“Kapitalizm, ancak parasını verene temiz su, sağlıklı konut, yeterli beslenme sağlar. Oysa sosyalizmde bunların tümü devletin görevdir.”
Tarih boyunca her kıtada milyonlarca
insanın canına mal olan pek çok salgın hastalık yaşandı. Salgınları genellikle
kıtlık ve savaşlar izledi. Yüz yıllar boyunca, hepsi birden “Allahın belası”
sayıldı, sineye çekildi, duayla, kurbanla üstesinden gelinebileceği sanıldı.
Bunların olmadığı bir dünya, çok uzun zaman hayal bile edilmedi.
Sağlığın toplumsal düzeyde
sağlanabilmesi üzerine Thomas More’un Ütopia’sında ülke çapında uyulan kurallar
ve herkes için önerilen besinler yeterli görülmüştür. More, bunun yanı sıra,
özellikle gıda maddelerinin üretiminden tüketimine kadar bir dizi kamusal
tedbir de öngörmüştür. Ancak More’da ve ondan yaklaşık elli yıl sonra gelecek
olan bir başka ütopyacı, Campanella’da, bu ideal hayatlar içinde hastane fikri
ve hastalıkların kamu kuruluşları eliyle eşit ve parasız tedavi edilmesi fikri
yoktur. En eski çağlarda, sağlık hizmeti genellikle rahipler ya da büyücüler
eliyle tapınaklarda sağlanırdı. Hekimlik sanatının doğuşundan sonra ise,
hastalar evlerinde, bazen de hekimin evinde, insafa kalmış bir ücretle tedaviye
alınırdı. Ancak zaman içinde kentsel hayatın egemen hale gelmesi ve hastaların
topluca tedaviye alınması ihtiyacı doğduktan sonra hastane fikri de ortaya
çıkmıştır. Bilinen ilk gelişmiş hastane örneği, Bergama’daki Asklepion, tıp
eğitiminin ve hasta bakımının bir arada yapıldığı ciddi bir kurumdu. Arada
büyük bir boşluk vardır ilk hastaneler 17. yüzyılda, yine tıp eğitimi veren
üniversiteler bünyesinde kurulmaya başlamıştır.
HASTALIK TOPLUMSAL BİR SORUNDUR
Bizim konumuz bakımından önemli olan,
hastalığın toplumsal bir sorun olarak ne zaman ve hangi gelişme evresinde
görüldüğüdür. Elbette yukarıda aktardığımız tarihçe, en azından hastalığın ve
tıp eğitiminin din dışı bir alan olarak görülmeye başlamasının ancak genel
toplumsal koşulların gelişmesine bağlı olduğunu göstermesi bakımından
önemlidir. Ne var ki hastalığın önlenmesinin, teşhis ve tedavisinin kamusal bir
görev olarak ele alınması için her şeyden önce hastalığın yalnızca hastaların
değil, toplumun sorunu olduğunun anlaşılması gerekiyordu. Ancak o zaman
hastalığın önlenmesi ve tedavisinin bir devlet işlevi olup olmadığı
tartışılabilirdi.
Bunun için 19. yüzyıla gelinmesi
gerekiyordu. Bu, sanayi devriminin her şeyi belirlediği, büyük fabrikalarda ve
özellikle madenlerde kitleler halinde çalışan ve aynı sağlık sorunlarıyla
boğuşan bir sınıfın, işçi sınıfının ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu
koşullarda, yoksullar için parasız sağlık hizmetini savunan, açıkça
hastalıkları toplumsal bir sorun olarak gören, hastalıklarla toplumsal sistem
arasında bağıntılar kuran hekimler çıkabilirdi. Galiba, bu görüşe ulaşan
hekimlerin aynı zamanda siyasal mücadele içinde olmaları da gerekiyordu
ki, döneminin işçi ayaklanmalarının tümünde barikatlarda da kendisini
gösteren ve tıp tarihine patolojinin kurucularından biri olarak
geçen Wirchow ortaya çıktı.
Bunun nasıl gerçekleşebileceği,
bundan sonra tartışılıp anlaşılabilirdi.
Sosyalist sağlık politikalarına
ulaşmak için bu yoğun arayışların ve tartışmaların aşılması gerekiyordu.
SOSYALİZMDE SAĞLIK
Kapitalizmde sağlığın ne olduğunu,
son pandemi döneminde hem gözlerimizle gördük, hem de pek çok tartışma izleyip
makale okuduk. Ama Küba’dan başka “işte sosyalizmde sağlık budur”
diyebileceğimiz başka bir örnek olmadığından, konuyu derinlemesine tartışmak ve
anlatmak imkânı olmadı. Ne var ki, bu yazıyı okuyanlar kaynakçaya
baktıklarında, başta Ata Soyer ve İlker Belek olmak üzere, çok değerli düşünür
hekimlerimizin konuyu “bir zamanlar” enine boyuna irdelediklerini
göreceklerdir. Bu yazı, önemli ölçüde onların çalışmalarını esas alan bir özet
sayılabilir.
Kübalılar bile kendilerini “henüz
sosyalist bir ülke değiliz” diye tanımlarken, herhangi bir konuda gelişmiş bir
sosyalizm örneği olarak değerlendirilemez. Yoksulluğu aşmaya, halkına sağlıklı
ve mutlu bir yaşam sağlamaya çalışan bu dirençli devrimciler ülkesi, elbette bu
özellikleriyle her bakımdan dökülen ve çöken kapitalist ülkelerin sağlık
politikaları karşısında bir umut kıvılcımıdır.
Bu bakımdan bu yazıda, sağlık ve
sosyalizm ilişkisini, Sovyetler Birliği’nin sosyalist dönemindeki örnekler ve
buradan doğan ilkeler üzerinden anlatacağız.
İLKELER VE UYGULAMALAR
Sosyalist sistemin ana yönleriyle
karakterini anlamak için bir el kitabı değeri taşıyan 1936 Anayasası, sosyalist
devletin sağlık alanındaki görevlerini kısaca şöyle tanımlamıştır:
“Madde 120: SSCB
Yurttaşları, yaşlılıklarında ve ayrıca bir hastalık veya çalışma kapasitesi
kaybı durumunda bakım hakkına sahiptir. Bu hak; devlet harcamaları ile
emekçilerin sosyal sigortalarının geliştirilmesi, emekçiler için ücretsiz
sağlık hizmeti ve emekçilerin kullanımı için geniş bir sağlık tesisleri ağının
kurulması ile sağlanmaktadır.”
Anlaşılan, yalnızca hastalar değil,
yaşlı ya da çalışamayacak durumda olanlar da, giderleri tümüyle Sovyet devleti
tarafından karşılanmak üzere, “sağlık tesisleri ağı” içinde bakıma
alınmaktadır. “Sağlık tesisleri ağı” ile kastedilen ise, yalnızca hastaneler,
sağlık ocakları değil, kadın sağlık odaları, süt dağıtım merkezleri, kreşler ve
istirahat sanatoryumları gibi bir dizi farklı işlevleri olan kurumlardan
oluşmaktadır.
Bu uygulamaya yol gösteren ilkeler
ise, sosyalist teori ve ideolojinin içinden çıkarılmıştır.
Dolayısıyla, sağlık hizmetlerinin ilk
ilkesi eşitlik olmuştur. Bundan şu anlaşılıyordu: Sağlık
hizmetleri, coğrafi özellik, kişi, grup, cinsiyet ve sınıf farkı gözetmeksizin,
tüm topluma ulaştırılmalıdır.
Sağlık politikaları, tamamen demokratik yollarla
oluşturulmaktadır: Yerel örgütler, kendi ihtiyaçlarını esas alan planları
bağımsız olarak hazırlarlar, ülke çapında tüm sağlık hizmetleri, devlet eliyle,
tek bir merkez tarafından genel plan haline getirilir ve uygulamada yine yerel
ihtiyaçlar esas alınır. Sağlık hizmetleri, hizmeti alan halkın örgütleri,
sendikalar vs. gibi kurumlar tarafından ve bireysel olarak denetlenir, aynı
zamandan yine bireyler ve örgütler bu hizmetlerin halka ulaştırılmasında görev
üstlenir.
Tüm sağlık hizmetleri parasızdır.
İlaç, diş, gözlük, protez ve bakım giderleri, devlet tarafından karşılanır.
Kuşkusuz bu ilkelerin uygulanması
için özel tipte örgütlenme, eğitim ve faaliyet planlarına da ihtiyaç vardır.
Uygulamanın mekanizmasını oluşturmakta yine sosyalizmin toplumsal ilkeleri yol
gösterir. Hizmetin örgütlenmesinde temel “birinci basamak hekimliği”nin
oluşturulmasıdır. Bu doğrudan doğruya kolayca ulaşılabilir sağlık kurumlarını
gerektirir. Her fabrikada, köyde, mahallelerde en basit sağlık sorunlarının
(bebeğin karnı ağrıyor, ayağıma çivi battı vs.) teşhis ve tedavisini yapan,
tedavisi ancak daha gelişmiş kurumlarda yapılabilecek hastaları gerekli
kurumlara sevk eden kurumlardır bunlar. Sonradan her ülkede benzeri yapılmaya
çalışılan ama daima yetersiz kadro ve yetersiz mali destek yüzünden hemen hemen
işlevsiz kalan “Birinci basamak”, sosyalizmin sağlık politikalarının
uygulanmasının temelidir.
Sağlık hizmetinin uç noktasında
bulunan ve "Uchastok" diye bilinen ana birim, bir genel pratisyen,
bir çocuk hastalıkları uzmanı, bir kadın doğumcu, hemşireler, çevre sağlıkçıları
ve ebelerden oluşuyordu. Bir uchastok, ortalama 3000 erişkin ve 1000 çocuğu
kapsıyordu. Bir uchastok hekimi, günde yaklaşık 3 saatini poliklinikte geri
kalan süresini de ev ziyaretlerinde (toplam 6,5-7 saat) geçirirdi. Ülkenin en
uzak kesimlerine kadar uzanan birinci basamak sağlık kuruluşları Sovyet sağlık
sisteminin en olumlu örnekleriydi.
Sosyalizm, “halk sağlığı” kavramını
geliştirmiş ve böylece koruyucu hekimlikle tedavi edici hekimlik hizmetlerinin
birliği gözetilmiştir. Esas olan hastalığı tedavi etmek değil, hastalığın
ortaya çıkmasını önlemektir.
Toplum ve sağlık sorunlarının
birlikte düşünülmeye başlandığı geçmiş yüz yılda bile, sağlıklı konutlar,
kanalizasyon, temiz suya ulaşma hakkı, temiz hava, doğru ve yeterli beslenme
gibi önleyici etkenler tartışılmış, ama kapitalizm koşullarında hiçbir zaman
geniş kitleler için sağlanamamıştır. Bu, kaynakların halk için kullanılıp
kullanılmaması ile ilgili bir politikanın çözebileceği bir sorundur ve
kapitalizm, ancak parasını verene temiz su, sağlıklı konut, yeterli beslenme
sağlar. Oysa sosyalizmde bunların tümü devletin görevdir.
Kuşkusuz bu çerçevede tıp eğitiminin
de belli ilkeler bakımından kapitalist ülkelerdekilerden farklı olması
gerekiyordu.
1925'de Tıp Eğitimi Konseyi, tıp
eğitiminin amacını şöyle açıklamıştı:
“Hekimlerin sadece hastalık ile
biyolojik süreçler arasındaki bağlantıyı değil, var olan toplumsal yaşamı ve
dünya olaylarını da anlamaya yardımcı olacak yeterli sosyal bilim temeline
sahip olmalıdır. Organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi doğru anlamak için
gerekli olan materyalist bakış açısına ve hastanın ev yaşamı ve çalışma
koşullarını dikkate alan sosyal hizmet bakış açısına sahip olmaları zorunludur.
Sadece hastalıkları tedavi için değil, onları önlemek için de bilgi ve beceri
edinmelidir.”
SOSYALİZM BOZULURKEN, ÖNCE SAĞLIK
BOZULDU
Kapitalizmin ihya edilmesine
girişilen yıllarda, önce her alanda eşitsizlikler baş gösterdi. Yalnızca
ücretler ve haklar bakımından değil, sağlık ve eğitim gibi temel konularda da
bürokratik aryacılıklar kendisini göstermeye başladı. Sağlık hizmetleri kalite olarak
giderek kötüleşmeye başlarken, sağlık hizmetlerine en çok gereksinim duyan
yoksul kesimlerinin bu hizmetlere erişimi ciddi olarak zorlaştı. Politikaların
belirlenmesine önemli bir yer tutan demokratik katılım ortadan kalktı.
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin
inşası sürecinde salgın hastalıklara karşı mücadelede önemli rol üstlenen
kurumlar, 1940’lı yıllarda İkinci Paylaşım Savaşı’nın yıkıcı etkilerine rağmen
bulaşıcı hastalıklar sorun olmaktan çıkmasında önemli rol oynamışlardı.
1991 sonrası kapitalist restorasyon sürecinde gerçekleştirilen “sağlık
reformları”, ilk olarak eski sosyalist halk sağlığı altyapı kurumlarını
kapatmıştır. Bunun sonucu olarak, difteri, verem ve cinsel yolla bulaşan
hastalıkların “salgınlar” salgınlar halinde yayılmıştır. Kapitalist geriye
dönüş son aşamasına geldiğinde, güvencelerini yitiren halklar, sağlık
sorunlarının kapitalist ülkelere özgü yıkıcı yönüyle yeniden tanıştılar. Kanser
veya kronik hastalıklar gibi tedavi maliyeti yüksek hastalıklara düşmüş
insanlar çaresiz kaldılar, bebek ölüm oranları arttı, salgın hastalıklar
karşısında aciz kalındı.
Çok açık olarak kanıtlanmıştır ki,
“Kapitalizm, sağlığa zararlıdır!”
Aydın Çubukçu
https://www.evrensel.net/haber/422311/saglik-ve-sosyalizm
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ata SOYER, “Dünden Bugüne Sosyalist Ülkelerde Sağlık Hizmetleri”, Toplum ve
Hekim dergisi, Şubat 1999
İlker BELEK, “Sosyalist sağlık sisteminin ana hatları”
Sevil ASLAN, Ramazan ERDEM, “Hastanelerin Tarihsel Kökeni”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2017/2, Sayı:27
1936 Sovyet Anayasası
Akif AKALIN, "Sosyalizmden çeyrek asır sonra sağlık"
Ekim NEHİR, "ÇEVİRİ | Büyük teknoloji, akademi, parlamenter yapı ve
Tekno-Feodalizm"
NOT
Yazı içinde birtakım maddi hatalar bulunmasına rağmen Türkiye sosyalist hareketinin çok değerli isimlerinden birinin bu konuda bir yazı kaleme almasını çok önemli bulduğumuzdan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.
Çubukçu'nun makalesinde yer alan "Ancak More’da ve ondan yaklaşık elli yıl sonra gelecek olan bir başka ütopyacı, Campanella’da, bu ideal hayatlar içinde hastane fikri ve hastalıkların kamu kuruluşları eliyle eşit ve parasız tedavi edilmesi fikri yoktur" ifadesi kısmen yanlıştır. More Ütopya'da "tedavi edici sağlık hizmetlerinin, bir devlet hizmeti olarak örgütlenmesini öngörmektedir. Nüfus ve coğrafyaya dayalı bir model sunar. Buna göre altı bin ailenin yaşadığı şehirler, dört eşit mahalleye bölünmüş ve her bin beş yüz ailenin yaşadığı mahalle için, surların dışında bir hastane planlanmıştır". Yine Ütopya'da sağlık hizmetleri eşit ve parasızdır: "Thomas More'un sağlık alanındaki ütopyası, sağlığın herkes için bir hak olması ve bu alanda da toplumsal bir eşitlik sağlanması ilkesine dayanmaktadır". (Bkz: Ütopya'da Sağlık). Dolayısıyla "herkese eşit ücretsiz sağlık" talebini ilk ortaya atan More'dur.
Çubukçu yazısında "Sağlık hizmetinin uç noktasında bulunan ve "Uchastok" diye bilinen ana birim, bir genel pratisyen, bir çocuk hastalıkları uzmanı, bir kadın doğumcu, hemşireler, çevre sağlıkçıları ve ebelerden oluşuyordu" demiş. Doğrusu Uchastok'ların bunların "bir arada" hizmet verdiği yapılar olmayıp, ayrı ayrı örgütlenmiş yapılar olmasıdır ve Sovyetler Birliği'nde "çevre sağlığı" hizmeti Uchastok'lardan ayrı Sanepid (sanitasyon - epidemiyoloji) birimlerinde örgütlenmiştir (Bkz: Toplumcu Tıp: Sovyetler Birliği Deneyimi).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder