El Salvador’un sağlık politikalarından
sorumlu Sağlık Bakan Yardımcısı Eduardo Espinoza’nın geçtiğimiz yıl 23 – 28 Kasım
2014 tarihlerinde San Salvador’da düzenlenen 13. Latin Amerika Toplumcu Tıp
Birliği (ALAMES) Konferansı’nda yaptığı konuşmadan bazı bölümleri aktarıyoruz.
EBOLA
Sınıfın Sağlığı okurları Kapitalizm, emperyalizm, sınıf ve Ebola? başlıklı makalemizi anımsayacaklardır. Bu
makalemizde Ebola salgınının oluşumunda ve gelişiminde kapitalizmin ve
emperyalizmin rolünü tartışmış ve salgının sınıfsal açıdan değerlendirmesini
yapmaya çalışmıştık. Espinoza da konuşmasında Ebola salgınını benzer bir
yaklaşımla değerlendirmektedir:
Üç batı Afrika ülkesinde Ebola
salgını ortaya çıktığında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) salgını “Uluslararası Öneme
Sahip Halk Sağlığı Acil Durumu” (Public
Health Emergency of International Concern) olarak ilan etti ve “dünya barışı ve
güvenliği için bir tehdit” olarak tanımladı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi toplanarak salgının önüne geçilememesi durumunda “kargaşaya,
sosyal gerginliğe, politik ve güvenlik ikliminin kötüleşmesine yol açabileceği”
yönünde bir karar aldı.
Bu gelişmeler karşısında Espinoza şu
soruları soruyor: Ebola yeni bir hastalık değil, 40 yıldır biliniyor. Neden
Güvenlik Konseyi şimdi kaygılandı? DSÖ “Acil Durum” ilan etmek için neden 24
salgın çıkmasını bekledi? Salgınların 187 ülke arasında İnsani Gelişme Endeksinde
son sıraları paylaşan ülkelerde görülmesi tesadüf mü? (Liberya 175, Guyana 179
ve Sierra Leone 183).
Espinoza bir başka tesadüfe daha
dikkat çekiyor; dünyanın bu en yoksul ülkeleri, aslında paradoksal olarak doğal
kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Aslında
paradoksal bir şekilde bu ülkelerin halklarının bu kadar yoksul olmalarının
nedeni, ülkelerinin bu kadar zengin oluşu. Bu ülkelerin kaynaklarını sömürmek
için birbirleriyle yarışa giren sömürgeci güçler yüzünden bir yandan iç ve
bölgesel savaşlar durulmazken, diğer yandan canlarını kurtarmaya çalışan yoksul
insanlar ormanların derinliklerinde sığınabilecekleri güvenli yerler ararken
ölümcül virüse maruz kalıyorlar.
Halkların Sağlık Hareketi’ne göre
Sierra Leone’de salgının ilk 4 ayında Ebola 848 kişiye bulaşmış ve bunlardan
365’i ölmüş. Fakat aynı dönemde menenjitten 650, tüberkülozdan 670, HIV’den
790, ishalli hastalıklardan 845 ve sıtmadan 3 bin kişi ölmesine rağmen bunlara
kimse aldırış etmemiş. Dahası Sierra Leone’de insanlar onyıllardır bu
hastalıklardan ölüyormuş. Fakat kimsenin aklına “Acil Durum” çağrısı yapmak
gelmemiş.
Espinoza’ya göre yeni-sömürgeci
saldırı yalnızca ekosistemleri orantısız olarak sömürmekle ve bozmakla
kalmıyor, aynı zamanda yerel kalkınmaya karşı da fesat içinde. Batı Afrika
ülkelerinde sağlık hizmetlerinin neredeyse hiç olmayışı bir tesadüf değil.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde Liberya’da ve Sierra Leone’den daha fazla
Liberyalı ve Sierra Leonelı hekim var. Saldırgan yapısal uyum politikaları bu
ülkelerin sağlık sistemini yok etti. Afrika dünyada ana ölüm hızı en yüksek
olan 10 ülkeye ev sahipliği yapıyor ve bu sıralama 2001 yılından beri
değişmiyor.
Beklendiği gibi tıbbi-sanayi kompleks
küresel paniği alevlendirmek ve kirli karlarını arttırmak için Ebola
salgınından yararlandı. Örneğin salgın Ebola hastalarına yardım eden
sağlıkçıları korumak için gerekli 3. Düzey biyogüvenlik giysilerinde kıtlığa
yol açtı. Ek olarak sahra hastanesi donanımı ve temizlik ve gömme kitlerinde de
kıtlık ortaya çıktı.
Ebola salgının ilk ortaya çıkışı
üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen tıbbi-sanayi kompleks Ebola’ya karşı
aşı geliştirme zahmetine girmedi, çünkü büyük ilaç şirketleri bu aşı için pazar
olanağı görmediler. Ebola ABD ve Avrupa kapısına gelir gelmez, medya küresel
bir paniği ateşlemek için saldırıya geçti. İşte şimdi aşı bulma zamanı
gelmişti.
CNN Thomas Duncan’ın ölümünü
analizinde tıbba biyomedikal yaklaşımın propagandasını yapıyordu: Duncan hemen
hastaneye kaldırılmamıştı, hemen ilaç verilmeye başlanmamıştı, yanlış ilaç
verilmişti ve hastane hazır değildi. Ailesi de Duncan’ın tutarsız tedavisini
sigortası olmamasına bağlamıştı, bu nedenle hemen hastaneye kaldırılamamıştı.
Sermaye kapitalist tıbbı teşvik etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
HASTALIK ÜRETMEK
İlaç şirketleri için Ebola gibi kar
getirmeyen hastalıklara yatırım yapmak veya geri bıraktırılmış ülkelerin sağlık
sistemlerini güçlendirmek yerine yeni hastalıklar icat etmek daha karlıdır.
Kadınlarda erektil işlev bozukluğu gibi bir hastalık icat edip, hekimleri
sildenafil yazmaya teşvik etmek, özel amaçla kurulmuş komitelere hastalık eşiklerini
değiştirtmek suretiyle ilaç kullanımını arttırmak ve ilaç sektöründe kar
marjlarını arttırmak varken neden Ebola ile uğraşılsın?
Diyabet tanısında kan glukoz eşiğinin
140 mg/dl’den 126’ya, hipertansiyon tanısında kan basıncı eşiğinin 160 / 100 mmHg’dan 149 / 90’a ve
kolesterol eşiğinin 240 mg/dl’den 200’e indirilmesinin daha çok antidiyabetik,
antihipertansif ve statin satma çabalarının bir ürünü olduğuna ilişkin kuşkular
her geçen gün daha çok bilim insanı tarafından dile getirilmektedir.
Açgözlü ulusötesi sermayenin
skandalları artık gizlenememekte, hileli klinik deneyler, verilerin gizlenmesi
veya çarpıtılması, sipariş üzerine klinik araştırmalar artık gündelik haberler
haline gelmiştir. Bunlar açığa çıktığında şirketlere astronomik cezalar
kesilmektedir, fakat şirketlerin hileler üzerinden elde ettikleri kazançlar ile
cezalar karşılaştırıldığında, cezalar devede kulak kalmaktadır. Hatta şirketler
bu cezaları artık bir “maliyet” unsuru olarak görmeye başlamışlardır.
Novartis şirketi Lucentis’den 2013
yılında 50,576 milyon dolar kar etmiş, 2014’de 117 milyon ceza ödemiş, Pfizer şirketi
Bextra, Zyvox, Geodon ve Lyrica’dan 2013 yılında 44,330 milyon kar etmiş, 2014’de
2.300 milyon ceza ödemiş, Roche şirketi Avastin’den 2013 yılında 36,146 milyon
kar etmiş, 2014’de 114 milyon ceza ödemiştir.
İlaç şirketleri sentetik kimyasal
ürün araştırmalarını keserek, geleneksel jenerik sanayi için kopyalanması zor
olan biyolojik ve biyoteknolojik ilaçlar geliştirmeye yoğunlaşmışlardır. Bu
kapsamda aşılar, monoklonal antikorlar, kök hücreler, nanoteknoloji ve diğer
ürünler öne çıkmıştır. Bu yeni teknolojilerin maliyetleri hastalara
uyarlanmaktadır. Örneğin bir kişinin monoklonal antikorlarla Hepatit C tedavisi
300 bin dolara kadar çıkabilmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda piyasaya sürülen
HPV aşısı 25 ülke tarafından ulusal aşı programına alınmıştır. Şirketler
ülkeleri aşıyı programlarına almaları için teşvik ederken, aşıya ilişkin
tartışmalar gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Oysa tıp HPV’ün bir
kadında serviks kanseri gelişmesi için “gerekli” olduğunu fakat “yeterli” olmadığını
bilmektedir. Kadınlarda serviks kanseri etiyolojisinde erken cinsel ilişki, çok
partnerli olmak, belli cinsel davranışlar, fahişelik ve çok doğum yapma gibi
başka faktörler de bulunmaktadır.
Piyasada halen iki HPV aşısı vardır.
Hindistan, aşının klinik deneyleri sırasında etik protokollerin ihlal
edildiğinin ortaya çıkması üzerine HPV aşı programını durdurmuştur. Aşıyla
ilişkili 6 ölüm ve 120 istenmeyen etki bildirilmiştir. Avusturya en iyi
olasılıkla 12 yaş üzeri kadınların yüzde 95’i aşılansa dahi, serviks kanseri
prevalansının yalnızca yüzde 10 azalması için 52 yıl gerektiği ortaya çıkınca, kitlesel
aşılamayı reddetmiştir.
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder