vermesi daha doğru olurdu. Bu sanıldığı
kadar kolay bir iş değildir. Şekerin sağlığa zararlı olduğu kanıtlandığından
beri birçok kapitalist şirket ürünleri içinde bulunan şeker miktarını
“gizlemeye” başlamıştır. Ürün etiketlerinde şeker farklı isimler altında
gizlenmekte, özellikle net “ilave” şeker miktarı belirtmekten kaçınılmaktadır.
Türk Böbrek Vakfı’nın hangi ürün içinde ne kadar ilave şeker bulunduğunu
araştırması ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirmesi çok yararlı olacaktır.
PEKİ, ÇOCUKLAR ŞEKER YEMESİN Mİ?
Bu konuda Canan Karatay’ın çocukları
şekerden uzak tutma önerisi ilkesel olarak doğru olmakla birlikte, Karatay
“doğal” şeker ve “işlenmiş” şeker arasındaki farka yeterli vurgu yapmadığından
eksiktir. Çocuklarımızın taze sebze ve meyveler gibi doğal şeker kaynaklarından
yine aşırıya kaçmamak şartıyla (örneğin bir oturuşta 1 kilo yemek gibi) şeker
almasında, eğer diyetinde şeker kısıtlamasını gerektiren bir rahatsızlığı yoksa
hiçbir sakınca yoktur. Yineleyelim, burada tartıştığımız şeker besinler içinde
“doğal” olarak bulunan şeker değil, “işlenmiş” şeker. Yine bütün
şekerlemelerdeki ve işlenmiş gıdalardaki şekerin “işlenmiş” şeker olduğunu
anımsatalım.
Dikkat edilirse işlenmiş şeker
konusunda da kesin bir yasaktan söz etmiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisi
doğrultusunda günde 25 grama kadar şeker sağlık için zararlı değildir. Bu
noktada yapılması gereken, işlenmiş gıdalar üzerindeki etiketlere bakarak,
işlenmiş ürünün ne kadar şeker içerdiğini kontrol etmektir. Örneğin 1 kutu Coca
Cola 40 gram kadar şeker içermektedir. Bu durumda bir gün içinde içilen yarım
kutu kadar Coca Cola içindeki şeker, başkaca ilave şeker alınmadığı takdirde sağlığa
zararlı olmayacaktır. Ancak bu çok uygulanabilir değildir ve bu nedenle
Karatay’ın önerisini “ilkesel” olarak doğru buluyor ve en iyisinin çocukları
“ilave” şeker kaynaklarından uzak tutmak olduğunu savunuyoruz.
EMEKÇİLER KİME GÜVENMELİ?
Sınıfın Sağlığı olarak emekçilere
sağlık konusunda yalnızca “emekten” yana olan medya organlarında sunulan
bilgilere itibar etmelerini öneriyoruz. Bu noktada “bilgi kaynağının” dünyanın
alanındaki en büyük uzmanı olması, Nobel ödülü almış olması, her gün TV
ekranlarında görünüyor olması bilginin “doğruluğuna” ilişkin bir “güvence”
değildir. Yirmi birinci yüzyılda doğru bilginin gerçek güvencesi, bilgi
kaynağının “sermayenin” güdümünde olmamasıdır.
Ancak bu noktada da emekten yana bazı
yayın organlarının “eski alışkanlıkla” bilim haberlerini sorgulamaksızın
yayınladığını görmekteyiz. Yukarıda sayılan gerçekler ışığında emekten yana
yayın organlarının bu tür haberleri emekçi okurlarına duyururken kılı kırk
yarmaları ve bilgi kaynağının “güvenilirliğini” sorgulamaları gerekmektedir. Tekrar
ifade etmek gerekirse günümüzde bir bilginin dünyanın en saygın bilimsel
dergilerinde yayınlanmış olması veya tıp fakültelerinde okutulan ders
kitaplarında yer alması dahi bilginin doğruluğunun güvencesi değildir.
Sınıfın Sağlığı’nın belgisi bu
bağlamda daha da anlamlıdır: “İşçilerin sağlığı, işçilerin elinde olmalıdır”.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder