Pandemi koşullarında hijyenin gereklerinden ve öneminden bahseden kamu spotları her yerde fazlasıyla yer alıyor. Maske, sosyal mesafe ve hijyen... başka hiçbir önleme gerek kalmaksızın sorunu çözermişçesine bir algı yaratılıyor. Peki, bunların sağlanmasıyla ilgili şartlarda ne kolaylıklar var?
Başlangıçta devlet eliyle
dağıtılacağı gerekçesiyle sattırılmayan, sonra kimimize gönderilip çoğumuzun
açıkta kaldığı ve bugün itibarıyla tavan fiyat uygulamasıyla özgür satın
alımımıza sunulan maskelerin yüzde 95 oranında işlevsiz çıkmasına ne diyeceğiz?
Bizim standardımız N95 değil No95% diye adlandırılsın?. Üç saatte bir
değiştirmemiz salık verilen maskelerden üçü işyerinde olmak üzere günde en az
dört tane kullanmamız gerekiyormuş dışarılarda kişi başına. İşe yaramıyor olsa
da büyük masraf. Artık TÜİK hane giderlerine bunu da ekler mantıken gelecek
sene değil mi?
Sosyal mesafeye gelince çalışmak
zorunda olmayan özgür iradesiyle ortalıkta dolaşmasın, mecbur işe gidenler için
göz önündeki otobüslerde, servislerde serpme etiket yöntemiyle işi çözdük de, duvarının
arkasını görmediğimiz ve teftişi ancak sözlükte gören işyerleri bir emirle
sosyal mesafeye uygun hale mi geldi? Eskiden Uğur Dündar türü televizyonculuk
döneminde imalathanelere habersiz baskın verilirdi, biz de görürdük
tükettiklerimizin nerelerde yapıldığını. Bugünse imalathanelerde emekçileri
tüketiyoruz. Salgında hasta olanların %70’inin emekçi olduğu geçtiğimiz
günlerde açıklandı.
Bugünkü asli konumuz ise hijyen ile
ilgili. Hijyen sağlamak için su, sabun ve enerji gerekiyor. Sadece suya sabuna
dokunmak yetmiyor. Enerjiyle ilgili önemli bir haber basınımızda kısmen yer aldı.
Anlamını anlamak için durup düşünmemiz gerekir.
Enerjiyi fiyatlamak
Önümüz kış, evlerin ısınması,
banyoların işlevlerini yerine getirmesi enerji de gerektirecek. Düzgün ısıtılamayan
evlerden, banyolardan mevsim hastalıkları sökün edecek. Türkiye’de şehir suyu konusu
hâlâ düşük bir düzeyde de olsa kamusallığını yitirmedi. Salgının başında bazı
belediyeler su fiyatlarını gözden geçirerek, artması önerilen kullanımı indirimle
destekleme kararı aldı. Uzun sürmez, salgın öncesi işleyişe geri dönülmesi
yakındır. Oysa doğalgaz ve elektrik işi tamamen sermayenin güdümüne geçmiş durumda.
Kafası iktisadın 200 yıl öncesine
takılmış liberaller gizli elin rekabet yoluyla fiyatları tüketici lehine düşüreceğini
hayal etmeye devam edebilir. Ancak yeni iktisat aynı ürün için farklı kesimlere
farklı fiyatlar sunmanın ilmini işletmecilik alt kolunda sanat haline getirdi.
“Büyük alıcıysan fiyatı arkada konuşalım”, milyonlarca emekçi hanesiysen
“tarife duvarda asılı”.
Dün 23 Eylül 2020’de açıklanan TÜİK
verilerine göre Eylül 2019’un başında konutlarda 53.8 sanayide 48 kuruş olan
elektrik, bu yılın ilk yarısında konutlarda 71.2 kuruşa sanayide 58.6 kuruşa çıkmış.
Kısa çalışma ödeneğiyle evine
gönderdiğimiz ya da işsiz kalıp evinde oturan ve günde 39 lira alan emekçi
elektriği geçen seneden %32 pahalıya kullanmış. Enerjinin faturası %32 artıyor,
enflasyon ve artık çoklukla alınamayan ücretler ise bunun üçte biri artmazken
emekçiye “Evinde otur ve hijyenine, ısınmana da dikkat et!” diyen bir
düzendeyiz.
Peki türlü yollarla destek olmaya
çalışılan işverenin durumu nasıl enerji konusunda? Orada da bir zam var, ancak
%22 oranını bulmuyor. “Bir dakika, aldığımız ürün aynı kilowatt-saat değil mi?”
diye sorarsanız “ama onlar büyük alıcı” yanıtını alabilirsiniz.
Aklınıza takılacak soru o zaman da şu
olacaktır: bu kriz döneminde satın alımı iyice artırdılar da mı sanayiye
maliyetlerinizden doğan zamdan bir indirim daha yapıldı?
Tüm geçmiş deneyim, Türkiye’de
faturayı kimin ödeyeceğinin maliyetlerden çok sınıf savaşımı ile ilgili
olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sağlıkta böyle oldu, eğitimde böyle oldu ve
enerjide de durum bir kez daha gözümüzün önünde.
Zafer Anayurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder