Sosyalist sağlık hizmeti, kapitalist
sağlık hizmetinin neredeyse tam tersidir. Bunun nedeni kapitalist toplumlarda
sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenen sağlık hizmetinin hastalık odaklı
olması, sosyalist toplumlarda ise işçi sınıfının ve toplumun gereksinimlerine
göre örgütlenen sağlık hizmetinin sağlık odaklı olmasıdır.
Kapitalist sağlık hizmetinin odağı hasta birey iken, sosyalist sağlık hizmetinin odağı sağlam birey ve toplumdur. Bu
bağlamda aslında kapitalist toplumlardaki sağlık hizmetlerine hastalık hizmetleri denmesi daha doğrudur. Kapitalist toplumda bireylerin sağlık kurumlarına,
doktorlara genelde hastalandıklarında başvurmaları beklenir. Nitekim kapitalist
bir ülkede ister aile hekimine, ister hastaneye gidilsin, hekimin soracağı ilk
soru: "şikâyetiniz nedir?" olacaktır. Hani, bir şikâyetiniz yoksa burada ne
işiniz var gibi…
Kapitalist toplumda tıp ve sağlık
hizmeti, sağlıklarını yitiren (hastalanan) bireylerin tedavisine yönelik
örgütlenmiştir. Bu çerçevede rahatsızlanan birey bir sağlık kurumuna (aile
hekimi, özel muayenehane veya hastane) başvurur, burada muayene edilir,
tetkikleri yapılır, hastalığına bir tanı konur ve tıbbi ve/ya cerrahi tedavi
önerilir.
Sosyalist toplumlarda ise tıp ve
sağlık hizmeti, sağlıklı bireylerin sağlıklarını teşvik etmeye, sağlıklarını
sürdürmeye ve hastalıkları önlemeye yönelik örgütlenmiştir. Bu çerçevede sağlık
kurumları ve sağlık emekçileri, bireylerin rahatsızlanarak kendilerine
gelmelerini beklemez, onları sürekli ve düzenli olarak hastalanmamaları için
sağlık yönünden gözetim altında tutar.
Sosyalist toplumlarda bireylerin
sağlıklarını teşvik etmeye, sağlıklarını sürdürmeye ve hastalanmalarını önlemeye
yönelik sosyalist sağlık hizmetine dispanserizasyon
denir. Dispanserizasyon sosyalizme özgü bir sağlık
hizmeti sunumu yöntemidir ve toplumun sağlık durumunun aktif, dinamik izlemi
olup, bir dizi önleyici, tanısal ve tedavi edici tedbirleri içerir.
Sovyetler Birliği tarafından 1920’li yıllarda geliştirilen dispanserizasyon
yöntemi, işçi sınıfının ve emekçilerin sağlık durumunun iyileştirilmesine
önemli bir rol oynamış, daha sonra kurulan sosyalist toplumlara esin kaynağı
olmuştur. Günümüzde Küba’da da sağlık hizmeti sunumunda dispanserizasyon yöntemi
kullanılmaktadır.
DİSPANSER TERİMİNİN KÖKENİ
Dispanser sözcüğü, Latince “dispense”,
bir plana göre bölmek ve paylaştırmak fiilinden türetilerek, “bir şeyin
paylaştırılıp, dağıtıldığı yer” anlamında kullanılıyor. Sözcük 1600’lerin son
çeyreğinde İngiltere’de “yoksullara ücretsiz ilaç ve tıbbi tedavi dağıtılan yer”
anlamında kullanılmaya başlamış ve Türkçe dahil diğer dillere aynı şekilde
geçmiş.
DİSPANSERİN TARİHÇESİ
İngiltere’de yoksullara ücretsiz
tıbbi bakım sunma düşüncesiyle bir araya gelen bir grup hayırsever Londralı
hekim, 1687’de meslek örgütlerinden (The College of Physicians of London) kendilerine
bu amaçla yer tahsis etmesini talep ediyor ve talep kabul ediliyor.
Ancak bu dönemde hekimlik henüz
hastalıkları değil, hastalıkların belirtilerini tedavi edebiliyor ve bu nedenle
aslında ilaç, hekim muayenesinden daha kıymetli. Eczacıların hekimlerin
reçetelerini ücretsiz vermeyi kabul etmemesi üzerine hekimlerin yoksulları
ücretsiz muayene etmelerinin çok anlamı kalmıyor ve proje yaşama geçirilemiyor.
22 Aralık 1696’da hekimler, yoksulların ücretsiz muayene edildiği ve ilaçların hayırseverlerin
bağışlarıyla sağlandığı bir örgütlenmeyle, meslek
örgütlerinin binasının bir bölümünde tarihteki ilk dispanseri hizmete açıyor.
Resim: Londra'da açılan ilk dispanserin hizmet verdiği Warwick Lane üzerindeki Londra Royal College of Physicians binası.
DİSPANSERLERİN YAYGINLAŞMASI
Londra’nın tek dispanseri oldukça
uzun bir süre Londra’da ihtiyacı karşılamakta yeterli oluyor. Fakat sanayi
devrimiyle birlikte Londra nüfusu 1750’de 350 binden 700 bine, 1800’lerin
başında 1 milyona ulaşınca, 1770’te Westminister Dispanseri, 1779’da Londra
Dispanseri, 1780’de Flushing Dispanseri ve 1782’de Eastern Dispanseri açılıyor.
1801 yılında Londra’daki toplam 5 dispanserin yılda 50 bin hastaya hizmet sunduğu
kaydediliyor. 1850’de Londra’daki dispanserlerin sayısı 35’e yükseliyor.
Dispanser ilk olarak İngiltere’ye tıp
eğitimi için gelen Amerikalı hekimler tarafından ABD’ye taşınıyor. ABD'de ilk
dispanser Filadelfiya’da 1786’da açılıyor. Daha sonra 1790’da New York
Dispanseri ve 1796’da Boston dispanseri açılıyor. 1900 yılında ABD’deki
dispanser sayısı yüze ulaşıyor.
Resim: Filadelfiya'da 1786'da hizmete giren dispanserin planı.
Resim: Filadelfiya dispanserinin 1801 yılında inşa edilen yeni binası.
TIPTA DİSPANSER MODELİNİN OLUŞMASI
Yoksullara sağlık hizmeti sunan hayır
kurumları olarak örgütlenen dispanserler, 1800’lü yıllarda giderek tıp
öğrencilerinin ilk mesleki deneyimlerini kazandıkları kurumlar haline geliyor.
Bu dönemde mikrobiyoloji alanında gerçekleşen keşiflerle, dönemin en büyük
sağlık sorunları olan verem ve diğer bulaşıcı hastalıkların etkenleri ortaya
konunca, dispanserlerin işlevleri değişmeye başlıyor.
İlk olarak yalnızca verem hastalarını
kabul eden “özelleşmiş” dispanserler ortaya çıkıyor. 1905 yılında ABD’de Verem
Savaş Cemiyetleri tarafından örgütlenen 20 dispanserde tanı ve tedavi
hizmetleri yanında “halk eğitimi” hizmeti de sunuluyor. 1925 yılında veremli
hastalara hizmet sunan dispanser sayısı 500’ü aşıyor.
Bu süreçte sıtma, trahom, sifiliz
gibi diğer bulaşıcı hastalıklara yönelik dispanserler ile yalnız hamile
kadınlara, bebeklere ve çocuklara hizmet sunan dispanserler de örgütleniyor. Bu
dispanserler, tanı ve tedavisinde özelleştikleri hastalıkların “doğası”
nedeniyle, genel dispanserlerden farklı olarak, hastalarıyla daha uzun süreli
ve kapsamlı ilişkiler geliştirmeye başlıyorlar.
Örneğin veremli hastaları kabul eden
dispanserler, hastalığın sosyal karakteri nedeniyle hastalara ücretsiz tıbbi
bakım ve ilaç sunmanın yanında, gıda, giyim eşyası gibi ihtiyaçlarında da
yardımcı olmaya başlıyorlar. Yine genel dispanserlerden farklı olarak
hastalarını “evlerinde” izlemek amacıyla hemşireler istihdam ederek, evde de
hizmet sunuyorlar. Hemşireler aynı zamanda eğitim hizmeti de sunuyor.
Bu model 20. yüzyılın başlarında
başta Avrupa olmak üzere diğer coğrafyalarda yoksullara sağlık hizmeti
götürülen bir hayırseverlik etkinliği olarak yaygınlaşıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 8 Haziran 1918
tarihinde Veremle Mücadele Osmanlı
Cemiyeti kuruluyor, Cemiyetin başkanlığına Besim Ömer Paşa seçiliyor fakat
İstanbul işgal edilince 16 Mart 1920'de Cemiyet ve kurduğu dispanser çalışmalarını durduruyor.
18 Şubat 1923’de Dr. Behçet Salih (Uz)
ve arkadaşları tarafından İzmir Verem Mücadele Cemiyet-i Hayriyesi ve aynı
yıl Balıkesir Veremle Mücadele Cemiyeti kuruluyor.
1927 yılında Prof. Dr. Tevfik Sağlam,
Dr. Tevfik İsmail Gökçe ve 24 arkadaşı Veremle Mücadele Osmanlı Cemiyeti’nin
bıraktığı 116 lira 50 kuruşla İstanbul Verem Mücadelesi Cemiyeti örgütlüyor.
Resim: İzmir Valisi Kazım Dirik ve Cemiyet üyeleri (1920'li yıllar)
https://www.turkiyeklinikleri.com/article/tr-izmir-verem-mucadele-cemiyeti-tarafindan-yayinlanan-sihh-cidl-sihhat-dergisi-58911.html
DİSPANSERİZASYON – DİSPANSER YÖNTEMİ
Rusya’da 1917 Ekim Devrimi ile tarihteki
ilk işçi devleti kurulmuş ve toplumsal yaşam işçi sınıfının gereksinimlerine
göre örgütlenmeye başlamıştır. Toplumsal yaşamın içinde önemli bir yere sahip
olan sağlık hizmeti, şu ilkelerle yeniden örgütlenmiştir:
1. Devlet hizmeti
2. Merkezi planlanma
3. Sağlık hizmetinde önleyiciliğe
ağırlık
4. Ücretsiz
5. Herkes için erişilebilir
Sovyetler Birliği’nden sonra kurulan
sosyalist toplumlarda sağlık hizmeti, ülkelerin özgün koşullarına göre farklı
biçimler alsa da, hepsinde yukarıdaki 5 ilkeye dayalı olarak örgütlenmiştir.
Sovyetler Birliği sağlık hizmetinin örgütlenmesinde dispanser modelini benimsemiş, fakat bununla yetinmeyerek sağlık hizmetinin sunumunda da, sosyalizme özgü dispanserizasyon (dispanserizatsiya – диспансеризация) yöntemini
geliştirmiştir.
Ancak Sovyetler Birliği’nde dispanser
kurumu, kapitalist toplumlardakilerden farklı olarak, yukarıda sıralanan
ilkelerle yeniden örgütlenmiştir:
1. Kapitalist toplumlarda olduğu gibi hayır kurumu olarak değil, giderleri devlet bütçesinden karşılanan, devlet
görevlisi sağlık emekçilerinin hizmet sunduğu, yurttaşların hizmeti bir sadaka olarak değil, hak olarak aldığı, yani hak temelli bir devlet hizmeti olarak örgütlenmiştir. Kapitalist toplumlardaki dispanserlerin burjuva karakterine karşılık, Sovyetler Birliği'ndeki dispanserler proleter karakterdedir.
2. Dispanserler kapitalist
toplumlarda olduğu gibi hayırseverlerin olanaklarına göre değil, devlet
tarafından toplumun gereksinimlerine göre merkezi olarak planlanarak, bütün yurttaşların eşit yararlanabilecekleri şekilde örgütlenmişlerdir.
3. Kapitalist toplumlarda
dispanserler, başlangıçta tamamen tedavi hizmeti sunmaktaydı. Mikrobiyolojideki
gelişmelerle bulaşıcı hastalıkların etkenlerinin ortaya konmasından sonra başta
sağlık eğitimi ve bağışıklama olmak üzere bazı önleyici hizmetleri de sunmaya
başladılarsa da, esas olarak tedavi kurumu niteliklerini sürdürdüler. Sovyetler
Birliği’nde ise dispanserler, başından itibaren önleyiciliğe ağırlık veren bir
örgütlenme modeli benimsediler.
4. Kapitalist toplumlarda
dispanserler sağlık hizmetlerini ve ilaçları ücretsiz sunan kurumlar olarak
örgütlendiler, fakat 19. yüzyılın sonlarına doğru hayırseverlerin kurdukları
cemiyetler, çeşitli yöntemlerle bağışlar toplamaya başladılar. 20. yüzyılda bazı
kapitalist ülkelerde dispanserler, hizmet sundukları hastalardan çok cüzi
miktarlarda da olsa bağış talep etmeye başladılar. Sovyetler Birliği’nde ise
dispanserler her zaman tamamen ücretsiz hizmet sundu ve asla bağış, katkı
vb kabul etmediler.
5. Kapitalist toplumlarda dispanserler yoksullara sağlık hizmeti sunmak için örgütlendi ve 19. yüzyılın üçüncü
çeyreğinden itibaren birçok ülkede dispanserlerden yararlanmak isteyenlerin yoksulluklarını kanıtlamaları istenmeye başlandı. Diğer yandan kapitalist ülkelerde
dispanserler birer hayır kurumu olduğu için, yalnızca hayırseverlerin açtığı
yerlerde örgütlendi ve diğer yerlerde yaşayanlar dispanserlerden
yararlanamadılar. Sovyetler Birliği ise dispanserleri herkese açık yine
ülkenin neresinde yaşarsa yaşasın herkesin erişebileceği kurumlar olarak
örgütledi.
DİSPANSER YÖNTEMİNİN MİMARI: VLADIMIR ALEXANDROVICH OBUKH
6 Nisan 1870’de Vitebsk eyaletinin
Sebezh bölgesinin Sviblo köyünde doğdu. Pskov Erkek Lisesi’ni, bitirdikten
sonra 1892’de St. Petersburg Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girdi. Üniversitede Marksist
gruplara katıldı ve 1894 yılında RSDİP’ne girdi. Narva, Galernaya limanı ve Petersburg
bölgelerinde propaganda etkinlikleri örgütledi.
1896’da tutuklandı ve sürgün edildi.
Kiev’e geçerek Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. RSDİP’nin Kiev İl Komitesi’ne girdi.
1901’de mezun oldu ve Moskova’da bir hastanede işe başladı. Burada da Moskova
İl Komitesine girdi. Parti bölündüğünde Bolşeviklerin yanında yer aldı. 1904’te
tutuklandı ve 4 ay hapisten sonra Sebezh’e sürgün edildi. Yıl sonunda tekrar
Moskova’ya döndü ve RSDİP’nin Moskova İl Komitesi’nde Eğitim grubuna katıldı.
1905 – 1917 atasında Birinci Şehir
Hastanesi’nde çalıştı. 1917 Ekim Devrimi’nin hazırlıklarına ve devrime aktif
katıldı. Dr. Mikhail Ivanovich Barsukov’la birlikte ayaklanma sürecinde Kızıl
Muhafızlara sağlık hizmeti sunacak bir Sağlık Birimi oluşturmakla
görevlendirdi. Devrimden sonra Bölge Dumaları Konseyi üyesi olarak görevlendirildi.
1919 – 1929 yılları arasında Moskova Sovyeti
Başkanlık Divanı üyesi ve Sağlık Birimi yöneticisi olarak görev yaptı. Moskova’da sosyalist sağlık hizmetini
örgütledi ve uygulamanın başında yer aldı. Sağlık hizmetlerinin önleyiciliğe
ağırlık verilerek örgütlenmesini sağladı. Sağlık hizmetine dispanserizasyon
yöntemini getirerek, Verem, Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar, Madde
Bağımlılığı, Ana – Çocuk Sağlığı Dispanserleri, diyet kantinleri, gündüz ve
gece sanatoryumları örgütledi.
1923 yılında Sovyetler Birliği’nin
ilk İşçi Sağlığı ve Meslek Hastalıkları Enstitüsü’nü ve hekimler için İleri Eğitim Enstitüsü'nü kurdu. 1925 yılında Yeni
Hayat dergisini yayınlamaya başladı ve aynı zamanda Sağlık Birimi’nin
yayınladığı haftalık Moskova Tıp Dergisi’nin editörlüğünü yürüttü. 1929 –
1931 yılları arasında İkinci Moskova Sağlık Enstitüsü’nde öğretim üyesi
olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. 14 Haziran 1934’de yaşamını
yitirerek Novodevichy mezarlığında toprağa verildi.
Dispanserizasyon modeli, Moskova
Sovyeti Sağlık Birimi sorumlusu Dr. Vladimir Aleksandrovich Obukh ve yönetimindeki
sosyal hijyenistler tarafından, başlangıçta Moskova’daki sanayi kuruluşlarında
çalışan işçilerin tüberküloz yönünden izlenmeleri için örgütlenmiştir.
1922 yılı başında bu amaçla sekiz Verem
Dispanseri açılmış, sağlık emekçileri sorumlu oldukları sanayi kuruluşlarına
giderek işçileri muayene etmeye başlamışlardır. Ekim başına kadar 33.213 işçi
muayene edilmiş, 23.643 işçinin (yüzde 71) tüberkülozlu veya tüberküloza yakalanma
riskinin yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Tüberkülozlu hastaların tedavilerinin
planlanarak gözetime alınmalarından sonra dispanserizasyonun kapsamı cinsel
yola bulaşan hastalıklar, madde bağımlılığı ve meslek hastalıkları alanlarına genişletilmiştir.
Tüberküloz mücadelesinden edinilen deneyimle kısa sürede işyerlerindeki bütün
sağlık sorunlarına hakim olan sağlık emekçilerin başarısı üzerine, dispensarizasyonun
bütün Moskova nüfusunu ve bütün sağlık sorunlarını kapsayacak şekilde
genişletilmesi için çalışma başlatılmıştır.
1925 yılında Moskova Sovyeti, Moskova’da
sağlık hizmetlerinin dispanserizasyon yöntemiyle sunulmasını onaylamıştır. 1925 yılından itibaren Sovyetler
Birliği’nin bütün Cumhuriyetlerinde dispanserizasyon yönteminin daha küçük
ölçeklerde pilot denemelerine başlanmıştır.
GÜNÜMÜZDE DİSPANSERİZASYON: KÜBA
Küba dispanserizasyonu, bireylerin ve
toplumun sağlık durumunun örgütlü (sistematik), sürekli (ana rahmine düştüğü
andan mezara kadar) ve dinamik olarak klinik, epidemiyolojik ve sosyal
yönlerden değerlendirilmesi ve planlı, kapsamlı müdahalelerde bulunulması süreci
olarak tanımlamaktadır.
Sosyalizme özgü dispanserizasyonun,
kapitalist hasta muayenesinden en önemli farkı, bireylerin yalnızca bedensel ve
ruhsal yönden değil, aynı zamanda çevresel (epidemiyolojik) ve sosyal yönden de
muayene edilmesidir.
Kapitalist toplumlarda genellikle
çevre sağlığı hizmetleri, klinik hizmetlerden ayrı örgütlenmiştir, fakat hiçbir
kapitalist ülkede sağlık hizmeti bireyleri sosyal yönden değerlendirmez.
Bireylerin sosyal yönden değerlendirilmeleri sosyalizme özgü bir hizmettir.
Sosyal değerlendirmede bireylerin
maddi yaşam ve çalışma koşulları değerlendirilmektedir. Sağlığın sosyal
belirleyicileri olarak tanımlanan belirleyiciler (gelir, istihdam, barınma,
beslenme koşulları, eğitim, erken çocukluk bakımı, mesleki riskler vb) yönünden
bir sosyal çalışmacı ile birlikte değerlendirilen bireylerin sağlıklarını
olumsuz yönde etkileyebilecek koşullara yönelik tedbirler alınır. Bu uygulama
hiçbir kapitalist ülkede bulunmamaktadır.
Uygulamada sosyalist bir toplumda
bireyin sağlık yönünden gözetimi, gebelik tespiti ile başlar. Kadınının hamile
kaldığı anlaşıldığında başlayan doğum öncesi bakım hizmetleri, hem anne
adayına, hem de ana rahmine düştüğü andan itibaren doğacak bebeğine yöneliktir.
Bu süreçte bebeğe yönelik hizmetler anne adayı üzerinden sunulur.
Bebek, doğduğu andan itibaren, ilk
yaşını tamamlayana kadar bebek gözetimi, bir yaşından kreş ve/ya anaokuluna başlayana
kadar çocuk gözetimi çerçevesinde izlenir. Bireyin eğitim hayatı boyunca sağlık
gözetimleri okul hekimliği sorumluluğundadır. Okul hekimliği, bütün
öğrencileri üniversiteden mezun olana kadar düzenli ve sürekli sağlık
gözetiminde tutar.
Eğitim hayatından sonra iş hayatına
girenler, işyeri hekimliği sorumluluğuna girerler. İşe giriş muayenesiyle
başlayan süreç, bireyin işine ve bireysel özelliklerine göre değişen
sıklıklardaki periyodik muayenelerle iş yaşamının sonuna kadar sürer.
Çalışma yaşamını tamamlamış emekliler
ve çalışamayacak durumda olanların sağlık gözetimleri, yerel olarak örgütlenmiş
sağlık kurumlarında sürdürülür. Bu gözetim kişinin yaşamının sonuna kadar devam
eder.
Görüldüğü gibi sosyalist toplumlarda
sağlık gözetimi süreci, sözcüğün tam anlamıyla ana rahmine düşülen anda başlar
ve mezara kadar kesintisiz devam eder. Hiçbir kapitalist toplum yurttaşlarına
böyle kapsamlı bir hizmet sunmaz. Kapitalist toplumlarda bu tür bir hizmetten
ancak toplumun bu hizmeti satın almaya gücü yeten kesimleri yararlanabilirler.
Dispanser (Gözetim) Grupları
Birinci basamakta bir hekim, hemşire
ve sosyal çalışmacıdan oluşan bir ekip tarafından klinik, epidemiyolojik ve
sosyal yönlerden muayene edilen bireyler, sağlık yönünden dört risk grubundan
birine alınarak izlenirler.
Grup I – Sağlıklı kabul edilenler: Sağlık
yönünden bilinen bir riske maruz kalmayan, herhangi bir bedensel – ruhsal sorunu
veya engelli hali bulunmayan, büyüme ve gelişme derecesine göre gündelik
yaşamını bağımsız olarak sürdürebilen bireyler.
Bu gruba alınan bireyler sağlık ekibi
tarafından yılda 1 kez izlenirler. Bu süre içinde bireyler rahatsızlıkları
nedeniyle sağlık ekibine başvurursa veya sağlıklarını olumsuz etkileyebilecek
bir maruziyet söz konusu olursa (hamilelik, iş değişikliği vb) bireyler yeniden
değerlendirilir ve durumlarına uyan dispanserizasyon (gözetim) grubuna
alınırlar.
Grup II – Sağlık yönünden risk
altında olanlar: Kontrol edilmediği takdirde sağlıklarını, gündelik yaşamlarını
bağımsız olarak sürdürebilme yeteneklerini tehlikeye sokacak risklere maruz
kalan bireyler.
Toplumun büyük bir bölümü bu gruba
girer ve bu grup birçok alt-gruba ayrılır. Bebekler, çocuklar, okul
çağındakiler, doğurganlık çağındaki kadınlar, hamileler, lohusalar, yaşlılar,
işyerlerinde fiziksel, kimyasal, biyolojik ve psikososyal tehlikelere maruz
kalanlar vb bu gruptadır. Bu gruptaki bireyler maruz kaldıkları risklere göre
hazırlanan rehberler çerçevesinde farklı sıklıklarda izlenirler ve farklı
muayenelere tabi tutulurlar (bebek izlemi, gebe izlemi, ağır ve tehlikeli
işlerde çalışanların periyodik muayeneleri, okul izlemleri vb).
Grup III – Hastalar
Halihazırda aktif bir hastalığı
olanlar, iyileşene kadar bu kategoride, hastalığının durumunun gerektirdiği
sıklıkta izlenir ve iyileştikten sonra daha önce atanmış olduğu dispanser
(gözetim) grubuna alınırlar.
Grup IV – Engelliler ve kronik
hastalıkları olanlar
Bu kategoridekiler de engellilik
durumlarına ve kronik hastalıklarına göre çeşitli alt-gruplara ayrılır ve her
grup için özel olarak hazırlanmış rehberlere göre gözetimleri sürdürülür.
Akut ve kısa süreli hastalık durumlarında dispanserizasyon, sağlık sorununun talepleri ve
bireyin özelliklerine göre farklılaşır. Bu durumlar genellikle hastalığın şiddetinin
düşük, mortalite olasılığının az olduğu durumlardır, fakat tedavi sürecinde
komplikasyonlar gelişebilir. Bu nedenle ziyaret sıklığının 2 günde bire kadar
indirilmesi gerekebilir. Bu durumlarda bireyin dispanserizasyon grubunun
değiştirilmesi gerekmez, birey iyileşince bireysel özellikleri ve
dispanserizasyon grubunun taleplerine göre belirlenen düzenli izlemlere devam
edilir.
İşçiler için dispanserizasyon, işçinin bireysel değerlendirmesine göre atandığı
dispanserizasyon grubunun taleplerine ek olarak, işçinin üretim biriminde maruz
kaldığı risk faktörlerinin de (biyolojik, fiziksel, kimyasal ve psikososyal) göz önüne
alınmasını gerektirir. Her üretim biriminde sağlık etkinliklerinin planlanması,
uygulanması ve değerlendirilmesi işyerindeki maruziyetler dikkate alınarak
gerçekleştirilir.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder