Sorunlara toplumcu yaklaşımın özünü, insanların sorunlarını onlar adına “çözmek” değil, insanların sorunlarını çözebilmeleri için “güçlendirilmeleri” oluşturur.
Bu iki yaklaşım arasında çok büyük ve önemli bir fark vardır: birinci yaklaşım insanları güçsüzleştirir ve bağımlı kılarken, ikinci yaklaşım insanları güçlendirir ve bağımsızlaştırır (ve aynı zamanda özgürleştirir).
Türkiye modern zamanların en kapsamlı ve en şiddetli emek-kırımıyla karşı karşıyadır. Başta inşaat ve madencilik olmak üzere emek-yoğun sektörlerde kendisini gösteren emek-kırım, özellikle niteliksiz işçilerin canını almaya devam etmektedir.
İş cinayetleri olarak tanımladığımız bu olay, özü itibariyle sistematik bir kırım olayıdır. Ölümlü iş “kazalarından” sonra yapılan araştırmalar, bunların hiçbirinin “kaza” olmadığını, emekçilerin yaşamlarının daha fazla kar amacıyla bilinçli bir şekilde tehlikeye atıldığını göstermektedir.
Son yıllarda Türkiye’de emek-kırımın ulaştığı boyutlar (ölümlü iş kazalarında dünya üçüncülüğü, Avrupa birinciliği), herkesi iş cinayetlerinin nasıl durdurulabileceği üzerine düşünmeye zorlamaktadır.
Medya eskisine göre daha duyarlı hale gelmiştir. Hükumet, daha geçen yıl çıkarttığı, hatta bazı maddeleri henüz yürürlüğe dahi girememiş olan düzenlemelerini yenilemek zorunda kalmaktadır. Sendikalar, meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri hemen her ay basın açıklamaları ve eylemler yaparak sorunu gündemde tutmaya gayret etmektedirler.
Değişik kesimlerden iş cinayetlerinin durdurulabilmesi için farklı çözüm önerileri gelmektedir. Kimileri daha fazla yaptırımlar içeren yasalar çıkartılması gerektiğini savunurken, diğerleri sorunun yalnızca yasa sorunu değil, denetim veya yasaların uygulanması sorunu olduğunu ileri sürmektedir.
Bazıları eğitimlere ağırlık verilmesi gerektiğini söylerken, bazıları sorunun kaynağında özelleştirmelerin ve taşeronlaştırmanın yattığına inanmaktadır. Kuşkusuz sayılanların hepsinde doğruluk payı vardır, fakat sorunun ideolojik boyutu çoğu kez ihmal edilmektedir.
Geçtiğimiz hafta İzzettin Önder soL Portal’da “İş cinayetleri nasıl önlenir?” başlıklı bir makale yayınladı. Hocamıza göre “ilk sorgulanacak olan sistemdir; ikincisi geri teknoloji düzeyinde sürdürülen sermaye birikim modeli; üçüncüsü ise, işi götüren patronların kâr hırsıdır. Bunların dışında kalan, emeğin eğitilmesi, denetimler vs gibi konular hep birer türev meselelerdir”.
Hocamızın önerdiği sorgulamayı yapabilmek için işçi sağlığı ve iş güvenliğine (İSG) emeğin yaklaşımını ortaya koymak gerekiyor.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİNDEN NE ANLIYORUZ?
Genellikle İSG dendiğinde akla, işyerlerinde işçilerin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden risklere karşı alınacak tedbirler gelmektedir. Nitekim ders kitaplarında İSG şöyle tanımlanmaktadır:
“Dar anlamda İSG; işin yapılması sırasında işyerindeki fiziki çevre şartları sebebiyle işçilerin maruz kaldıkları sağlık sorunları ve mesleki risklerin ortadan kaldırılması veya azaltılması ile ilgilenen bilim dalıdır. Geniş anlamda ise bir kuruluşun gerçekleştirdiği faaliyetlerden etkilenen tüm insanların (çalışanların, geçici işçilerin, alt yüklenici çalışanlarının, ziyaretçilerin, müşterilerin ve işyerindeki herhangi bir kişinin) sağlığına ve güvenliğine etki eden faktörleri ve koşulları inceleyen bilim dalıdır” (Seyyar, 1997: 28).
İSG’nin “işyerlerinde, işlerin yürütülmesi sırasında, çeşitli nedenlerden kaynaklanan, sağlığa zararlı durumlardan korunmak amacı ile yapılan sistemli ve bilimsel çalışmalardır” şeklinde daha kısa tanımları da vardır. Konuya böyle bakıldığında sorun “tedbirler” noktasında düğümlenmektedir.
İSG “tedbirlere” veya bir başka deyişle “teknikaliteye” indirgendiğinde, işçilerin sağlığını ve güvenliğini koruyacak çalışmalar olarak anlaşıldığında, konu “sınıfsal içeriğinden” arındırılmakta ve “uzmanlara” havale edilmektedir.
Örneğin işyerlerinde toz veya gürültü ölçümleri yapılmasının, ölçüm sonuçları işçilerin sağlığı ve güvenliğini tehdit eder boyutlardaysa çeşitli önlemler (mühendislik, idari, kişisel vb) alınmasının sorunları çözeceği düşünülmektedir.
Oysa asıl sorun bu “tedbirler” değil, bu tedbirlerin alınması “süreçleri” ve bu süreçlerde “işçilerin oynadığı rol”dür. Aynı durum tıbbın ve sağlığın bütün alanları için geçerlidir:
“Kuşkusuz tıbbın hastalıklara karşı kullandığı silahlar bütün sistemlerde aynıdır… Sovyet sağlık sistemini ‘sosyalist’ yapan, hastalıklara karşı eldeki silahlanın ‘nasıl’ kullanıldığıdır” (Akalın, 2010: 17).
YÖNTEM SORUNU
Sorunlara toplumcu yaklaşımın özünü, insanların sorunlarını onlar adına “çözmek” değil, insanların sorunlarını çözebilmeleri için “güçlendirilmeleri” oluşturur.
Bu iki yaklaşım arasında çok büyük ve önemli bir fark vardır: birinci yaklaşım insanları güçsüzleştirir ve bağımlı kılarken, ikinci yaklaşım insanları güçlendirir ve bağımsızlaştırır (ve aynı zamanda özgürleştirir).
Sağlık sorunlarının çözümünde toplumcu yaklaşımı, Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık Bakanı olan Nikolay Semaşko’da çok açık bir şekilde görebiliyoruz:
“Mevcut çalışmalarımızın yönelimi profilaktik ve saniterdir – köylülerin ve işçilerin kendilerine bakabilmeleri için eğitimi. Bu, Çarlık yönetimi altında bütünüyle ihmal edilmiştir” (Gantt, 1927: 338).
Gantt hastalıklarla mücadelede toplumcu yaklaşımın farkını dönemin tüberküloz mücadelesinde örneklemektedir. Sovyetler Birliği’nde de İngiltere’deki gibi tüberkülozla mücadele için özelleşmiş tıbbi kurumlar (dispanserler, sanatoryumlar), göğüs hastalıkları uzmanları vardır; fakat Sovyetler Birliği’nde bunların yanında, 1922 yılında bütün işyerlerinde tamamen Sovyetler Birliği’ne özgü “işyeri sağlık hücreleri” örgütlenmiştir.
Bu hücrelerde işletmede çalışan işçiler arasından gönüllü olanlar görev almaktadır. Hücreler, işletmede çalışan işçilere eğitim broşürleri dağıtmakta, sağlık kampanyaları örgütlemekte, hasta işçileri tespit etmekte ve bunları hekime götürmektedir. Böylece işçilerin kendi sağlıklarına kendilerinin sahip çıkmaları sağlanmaktadır. Semaşko bunu “işçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” sözüyle ifade etmiştir (Gantt, 1927: 338).
Günümüzde bu yaklaşımın Küba’da da aynen benimsendiğini görüyoruz. Küba’da işçi sağlığı ve iş güvenliğinde, işçilerin iş kazalarından ve meslek hastalıklarından korunması için ilk savunma hattını sendikalar oluşturmaktadır. Semaşko’nun “işçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” ilkesini izleyen Küba’da, sendikalar iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önlemek üzere işçi sağlığı ve iş güvenliği gözetimi ve eğitim çalışmalarını doğrudan üstlenmişlerdir.
Küba’da da Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi “uzmanlar, işçiler için neyin iyi olduğuna karar vermek ve uygulamak yerine, işçilere doğru karar verebilmeleri için danışmanlık yapmak, yol göstermek rolünü üstlenmişlerdir” (Akalın, 2010: 30 – 31). Bu anlayış, sosyalist ülkelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği yaklaşımının ayırt edici yönünü oluşturmaktadır.
Sovyetler Birliği’ndeki “işyeri sağlık hücreleri” yaklaşımının bir benzerini Küba’nın işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarını düzenleyen Movimiento de Areas Protegidas (Korunmuş Alanlar Hareketi - KAH) Yönetmeliği’nde de görüyoruz:
Korunmuş Alanlar Hareketi’nin “korunmuş alanlar” kavramı, sürdürülebilir sanayiler için, işletme yönetimi, işletme işçileri ve işletme işçilerini temsil eden sendikaları kapsayan, demokratik bir işçi sağlığı ve iş güvenliği yaklaşımının şart olduğu ilkesine dayanmaktadır. Bir işletmede izlenecek sağlık ve güvenlik ilkelerini/kurallarını, işletmede çalışan bütün işçilerin oluşturduğu işletme İşçi Meclisi oluşturmakta, uygulamakta ve sistemleştirmektedir. İşletme yönetimi, işçiler ve sendikalar, işçilerin güvenli çalışma hakkını kabul eden işçi sağlığı ve iş güvenliği düzenlemelerini ve standartlarını benimseyen genel ilkelere dayalı bir toplu iş sözleşmesi (TİS) oluşturmaktadır. TİS, işletmede güvenli iş pratikleri geliştirilmesine işçilerin katılımı için bilinç, bilgi ve teşvikler oluşturulmasına yardımcı olmaktadır (Akalın, 2014).
Yazının başında da belirtildiği gibi işyerinde işçilerin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden etmenlere karşı alınacak tedbirler bellidir ve dünyanın hemen her yerinde aynıdır. Fakat bu tedbirlerin “başarısı”, tedbirlerin “kendisine” değil, bu tedbirlerin “nasıl alındığına” bağlıdır. Küba’da işyerlerinde işletme yönetimleri, işçi temsilcileri ve sendika temsilcileri tarafından yaralanmaları önlemek üzere geliştirilen program ve prosedürler, ancak İşçi Meclisi’nde, işyerinde çalışanların en az yüzde 75’i tarafından onaylandığı takdirde yürürlüğe girmektedir. Bu durum uzmanların işçilere alınan tedbirleri emir gibi dayatmasını olanaksız kılmakta ve uzmanlara işçileri alınacak tedbirler konusunda “ikna etme” görevi yüklemektedir. Sosyalist ülkelerde alınan işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin daha başarılı olmasının sırrı buradadır.
ÇÖZÜM İŞÇİ SINIFI DEMOKRASİSİ
İş cinayetlerinin durdurulabilmesi ve işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının çözümü, işçilerin yönetimde söz, yetki ve karar sahibi olmalarından geçmektedir. Neticede hepimiz üzülüyoruz fakat yitirilen canlar emekçilerin canlarıdır. Bu nedenle işçilerin kendi sağlık ve güvenlikleriyle ilgili kararlarda belirleyici olmaları sağlanmalıdır. İSG program ve prosedürleri işçilerin onayıyla yürürlüğe girmeli, uygulamalar yine işçiler tarafından doğrudan denetlenmelidir.
Nitekim kimi kapitalist ülkelerde de bu konuda olumlu adımlar atıldığı görülmektedir. Gelişmiş sanayi ülkelerinde İSG tedbirlerinin başarılı olabilmesi için tedbirlerin alınma ve uygulanma süreçlerine işçilerin katılımı, işçi sınıfının örgütlü mücadelesi sayesinde işyerlerinde oluşturulan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurulları’nda işverenle “eşit” düzeyde temsil hakkı kazanılarak sağlanmıştır.
ABD ve AB ülkelerinin İSG mevzuatına göre işyerlerinde İSG uygulamaları konusunda en üst karar mercii olan bu Kurul’da karar alınabilmesi için “oybirliği” şartı vardır. Böylece gelişmiş sanayi ülkelerinde işçiler İSG konularında sosyalist ülkelerdeki kadar belirleyici olamasalar da, en azından kendi sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürebilecek uygulamaları reddedebilme hakkına sahiptir.
Türkiye’de ise “İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları Hakkında Yönetmelik”, kurulda yer alacak 7 kişiden beşinin (işveren veya vekili, iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi, personel işleri sorumlusu, varsa sivil savunma uzmanı) doğrudan işveren veya işveren tarafından göreve getirilen kişiler olmasını, yalnızca geri kalan iki kişinin (varsa ustabaşı veya usta ve çalışan temsilcisi) işçilerden seçilerek gelmesini hükme bağlamıştır.
Dahası Türkiye’de Kurul kararları “oy çokluğu” ile alınabildiğinden, hatta tesadüfen “eşitlik” olması durumunda işverenin oyu “iki oy” sayıldığından, tamamen anti-demokratik bir niteliktedir. Kaldı ki ABD ve AB ülkelerinde bu Kurul 20 işçi çalıştırılan işletmelerde zorunlu iken, Türkiye’de Kurul sadece 50’den fazla işçi çalıştıran işletmeler için zorunlu kılınmıştır (Akalın, 2014).
Türkiye’de emek-kırımın durdurulabilmesi için “ilk adım” olarak anti-demokratik “İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları Hakkında Yönetmelik” değiştirilmelidir. Sendikaların bu Kurulların en azından gelişmiş sanayi ülkelerinde olduğu gibi 20 işçi çalıştıran bütün işyerlerinde zorunlu hale getirilmesi ve Kurul’da işçilerin işverenle “eşit” temsili için, Kurul kararlarının “oybirliği” ile alınabilmesi için mücadele etmeleri gerekir.
Bu şekilde işçiler, kendi sağlık ve güvenlikleri üzerinde göreli olarak söz, yetki ve karar sahibi olabileceklerdir. Yine Toplu İş Sözleşmeleri’nde işyerindeki işçi sağlığı ve güvenliği uygulamalarının Sendikalar tarafından denetlenmesi talep edilmelidir. Sendikalar işçilerin sağlığının işçilerin elinde olması için mücadele etmelidir.
Günümüzden 166 yıl önce toplumcu tıbbın kurucularından Rudolf Virchow, Yukarı Silezya maden ocaklarında patlak veren tifüs salgınının yinelenmemesi için, Prusya hükumetinden işçiler için “tam ve sınırsız bir demokrasi” talep etmişti. (Akalın, 2013: 82). Bugün de toplumcu tıbbın iş cinayetlerinin durdurulabilmesi için talebi aynıdır: işçi sınıfı için tam ve sınırsız demokrasi.
Kaynaklar
Akalın, A. (2010). Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi. İstanbul: Yazılama.
Akalın, A. (2013). Toplumcu Tıbba Giriş. İstanbul: Yazılama.
Akalın, A. (2014). Küba’da İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği. soL Portal.
Akalın, A. (2014). İş cinayetleri ve kendi yalanına inanmanın daniskası. İnsan Bu.
Gantt, WH. (1927). A Medical Review of Soviet Russia. The British Medical Journal, 1(3450): 338 – 340.
Önder, İ. (2014). İş Cinayetleri Nasıl Önlenir?. soL Portal.
Seyyar, A. (1997). Sosyal Siyaset Terimleri. İstanbul: Beta Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder