Bu hafta soL Portal’da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'nin raporuna göre 2016'nın ilk 7 ayında Türkiye'de en az 253 "yaşlı" işçinin yaşamını yitirdiğine ilişkin bir haber yayınlandı. Rapor 50 yaş ve üzerindeki işçileri “yaşlı” işçi kategorisinde değerlendiriyor. 2013 yılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren “yaşlı” işçi sayısı 189 iken, bu kakam 2014 yılında 331, 2015 yılında 444 ve 2016 yılının ilk 7 ayında 253 olmuş. Diğer bir deyişle iş cinayetlerinde öldürülen işçilerin beşte birini “yaşlı” işçiler oluşturuyor.
YAŞLI(LIK) NE DEMEK?
Yaşlanmak, moda deyimle “yaş almak” tamamen biyolojik bir olgu olmasına rağmen, günümüz insanı tarafından olumsuz bir durum olarak algılanmaktadır. Bu olumsuz algının oluşmasında liberal ideolojinin etkisi büyüktür. Liberal ideolojinin etkisi altındaki insanlar yaşlanmanın ve yaşlılığın “doğal” bir olgu olduğunu kabul etmek istemezler. Ancak doğa yasaları insanların istek ve arzularından bağımsız çalışır ve kendinizi (ve çevrenizi) ne kadar kandırmaya çalışırsanız çalışın, bu yasalara karşı koyamazsınız.
Ben burada “yaşlılık” için bir yaş sınırı koymaya çalışmayacağım, siz dilediğiniz yaş için “yaşlı” diyebilirsiniz, fakat tıbben bedeniniz 40 yaşınızdan itibaren size eskisi kadar cömert davranmamaya başlayacak ve size doğanın yasalarını anımsatacaktır.
Benim bedenim bana yaşlanmaya başladığımı ilk kez tam 40 yaşımda iken hatırlattı. Önce yakın çevremdeki insanlar zaman zaman gözlerimi kısarak baktığımı söylediler, sonra ben de küçük puntolu yazıları iyi okuyamadığımı fark ettim. Sonunda teşhisi bir göz hekimi koydu: presbiyopi. Yani gözlerimdeki lensler yaşa bağlı olarak eski uyum yeteneklerini yitirmişlerdi.
Genellikle 40’lı yaşlarınızın ikinci yarısından sonra bedeninizin yaşlanması ilk olarak kendisini gözlerinizde gösterir. Fakat bu değişim, yaşlılıkla birlikte bedeninizde ortaya çıkacak değişimlerin en masumu ve düzeltilmesi en kolay olanıdır. Giderek vücut direnciniz azalacak ve daha kolay, sık hastalanmaya başlayacaksınız. Bedensel etkinliklerinizde eskisinden daha çabuk yorulduğunuzu hissedeceksiniz ve eğer umursamazsanız bedeniniz size bunu giderek daha ağır biçimlerde hissettirecek.
İnsanların yaşlandıkça yedikleri şeylerin tatlarından daha fazla yakındığını duyarsınız. Kuşkusuz bunun bir nedeni kapitalistlerin gıda üretiminde kullandığı zararlı tekniklerdir, fakat aslında yaşlandıkça görme ve işitme duyunuz gibi tat duyunuz da bozulmaya başlar, eski tatları alamazsınız. Dahası ısı değişimlerine de daha duyarlı hale gelirsiniz.
Bütün bunların nedeni, siz dışarıdan göremeseniz de, hissetmeseniz de, bedeninizdeki sizi oluşturan hücrelerin sayılarının hızla azalmaya başlaması (ölmesi) ve işlevlerinin bozulmasıdır. Bu nedenle ne yerseniz yiyin veya yemeyin, ne kadar spor yaparsanız yapın, derinize ne sürerseniz sürün, zamanla kaslarınız zayıflamaya, eklemleriniz sertleşmeye, deriniz incelmeye başlar. Belki yaşlanmayı biraz geciktirebilir veya etkilerini bir ölçüde hafifletebilirsiniz, fakat hücre ölümünü durduramazsınız. Artık bedeniniz kendisini yenileyebilme yeteneğini yitirmeye başlamıştır.
Yaşlandıkça dolaşımınız bozulacak, tansiyonunuz yükselecek, belki kronik hastalıklar (romatizma, diyabet, kalp hastalıkları vb) gelişmeye başlayacaktır. Giderek uyku düzeniniz bozulacak, belki geceleri uykuya dalamayacak veya sabahın köründe ayakta olacaksınız.
Neyse, daha fazla moralinizi bozmayayım fakat 40 yaşınızdan sonra bunlara hazır olmanız gerekiyor. Elbette sağlıklı bir yaşam, diyet ve egzersizle bunları biraz erteleyebilmek mümkün fakat doğayı yenebilmek şimdilik olanaksız. Genetik ve çevresel etmenlerle yaşlılık belirtileri kimilerinde 40, kimilerinde 50, kimilerinde 60’ından sonra, fakat “mutlaka” görülecektir.
YAŞLI İŞÇİ NE DEMEK?
Az önce demografik olarak kime yaşlı diyeceğinizi size bıraktım, fakat çalışma yaşamı söz konusu olduğunda bir yaşlılık sınırı belirlemek gerekir. Bu yazıda çalışma yaşamı derken daha çok özellikle bedensel bakımdan talepkar işler kast edilmektedir. Halk arasında “masa başı” işler olarak tanımlanan işlerin de işçiler için çeşitli tehlikeler barındırmasına rağmen, çalışma yaşamında yaşlılığın “ölümcül” sonuçlar yarattığı işler daha çok bedensel olarak çalışılan işlerdir. İşçi ve emekçilerin büyük çoğunluğu da geçimini bedensel olarak çalışarak kazanmaktadır.
Günümüzde doğuştan yaşam beklentisinin uzadığı bir gerçek. Örneğin Türkiye’de 1990’larda insanlar 60’lı yaşlarına kadar yaşayabilirken, bugün 70’li yaşlarına kadar yaşayabiliyorlar. Belki de bu nedenle benim çocukluğumda 50 yaşlarındaki insanlara “yaşlı” denirken, şimdi ben kendimi “orta yaş” grubunda görüyorum. Fakat ömrünüz ne kadar uzarsa uzasın, ben çocukken de sahalarda 40’ın üzerinde olanlar top koşturamıyordu, bugün de koşturamıyor ve en azından ömrünüzle sınırlı bir gelecekte de koşturamayacaklarından emin olabilirsiniz.
Ömrün uzaması her ne kadar yaşlılığa ilişkin algıyı değiştirse de, hala bedenimiz 40 yaşından itibaren yukarıdaki belirtileri göstermeye başlıyor ve bu durum “çalışma yaşamı” bağlamında işçiler ve emekçiler için bir “tehlike” oluşturuyor. Tam da bu nedenle işçi sağlığı ve güvenliği bağlamında 45 yaş üzerindeki çalışanlar “özel risk grubu” olarak tanımlanıyor ve işyerlerinde bu gruba yönelik yazıyı uzatmamak için burada ayrıntılarına girmeyeceğim “özel tedbirler” uygulanıyor veya en azından yasalarda ve yönetmeliklerde bu tedbirler tanımlanmış.
Tekrar özetlemek gerekirse 45 yaş üzerindeki çalışanlarda zaman içinde şu durumların (daha fazlası var elbette, sadece ana başlıkları veriyorum) gelişmesi bekleniyor:
1. Anatomik - fizyolojik değişiklikler: Görme, işitme, hareket, mental işlevlerde azalma.
2. Hormonal değişiklikler: Menopoz, andropoz.
3. Patolojik değişiklikler: Kronik - dejeneratif hastalıklar (kalp hastalıkları, diyabet, KOAH vb).
Diğer yandan uzun süre belirli bir işi yapan insanlarda, kendisine “aşırı” güven gelişmesi, bu insanların standart tedbirlere uymamalarına ve iş kazalarına daha fazla maruz kalmalarına yol açabiliyor.
Açıkçası işyerleri ve işler, bu işyerlerinde 50 – 60 veya daha ileri yaşlarda insanların çalışacakları düşünülerek tasarlanmamıştır, düzenlenmemiştir. Oysa insanlar yaşlandıkça beden ısılarını düzenleme yetenekleri azalacak, daha genç yaşlarda olanların dayanabileceği ortam ısıları onları rahatsız edecektir. Yine insanların yaşlandıkça derilerinin de “yaşlandığını” fark etmişsinizdir. İşyerlerinde kullanılan kimyasallar gerekli standart tedbirlerle genç bir işçinin derisini aşamazken, yaşlı işçiler bu tehlikelere daha fazla maruz kalacaklardır. Bunlar gibi çalışma ortamlarında gençliğimizde bizi çok etkilemeyen fakat yaşlandıkça birer tehlike oluşturmaya başlayan birçok şey söylenebilir.
Yaşlılıkla ortaya çıkan diğer bir sorun kemiklerin de yaşlanmasıdır. Bu nedenle küçük bir çarpma 20 yaşındaki birinde ufak bir sıyrık oluştururken, 60 yaşında birinde kırığa neden olabilir. Yine yaşlılarda koordinasyon duyarlılığı azalacağından, ince işleri yapmaları zorlaşacaktır. Beyindeki değişiklikler nedeniyle bilişsel işlevleri de olumsuz etkilenecektir. Bu durum işyeri ortamında çok tehlikelidir. Yaşlılarda tehlikeleri algılama ve yanıt verme süresi yavaşlayacağından, sonuçlar çok üzücü olabilir. Nitekim yaşlı işçilerin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetlerinin önemli bir bölümünde (özellikle inşaat sektöründe) “standart” işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin yaşlı işçiler için yetersiz kalması söz konusudur. Zaten yaşlı işçiler bu nedenle “özel risk grubu” olarak değerlendirilirler.
İNSANLAR BU DÜNYAYA ÖLENE KADAR PATRONLARA ÇALIŞMAK İÇİN Mİ GELDİ?
Yaşlı işçi sorununu neden tartışıyoruz? İnsanlar neden ölene kadar sermayeyi semirtmek için çalışmak zorunda kalsınlar ki? Şu veya bu yaş, fakat “toplumsal” olarak belirlenebilecek makul bir yaştan sonra insanların yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmak zorunda kalmamaları gerekmez mi?
Tarihe baktığımızda bu sorunun insanların ortalama yaşam süresinin uzamaya başlamasıyla ortaya çıktığını görüyoruz. Bilinen en eski çağlarda da oldukça uzun ömürler yaşayan insanlar vardı, fakat bu insanların sayısı ve nüfusa oranı hiçbir zaman günümüzdeki boyutlara erişmemişti.
Yirminci yüzyılda soruna çözüm üreten ilk ülke Sovyetler Birliği olmuştur. Çalışsın – çalışmasın bütün yurttaşlarını yaşam boyu güvence altına alan Sovyetler Birliği’ni diğer sosyalist ülkeler izlemiş ve belirli bir yaşın üzerindeki insanların yaşamlarını çalışmak zorunda kalmadan sürdürebilmeleri (emeklilik) devlet güvencesine alınmıştır.
Kapitalist dünyadaki işçiler de, sosyalist ülkelerde yaşayan işçiler gibi emekli olma hakkı talep etmişler ve işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyine göre başta gelişmiş kapitalist ülkeler olmak üzere dünyanın birçok coğrafyasında emekli olma hakkı kazanmışlardır. Yine gelişmiş kapitalist ülkelerde daha önce çalışmış (prim ödemiş) olmalarına bakılmaksızın, belli bir yaşın üzerindeki bütün yurttaşlara “yaşlılık aylığı” bağlanması işçi sınıfı mücadelesinin bir ürünüdür. Yirminci yüzyılın önemli bir bölümüne “sosyal devlet” uygulamaları damgasını vurmuş ve insanlığın önemli bir bölümü dünya tarihinde çok kısa bir dönem için de olsa, ilk kez insan onuruna yakışan bir yaşam sürmüştür.
1990’lı yıllara gelindiğinde “sosyal devlet” olarak da tanımlanan bu uygulamalar, egemen sınıfların emekçilere karşı Reagan – Thatcher ekürisi eliyle başlattığı büyük saldırıyla sosyalizmin çözülmesi ve işçi sınıfı hareketinin gerilemesi sonucu değişmeye başlamıştır. 1990’lardan itibaren sosyal hakların tırpanlanmaya başlamasıyla birlikte “emeklilik hakkı” fiilen ortadan kalkmıştır. Artık dünya “mezarda emeklilik” dönemine girmiş, insanlar son nefeslerini işyerlerinde vermeye, nadir de olsa tarihte ilk kez “dede - çocuk – torun” aynı anda aynı işyerinde (Almanya’dan bir gazete kupürü) görülmeye başlamıştır.
YAŞLILAR NEDEN ÇALIŞIYOR?
Şüphesiz insanlar için “çalışmak”, bir şeyler üretmek olumlu bir eylemdir ve “haktır”. Ancak faşist 12 Eylül darbe Anayasası dahi, insanların bedensel ve ruhsal bakımdan kaldıramayacağı işlerde çalıştırılmasını yasaklamıştır: “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz” (Madde 50).
Yukarıda insanlar yaşlandıkça ortaya çıkabilecek kimi değişiklikleri sıralamıştık; bu değişiklikler, belli bir yaşın üzerindeki insanların, çalışma yaşamında birçok işi bedensel ve ruhsal bakımdan kaldıramayacak hale gelmelerine neden olur. Buna rağmen insanlar artık bedensel ve/veya ruhsal olarak kaldıramayacakları işleri yapıyorlarsa, buna mecbur kalmış olmaları gerekir.
Madalyonun “patron” yüzü ise oldukça farklıdır. Patronların yaşlı işçi talebinin ardındaki en önemli motivasyon, işçi ücretlerinin yaş ilerledikçe düşmesidir. 2011 yılında AB ülkelerinde yapılan bir araştırmaya göre 55 – 64 yaş grubundaki işçilerin yıllık geliri 14 – 35 bin Euro aralığında iken, 65 yaş ve üzerinde gelir 11 – 24 bin Euro aralığına inmektedir. Bu durum işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile ilişkilidir. Örneğin 65 yaş üzeri işçilerin en yüksek ücreti aldığı ülkeler kuzey Avrupa ülkeleri iken, en düşük ücretler Belçika, Danimarka ve Almanya’da ödenmektedir.
Bilindiği gibi kapitalist toplumlarda kadın emeği, erkek emeğinden daha ucuzdur. Bu durum yaşlı kadın işçiler için de geçerlidir. 2012 yılında ABD’de 45 – 54 yaş grubu kadın işçilerin ortalama haftalık ücreti 729 dolar iken (erkekler 941), 65 yaş üzerinde 635 dolara inmektedir (erkeklerde 792).
“Yaşlı işçilik” esas olarak sosyalizmin çözülmesi ve işçi sınıfı hareketinin gerilemesi sonrası işçilerin ve emekçilerin sosyal haklarını yitirmeleriyle hızla yaygınlaşan bir olgudur. Dünyada toplam istihdam içinde yaşlı işçilerin oranı 1990’larda “belirginleşmeye” başlamıştır. Avrupa Birliği’nde yaşlı işçilerin istihdam içindeki payı 1999 yılında yüzde 36,2’ye, 2004 yılında ise yüzde 41’e yükselmiştir.
1990’lı yıllarda Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) çalışma yaşamı için “yaşlı” işçi tanımını “aktif hayatın ikinci yarısına gelmiş ve 45 yaşını geçmiş çalışanlar yaşlı işçidir” şeklinde yapmıştı. Daha sonra “yaşlı” işçi tanımı 50 ve giderek 55 yaş olarak ifade edilmeye başlandı. Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) ise yaşlı işçi tanımını “45 yaş ve üzeri” olarak yapmasına rağmen, son yıllarda yayınlarında sanki yaşlı işçi tanımı 55 yaşmış gibi, istatistiklerini 55 yaşı sınır kabul ederek yayınlamaya başladı. Buna göre dünyada 1990’da istihdamdaki yaşlı işçi (55 yaş ve üzeri) oranı yüzde 10,5 iken, 2014 yılında yüzde 14,3 olarak ifade edildi. Oysa bu yaş eskiden olduğu gibi 45 olarak değerlendirilseydi, 2014 yılında yaşlı işçilerin istihdamdaki payı yüzde 20’yi zorlayacaktı.
Fakat yine UÇÖ’ne göre yaşlı işçi sınırı 55 yaş olarak kabul edilse bile 2030 yılında yaşlı işçilerin toplam istihdam içindeki oranı yüzde 20’lere çıkacak. Diğer bir deyişle dünyada en az her beş işçiden biri “dede veya nine” olacak. Bazı UÇÖ belgeleri daha da ileri giderek yaşlı işçi tanımını 60 yaş üzeri olarak kullanmaya başlamıştır. Dünyada 60 yaş üzerindeki insanların yüzde 53’ünün “yaşamlarını idame ettirebilmek” için çalışmak zorunda olduğu ifade edilmektedir.
Kolayca tahmin edilebileceği gibi dünyada yaşlı işçi istihdamının en yüksek olduğu ülkeler yoksul ülkelerdir. Avrupa’da 50 yaş üzerindekilerin işgücüne katılımı yüzde 45 iken, Afrika’da yüzde 75’e yükselmektedir. 2010 yılında Malawi’de 65 yaş üzerindekilerde işgücüne katılım oranı yüzde 90 ile rekora ulaşmıştır. Afrika’yı Asya ve Latin Amerika izlemektedir. Bu durum işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile doğrudan ilişkilidir.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfının mücadelesiyle elde edilmiş olan “yaşlılık aylığı” gibi haklar, bugün tırpanlanmış olsa da hala bu ülkelerde yaşayan 65 yaş üzeri emekçilerin bir kısmını çalışmak zorunda kalmaktan kurtarmaktadır. Bu hakkın olmadığı ülkelerde ise yaşlılar ölene kadar çalışmaya, kapitalizme daha ucuza köle olmaya ve patronlarını zenginleştirmeye mahkumdur. Fakat Yunanistan krizinde gördüğümüz gibi Avrupalı yaşlıların bu göreli avantajı artık “uzatmaları” oynamaya başlamıştır.
TÜRKİYE’DE YAŞLI İŞÇİLER
1990’larda Türkiye’de 45 yaş ve üstü çalışanlar, toplam istihdamın yüzde 26,8'ini oluşturuyordu. SSK istatistiklerine göre iş ve meslek hastalıklarının yüzde 13'ü, iş kazası sonucu maluliyetlerin yüzde 35,8'i ve iş cinayeti sonucu ölümlerin yüzde 19,3'ü 45 yaş üstündeki işçilerde görülüyordu.
Türkiye’de 2006 yılında 15 yaş ve üzerindeki toplam 24,8 milyona yakın işçi içinde 55 yaş üzerindekilerin sayısı 2 milyonu biraz aşmaktadır (yüzde 8,1) ve bunların dörtte üçü erkektir. Ancak Türkiye’de işçi sınıfının en örgütlü olduğu il olan İstanbul’a bakıldığında çalışanlar içinde 55 yaş üzerindekilerin oranı yüzde 3,2’ye düşmektedir. İşçi sınıfının daha bilinçsiz ve örgütsüz olduğu Anadolu’da ise oran oldukça yüksektir.
BİR AYRILIK, BİR YOKSULLUK, BİR ÖLÜM
İSİG Meclisi Raporuna göre “yoksulluk ve yasal düzenlemelerle emeklilik hakkının fiilen ortadan kaldırılması, yaşlı işçileri güvencesiz çalışma koşullarına itmiş ve güvencesiz işçi havuzunun önemli bir kaynağı haline getirmiştir”.
Rapora göre “Her 5 ‘yaşlı’ işçiden 1’i çalışırken kalp krizi geçirerek yaşamlarını yitirmekte. Kalp krizinin nedeni ağır çalışma koşulları olduğu gibi bu durum belli bir yaşın üstünde olan işçilerin genel sağlığına dair ülkemizin hiçbir politikasının olmadığını da gözler önüne sermektedir…”
Sizi bilemem fakat çevremdeki birçok insan yasal olarak emeklilik şartlarını yerine getirmiş olmalarına rağmen emekli olamıyor, çalışmaya devam ediyor. Kimi okuyan çocuğunun masraflarını emekli aylığıyla karşılayamayacağını, kimi emekli maaşıyla geçinebilmenin olanaksız olduğunu söylüyor. Bir de emekli olduktan sonra başka bir işe girip çalışmaya devam edenler var. Bunların da gerekçesi aynı.
Gerçi başta sendikalar olmak üzere emekten yana güçler sosyal haklara saldırıların sonunun “mezarda emeklilik” olduğunu yıllar önce söylemişlerdi. Bazıları inanmadı, bazıları inanmak istemedi, çoğu insan da önemli olanın “anı yaşamak” (carpe diem) olduğunu düşündü. Daha emekli olmaya çok vardı ve zamanı geldiğinde düşünülürdü.
ROBOTLARI BEKLERKEN YAŞLI EMEĞİYLE KARŞILAŞMAK
Bugünün gençleri bilmez fakat yaşı müsait olanlar anımsayacaklardır; 1990’larda sosyalizmin çözüldüğü yıllarda ortaya çıkan “liberal sol”, işçi sınıfının “sonunu” bilimsel – teknolojik gelişmeler penceresinden kanıtlamaya çabalıyordu. O günlerin gazete ve dergilerinde hemen her hafta “robotik” alanındaki gelişmeler aktarılıyor, çok yakında robotların işçilerin yerini alacağı iddia ediliyordu. Artık sınıf mücadelesi tarihe karışıyordu, solcular bunun yerine “kimliklerini” bulmalıydı.
Liberal solcular işçileri ve aydınları kandırmayı başardılar. 1990’larda önce “çevreci” hareketler öne çıktı, bunu LGBTİ hareketleri ve etnik kimlik mücadeleleri izledi. Bu hareketler içinde “sınıf” bağlamından kaçınmaya büyük özen gösterildi. Örneğin kadınlar, Kürtler veya eşcinseller işçi veya emekçi oldukları için değil, kadın, Kürt veya eşcinsel oldukları için sömürülüyordu. Devlet şiddetinin nedeni sınıflı toplum değil, erkek egemen toplumdu…
Aradan çeyrek yüzyıl geçti. Bugün hala üretimde robotlar insanların yerini alamadı fakat dünyanın her yerinde 60 veya 70 yaşın üzerinde milyonlarca insan ya çalışma yaşamından hiç ayrılamadılar, ya da emekli olduktan sonra yeniden çalışmak zorunda kaldılar. Yani tezgah başında robotları beklerken, karşımızda dedelerimizi ve ninelerimizi bulduk. Yalnızca onları mı? 10 – 14 yaş grubundaki çocuklarımızı da bulduk, ancak çocuk emeği bu yazının sınırları dışında olduğundan çok değinmedik.
Belki yakında liberal solcular 70 yaşında çalışmak zorunda kalan emekçilerin sorununun da işçi olmalarından değil, “yaşlı” olmalarından kaynaklandığını, sorunun bilimin ve teknolojinin yaşlanmayı geciktirecek çözümler bulmasıyla son bulacağını kuramsallaştırırlar ve yaşlılığı da bir “kimlik” sorunu olarak ilan ederler. Kim bilir? Liberal solcular, yetmez ama evetçiler ve diğerleri bize işbirlikçilikte sınır olmadığını öğretiler.
Yaşlıların geçimlerini sağlayabilmek için çalışmak zorunda kalmayacakları, torunlarıyla çalışma ortamlarında değil, eğlenme – dinlenme alanlarında birlikte vakit geçirecekleri günleri görebilmek umuduyla…
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder