Salgının başından beri sonuçlarına ilişkin bütün öngörülerimizin doğrulanmasından dolayı çok üzgünüz. Keşke yanılmış olsaydık, keşke sermaye bizi utandırsaydı ve bugün sermayeden “önyargılarımız” nedeniyle özür diliyor olsaydık. Fakat akrep ile kurbağanın öyküsü bir kez daha yinelendi ve akrep akrepliğini yaptı, biz de kurbağalığımızı yaptık…
İNSAN SAĞLIĞININ VE SERMAYENİN GEREKSİNİMLERİ ÇELİŞİYOR
Şubat ayının başında, henüz Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ) olayın bir salgın olup olmadığını tartışırken, faturanın
emekçilere çıkabileceğinden endişe duyduğumuzu belirtmiştik.
Şubat sonunda DSÖ hala olayın salgın mı – pandemi mi olduğuna karar
verememişken, bu salgından işçi sınıfının güçlü ve örgütlü olduğu ülkelerin daha
az etkilenmesini beklediğimizi, aslında insanlığın bulaşıcı hastalıklarla
mücadelenin temelini oluşturan izolasyon ve karantina tedbirlerini “binlerce
yıldır” bildiğini, fakat sermayenin bu tedbirlerin gerektiği gibi uygulanmasına
izin vermeyeceğini ifade
etmiştik.
Türkiye’nin 30 Mart’ta ilan ettiği
tedbirler paketinin veya koronavirüsle mücadele stratejisinin, “insan sağlığının
değil, sermaye birikiminin gereksinimlerini öncelediğini” söyledik.
Fakat “bilim” kurullarıyla bilim ve tıp, sermayenin hizmetine sokulmuştu. Bilim
insanı kisvesi altında “politika” yapanlar, sermayenin çıkarlarını halkın
sağlığının önüne koydular. Sonunda dün (1 Haziran günü) iki aydır uygulanan
tedbirlere son verildi ve sermaye normal yaşamına döndü.
YA SERMAYE BİRİKİMİ, YA ÖLÜM!
İnsan sağlığı, her şeyden önce, daha
salgının başlarında 14 günlük “tam” bir karantina uygulanmasını gerektiriyordu.
14 gün işyerleri kapatılsaydı ve insanlar evlerinde tutulabilseydi, Türkiye bu
süreci çok farklı yaşayabilirdi. Ne Bakanlığın rakamlarıyla 164 bin insanımız
hastalanır, ne de 4.563 insanımız yaşamını yitirirdi.
Fakat sermaye “tam” karantina uygulanmasını
istemiyordu. Çünkü “tam” karantina demek, üretimin durması, üretimin durması da
“kâr” kaynağının kuruması demekti. Her ne pahasına olursa olsun üretim devam
etmeliydi. Sermaye “ya sermaye birikimi, ya ölüm” diyordu. Sermaye için sermaye
birikiminin olmadığı bir dünyada yaşamanın anlamı yoktu. Kaldı ki, ölenler de “kendileri”
olmayacaktı…
Türkiye başından itibaren COVID 19
mücadelesini sermayenin taleplerine ve sermaye birikiminin gereksinimlerine
göre yürüttü. Üretime devam edildi ve kamu kaynakları sermayeye aktarıldı.
Emekçilere göstermelik yardımlar yapılarak görüntü kurtarıldı.
TEDBİRLER BAŞARIYA ULAŞTI, FAKAT SERMAYE İÇİN…
Alınan tedbirlerin amacı salgını kontrol
altına almak değil, hastanelerin salgın nedeniyle iflas etmesini önlemeye
çalışmaktı. Sonuçta toplam hastalanan ve ölen insan sayısı değişmeyecekti,
fakat alınan tedbirlerle çok sayıda insanın aynı anda hastalanmaları ve
hastanelerin kapasitelerini zorlamaları önlenecekti.
Kabul etmeliyiz ki, sermaye bu
politikasını “kendi açısından” başarıyla uyguladı. Bugüne kadar Bakanlığın
rakamlarına göre 164 bin kişi hastalandı fakat hastalanmalar alınan tedbirlerle
iki aylık bir sürece yayıldığından hastaneler iflas etmedi, üretim tehlikeye
düşmedi. Salgına rağmen üretimin sürmesi sağlandı.
Fakat işçi sınıfı ve emekçiler için
salgın beklendiği gibi tam bir yıkım getirdi. Bu yıkımın boyutları her geçen
gün daha da görünür hale geliyor. Bu süreçte işini ve aşını yitirenlerin,
bellerini ne zaman doğrultabilecekleri belli değil. Sermaye şimdi de emekçilere
faizle borç vererek, emekçilerin salgın nedeniyle içine düştüğü krizden
yararlanma peşinde.
Sonuçta yine akrep akrepliğini yaptı,
biz de kurbağalığımızı. İşçi sınıfı maalesef salgına el koymayı, üretimi
durdurmayı, sermayenin uygulanmasına izin vermediği “tam” karantina
tedbirlerinin uygulanmasını sağlamayı başaramadı. Maalesef bunu da hastalanarak,
ölerek, işsiz ve aşsız kalarak ödedi, ödemeye devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder