Translate

30 Haziran 2020 Salı

Salgının altıncı ayı bitti


Eğer pandeminin başlangıcını geçen yılın son günlerinde (29/30 Aralık 2019) Çin’de tespit edilen vakalar olarak kabul ederseniz, bugünlerde salgının altıncı ayını geride bıraktığımızı söyleyebiliriz. Altı ayın kısa bir değerlendirmesini yapmak, bu süreçten neler öğrendiğimizi kaleme almak ve tarihe not düşmek istedik.

 

OLANIN EMEKÇİLERE OLACAĞINI BİLİYORDUK

 

Bugün vaka sayısı 10 milyonu, COVID 19 nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı yarım milyonu aştı. Şubat başında kaleme aldığımız bir yazıda “Yeni koronavirüs neden sermaye sınıfından birine değil de, emekçilere bulaşıyor?” diye sorduğumuzda (1), sorumuzu çok yadırgayanlar olmuştu. Virüs sosyal sınıf farkı gözetir miydi? Şimdi dünyanın her yerinde salgından en çok işçilerin ve emekçilerin, geçimlerini emek güçleriyle satanların etkilendiğini herkes söylüyor.

 

Şubat sonunda, henüz COVID 19 nedeniyle toplam ölüm sayısı “dünyada” 3 bini bulmamışken, “Türkiye’nin güçsüz ve örgütsüz bir işçi sınıfına sahip olmasının bedelini çok pahalıya ödeyeceğinden endişeli” olduğumuzu ifade etmiştik (2). İşçi sınıfının salgının kontrol altına alınabilmesinin birinci şartı olan karantina tedbirlerinin aldırılmasına gücünün yetmeyebileceğinden korkuyorduk. Bugün ülkemizde vaka sayısı 200 bini buldu, yitirdiğimiz canlar 5 binin üzerine çıktı. Dahası sonbaharda bu rakamların katlanabileceği endişesi var.

 

Bugün salgının altıncı ayını geride bırakırken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başkanı da, salgında sona yaklaşmaya yakın bile değiliz diyor.

 

İŞİN BU HALE GELEBİLECEĞİNİ NEREDEN BİLİYORDUK?

 

Henüz DSÖ salgını “pandemi” olarak ilan etmemişken, sermaye düzeninin pandemiyi asla yönetemeyeceğini ve pandeminin bütün olumsuz sonuçlarının emekçilere, geçimlerini sermaye sahiplerine emek güçlerini satarak sağlayan insanlara yansıtılacağını nasıl tahmin edebildik?

 

Tahminimiz, toplumcu tıp geleneğimizin salgın hastalıkları 1848’den beri bir “sosyal sorun” olarak görmesine dayanıyordu. Başkaları gibi COVID 19’u asla salt “tıbbi” bir sorun olarak görmedik. Eğer COVID 19 sanıldığı gibi sadece tıbbi bir sorun olsaydı, alınan tıbbi tedbirlerle çok hafif atlatılabilirdi. Oysa COVID 19 tıbbi olmaktan çok “sosyal” bir sorundu ve bu nedenle, sosyal tedbirler alınmayıp, yalnızca tıbbi tedbirlerle yetinildiği için emekçiler için tam bir felakete evrildi ve korkarım evrilmeye devam ediyor.

 

Sermayenin hiçbir sosyal sorunu yönetemeyeceğini bildiğimizden, pandemiyi de yönetemeyeceğini tahmin etmiştik ve maalesef yaşam dediğimizi doğruladı.

 

Sermaye hiçbir sosyal sorunu çözemezdi, çünkü sosyal sorunların çözümü için yapılması gerekenler ve alınması şart olan tedbirler, örneğin izolasyon - karantina tedbirleri ve üretimin durdurulması ile sermaye düzeninin varlık nedeni olan sermaye birikimi için yapılması gerekenler taban tabana bir zıtlık içindeydi.

 

Nasıl COVID 19 emekçiler için bir ölüm – dirim sorunuysa, sermaye birikimi de sermaye için bir ölüm – dirim sorunuydu. COVID 19 salgınını kontrol altına almak için gereken tedbirlerin sosyal ve ekonomik maliyeti, sermaye birikimini sekteye uğratabilirdi. O halde sermaye, sermaye birikimini sekteye uğratabilecek tedbirlerden uzak duracaktı. Meğerki emekçiler sermayeyi bu tedbirleri almaya mecbur etmesin.

 

SALGIN KONTROL ATINA ALINABİLİR MİYDİ?

 

Salgının başladığının anlaşıldığı ilk gün aslında salgını nasıl kontrol altına alabileceğimizi biliyorduk. Biliyorduk, çünkü her ne kadar COVID 19 etkeni olan yeni koronavirüs “yeni” bir etken olsa da, tıp ve insanlık bulaşıcı ve salgın hastalıklarla nasıl mücadele edileceğini binlerce yıldır çok iyi biliyordu: hastaları izole etmek, temaslıları ve şüphelileri karantinaya almak.

 

Bu tedbirler çok iyi biliniyordu fakat bu tedbirleri almanın sermaye için sosyal ve ekonomik maliyetleri vardı. Öncelikle kimin hastalandığını anlayabilmek için çok sayıda test kitine gereksinim vardı ve test kitleri bedava değildi. Dahası test için insanlardan para da talep edilemezdi. Kim ödeyecekti o kadar testin parasını?

 

Yalnız testle de bitmiyordu. Hastaların virüsü sağlamlara bulaştırmamaları için kişisel koruyucu donanımlara gereksinim vardı. En azından sağlıkçıların donanımlarının ücretsiz verilmesi gerekiyordu. Yine fiziksel mesafe uygulanması için işyerlerinin kapatılması gerekliydi. Bir de hastalık solunum sıkıntısına neden oluyordu ve ağırlaşan hastalar için ventilatör gerekliydi. Yani masraf, masraf, masraf…

 

Elbette bunlar yapılırsa salgın kontrol altına alınabilirdi, fakat bu süreçte sermayedarlara ne olacaktı? Örneğin salgını kontrol altına almak için işyerleri kapatılıp, üretim durdurulursa sermayedarlar nereden para kazanacaktı? Dahası bu süreçte sermayedarların işleri sekteye uğrayacak, zor duruma düşeceklerdi. Örneğin oteline müşteri gelmeyen bir patronun zararları, paralar testlere, kişisel koruyucu donanımlara, ventilatörlere vb harcanırsa nasıl karşılanacaktı?

 

ASIL SORULAR NELER?

 

Meselenin tam olarak anlaşılabilmesi için sorulması gereken birkaç soru var: Test kitleri, kişisel koruyucu donanımlar, ventilatörler vb gerçekten “kime” lazım veya bunlara kimler muhtaç? Bunlar alınmazsa “kimin yaşamı” tehlikeye girecek? Sermaye sahiplerinin mi? Asla. Sermaye sahipleri bir şekilde bunlara erişmenin yolunu bulacaktır. Bunlar emekçiler için gereklidir.

 

Peki, salgını önlemek veya kontrol atına almak için gerekli harcamalar yapılmazsa, tedbirler alınmazsa kimler ölecek? Toplumun en savunmasız kesimleri. Sermaye zaten bunları kendi üzerinde bir yük olarak görmüyor mu?

 

Üretim sürmeli. Ne olursa olsun sürmeli. Eğer üretim durursa kâr durur, sermaye birikimi durur, sermaye için hayat durur.

 

Bu nedenle ilk günden itibaren işçi sınıfının kendi sorununa kendisinin sahip çıkması, salgının kontrol atına alınabilmesi için gerekenleri kendisinin yapması gerektiğini söyledik. Salgını kontrol altına alabilmenin, virüsün toplum içinde dolaşmasını durdurabilmenin yolu, hastaların izole edilmesinden, temaslı ve şüphelilerin karantina altına alınmasından, hayatın (üretimin) en az hastalığın kuluçka süresi boyunca durdurulmasından geçiyordu. İşçi sınıfına bunu önerdik. 

 

BULAŞICI HASTALIKLARLA MÜCADELE İLKELERİ

 

Enfeksiyon hastalıkları ile mücadelenin, üç bileşeni vardır: test – takip – izolasyon. Enfeksiyon zincirini kırmanın bilinen başka bir yolu yoktur. 

 

Kimin enfekte olduğunu anlamak için “herkese” test yapılması gerekir. Çok mu masraflı olur? Olur. Fakat tek bir insan hayatından daha değerli değil.

 

Hastalarla teması olan “herkes” izlenmelidir? O kadar insanı izlemeye sağlık emekçileri yeter mi? Elbette yetmez. Ama sendikalarımız, işçilerimiz ne güne duruyor? Sendikalar, üretimin durduğu fabrikalarda çalışan emekçileri kısa sürede sürveyans konusunda eğiterek sağlık emekçilerine yardımcı olabilir.

 

Hastalar izole edilmeli, temaslı ve şüpheliler karantinaya alınmalı. Yer mi yok? AFAD ve Kızılay ne güne duruyor?

 

İzole edilenlere ve karantinaya alınanlara kim bakacak, gereksinimlerini kim karşılayacak? Elbette bu insanlardan vergi almayı bilen devlet bakacak.


https://www.yurtseverlik.com/dr-akif-akalin-yazdi-salginin-altinci-ayi-biterken.html


DİPNOTLAR


1. https://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/olum-hep-bize-mi-dusuyor-279701


2. https://haber.sol.org.tr/turkiye/koronavirus-sinavi-281213


Akif Akalın

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder