Translate

7 Kasım 2017 Salı

Bir zamanlar Sovyetler Birliği

Değerli okurlarımız... Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümü dolayısıyla 7 Kasım’a kadar Sovyetler Birliği’nde tıp ve sağlık konusunu işleyen bir dizi yazı yayınlayacağız.

1917 – 1939 yılları arasında “batı” kaynaklarında ve tıp dergilerinde Sovyetler Birliği üzerine yayınlanmış makalelerden yaptığımız derlemeyi okuduğunuzda, bugün dünyanın her yerinde sağlık ve tıp alanında sıradan hele gelmiş birçok hizmet ve uygulamayı Sovyetler Birliği’ne veya daha doğrusu sosyalizme borçlu olduğumuzu göreceksiniz. Bugün Sovyetler Birliği birçok alanda olduğu gibi tıpta ve sağlıkta da insanlığa kazandıklarıyla yaşamaya devam ediyor.

İlk yazımız, sosyalist sağlık sisteminin mimarı olan Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık Bakanı Dr. Nikolay Aleksandroviç Semaşko’nun bir konuşması üzerine. Semaşko bu konuşmasını 12 Eylül 1921’de Rusya’da yaşanan kıtlığa yanıt olarak Lenin’in çağrısıyla Berlin’de kurulan Workers International Relief for Russia adlı kuruluş tarafından düzenlenen bir konferansta 1922 yılında yapmıştır. Konuşma İngiltere Komünist Partisi’nin yayın organı The Communist Review’un, Haziran 1923 nüshasında yayınlanmıştır. Konuşmanın başlığı: “Sovyet Rusya’da Kamu Sağlığı Otoritelerinin Çalışmaları.” (Konuşmaya Marksist Internet Arşiv’den erişilebilir.)

Semaşko konuşmasına Sağlık Bakanlığı’nın bütün zorluklara rağmen kıtlık nedeniyle patlak veren salgınların üstesinden gelmeyi başardığını, ancak Ukrayna ve bazı doğu kentlerinde yeniden dizanteri, tifüs, kolera ve çiçek salgınlarının ortaya çıktığını belirterek başlamaktadır.

Kıtlığın en olumsuz etkisi çocuklar üzerine olmuştur. Rusya’da zaten Çarlık döneminde yüzde 25’e (her dört bebekten biri) tırmanmış olan bebek ölüm hızı, kıtlıkla birlikte yüzde 32’ye (her üç bebekten biri) yükselmiş, ancak 1922 yılında Sovyet hükümetinin, işçilerin ve yabancı örgütlerin çabalarıyla yüzde 20’ye (her beş bebekten biri) indirilebilmiştir. Savaş ve kıtlıktan Rusya’nın farklı bölgeleri farklı etkilenmiştir. Sibirya gibi uzak bölgelerde etkinin boyutu oldukça azken, Avrupa bölgesinde çok fazladır.   

Sağlık Bakanlığı’nın çabaları iki soruna yoğunlaşmaktadır: salgınlar ve sosyal hastalıklar. Sosyal hastalıklar arasında kamu sağlığını en çok tehdit edenler, tüberküloz ve cinsel yolla bulaşan hastalıklardır. Olanaksızlıklar nedeniyle bu hastalara sanatoryumlarda uygun bakım hizmeti sunulamamaktadır. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı bu hastalıklarla mücadele etmek için “gezici sağlık dispanserleri” oluşturmuştur.

Bu dispanserler çok farklı bir sağlık anlayışıyla (toplumcu anlayış) hizmet sunmaktadır. Hastaların dispansere başvurmalarını beklemek yerine, fabrikaları dolaşarak hizmeti hastalara götürmektedir. Sosyal hastalık tespit edilen işçiler için çalışma koşulları değiştirilerek, hastalığı yenebilmelerine yardımcı olunmaktadır. Bu kapsamda gezici dispanserler ve Sağlık Bakanlığı’nın diğer kamu sağlığı birimleri işçi örgütleriyle yakın temas halinde çalışmaktadır.

Dispanser faaliyetlerinin yanında sanatoryumların güçlendirilmesi için de elden gelen yapılmaktadır. Özellikle çocuklara yönelik çabaların sonuçlandırılması için geniş ölçekli bir kampanya örgütlenmiştir. Tüberküloz ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarla mücadele haftasında özellikle işsiz kadınlara ilave yardım sorunu vurgulanmıştır.

Diğer bir çalışma alanı anne ve çocukların sağlığının “korunmasıdır”. Bu amaçla Rusya’nın bütün şehirlerinde “danışma merkezleri” açılmıştır. Bu merkezlerde annelere ve anne adaylarına danışmanlık hizmet sunulmasının yanında, uygulamalı çalışmalar da yapılmaktadır. Bütün şehirlerde çocuklu anneler için özel evler açılmıştır. Ancak bu merkezler (1922 yılında) nüfusun oldukça küçük bir bölümüne hizmet sunabilmektedir.

Bu çalışmaların hepsinin tarihte ilk kez denenmekte olduğu unutulmamalıdır. Sovyet hükumeti bu tür önemli “sosyal inovasyonları” desteklemektedir.

Çocuk sağlığı, bebek ve çocuklarla sınırlı olmayıp, gençlerin sağlığına da önem verilmektedir. Bu çalışmalar çalışan kadınların ve gençlerin de “temsil edildikleri” kıtlıkla mücadele komitelerinin planlı faaliyetleriyle desteklenmektedir.

Gençlerin beden eğitimine büyük önem verilmektedir. Her fabrika ve büyük iş yerlerinden seçilen işçilere gençlik merkezlerinde bir aylık kurslar düzenlenmektedir. Eğitim alan işçiler daha sonra iş yerlerinde beden eğitimi hizmetlerini örgütlemektedir.

Rusya’da savaş nedeniyle ortada kalmış iki milyon kadar çocuk vardır. Savaşın ailelerinden koparttığı bu çocukların bakımını ve eğitimini devletin sosyal organları üstlenmiştir. Bu çocuklardan 1.300.000 kadarı evlere yerleştirilmiştir. Yine bu çocukların çoğunun savaş ve kıtlık nedeniyle yalnızca fiziksel olarak değil, mental olarak da sağlıksız oldukları unutulmamalıdır.

Bu koşullarda Workers International Relief (WIR), Sovyet hükumetinin Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarına nasıl katkı sağlayabilir? Sağlık Bakanlığı kırsal kesime hizmet sunmak için küçük seyyar dispanserler hazırlamaktadır. Dispanserlerde sosyal hastalıklarla mücadelede kullanılacak ilaçlar da bulunacaktır. WIR bu seyyar dispanserleri maddi olarak destekleyebilir. Dispanserler, sanatoryumlar ve çocuk evlerini donatmak için yapılacak her türlü yardım çok önemlidir.

Kırım Rusya’nın hastaların nekahat dönemlerinde gittikleri bir bölgesidir. Sağlık Bakanlığı her yıl binlerce tüberkülozlu işçiyi bu bölgeye göndermektedir. İşçiler bu iklimde daha iyi iyileşebilme şansına kavuşmaktadır (henüz tüberküloz tedavisinde kullanılan ilaçlar bulunmamıştır ve tüberküloz için önerilen tedavi “hava değişimidir”). Bölgede hasta işçiler için çok sayıda dispanser ve sanatoryum açılmıştır. Yine buraya gönderilen işçilerin çalışabilecekleri çiftlikler ve bağlar kurulmuştur.

Semaşko sözlerini, halkın sağlığını iyileştirmenin, Rus ekonomik yaşamını yeniden inşa etmenin en iyi temeli olduğunu anımsatarak tamamlar. Hasta bir ulusla Rusya yeniden inşa edilemez. WIR’i kuran ve destekleyen yoldaşların, sosyalizmi kurma yolunda sağlıklı bedenlerdeki sağlam kafalarla ilerlenebileceğini sürekli akıllarında tutacakları umut edilir. 

Semaşko’nun konuşmasında altını çizdiği çabalar arasında üç başlık önemlidir: Dispanserler, ana–çocuk sağlığı ve sağlık hizmetlerine toplum katılımı.

Bugün Türkiye’de de hala hizmet vermeye devam eden Verem Savaş Dispanseri gibi hastalıklarla mücadelede “dispanser” uygulaması tarihte ilk kez Sovyetler Birliği’nde hizmete sunulmuş ve sosyal hastalıklarla mücadelede başarısı görüldükten sonra diğer ülkeler tarafından benimsenmiştir. Dispanser sözcüğü “dağıtma aracı” anlamına gelmektedir. Burada dispanserler “sağlık hizmeti” dağıtmaktadır. Dispanser uygulamasının sosyal hastalıklarla mücadelede en etkin araç olduğu bu dönemde kanıtlanmıştır.

Yine ülkemizde Ana–Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri (AÇSAP) olarak hizmet sunan merkezler de tarihte ilk kez Sovyetler Birliği’nde örgütlenmiştir. Bu merkezlerde hamile kadınlar ve çocuklar düzenli olarak izlenmekte ve sağlıklarını korumak için gerekli tedbirler alınmaktadır. Başka ülkelerdekinden farklı olarak Sovyetler Birliği’ndeki merkezlerde istihdam edilen bir avukat da, kadınları “hakları” konusunda bilgilendirmektedir. Aile planlaması hizmetlerinin de sunulduğu merkezler, yıllar sonra Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF gibi uluslararası kuruluşlarca üye ülkelere tavsiye edilmiş ve desteklenmiştir.

Sağlık hizmetlerine toplum katılımı da tarihte ilk kez Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirilmiştir. “İşçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” anlayışıyla işçi örgütlerine sağlıkta doğrudan görevler verilmiş, ayrıca topluma yönelik sağlık hizmetleri işçi örgütleriyle birlikte örgütlenerek yaşama geçirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra kurulmuştur) yıllar sonra bu anlayışı “sağlık hizmetlerine toplum katılımı” olarak kavramlaştırmış ve üye ülkelere tavsiye etmiştir. 

Dizimizin ikinci bölümü, Dr. Leslie Haden Guest tarafından, British Medical Journal’ın 13 Ekim, 20 Ekim ve 27 Ekim 1923 tarihli sayılarında üç bölüm halinde yayınlanan “Sovyet Rusya’da Halk Sağlığı” başlıklı makaleden yararlanılarak kaleme alındı.

Makaleye geçmeden önce yazar hakkında bilgi verelim. Leslie Haden Guest (1877 – 1960) çok yönlü bir kişiliğe sahip. Hekimlik, yazarlık, gazetecilik ve politikacılığı bir arada yürütmeyi başaran Guest, bu mesleklerin hepsinde çok başarılı olmuş.

Önce Manchester’ın köklü okullarından William Hulme's Dilbilgisi Okulu’nu bitiren Guest, daha sonra yine aynı kentte, Owens College’de tıp eğitimini, ardından da Londra’da cerrahi uzmanlığı eğitimini tamamlamış. İngiltere’de “okul sağlığı” hizmetlerinin öncülüğünü yapan Guest, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere’de sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine de destek vermiş.

Boer Savaşı ve sonraki iki büyük paylaşım savaşında İngiliz ordusunda askeri hekim olarak görev yapan Guest, Military Cross madalyası sahibi. 1919 yılında Woolwich East kent konseyi üyesi seçilmiş, 1923 ve 1937 yıllarında da İşçi Partisi’nden iki dönem Southwark North bölgesi milletvekili olarak meclise girmeyi başarmış.

Yirmiden fazla kitabı bulunan Guest’in kitapları arasında 1920’de yayınlanan “British Labour Delegation to Russia, 1920: Report”, 1921’de yayınlanan “The Struggle for Power in Europe, 1917-1921. An Outline Economic and Political Survey of the Central States and Russia” ve 1926’da yayınlanan “The New Russia” gibi dönemin Sovyet Rusya’sı üzerine kitaplar da bulunmakta.

Guest 1920 yılında Bertrand Russel ile birlikte Rusya’yı ziyaret eden İngiliz İşçi Partisi Delegasyonu içinde yer almış. Lenin ve Troçki ile tanışan Guest, ülkesine döndükten sonra üyesi olduğu Fabian Cemiyeti’nin gazetesi Fabian News’da yayınladığı makalelerde Rusya’daki Bolşevik rejimini eleştiren yazılar kaleme almış. Yazar aşağıdaki makalesinde de bu ziyareti sırasındaki izlenimlerine yer vermiş.

Okurlarımızın aşağıdaki makalenin “anti-Bolşevik” bir kalem tarafından yazıldığını akılda tutmalarını rica ediyoruz. Yazarın bu tutumu, Sovyetler Birliği’nin tıp ve sağlık alanındaki mirasının daha iyi kavranmasını sağlayacaktır.

1. EPİDEMİK DURUM

1918, 1919 ve 1920 yıllarında Rusya’daki salgınlara ilişkin rakamları bilen biri, 1923 yılında yayınlanan sağlık istatistiklerini kuşkuyla karşılayabilir. Bu yıllarda tifüs ve tekrarlayan ateş vakaları “milyonlar”, tifo, çiçek, difteri, sıtma gibi hastalıklar binlerle ifade edilirken, Haziran 1923’de tifüs vakaları binlere, çiçek vakaları yüzlere düşmüştür.

Sovyet Sağlık Bakanlığı’nın İstatistik Bülteni’ndeki rakamlar, Milletler Ligi Salgınlar Komisyonu’nun (günümüzdeki Dünya Sağlık Örgütü’nün karşılığı) rakamlarıyla karşılaştırıldığında, inanmak güç de olsa, rakamların doğru olduğu anlaşılmaktadır.

Bu başarıda kilit rolü demiryolları ve nehir ulaşımında alınan sağlık tedbirleri oynamıştır. Bu amaçla ayrı tıbbi saniter ve hastane hizmetleri oluşturulmuştur. Her büyük tren istasyonunda gerçekten etkili bir saniter kontrol vardır. Güney’den (salgın bölgesi) gelen tren istasyona girdiğinde bir sağlık görevlisi bütün yolcuları muayene etmektedir. Tren istasyona girmeden önce kontrolörler yolcuların sağlık durumlarına ilişkin bilgi toplamakta ve şüpheli vakalar tespit edilmektedir. Sağlık görevlisi tarafından muayene edilen şüpheli vakalar, istasyonda kurulmuş hastane ve dezenfeksiyon ünitelerine gönderilmektedir.

Moskova’dan Minsk’e 27 saatlik bir tren yolculuğu yaptım. Vagonların ve trenin uğradığı bütün istasyonların temiz ve tertipli olduğunu gördüm. Yiyecekler iyi ve ucuzdu. İstasyonların çoğunda temiz içme suyu ve çay için sıcak su temin edilebiliyordu. Sınırlardan geçişte herkesin tifüs, tekrarlayan ateş ve kolera yönünden muayene edildiğini gösteren bir belgeyi ibraz etmesi zorunluydu.
Kuşkusuz saniter koşulların iyileşmesinde ülkenin “normale” dönmesi bir faktör. Bu durum nüfusun moralini yükseltmiş. Köylülerin durumu da, yüksek vergilere rağmen eskisinden daha iyi ve köylerde yeni binalar inşa ediliyor. Ancak saniter koşulların iyileştirilmesinde muhtemelen en büyük pay, Semaşko liderliğindeki Sağlık Bakanlığı’nın, Rusya’nın bir ucundan diğerine yürüttüğü sanitasyon kampanyasınındır.

Rusya’da askeri mücadelenin ancak 1921 başında sona erdiği ve ancak bu tarihten sonra “normal” tıbbi hizmetlerin örgütlenebildiği unutulmamalıdır. Son iki buçuk yıldır kahramanca çalışan hekimlerin bir kısmı görevleri başında yaşamını yitirmiştir. Rusya’da doktorların çok azı komünisttir. Fakat komünist partisinin üyeleri, sanitasyon hizmetlerinde bu hekimlerin yönetiminde enkazlar altındaki ölülerin çıkartılmasından, sanitasyon kampanyalarına kadar her görevi yerine getirmişlerdir.
Şimdi bitle bulaşan hastalıkların üstesinden gelinmiş, sivrisineklerle bulaşan hastalıklarla mücadele edilmektedir. Donanım eksik, kinin temini yetersidir. Halen 20 ton kinin ihtiyacı vardır. Sıtma savaşı Milletler Ligi’nin Salgın Komisyonu’nun düzenlediği bir kursa katılan 250 kadar hekim tarafından yürütülmektedir ve Ekim ayına kadar 100 hekim daha kursu tamamlayacaktır.

Bir komünist gazete yakınlarda komünist partisi üyelerinin yüzde 75’inin aşırı çalışma, gerginlik ve savaş koşulları nedeniyle hasta olduğunu yazmıştır. Devrimden beri ilk kez bu yıl komünist partisi liderleri, hükumet görevlileri ve kritik noktalarda çalışan işçiler yıllık izin kullanmışlardır. Yöneticilerin tatile çıkmaları gerilimin azalmasının bir işareti olabilir ve bu muhtemelen ileride sağlıklarında genel bir iyileşme olarak yansıyacaktır.

2. ÇOCUKLARIN DURUMU

Rusya’da Komünist partinin asıl niyeti yaşamın bütün alanlarında tam bir Komünizm programı uygulamaktır. Kuşkusuz Komünistler çocukların yetiştirilmelerinin bireylerin değil, devletin işi olduğu konusunda Plato ile hemfikir olduğundan, programları çocukları da kapsıyordu. Bu çerçevede Rusya’nın her yerinde ihtiyaçların devlet tarafından karşılandığı ve çocukların komünal bir hayat yaşadığı çok sayıda “çocuk evleri” açıldı. Pratikte bu plan niyet edildiği gibi işlemedi, Rus bürokrasisi yeni koşullara uyamadı ve 1920, 1921 ve 1922’de çocukların gereksinimleri karşılanamadı.

1922 Eylül’ünde 300 binden fazla çocuk açlığın eşiğindeydi. Çocuklar arasında uyuz, tinea tonsurans ve egzama çok yaygındı. Kellik, göz hastalıkları ve bit de çok yaygındı. Çocuk evleri uygulamasından vazgeçildi ve çocuklar Rusya’nın her yanına dağıtıldı. Başlangıçta hükumetin niyeti, ister çocuk evlerinde, ister ailelerinin yanında olsun, bütün çocukların gereksinimlerinin devlet tarafından karşılanmasıydı. Zorluklar karşısında bu plandan da vazgeçildi.

Okullara yeterli öğretmen atanmasında da güçlük yaşanıyordu. Çarlık hükumetinin kitlelerin eğitilmesine açıkça karşı olması nedeniyle Rusya’da savaş öncesinde eğitimli insan sayısı çok azdı. Daha sonra ise devrim ve iç savaş karmaşası yüzünden öğretmen yetiştirilemedi. Dahası hükumet seküler eğitimde ısrar ederken, öğretmenler dini eğitim vermelerine izin verilmedikçe öğretmenlik yapmayı reddediyordu. Köylerde de insanlar çocuklarına yalnız kiliselerin eğitim vermesini istiyordu.
Çocuklar arasında tüberküloz, sifiliz ve lepra da çok yaygındı. Rusya’nın bu sorunlarla uğraşacak ne kaynağı, ne personeli, ne de kurumları ve donanımı vardı. Bu durumda Sovyet hükumeti “pratik” adımlar atmaya başladı. Yurt içinde ve dışında yardım kuruluşlarından sağlanan yardımlarla çocukların beslenmesi garanti altına alındı. Yaz aylarında çocuklar ülke genelinde oluşturulan kamplarda toplandı (Yazı dizimizin birinci bölümünde bu çabalar kısmen yer almaktadır).

Sağlık Bakanlığı deri hastalıklarının tedavisi için Kırım, Moskova ve Harkov’da klinikler açtı. Moskova’da okul çağındaki 300 bin çocuk için yalnızca 40 okul doktoru vardı. Kırsal kesimde görevli hekimlere bölgelerindeki okullarda çocuklara sağlık bakımı sunmaları talimatı verildi. Ancak bütün çocuklara hizmet götürülebilmesi için çok sayıda hekime gereksinim vardı ve Rusya’da hekim sayısı da çok azdı.

Guest’in 1923 yılında çizdiği bu “karanlık” Rusya tablosunun eksiği var, fazlası yoktur. Ancak aynı salgınların 1923 yılında yazarın inanamadığı şekilde, bıçakla kesilmişçesine durduğu gibi, Rusya’da çocukların durumu da sadece birkaç yıl içinde inanılamayacak kadar hızla iyileştirilecektir. Rusya başlatacağı Ana – çocuk sağlığı programlarıyla dünyaya örnek olacak, birçok batı toplumunun üzerine yazıp çizdiği fakat sağlık hizmetleri kamusal olarak örgütlenmediği için yaşama geçiremediği hizmetleri başarıyla uygulayacaktır. Olanaksızlıklar yüzünden kapatılmak zorunda kalınan çocuk evleri yeniden açılacak, başta niyet edildiği gibi ailesiyle birlikte yaşasın, yaşamasın bütün çocukların her türlü masrafı (yiyecek, giyim, okul gereçleri vb) devlet tarafından karşılanmaya başlayacaktır. Bu gelişmeler için Yazılama yayınlarından çıkan Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi ve Kızıl Tıp kitaplarını öneriyoruz.

3. OKUL ÇOCUKLARI İÇİN BİR TÜBERKÜLOZ KLİNİĞİ

Moskova yedi idari bölgeye ayrılmıştır ve bunlar içinde en büyüğü, birçok tekstil ve gıda fabrikasının, mühendislik kuruluşlarının bulunduğu Zamoskvorechie, çocuklar için bir tüberküloz kliniği açmak için seçilmiştir. Kliniğin mimarisi amaca uygundur ve hizmet götürülen çocuk nüfusu 50 – 60 bin kadardır. Polikliniklerde günde 150 çocuk muayene edilmekte ve 200 çocuk gündüz sanatoryumu veya solaryumda tedavi edilmektedir (bu yıllarda henüz tüberküloza yönelik etkin bir tedavi olmadığını anımsayınız).

Çocuklar açık havada tutulmakta, soğuğa maruz kalmamaları için özel giysiler kullanılmaktadır. Bu giysiler çocuğu ılık tutmaya yetecek kadar sıkı, fakat havanın giysi içinde serbestçe dolaşabileceği kadar gevşektir. Soğuk bir günde gördüğüm çocuklar rahattı, üşümüyorlardı ve tüberküloz belirtileri dışında sağlıklı görünüyorlardı. Çocuklar haftada bir 5 hekimden oluşan bir kurul tarafından muayene ediliyor, kurum aynı zamanda eğitim amaçlı kullanılıyordu.

Çalışmanın önemli bir yönü, klinik ile bölgedeki fabrikalar ve işyerleri arasında yakın ilişkinin sürdürülmesiydi. Fabrika işçilerinin 20 temsilcisinden oluşan bir komite hekimlere ve tıbbi çalışmaya yakın olmak için düzenli olarak klinikte toplanıyordu. Bu temsilciler, diğer fabrikalardaki temsilcilerle birlikte Fabrika Hijyen Komitesi’ni oluşturuyorlardı. Bu komitenin görevi, işçilerin sağlığını olumsuz etkileyen koşulları (durumları) hekimlere iletmekti. Sistem iyi çalışıyordu ve hekimleri işçilerin çalışma şartları konusunda bilgilendirirken, işçileri de bu koşulların sağlıkları üzerine etkileri konusunda uyarıyordu. Bu işbirliği çok değerliydi. Merkez İşçi Komitesi’nde üç kadın işçi sağlık ziyaretçilerini ve bakım komitelerini denetliyordu.

Çalışmanın diğer bir özelliği, gezgin hijyen sergilerini teşvik etmek ve aynı zamanda kliniğin kendi hijyen sergisini açmaktı. Gezgin sergiler işyerlerine gidiyor ve işçilerin sağlıklarını etkileyen koşulların farkına varmalarına yardımcı oluyorlardı.

Bu çalışmalar yalnızca genel hijyen eğitiminin bir parçası olarak kalmıyor, aynı zamanda “erken tanıya” yardımcı oluyordu. Tanı yöntemler şunlardı:

1. Göğüs hastalıkları uzmanlarının hazır bulunduğu rutin tıbbi muayeneler

2. Laboratuvar testleri

3. Röntgen tetkiki

4. Pirquet deri testi

Çocuklar şöyle muayene ediliyordu: Çocuklar tartılıyor, boyları, oturma yükseklikleri ve göğüs çevreleri ölçülüyordu. Ateşlerine bakılıyor, kan tetkikleri ve deri testleri yapılıyordu. Gerekli durumlarda idrar ve balgam tetkikleri de yapılıyordu. Muayene edilen çocukların yüzde 95’inde deri testi pozitif bulunuyordu.

Kliniğin görevlerinden biri de, hizmet sunduğu bölgenin genel “sosyal” koşullarını incelemekti. Bulgular grafik ve diyagramlara dökülüyor, bölgedeki bütün sağlıksız durumlar açıkça ortaya konuyordu.


SONSÖZ YERİNE

Guest üç bölümlük yazı dizisini şu öngörülerle sonlandırır: Rusya yavaş çalışıyor fakat işleri bitiriyor. Muhtemelen ülkenin içinde bulunduğu olumsuz sağlık koşulları gelecek yıllarda da sürecek ve İngiliz yaşamının güvencesine alışkın sanitaryenleri rahatsız etmeye devam edecek. Ancak bilimsel bilgiyi kesin olarak ve sürekli yayma çabası, neredeyse bir kıta olan ülkede, dünyanın en büyük değişimini üretecek.

Guest Rusya’da gördüğü olumsuz sağlık koşullarının yıllarca süreceği tahmininde yanılmış, fakat gördüğü çabaların dünyadaki “en büyük değişimi üreteceği” öngörüsünde haklı çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nde üretilen birçok uygulama, özellikle “erken tanı” hizmetleri kısa zamanda dünyanın her yerinde bir norm haline gelecek, Sovyetler Birliği işçi sağlığı hizmetlerinde dünyaya referans olacaktır.             

Dizimizin üçüncü bölümünde “1924 yılında” W. Horsley Gantt tarafından British Medical Journal’ın yaz aylarındaki sayılarında Sovyetler Birliği’nde tıp ve sağlık üzerine yayınlanmış makalelerden bir özet yapıyoruz. Yine önce yazar hakkında bilgi sunarak başlayalım.

ABD, Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avrupa’da büyük prestij kaybına uğrayan kapitalist rejimlerin restorasyonuna yardımcı olmak üzere, 1919 yılında 100 milyon dolarlık bir bütçeyle Amerikan Yardım İdaresi (American Relief Administration) kurmuştu. İdare 1921 yılına kadar Avrupa’daki 23 ülkeye 4 milyon tonun üzerinde yardım malzemesi sağlamış ve görevini tamamlamıştı. Bu sırada Sovyet Rusya’da kıtlık baş gösterince, ABD Kongresi “Rusya Kıtlıkla Mücadele Yasası” çerçevesinde bu ülkeye 20 milyon dolarlık bir yardım yapmayı kabul etmiş ve bu çerçevede Kasım 1921 – Haziran 1923 arasında Sovyet Rusya’ya bir sağlık misyonu göndermişti.

Bu sırada 1920 yılında tıp eğitimini tamamladıktan sonra Baltimore Üniversitesi Hastanesi’nde uzmanlık eğitimine başlayan Dr. Horsley Gantt, uzmanlık eğitimini yarıda keserek misyona “gönüllü” olarak katıldı ve 1922 Haziran’ında Amerikan Yardım İdaresi’nin Leningrad Ofisi şefi olarak göreve başladı. Görevi süresince Sovyet Rusya’da savaş ve kıtlığın sağlık üzerine etkilerine ve yeni kurulmakta olan sağlık sistemine ilişkin veri toplayan Gantt, 1922 Ekim’inde büyük Rus bilim insanı Profesör İvan Pavlov ile tanıştı ve Pavlov’un yürüttüğü “şartlı refleks” çalışmalarından çok etkilendi.

1923 yılında Amerikan Yardım İdaresi misyonu bitince uzmanlık eğitimini tamamlamak üzere Londra’ya geçen Gantt, eğitimini bitirince Ocak 1925’de Pavlov ile çalışmak üzere Leningrad’a dönerek, Deneysel Tıp Enstitüsü’nde çalışmaya başladı. Gantt İngiltere’deyken Sovyet Rusya’daki izlenimlerini 1924 Haziran’ından itibaren British Medical Journal’da yayınlamaya başlamıştı. Gantt bu makalelerini 1927 yılında Medical Review of Soviet Rusya başlığı ile kitap olarak yayınladı. 1928 yılında İvan Pavlov’un “Şartlı Refleksler Üzerine Dersler” kitabını İngilizceye çevirerek yayınlayan Gantt, 1929 yılında ABD’ne dönerek John Hopkins üniversitesinde Pavlov Laboratuvarı kurdu ve emekli olduğu 1958 yılına kadar burada çalıştı.

Gantt ABD’de bulunduğu sürece Sovyetler Birliği’nden hiç kopmadı ve Sovyet sağlık sistemindeki gelişmeleri yakından izledi. 1935 yılında Pavlov’u ziyaret için Leningrad’a giden Gantt, bu kez izlenimlerini 1937 yılında Russian Medicine başlığı ile yayınladı.

1953 yılında görevinden alınarak, “komünizme sempatisi olduğu” gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Gantt, bu soruşturmadan “aklanarak” çıktı ve görevine iade edildi. 1955 yılında Pavlov Cemiyeti’ni kurdu ve 1965 yılına kadar Cemiyet’in başkanlığını üstlendi. 1957 yılında Leningrad’da Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veren Gantt, Konstantin Bykov’un “The Cerebral Cortex and Internal Organs” kitabını İngilizce’ye çevirerek yayınladı.

1970 yılında tıp (fizyoloji) alanında Nobel Ödülü’ne aday gösterilen Gantt, hayatının son yıllarına kadar Sovyetler Birliği, Çekoslovakya ve Japonya’da dersler verdi ve 1980 yılında hayata gözlerini yumdu.

SOVYET RUSYA’DA TIP EĞİTİMİ

Ekim Devrimi’yle kurulan Sovyet Rusya, Çarlık Rusya’sından tıp alanında çok kötü bir miras almıştı. 5.800 kişiye 1 hekim düşüyordu ve hekimler içinde kadınların oranı yüzde 10’u geçmiyordu. Oysa aynı yıllarda ABD’de 800, İngiltere’de 1.400 kişiye bir hekim düşüyordu. Sovyet hükumeti iç savaşın, kıtlığın ve salgın hastalıkların üstesinden gelebilmek için hızla yeni hekimler yetiştirmek ve toplumun hizmetine koşmak zorundaydı.

1918 yılından itibaren tıp fakültelerinin kontenjanları büyük ölçüde arttırıldı. 1913 – 1917 yıllarında tıp fakültelerine yılda 321 öğrenci alınırken, 1918’de 486, 1919’da 1.886 öğrenci kabul edildi. Ancak Sovyet hükumeti hekim sayısını arttırırken, hekimler arasında emekçi sınıf kökenli olanların oranını da yükseltmek istiyordu. Bu amaçla tıp fakültelerine girecek öğrencilerin ya kendilerinin, ya da ailelerinin emekçi olması şartı getirildi. 1913 – 1917 döneminde tıp öğrencileri arasında emekçi kökenden gelenlerin oranı yüzde 19 iken, 1922 yılında bu oran yüzde 95’e yükselmişti.

Devrimden önce kadınlar yalnızca Leningrad’daki Kadınlar Tıp Fakültesi’ne kabul ediliyordu. Devrimden sonra tıp eğitimine cinsiyetçi yaklaşıma son verildi ve kadınların ülkedeki bütün tıp fakültelerine girebilmeleri sağlandı.

Tıp fakültelerinde görev alacak öğretim üyelerinin seçimini Moskova’daki Devlet Bilim Konseyi, fakültelerin önerdiği adaylar arasından yapıyordu. Tıp eğitiminden devrimin önemli liderlerinden Anatoli Lunaçarski sorumluydu. Devrimden sonra üniversitelerin yönetim yapısında da önemli değişikliklere gidildi. Rektörler Sovyet hükumeti tarafından, dekanlar da rektörler tarafından atanıyordu, fakat yönetimde aynı zamanda biri politik komiser, biri Sağlık Bakanlığı’ndan bir temsilci ve diğeri öğrenci temsilcisinden oluşan üç kişilik bir komite de söz ve karar yetkisine sahip olmuştu.

Devrim öncesinde tıp eğitimi paralıydı ve tıp fakültesi öğrencileri (askeri öğrenciler hariç) her sömester için 50 altın ruble ödüyordu. Devrimden sonra bütün okullar devletleştirildi ve eğitim ücretsiz kılındı. Dahası ihtiyacı olan öğrencilere devlet yardımı getirildi ve bütün öğrencilerin yeni açılan Kamu Mutfakları’nda günde üç öğün ücretsiz yemek yemeleri sağlandı.      

Gantt’ın bu bilgileri vermesinden kısa bir süre sonra, sermayenin gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmiş olan tıp eğitiminin hekimlere emeğin gereksindiği bilgi ve becerileri kazandırmakta yetersiz olduğu görülerek tıp eğitiminde büyük bir reforma gidilmiştir. Bu çerçevede tıp eğitimi “erken uzmanlaşma” üzerine yeniden örgütlenmiş ve tıp eğitimi toplumun gereksindiği “ana-çocuk sağlığı”, “işyeri hekimliği” ve “halk sağlığı” konularında uzmanlaşmış hekimler yetiştirmeye başlamıştır.

Bu model daha sonra bütün sosyalist ülkeler tarafından benimsenmiş ve sosyalizmin çözülmesine kadar uygulanmıştır. Sosyalizm çözüldükten sonra eski sosyalist ülkelerde tıp eğitimi yeniden “sermayenin” gereksinimlerine göre restore edilmiş ve hekimleri klinik branşlarda uzmanlaştırmaya teşvik eden klasik Flexner modeline dönülmüştür. Bu konuda ayrıntılı bilgiye Yazılama Yayınları’ndan çıkan Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi kitabından erişilebilir.

HASTANELER VE SAĞLIK KOŞULLARI

Devrimin ilk yıllarında Rusya’da toplam 270 bin yataklı 10 bin kadar hastane bulunuyor ve bu hastanelerde 17 bin kadar hekim çalışıyordu. Bu rakamlar, Rusya gibi koskoca bir kıtaya yayılan ve dünya nüfusunun altıda birini barındıran bir ülke için son derece yetersizdi.

Çarlık döneminde Leningrad, Moskova, Kiev ve Odesa’da, batı Avrupa’dakilerle karşılaştırılabilecek düzeyde mükemmel “özel hastaneler” vardı, fakat bu hastanelerden toplumun yalnızca satın aldığı sağlık hizmetinin bedelini ödeyebilen küçük bir kesimi yararlanabiliyordu. Diğer yandan Rusya’nın birçok bölgesinde parası olanların dahi gidebileceği bir sağlık kurumu yoktu. Mevcut hastanelerse yatak, donanım ve personel bakımından çok yetersizdi. Rusya’nın büyük bir bölümünde hekim bulunmadığından, “feldsher” adı verilen sağlık memurları hizmet sunuyordu.

Mevcut sağlık kurumlarıyla Rusya’nın devrimden sonra daha da ağırlaşan sağlık sorunlarına yanıt verebilmek olanaksızdı. 1919 yılındaki salgınlarda hastaneler neredeyse “morg” işlevi görmüşlerdi. Sovyet hükumeti işe bütün hastaneleri “devletleştirmekle” başladı.

Hastaneler 1914 yılından beri donanım sıkıntısı yaşıyordu. Yedek parça ve malzeme yetersizliği nedeniyle savaşın son günlerinde röntgen cihazlarının çoğu kullanılamaz hale gelmişti. Büyük ilaç sıkıntısı vardı. Salvarsan, kinin, opium, anestezikler ve dezenfektanlar temin edilemiyordu. Yıpranmış cerrahi gereçler yenilenemiyor, hatta zaman zaman cerrahlar ameliyathanede eldiven bulamıyordu.

Bu koşullarda görevlerini yapmaya çalışan Sovyet hekimler, mevcut malzemelerle “doğaçlama” hizmet sunmaya başlamışlardı. Normal şartlarda kurtarılabilecek ekstremitelerin çoğu (kimi zaman tamamı) ampute edilmek zorundaydı. İnsanlar ameliyathanelerde temel malzemeler dahi bulunmadığından fıtık veya apandisit çok büyük olasılıkla kurtarılabilecekleri hastalıklar yüzünden yaşamını yitiriyordu.

Gantt görevi gereği kıtlığın en yoğun yaşandığı bölgelere gidiyor, buradaki sağlık kuruluşlarını ziyaret ediyordu. 1923 yılında Uralsk’a gittiğinde, kentin 1914’de 60 bin olan nüfusunun savaş ve kıtlık nedeniyle 30 bine düştüğünü öğrendi. Evlerin çoğu Kızıllar ile Beyazlar arasındaki iç savaş sırasında oturulamaz hale gelmişti. Kentte kaldığı üç gün içinde, caddelerde yalnızca üç otomobil görmüştü. İçme suyu kuyulardan sağlanıyordu. Bütün şehirde toplam 22 hekim vardı, çevredeki 15 köyde ise hiç hekim yoktu.

Kentte yaşayanların yüzde 60’ının sıtma olduğu tahmin ediliyordu. Hastanelerdeki yatakların yarısından fazlası sıtma vakalarıyla doluydu. Hastanelerde tek bir mikroskop vardı fakat gerekli lam ve lameller yoktu. Genç bir dahiliyeci, kırık bir pencereden bulduğu camlarla kalın damla preparatlar hazırlamaya çalışıyordu.

Rusya’nın güneyindeki kıtlık bölgelerindeki çocuklar, kuzeydeki kıtlıktan daha az etkilenen bölgelere gönderilmişti. Kıtlıkla mücadelede başarılı adımlar atıldıkça, bu çocuklar da geri getiriliyordu. Fakat bazı çocuklar için artık gidecek yer kalmamıştı. Sovyet hükumeti bu çocuklar için Çocuk Evleri açarak, sokakta kalmalarını önlemeye çalışıyordu.

Gantt Sovyet Rusya’da “gereksinimin buluşun anası” olduğunu görmüştü. Sovyet hekimler, eldeki materyalle birçok tıbbi eksiği gidermeye çalışıyorlardı. Sovyet hükumeti duruma hakim olduğunda hızla frengi ve tüberkülozla mücadele için kurumlar oluşturuldu. Sıtma eradikasyonu için özel birimler kuruldu. Sağlık Bakanlığı ülke çapında sağlık eğitimi kampanyaları başlattı.

Yalnızca maddi koşullara bakarak yargılarsanız, Rusya’da durum çok kötü. Fakat bu koşullarda yaşayan, çalışmayı, yeni yöntemler tasarlamayı sürdüren ve inançlarını yitirmeyen insanları gördüğünüzde, bu çabaların iyi bir sonuç vermeyeceğine inanmak mümkün değil. Hastanelerin geleceği, büyük ölçüde Rusya’nın ekonomik bakımdan yeniden yapılanmasına bağlı olacak.

BİLİM

Sovyet hükumeti aynı anda hem kurumlarını proleterleştirmek, hem de bilimi güçlendirmek istiyordu. Sovyetler her ikisinde de başarılı oldular. Laboratuvarların ve üniversitelerin geçmişe göre daha kötü durumda olmasına ve bilim insanlarının sıkıntılarına rağmen, Sovyet Rusya’da bilim eski standartları yakaladı, hatta paradoksal olarak daha da ileri gitti.

Birçokları bu durumun “Bolşeviklere rağmen”, Rus bilim insanlarının gayretiyle ortaya çıktığını düşündü. Gayret konusunda kuşku yok, ancak Rusya’nın farklı bölgelerinde komünist görevlilerle kurduğum ilişkilerden, bilimin ne kadar önemli olduğunun farkında olduklarını biliyorum. Birçok kez bilim kurumlarına verdikleri yürekten destek ve sempatiden etkilendim. Sovyet otoriteleri bütün yokluklara rağmen bilimi canlı tutabilmek için ellerinden geleni yaptılar.

Bilimin yüceltilmesi aslında politik felsefelerinin bir parçasıydı; fen bilimlerinin yüceltilmesi Marksizm’in materyalist kuramlarıyla örtüşüyordu. Hükumet Rusya’da özellikle uygulamalı bilimlerin gelişmesini arzu ediyordu.

Rusya’daki diğer şeyler gibi bilim kurumları da tamamen devlet tarafından destekleniyordu. Devletleştirme sürecinde diğer bütün gelirlerini yitirmişlerdi. Şimdi tamamen devlete bağlıydılar. Devrimden önce Rusya’da olmadığımdan, Çarlık Rusya’sında bilimin bu dönemdeki durumu hakkında bir şey söyleyemem. Bilime şimdi ayrılan mali kaynaklar, eskisinden daha az, fakat hükumet belli konularda finansman sağlıyor. Birkaç profesör çalışma veya konferans için yurt dışına gönderildi. Örneğin Pavlov ve oğluna geçen yaz seyahatleri için 350 İngiliz sterlini verildi.

Fizik alanında Leningrad’da atomların yapısı üzerine çalışan Profesör Rojdestvensky, lityum atomunun yapısını keşfettiğini bildirdi. Hidroloji alanında 32 bilim insanı 1921 Ağustos’unda Arktik kutupta 6 hafta geçirerek, hidrolojik ve biyolojik gözlemler yaptı. Arkeoloji alanında 1923 yılında P. K. Kozlov liderliğinde bir grup araştırmacı Moğolistan’a gitti. Eğitim bakan yardımcısı M. Pokrovski, bu keşif gezisinin doğu halklarının, Tatarların, Türklerin bilincini canlandıracağını söyledi. İletişim alanında telgraf konusunda büyük ilerleme sağlandı.

M. Pokrovski Rusya’da geçtiğimiz beş yıl içinde bilimdeki gelişmeleri anlattığı kitabında, Rusya’nın elektriklendirilmesinin hızla gerçekleştirildiğini yazıyordu. Moskova ve Leningrad’da çiçek, kolera ve diğer aşılar, difteri antitoksini büyük ölçeklerde üretilmeye başladı. Bunların kalitesi Avrupa’da üretilenlerinkisinden daha düşüktü. Devlet Tıp Enstitüsü’nden Belanofski’nin bu konudaki çalışmaları dikkat çekicidir.

Rusya’da devrimden sonra bilim alanındaki en büyük ilerleme, Leningrad’da Pavlov’un ve öğrencilerinin (Orbeli, Foursikov, Savitch, Folborth ve Studensoff) çalıştığı fizyoloji alanında sağlandı. Bu ekibin şartlı refleks, uyku ve kalıtım üzerine çalışmaları British Medical Journal’de yayınlandı ve büyük ilgi gördü. Pavlov’un trofik sinirler ve sempatik sistem hakkındaki diğer önemli çalışmaları ise Rusya dışında çok bilinmiyor.

Gantt daha sonra bir süre yazılarına ara vermiş, 1926 yılında yeniden BMJ’da “A Medical Review of Soviet Russia” başlığı altında kaldığı yerden devam etmiştir. Bu kez Sovyet Rusya’da hastalıkların tip ve insidanslarındaki değişimi ele aldığı üç bölümlük uzun bir yazı dizisi yayınlamıştır. 1927 yılında ise tıp mesleği, Sovyet bilimi ve Sovyet Rusya’da sanitasyon üzerine yeni bir dizi yazı yayınlamış, yine aynı yılın yaz aylarında Pavlov ve diğer önde gelen bilim insanlarının çalışmalarını yayınlayarak diziye son vermiştir.

Yine yazılarına uzun bir ara veren Gantt, 1936 yılında BMJ’da Sovyetler Birliği’nin Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı sağlık yönünden değerlendiren uzun bir yazı yayınlamıştır. Gantt’ın çalışmalarının büyük bir bölümüne, Yazılama Yayınevi’nden çıkan Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi başlıklı kitapta değinilmiştir.       

Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü dolayısıyla hazırladığımız yazı dizimizin son bölümünde Sovyetler Birliği’nin Başkiriya (Başkırtistan) Cumhuriyeti’nde “1920’li yıllarda” yürütülen halk sağlığı etkinliklerini aktarıyoruz. Bu bölümün hazırlanmasında Sergei Sinenko’nun Beyaz Kalkan (Ufa, 2003) kitabından yararlanılmıştır.

GÖÇEBELİKTEN MODERN YAŞAMA

Başkırtistan, Ural Dağları’nın güneyinde, orta İdil bölgesinde, 140 bin kilometrekarelik alana kurulmuş bir Sovyet Cumhuriyeti’dir. Başkenti Ufa olan Cumhuriyetin nüfusu 4 milyonun biraz üzerindedir (1913 yılında 3 milyona yakın).

Orta Asya’nın “göçebe” topluluklarından olan Başkırtlar’ın yaşamı, yaşadıkları coğrafyada değerli madenler bulununca tamamen değişmişti. Çarlık Rusya’sı tarafından madenlerde ve ilişkili tesislerde çalışmaya zorlanan Başkırtlar, yeni hayata alışmaya çalışırken, yirminci yüzyılın başında en dünya tarihindeki büyük yıkımlardan birine maruz kaldılar.

Birinci Paylaşım Savaşı öncesinde bölgedeki Rus varlığı artmaya başlamıştı. Madenlerde ve sanayi tesislerinde çalışmak için bölgeye gelen Ruslara hizmet sunan sağlık kurumları kurulmuştu. 1913 yılında bölgede 143 hekim bulunuyordu. Ancak Başkırtların çoğu modern sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor, sağlık sorunlarını molla (mullah) ve büyücü hekimler aracılığıyla geleneksel yöntemlerle çözmeye çalışıyorlardı.

Bu dönemde bölgedeki Rus hekimler, bebek ölüm hızını binde 283 (yaklaşık her üç bebekten biri bir yaşını göremiyordu), kaba ölüm hızını binde 29 olarak hesaplamışlardı. Doğuşta beklenen yaşam süresi 32 yıl kadardı.     

Başkırtistan Devrimi, Ekim Devrimi’nden yalnızca 1 gün sonra 6 Kasım 1917’de gerçekleşmiş ve ülkede Sovyet yönetimi kurulmuştu. Ancak, Bolşevik yönetime karşı iç savaş başlatan karşı devrimciler, 1918 başında Başkırtistan’ı ele geçirmişlerdi. Karşı devrimcilerle savaşın neredeyse merkezi haline gelen bölge oldukça kanlı geçen çatışmalara sahne olmuş, Kızıl Ordu ancak 1918 sonunda Ufa’ya girebilmişti. 23 Mart 1919’da Başkırtistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.




ÜLKENİN BİRİNCİ SORUNU SAĞLIK

Emperyalist savaş ve özellikle iç savaş nedeniyle ülkenin sanayisi mahvolmuş, her yer harabeye dönmüştü. Madenler sular altında kalmış, köprüler, demiryolu hatları yıkılmış, telgraf hatları tahrip edilmişti. Bir “enkaz” haline gelen ülkeyi terk edenlerin sayısının 650 bine ulaştığı tahmin ediliyordu. 

Bu koşullarda patlak veren kolera ve tifüs salgınlarıyla mücadele edebilmek için, 1919 yılında Sovyetler Birliği Sağlık Bakanlığı’nın rehberliğinde, Başkırtistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yerel Sovyetlerinde saniter – epidemiyolojik (SANEPİD) birimler oluşturuldu.

Dr. G.G. Kuvatov, 1919 Eylül’ünde Başkırtistan Sağlık Bakanı oldu ve Ufa’da paralel bir Sağlık Müdürlüğü oluşturuldu. 3 Aralık 1919'da Ufa kentinde "savaş yasalarına göre" hekim, veteriner hekim, diş hekimi, eczacı, feldşerler ve sağlıkla ilgili herkes salgınlarla mücadele için edebilmek göreve çağrıldı. Kentteki bütün eğitim kurumlarının, tiyatroların ve kulüplerin binaları hastane haline getirildi ve kent karantinaya alınarak, giriş ve çıkışlar yasaklandı.

Ufa’da 1920 yılında bir Deri ve Zührevi (Cinsel Yolla Bulaşan) Hastalıklar ve 1921 yılında bir Verem Savaş Dispanseri açıldı. 1921'de Ufa Sağlık Müdürlüğü, sanitasyon, epidemiyoloji, sağlık istatistikleri ve barınma hijyeni olmak üzere dört bölümden oluşuyordu. 1922'de sağlık denetimi ile ilgili tüm konular Sağlık Bakanlığı'ndaki Sağlık ve Epidemiyoloji Komisyonu’na devredildi.

1921 yazında başlayan kıtlıkta hemen hemen ürünlerin tümü tarlalarda kalmıştı. Başkırtistan açlıkla boğuşurken kolera salgını patlak verdi. Sovyet hükumeti Amerikan Yardım İdaresi’nin yardım önerisini kabul edince, Albay William Bell yönetiminde bir sağlık heyeti bölgeye geldi. Amerikan heyeti esas olarak gıda ve ilaç yardımı yaparken, SANEPİD istasyonları salgınla mücadele ettiler.

Başkırtistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sağlık Bakanı G.G. Kuvatov, 11 Ekim 1922’de ikinci bir kolera salgınının patlak vermesi üzerine salgınla mücadele için Olağanüstü Komisyon kurmaya karar verdi. Komisyon’un görevleri şöyle sıralanmıştı:

Cumhuriyet ölçeğinde aşı üretiminin örgütlenmesi

Evlere gerekli durumlarda ambulans gönderilmesinin örgütlenmesi

Bir kolera bilgi ağı kurulması

Şehirlerin ve nüfusun yoğun olduğu yerlerin temizlenmesi


Birimlere 500 litre kolera antiserumu gönderildi. SANEPİD birimleri çok kısa sürede nüfusun büyük çoğunluğunu aşılamayı başardı. Bölgedeki Kızıl Ordu birliklerinin tamamı aşılandı ve kışlalar dezenfekte edildi. Üç karantina istasyonu oluşturuldu. Kentlerin ve köylerin sıhhi temizliği, sokaklardaki cesetlerin temizlenmesi ve gömülmesi, su temini iyileştirildi. 1923 yazının sonunda salgın tamamen kontrol altına alınınca Olağanüstü Komisyon feshedildi.

FARKLI BİR SAĞLIK ANLAYIŞI

Başkırtistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 1920’li yılları bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadeleyle geçirdi. Sağlık ülkenin bir numaralı sorunu haline gelmişti. Salgın hastalıklar geriletildiğinde, sosyal hastalıklarla mücadele öne çıktı. Verem, frengi ve trahom öncelikli sağlık sorunları arasındaydı. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarla mücadele için bir Dermatoveneroloji Enstitüsü ve hastane açıldı.

Ufa'da İl Eğitim Komitesi’ne halkın sağlık eğitimi çalışmalarını örgütleme görevi verildi. Sağlık eğitimleri "Komünist", "Komsomol", "Kadın" ve benzeri kulüpler aracılığıyla gerçekleştirildi. Bu kulüpler konserler, Komsomol karnavalları gibi etkinlerde kadınlar ve erkekler arasında kişisel temizlik, evde ve işyerinde temizlik gibi konuları tartıştı. Çeşitli hijyen konularına ilişkin afiş ve broşürler hazırlandı ve sağlık haftaları düzenlendi.

16 Aralık 1922'de Sovyet Hükümeti'nin, Cumhuriyetlerin sıhhi organlarına ilişkin kararnamesi İzvestia gazetesinde yayınlandı. Bu dönemden itibaren, Cumhuriyetler bağımsız bir devlet sağlık hizmet sistemi oluşturmaya başladılar. Başkırtistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, 31 Mart 1923'te ülkede modern bir sağlık ve epidemiyolojik gözetim hizmetinin geliştirilmesine karar verdi.

1923 yılında Başkırtistan’da 32 hastane, 18 şehir dispanseri, 89 sağlık istasyonu, 83 sağlık ocağı merkezi, 3 SANEPİD istasyonu ile bir Bakteriyoloji Enstitüsü bulunuyordu. Sağlık sorunlarını hafifletmeyi başaran ülkede sanayi de yeniden gelişmeye başlamıştı.

1926 yılında trahom mücadelesi için bünyesinde 50 yataklı bir göz hastanesi de olan Trahom Savaş Dispanseri kuruldu. Trahom mücadelesinin başına Moskova 1. Tıp Fakültesi’nden Profesör Victor Petrovich Odintsov getirildi. 

1928 yılında Sterlitamak kentinin Dr. N. Nevsky’nin sorumluluğundaki sağlık biriminin yıllık istatistikleri, ülkede artık sosyal hastalıkların da sorun olmaktan çıktığını gösteriyordu. Kızıl, trahom ve tüberküloz vakalarının sayısı iki düzineyi aşmıyordu.

15 Kasım 1932’de ülkenin ilk Tıp Fakültesi açıldı ve dekan olarak 1925’ten beri Ufa’da Dermatoveneroloji Enstitisü’nün başında olan Solomon Traynin atandı. 




NEDEN BAŞKIRTİSTAN?

Başkırtistan, Ekim Devrimi’nin, Orta Asya’nın henüz “yazılı” bir dil dahi gelişmemiş bir coğrafyasında (ilk Başkırtça kitap 1926 yılında yayınlanmıştır) neleri başardığını görmek açısından iyi bir “örnek” olabileceği düşüncesiyle seçilmiştir. Sosyalizm Başkırtları on yıldan daha kısa bir süre içinde “göçebe” yaşamdan, “modern” yaşama geçirmeyi başarmıştır.

Diğer yandan günümüzde 21. yüzyılın olanaklarına ve devasa bir bütçeye sahip olan Dünya Sağlık Örgütü’nün salgınlar karşısındaki “beceriksizliği” ile kıyaslandığında, 1920’li yıllarda iç savaşın en kanlı çatışmaları ve karşı devrimcilerin bitmek tükenmek bilmeyen sabotajları sürerken, sosyalizmin salgınlarla mücadelede elde ettiği başarılarının değeri daha iyi anlaşılmaktadır.   

Son olarak Sovyetler Birliği’nin yıllar önce tarihe karışmış olmasına rağmen, ardında bıraktığı mirasın bugünkü Başkırtistan’da hala yaşamaya devam ettiğini, Başkırtların, Ekim Devrimi’nin getirdiği sağlık sistemini bugün dahi büyük ölçüde kullanmayı sürdürdüğünü belirtelim.

Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder