Translate

2 Haziran 2020 Salı

Sermaye normalleşirken

Salgının başından beri sonuçlarına ilişkin bütün öngörülerimizin doğrulanmasından dolayı çok üzgünüz. Keşke yanılmış olsaydık, keşke sermaye bizi utandırsaydı ve bugün sermayeden “önyargılarımız” nedeniyle özür diliyor olsaydık. Fakat akrep ile kurbağanın öyküsü bir kez daha yinelendi ve akrep akrepliğini yaptı, biz de kurbağalığımızı yaptık…

 

İNSAN SAĞLIĞININ VE SERMAYENİN GEREKSİNİMLERİ ÇELİŞİYOR

 

Şubat ayının başında, henüz Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olayın bir salgın olup olmadığını tartışırken, faturanın emekçilere çıkabileceğinden endişe duyduğumuzu belirtmiştik. Şubat sonunda DSÖ hala olayın salgın mı – pandemi mi olduğuna karar verememişken, bu salgından işçi sınıfının güçlü ve örgütlü olduğu ülkelerin daha az etkilenmesini beklediğimizi, aslında insanlığın bulaşıcı hastalıklarla mücadelenin temelini oluşturan izolasyon ve karantina tedbirlerini “binlerce yıldır” bildiğini, fakat sermayenin bu tedbirlerin gerektiği gibi uygulanmasına izin vermeyeceğini ifade etmiştik.  

 

Türkiye’nin 30 Mart’ta ilan ettiği tedbirler paketinin veya koronavirüsle mücadele stratejisinin, “insan sağlığının değil, sermaye birikiminin gereksinimlerini öncelediğini” söyledik. Fakat “bilim” kurullarıyla bilim ve tıp, sermayenin hizmetine sokulmuştu. Bilim insanı kisvesi altında “politika” yapanlar, sermayenin çıkarlarını halkın sağlığının önüne koydular. Sonunda dün (1 Haziran günü) iki aydır uygulanan tedbirlere son verildi ve sermaye normal yaşamına döndü.

 

YA SERMAYE BİRİKİMİ, YA ÖLÜM!

 

İnsan sağlığı, her şeyden önce, daha salgının başlarında 14 günlük “tam” bir karantina uygulanmasını gerektiriyordu. 14 gün işyerleri kapatılsaydı ve insanlar evlerinde tutulabilseydi, Türkiye bu süreci çok farklı yaşayabilirdi. Ne Bakanlığın rakamlarıyla 164 bin insanımız hastalanır, ne de 4.563 insanımız yaşamını yitirirdi.

 

Fakat sermaye “tam” karantina uygulanmasını istemiyordu. Çünkü “tam” karantina demek, üretimin durması, üretimin durması da “kâr” kaynağının kuruması demekti. Her ne pahasına olursa olsun üretim devam etmeliydi. Sermaye “ya sermaye birikimi, ya ölüm” diyordu. Sermaye için sermaye birikiminin olmadığı bir dünyada yaşamanın anlamı yoktu. Kaldı ki, ölenler de “kendileri” olmayacaktı…

 

Türkiye başından itibaren COVID 19 mücadelesini sermayenin taleplerine ve sermaye birikiminin gereksinimlerine göre yürüttü. Üretime devam edildi ve kamu kaynakları sermayeye aktarıldı. Emekçilere göstermelik yardımlar yapılarak görüntü kurtarıldı.

 

TEDBİRLER BAŞARIYA ULAŞTI, FAKAT SERMAYE İÇİN…

 

Alınan tedbirlerin amacı salgını kontrol altına almak değil, hastanelerin salgın nedeniyle iflas etmesini önlemeye çalışmaktı. Sonuçta toplam hastalanan ve ölen insan sayısı değişmeyecekti, fakat alınan tedbirlerle çok sayıda insanın aynı anda hastalanmaları ve hastanelerin kapasitelerini zorlamaları önlenecekti.

 

Kabul etmeliyiz ki, sermaye bu politikasını “kendi açısından” başarıyla uyguladı. Bugüne kadar Bakanlığın rakamlarına göre 164 bin kişi hastalandı fakat hastalanmalar alınan tedbirlerle iki aylık bir sürece yayıldığından hastaneler iflas etmedi, üretim tehlikeye düşmedi. Salgına rağmen üretimin sürmesi sağlandı.

 

Fakat işçi sınıfı ve emekçiler için salgın beklendiği gibi tam bir yıkım getirdi. Bu yıkımın boyutları her geçen gün daha da görünür hale geliyor. Bu süreçte işini ve aşını yitirenlerin, bellerini ne zaman doğrultabilecekleri belli değil. Sermaye şimdi de emekçilere faizle borç vererek, emekçilerin salgın nedeniyle içine düştüğü krizden yararlanma peşinde.

 

Sonuçta yine akrep akrepliğini yaptı, biz de kurbağalığımızı. İşçi sınıfı maalesef salgına el koymayı, üretimi durdurmayı, sermayenin uygulanmasına izin vermediği “tam” karantina tedbirlerinin uygulanmasını sağlamayı başaramadı. Maalesef bunu da hastalanarak, ölerek, işsiz ve aşsız kalarak ödedi, ödemeye devam edecek.


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder