Translate

18 Nisan 2020 Cumartesi

Düzen içinde çözüm arayan düzene payanda olur

El Salvador’un sağlık politikalarından sorumlu Sağlık Bakan Yardımcısı Eduardo Espinoza’nın geçtiğimiz yıl 23 – 28 Kasım 2014 tarihlerinde San Salvador’da düzenlenen 13. Latin Amerika Toplumcu Tıp Birliği (ALAMES) Konferansı’nda yaptığı konuşmadan bazı bölümleri aktarıyoruz.


EBOLA

Sınıfın Sağlığı okurları Kapitalizm, emperyalizm, sınıf ve Ebola? başlıklı makalemizi anımsayacaklardır. Bu makalemizde Ebola salgınının oluşumunda ve gelişiminde kapitalizmin ve emperyalizmin rolünü tartışmış ve salgının sınıfsal açıdan değerlendirmesini yapmaya çalışmıştık. Espinoza da konuşmasında Ebola salgınını benzer bir yaklaşımla değerlendirmektedir:

Üç batı Afrika ülkesinde Ebola salgını ortaya çıktığında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) salgını “Uluslararası Öneme Sahip Halk Sağlığı Acil Durumu”  (Public Health Emergency of International Concern) olarak ilan etti ve “dünya barışı ve güvenliği için bir tehdit” olarak tanımladı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanarak salgının önüne geçilememesi durumunda “kargaşaya, sosyal gerginliğe, politik ve güvenlik ikliminin kötüleşmesine yol açabileceği” yönünde bir karar aldı.

Bu gelişmeler karşısında Espinoza şu soruları soruyor: Ebola yeni bir hastalık değil, 40 yıldır biliniyor. Neden Güvenlik Konseyi şimdi kaygılandı? DSÖ “Acil Durum” ilan etmek için neden 24 salgın çıkmasını bekledi? Salgınların 187 ülke arasında İnsani Gelişme Endeksinde son sıraları paylaşan ülkelerde görülmesi tesadüf mü? (Liberya 175, Guyana 179 ve Sierra Leone 183).

Espinoza bir başka tesadüfe daha dikkat çekiyor; dünyanın bu en yoksul ülkeleri, aslında paradoksal olarak doğal kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor. Aslında paradoksal bir şekilde bu ülkelerin halklarının bu kadar yoksul olmalarının nedeni, ülkelerinin bu kadar zengin oluşu. Bu ülkelerin kaynaklarını sömürmek için birbirleriyle yarışa giren sömürgeci güçler yüzünden bir yandan iç ve bölgesel savaşlar durulmazken, diğer yandan canlarını kurtarmaya çalışan yoksul insanlar ormanların derinliklerinde sığınabilecekleri güvenli yerler ararken ölümcül virüse maruz kalıyorlar.

Halkların Sağlık Hareketi’ne göre Sierra Leone’de salgının ilk 4 ayında Ebola 848 kişiye bulaşmış ve bunlardan 365’i ölmüş. Fakat aynı dönemde menenjitten 650, tüberkülozdan 670, HIV’den 790, ishalli hastalıklardan 845 ve sıtmadan 3 bin kişi ölmesine rağmen bunlara kimse aldırış etmemiş. Dahası Sierra Leone’de insanlar onyıllardır bu hastalıklardan ölüyormuş. Fakat kimsenin aklına “Acil Durum” çağrısı yapmak gelmemiş.

Espinoza’ya göre yeni-sömürgeci saldırı yalnızca ekosistemleri orantısız olarak sömürmekle ve bozmakla kalmıyor, aynı zamanda yerel kalkınmaya karşı da fesat içinde. Batı Afrika ülkelerinde sağlık hizmetlerinin neredeyse hiç olmayışı bir tesadüf değil. Gelişmiş kapitalist ülkelerde Liberya’da ve Sierra Leone’den daha fazla Liberyalı ve Sierra Leonelı hekim var. Saldırgan yapısal uyum politikaları bu ülkelerin sağlık sistemini yok etti. Afrika dünyada ana ölüm hızı en yüksek olan 10 ülkeye ev sahipliği yapıyor ve bu sıralama 2001 yılından beri değişmiyor.

Beklendiği gibi tıbbi-sanayi kompleks küresel paniği alevlendirmek ve kirli karlarını arttırmak için Ebola salgınından yararlandı. Örneğin salgın Ebola hastalarına yardım eden sağlıkçıları korumak için gerekli 3. Düzey biyogüvenlik giysilerinde kıtlığa yol açtı. Ek olarak sahra hastanesi donanımı ve temizlik ve gömme kitlerinde de kıtlık ortaya çıktı.

Ebola salgının ilk ortaya çıkışı üzerinden 40 yıl geçmiş olmasına rağmen tıbbi-sanayi kompleks Ebola’ya karşı aşı geliştirme zahmetine girmedi, çünkü büyük ilaç şirketleri bu aşı için pazar olanağı görmediler. Ebola ABD ve Avrupa kapısına gelir gelmez, medya küresel bir paniği ateşlemek için saldırıya geçti. İşte şimdi aşı bulma zamanı gelmişti.

CNN Thomas Duncan’ın ölümünü analizinde tıbba biyomedikal yaklaşımın propagandasını yapıyordu: Duncan hemen hastaneye kaldırılmamıştı, hemen ilaç verilmeye başlanmamıştı, yanlış ilaç verilmişti ve hastane hazır değildi. Ailesi de Duncan’ın tutarsız tedavisini sigortası olmamasına bağlamıştı, bu nedenle hemen hastaneye kaldırılamamıştı. Sermaye kapitalist tıbbı teşvik etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.

HASTALIK ÜRETMEK

İlaç şirketleri için Ebola gibi kar getirmeyen hastalıklara yatırım yapmak veya geri bıraktırılmış ülkelerin sağlık sistemlerini güçlendirmek yerine yeni hastalıklar icat etmek daha karlıdır. Kadınlarda erektil işlev bozukluğu gibi bir hastalık icat edip, hekimleri sildenafil yazmaya teşvik etmek, özel amaçla kurulmuş komitelere hastalık eşiklerini değiştirtmek suretiyle ilaç kullanımını arttırmak ve ilaç sektöründe kar marjlarını arttırmak varken neden Ebola ile uğraşılsın?

Diyabet tanısında kan glukoz eşiğinin 140 mg/dl’den 126’ya, hipertansiyon tanısında kan basıncı  eşiğinin 160 / 100 mmHg’dan 149 / 90’a ve kolesterol eşiğinin 240 mg/dl’den 200’e indirilmesinin daha çok antidiyabetik, antihipertansif ve statin satma çabalarının bir ürünü olduğuna ilişkin kuşkular her geçen gün daha çok bilim insanı tarafından dile getirilmektedir.

Açgözlü ulusötesi sermayenin skandalları artık gizlenememekte, hileli klinik deneyler, verilerin gizlenmesi veya çarpıtılması, sipariş üzerine klinik araştırmalar artık gündelik haberler haline gelmiştir. Bunlar açığa çıktığında şirketlere astronomik cezalar kesilmektedir, fakat şirketlerin hileler üzerinden elde ettikleri kazançlar ile cezalar karşılaştırıldığında, cezalar devede kulak kalmaktadır. Hatta şirketler bu cezaları artık bir “maliyet” unsuru olarak görmeye başlamışlardır.

Novartis şirketi Lucentis’den 2013 yılında 50,576 milyon dolar kar etmiş, 2014’de 117 milyon ceza ödemiş, Pfizer şirketi Bextra, Zyvox, Geodon ve Lyrica’dan 2013 yılında 44,330 milyon kar etmiş, 2014’de 2.300 milyon ceza ödemiş, Roche şirketi Avastin’den 2013 yılında 36,146 milyon kar etmiş, 2014’de 114 milyon ceza ödemiştir.

İlaç şirketleri sentetik kimyasal ürün araştırmalarını keserek, geleneksel jenerik sanayi için kopyalanması zor olan biyolojik ve biyoteknolojik ilaçlar geliştirmeye yoğunlaşmışlardır. Bu kapsamda aşılar, monoklonal antikorlar, kök hücreler, nanoteknoloji ve diğer ürünler öne çıkmıştır. Bu yeni teknolojilerin maliyetleri hastalara uyarlanmaktadır. Örneğin bir kişinin monoklonal antikorlarla Hepatit C tedavisi 300 bin dolara kadar çıkabilmektedir.

Geçtiğimiz yıllarda piyasaya sürülen HPV aşısı 25 ülke tarafından ulusal aşı programına alınmıştır. Şirketler ülkeleri aşıyı programlarına almaları için teşvik ederken, aşıya ilişkin tartışmalar gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Oysa tıp HPV’ün bir kadında serviks kanseri gelişmesi için “gerekli” olduğunu fakat “yeterli” olmadığını bilmektedir. Kadınlarda serviks kanseri etiyolojisinde erken cinsel ilişki, çok partnerli olmak, belli cinsel davranışlar, fahişelik ve çok doğum yapma gibi başka faktörler de bulunmaktadır.

Piyasada halen iki HPV aşısı vardır. Hindistan, aşının klinik deneyleri sırasında etik protokollerin ihlal edildiğinin ortaya çıkması üzerine HPV aşı programını durdurmuştur. Aşıyla ilişkili 6 ölüm ve 120 istenmeyen etki bildirilmiştir. Avusturya en iyi olasılıkla 12 yaş üzeri kadınların yüzde 95’i aşılansa dahi, serviks kanseri prevalansının yalnızca yüzde 10 azalması için 52 yıl gerektiği ortaya çıkınca, kitlesel aşılamayı reddetmiştir. 

Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder