Sonunda seçimler bitti ve her yerden
“gündemimize” dönelim sesleri yükselmeye başladı. Kuşkusuz herkesin “gündemden”
anladığı farklı. Egemen sınıflar için, sermaye için gündem “ekonomi”, yıllardır
dillerden düşmeyen “yapısal reformlar”. Sermaye hükumete, artık “popülist”
politikaları bırak, paraları yok bayram ikramiyesi, yok seçim hediyesi diye
sağa sola savuracağına “bize” ver diyor. Ya emekçiler “gündem” denince ne
anlıyor? Şimdi “nereye” dönülecek? Emekçiler durumlarının “iyileştirilmesini”
istiyor fakat bunun nasıl olacağı konusunda sermaye gibi köşeli önerileri yok.
Birileri durumlarını iyileştirsin istiyorlar. Biri çıkıp “her şey çok güzel
olacak” dedi, emekçiler de oy verdi, şimdi her şeyin çok güzel olmasını
bekliyorlar.
Emekçiler her şeyin çok güzel
olmasını bekleyedursunlar, ana muhalefetin başındaki şahıs, ilk seçim
değerlendirmesinde her şey çok güzel “oldu” dedi. Hemen ardından CHP
sözcülerinin açıklamaları geldi ve onların da aynı havada olduklarını gördük.
Anlaşıldığı kadarıyla “her şey çok güzel olacak” cümlesinden, emekçiler ve CHP
yöneticileri farklı şeyler anlıyorlarmış.
İsterseniz zenginin malı, züğürdün
çenesini yorar deyip, sermayeyi bırakıp, emekçilerin “gerçek” gündemine
dönelim. Emekçinin gündeminde “sağlıkta eşitsizlikler” var. Emekçilerin
neredeyse tamamına yakın bir çoğunluğu, gerçek gündemlerinin sağlıkta
eşitsizlikler olduğunun farkında olmamasına rağmen, gündemlerinde “sağlıkta
eşitsizlikler” var. Burada söz konusu olan emekçilerin ve ailelerinin “hayatı”.
Bir insanın gündeminde “hayatından” daha önemli ne olabilir? Bunun farkında
veya bilincinde olmamanız nesnelliği değiştirmez. Emekçiler istese de, istemese
de, bu konuda hiçbir şey yapmasa da, hatta yapmayı aklının ucundan dahi
geçirmese de, gündemlerinde “sağlıkta eşitsizlikler” var.
SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLER
Sağlıkta eşitsizliklere ilişkin,
antik çağlardan günümüze kadar birikmiş devasa bir literatür var. Google arama
motorunda “inequalities in health” sözcüklerini aradığınızda 0,47 saniyede 4
milyondan fazla giriş görüyorsunuz. Konuyla yalnız komünistlerin ve
sosyalistlerin ilgilendiği Türkiye’de dahi, arama motoruna “sağlıkta
eşitsizlikler” yazdığınızda 0,34 saniyede 6 bin girişe erişebiliyorsunuz. Şüphesiz
internet dışı kaynaklar da var…
Fakat ben size bütün literatürü
kısacık bir cümleyle özetleyeyim: dünyaya doğduğunuz ülkenin “emekçi
sınıflarından” bir ailenin çocuğu olarak geldiyseniz (cinsiyetiniz fark etmez),
“egemen sınıflarından” bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelenlerden ortalamada
çok daha fazla hastalanacaksınız, sakatlanacaksınız ve kaza geçireceksiniz, bu
dünyada çok daha kısa yaşayıp, erkenden öleceksiniz. Antik çağlardan günümüze
“sağlıkta eşitsizlikleri” konu alan literatür özetle bunu söylüyor ve bu gerçeğe
ilişkin “sayısız” kanıt sunuyor.
Aslında durum hayatı boyunca hiç
okula gitmemiş, hiçbir eğitim almamış birinin dahi, sadece yakın çevresinde
gördüğü, kendi deneyimlediği sağlık olaylarını kabaca bir araya getirerek
anlayabileceği kadar açık. Bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sağlıkta
eşitsizlikleri “görebilmek” için, doktor olmaya, ihtisas yapmaya, lise veya
üniversite bitirmeye, ilk veya ortaokula gitmeye değil, okuma – yazma bilmeye
dahi gerek yok. Sağlıkta eşitsizlikler o kadar “kör parmağım gözüne”, o kadar
aşikar ki, görmemek için belki de ciddi çaba harcamak gerekiyor.
KADER TARTIŞMASI
Zihinsel bir sorunu olmayan birinin
sağlıkta eşitsizlikleri, yani emekçilerin egemenlere göre ortalamada çok daha
sağlıksız bir ömür sürdüğünü ve erkenden ölüp gittiğini görmemesi olanaksız.
Fakat bu durumun yorumlanmasında “ideolojinin” büyük rolü var. Yaşantısına
egemen sınıfın ideolojisinin yön verdiği insanlar, emekçi veya egemen
sınıflardan ailelerden gelmelerinden “bağımsız” olarak, sağlıkta eşitsizlikleri
“doğal” karşılıyor veya bireysel “kader” ile açıklıyor. Onlara göre “yapacak
bir şey yok”. O halde bu konuyu konuşmak dahi vakit kaybı.
Emekçi sınıfın ideolojisini
benimseyenler ise sağlıkta eşitsizlikleri “kabul edilemez” buluyorlar ve bir
toplumda “toplumsal eşitlik” sağlandığında, “sağlıkta eşitsizliklerin” ortadan
kalkacağını savunuyorlar. Yani yapılabilecek çok şey var ve bunların nasıl
yapılabileceğini konuşmak, tartışmak gerekiyor. Diğer bir deyişle “gündeme”
almak lazım.
Sağlıkta eşitsizliklerin “doğal” bir
olgu olması mümkün değil, çünkü sağlıkta eşitsizlikler doğal olsaydı, diğer
doğal olgular gibi “bütün toplumu” etkilemesi gerekirdi. Oysa antik çağlardan
beri sağlıkta eşitsizliklerin egemen sınıfları kayırdığını ve toplum içinde
emekçilerin aleyhine dağıldığını biliyoruz. Firavunlar da kölelerden daha
sağlıklı ve uzun yaşıyordu, marabalar da ağalardan daha çok sağlık sorunu
yaşayıp daha erken ölüyordu ve bugün emekçiler de kapitalistlerden daha
sağlıksız bir yaşam sürüp, sevdiklerinden daha erken ayrılıyor.
Aynı gerekçeyle bireysel “kader” ile
açıklayabilmek de mümkün değil, çünkü daha sağlıklı ve uzun ömrün ortalamada
egemen sınıflara mensup bireylerin “kaderi” olduğunu hiçbir din iddia etmiyor.
Bu konuda çok bilgili değilim fakat sanıyorum dinler bireylerin kaderlerinin
mensup oldukları sınıftan bağımsız olduğunu savunuyor.
GÜNDEME DÖNEBİLECEK MİYİZ?
Bu soruya yanıt vermek kolay değil.
Fakat izninizle yakın tarihimizden bir kıssa aktarayım.
Sınıfın Sağlığı okurları daha önceki
yazılarımızdan anımsayacaklar; sağlık Marx ve Engels’in önem verdiği konuların
başında gelir. Daha önceki yazılarımızdan birinde Kapital’in birinci cildinin
en az ekonomi kadar emekçilerin “sağlığını” işlediğini ve bu cildin tıp fakültelerinde
ders kitabı olarak okutulması gerektiğini belirtmiştik. Gerçekten de,
Kapital’in birinci cildinin işlenmediği bir “patoloji” dersi düşünülemez.
Yine Engels tarafından 1845 yılında
yayınlanan İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu başlıklı kitap, başından sonuna
bir tıp kitabıdır. Bu kitabı okumayan biri, işçilerin ve emekçilerin neden daha
çok hastalandıklarını ve daha erken öldüklerini tam olarak anlayamaz.
İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu
dilimize 1974 yılının son ayında çevrilmiştir. Kitap dilimize çevrilir
çevrilmez, bilinçli emekçiler tarafından okunmuş ve emekçilerin “gerçek”
gündeminin aslında “sağlık” olduğu, “sağlıkta eşitsizlikler” olduğu
anlaşılmıştır. Bu kitabı okuyan işçiler, neden iş kazalarına kurban
gittiklerini, neden meslek hastalıklarına yakalandıklarını, neden sağlıksız
olduklarını ve vakitsiz öldüklerini anlamışlardır.
Kitap Türkçe’ye çevrildikten sonra
DİSK ilk kez işçi sağlığını “gündem” yapmış ve 1979 yılında, Türkçe’de işçi
sağlığı konusunda bugüne kadar yazılmış en kapsamlı kitabı yayınlamıştır: “Daha
Fazla Kâr, Daha Fazla Kan”. Yine Türkiye’de ilk “İşçi Sağlığı Kongresi” 1978
yılında toplanmış, sağlık konusu sınıf mücadelesinin “merkezine” taşınmıştır.
Bugünden bakıldığında “inanılmaz” görünebilir fakat, 1978 – 1980 döneminde, iki
yıl içinde imzalanan 200’den fazla toplu iş sözleşmesinde, işçi sağlığı ve iş
güvenliği ile ilgili maddeler yer almıştır. DİSK bu dönemde “yalnız” işçi
sağlığı sorunları üzerinden “greve gitmenin” meşru olduğunu savunmuştur.
İşte bu nedenle “gündeme dönebilecek
miyiz” sorusuna yanıt vermek zor diyorum. Türkiye İşçi Sınıfı 1970’lerin
sonlarında bir kez “gündeme dönmeyi” başarabilmişti. Neden bir daha
başaramasın?
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder