Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün
(MTA) 25 Haziran’da Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Arıklı Köyü
yakınlarında Uranyum ve Toryum madenleri için 3.800 hektarlık bir alanda sondaj
çalışmalarına başlaması bölgede yaşayanları tedirgin etti.
Kısa sürede “Arıklı Dayanışması” adı altında örgütlenen bölge halkı, çalışmaların Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu olmadan yürütülmesi nedeniyle 6 Temmuz’da Kaymakamlığa dilekçe verdi ve Savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bölgede yaşayanlar Uranyum madenciliğinin kendi sağlıklarını tehlikeye atacağını ve çevreye (doğaya) zarar vereceğini düşünüyorlar. Haksız da sayılmazlar.
NEDEN ARIKLI, NEDEN ŞİMDİ?
Arıklı bölgesinde Uranyum cevheri
bulunduğu bir sır değil. MTA bölgede daha 1960’larda sondajlar yapmış ve
bölgede 250 ton kadar rezerv bulunduğunu belirlemiş. Fakat muhtemelen
1960’larda Türkiye’nin cevheri işleyecek teknolojisi olmadığından, 1980’lerde
ise piyasada Uranyum fiyatının çok düşmesi nedeniyle cevherin çıkartılması
“kârlı” bulunmamış. Yine 1977 yılında planlanan 300 – 400 magawattlık bir
reaktör kurulması projesinden de muhtemelen aynı nedenle vazgeçilmiş.
Aslında Manisa’da (Köprübaşı) 2.500
ve Aydın’da 1.700 tonluk daha zengin kaynaklar var fakat Arıklı’daki rezervin tenör
oranı (cevherin içerisinde bulunan değerli metal miktarı) binde 1 gibi oldukça
iyi bir oran. Örneğin Manisa’da 1 kg Uranyum elde etmek için 5 ton cevher
çıkartmak gerekliyken, Arıklı’da 1 ton cevher çıkartmak yeterli.
Şimdi özellikle Ukrayna savaşıyla
birlikte dünyada zaten var olan “nükleer enerji” yöneliminin güçlenmesiyle Uranyum fiyatlarının artması iştahları kabartmış olabilir. Bugün
Uranyum’un kilosu 50 ABD doları civarında. O halde 250 ton rezerv
çıkartılabilirse, 12 milyon 500 bin dolarlık bir gelir söz konusu. Diğer yandan
Akkuyu nükleer santralı da hazır müşteri…
URANYUM MADENCİLİĞİ
Türkiye’de birkaç küçük girişim
dışında ciddi bir Uranyum madenciliği tarihimiz olmadığından, başka ülkelerin
deneyimlerine bakmakta fayda var.
Çok eskilere gitmeden, Uranyum
madenciliğinin esas olarak ABD’nin 1941 yılında atom bombası yapmak için
başlattığı “Manhattan Projesi” ile yaygınlaştığını ve aslında 1500’lü yıllardan
beri bilinen sağlık etkilerinin çok daha “görünür” hale geldiğini
söyleyebiliriz. Bu süreci en iyi anlatanlardan biri Oklahoma Üniversitesi’nden
Dr. Traci Brynne Voyles.
Voyles, 2015 yılında yayınlanan
“Wastelanding: Legacies of Uranium Mining in Navajo Country” (Çoraklaştırma:
Navaho Bölgesinde Uranyum Madenciliğinin Mirasları) başlıklı kitabında, bölgede
1942’den başlayıp, 1980’lere kadar devam eden Uranyum madenciliğini anlatıyor.
Başlangıçta çok gizli bir “askeri”
etkinlik olarak yürütülen çalışmaların, çalışanlar ve bölge halkı üzerindeki
“sağlık etkileri” ancak 1950’lerde “görünür” hale geliyor. U.S. Public Health Service
(ABD Halk Sağlığı Hizmetleri) bölgeye Uranyum madenleri ve işleme tesislerinin
sağlık üzerine etkilerini araştırmak üzere bir heyet gönderiyor.
Heyet Temmuz 1950’den, Mayıs 1952’ye
kadar 50 maden ve 8 tesiste ortamdaki
radyasyonu ölçüyor ve madenlerde ve tesislerde çalışan 1.117 işçiyi sağlık
muayenesinden geçiriyor. 1952 yılında yayınlanan raporda madenlerde işçilerin
maruz kaldığı radyasyonun “çok yüksek” olduğu belirtiliyor fakat işçilerde
radyasyon kaynaklı sağlık sorunlarına rastlanmıyor.
İşçilerde bu muayenelerde akciğer
kanserine rastlanmaması çok doğal, çünkü radyasyona maruz kalan işçilerde
akciğer kanseri maruziyetten 10 yıl sonra gelişmeye başlıyor. Elbette bunu
raporu hazırlayan hekimler çok iyi biliyorlar.
URANYUM MADENCİLİĞİNİN SAĞLIK ETKİLERİ 500 YILDIR BİLİNİYORDU
Aslında henüz uranyum elementinin
bilinmediği çağlarda bile madenlerdeki Uranyumun akciğer kanserine yol açtığı
biliniyordu. Almanya – Çekya sınırında bulunan Erz dağlarındaki Uranyum
yataklarında çalışan madenciler arasında ölüm hızının çok yüksek olduğu daha
1500’lerde fark edilmiş, Agricola madencilerin akciğerlerini etkileyen bu
hastalığın önlenmesi için madenlerin havalandırılması gerektiğini söylemişti.
1879 yılında Almanya’da Schneeberg
madenlerinde çalışan işçilerin akciğerlerindeki hastalığın kanser olduğu
anlaşıldı ve sonra da 1899’da bu hastalığa uranyum madenlerinde biriken Radon
gazının neden olduğu keşfedildi. 1925 yılında Almanya’da “Schneeberg Akciğer
Kanseri” bir meslek hastalığı olarak kabul edildi ve 1932’de uranyum madeninde
çalışan işçilerden kanser olanlara tazminat ödendi.
Dolayısıyla Navaho bölgesinde
işçilere sağlık taraması yapan hekimler, işçilerde sadece birkaç yıl sonra akciğer
kanseri gelişmeye başlayacağını çok iyi biliyorlardı. Nitekim 1960’lı yıllarda
vakalar ortaya çıkmaya başladı.
NAVAHOLAR KANSERE BAĞIŞIK MI?
Uranyum madenlerinde çalışan
işçilerde akciğer kanseri gelişeceğini konuyla ilgili herkes biliyordu. ABD Halk
Sağlığı Hizmetleri’nin işçilerde akciğer kanserine rastlanmadığını rapor etmesi
üzerine, Dr. C. G. Salsbury de bu durumu 1956 yılında Arizona Medicine
dergisinde yayınlanan “Cancer immunity in the Navajo” başlıklı makalesinde,
Navaho yerlilerinin “kansere bağışık” olmalarıyla (!) açıklamaya çalıştı. Dahası
Navaho yerlileri kansere karşı bağışık olmalarını da “yoksul diyetlerine”
borçluydu.
Ancak ABD’de dürüst bilim insanları,
bölgedeki 6 bin Uranyum madencisinden 600 – 1.000 kadarında 1970 yılına kadar
kanser gelişeceğini öngördüler. Gerçekten de ABD Halk Sağlığı Hizmetleri
tarafından yürütülen izlem bir çalışmasında 3 bin madenciden 144’ü akciğer
kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. Bu sonuç Uranyum madencileri arasında
akciğer kanseri nedeniyle ölüm hızının genel topluma göre 4 kat daha yüksek
olduğunu gösteriyordu.
1970’lerin ikinci yarısında tek
sorunun akciğer kanseri olmadığı ortaya çıktı. Navaho yerlileri arasında mide
kanseri vakaları da hızla artmaya başladı. Fakat çok daha çarpıcı olan,
madenciler dışında, madenlere ve işleme tesislerine yakın yerlerde yaşayan
bölge halkı arasında da vakalar görülmesiydi.
1979 yılında Pine Ridge’deki Halk
Sağlığı Hizmetleri, bölgedeki gebeliklerin yüzde 38’inin gebeliğin beşinci
ayından önce kendiliğinden düşükle sonlandığını bildirdi. Yine doğan bebeklerin
yüzde 60 – 70 kadarında akciğerlerde gelişme geriliği nedeniyle solunum güçlüğü
vardı. Ayrıca doğumsal yarık damak ve çarpık ayak deformiteleri görülüyordu.
BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA
16 Temmuz 1979’da Navaho bölgesi
içinde yer alan Church Rock (Kilise Kayası) Uranyum madeninde ABD tarihinin en
büyük radyoaktif atık sızması meydana geldi ve 1.100 ton radyoaktif atıkla
birlikte 93 milyon galon atık çevreye ve yerlilerin içme sularını da
sağladıkları Puerco nehrine döküldü.
Nehirde radyasyon düzeyi normal
düzeyin 6 bin katı kadar ölçüldü. Bölgede yaşayanlar tahliye edildi fakat
yerlilerin nehirden su içen bin kadar küçük ve büyük baş hayvanı telef oldu. Bu
olay Navaho halkını harekete geçirdi ve bölgede Uranyum madenciliğine son
verilmesi için mücadele başladı.
Aslına bakılırsa Church Rock
felaketinin yaşandığı dönemde, 1970’den beri dört kat artan Uranyum fiyatları
inişe geçmişti. Bunun da etkisiyle Navaho yerlilerinin mücadelesi kısa sürede
sonuç verdi ve bölgedeki yüzlerce Uranyum madeni ve bunların işleme tesisleri
kapandılar ve bölgeyi terk ettiler. Tabii arkalarında zararlı etkileri çok uzun
yıllar sürecek radyoaktif atıklar, atık havuzları, radyoaktif madde bulaşık
alanlar bırakarak…
1980’li yıllarda Uranyum madenlerinde
çalışanların genel topluma göre akciğer kanserine 56, mide kanserine 82,
karaciğer kanserine 200, prostat kanserine 50, idrar kesesi ve pankreas
kanserine 60 kat daha fazla yakalandıkları ve ortalama yaşam beklentilerinin
sadece 46 yıl olduğu bilimsel olarak ortaya kondu.
GÜNÜMÜZDE URANYUM MADENCİLİĞİ
Artık 1940’larda değiliz. Herkes
Uranyum nedir, radyasyon nedir az çok biliyor. Bu nedenle bugün Uranyum
madenciliği yapmak eskisi kadar “kolay” değil.
OECD Nükleer Enerji Ajansı’nın 2014
yılında yayınladığı “Managing Environmental and Health Impacts of Uranium
Mining” (Uranyum Madenciliğinin Çevresel ve Sağlık Etkilerinin Yönetimi)
başlıklı kitapta, Uranyum madenciliğinin “erken” dönemlerinde yaşanan
olumsuzluklar nedeniyle toplumların endişeli oldukları, fakat bugün korkulacak bir
şey kalmadığı iddia ediliyor.
Ajans’a göre “eskiden” yaşanan
sorunların nedeni Uranyum madenciliği ve işlemesinin “askeri amaçlı”
yapılmasıydı. Meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları, hatta devletin diğer
kurumlarının gözünden uzak, büyük bir gizlilik içinde çalışılıyordu. O yıllarda
teknoloji de çok geriydi. Mevzuat çok yetersizdi. Bütün bunlar bir araya
gelince işçiler çok yüksek doz radyasyona maruz kaldı, çevre zarar gördü ve
maden yakınlarında yaşayanlar olumsuz etkilendi.
Oysa şimdi yeni teknolojiler, kılı
kırk yaran mevzuat, yüksek kapasiteli havalandırma sistemleri, sürekli
radyasyon ölçümleri ve modern madencilik yöntemleri sayesinde Uranyum
madenciliği “en güvenli” sektörlerden biri haline geldi (!).
RANGER MADENİ NÜKLEER ENERJİ AJANSINI YALANLIYOR
Aslında Nükleer Enerji Ajansı’nın
eski madencilik ile yeni madencilik arasındaki sıraladığı farkların hepsi
istisnasız doğru fakat eski madenciliğin kapanıp, yeni madencilik döneminin
başladığı dönemde Avustralya’da faaliyete giren Ranger madenindeki duruma
bakıldığında, çalışanlar, bölgede yaşayanlar ve doğal çevre açısından pek bir
şey değişmiş görünmüyor.
Ranger Uranyum madeni 1980 yılında
hizmete girdiğinde Kanada’nın McArthur River ve yine Avustralya’nın Olympic Dam
Uranyum madenlerinden sonra dünyanın en büyük üçüncü Uranyum madeniydi. İşleme
tesislerinde yılda 4 bin ton Uranyum oksit elde eden maden, 1,5 milyon ton
radyoaktif atık çıkartıyordu.
Etrafa Radon gazı yayılmaması için
nükleer atıkların 2 metre kalınlığında su tabakası altında saklanması
gerekiyordu fakat “yağışsız” mevsimde bu sağlanamıyordu. “Yağışlı” mevsimde ise
nükleer atık havuzları sık sık taşıyor ve atıklar çevreye yayılıyordu. 1981 – 2012 arasında bu tür en az 120 “kaza”
yaşandı.
2004 yılında madende çalışan
işçilerin içtiği suda normalin 400 katı Uranyum bulunduğu anlaşılınca maden geçici
olarak kapatılarak bakıma alındı. 2009 yılında nükleer atık havuzundan Milli
Park içindeki Gulungul nehrine 6 milyon litre radyoaktif su karıştı. 2011 yılında
nükleer atık havuzu taşma tehlikesi gösterince maden yine 6 ay bakıma alındı.
2009 yılında “dünyanın en modern
madeninin” nükleer atık havuzunun günde 100 bin litre radyoaktif su sızdırdığı
ve yeraltı sularını taşıdığı ağır metallerle, toksik kimyasallarla ve radyum,
uranyum gibi radyoaktif maddelerle kirlettiği anlaşılınca madenin tamamen
kapatılması gündeme geldi.
Fakat madenin sonunu getiren olay 2013
yılında asit tankının patlaması ve bir milyon litre asitli çözeltinin çevreye
yayılması oldu. İşçiler hemen tahliye edildi ve üretim tamamen durduruldu.
İşleme tesisleri maden kapatıldıktan
sonra 2021 yılına kadar çıkartılmış olan cevheri işlemeye devam etti. Maden ve
işleme tesisinin içinde bulunduğu Kakadu bölgesinde halk uzun zamandır bölgede
düşüklerin, ölü doğumların, doğumsal bozuklukların arttığından yakınıyordu. Son
olarak bölgedeki kanser vakalarının da beklenenden yüzde 90 fazla görülmesi
üzerine şirket çalışmalarını tamamen durdurmak zorunda kaldı.
Sonuçta OECD Nükleer Enerji Ajansı’nın
eleştirdiği 1940 – 1980 dönemindeki “eski” Uranyum madenciliği ile övdüğü 1980 –
2021 dönemi “modern” Uranyum madenciliği arasında işçilerin ve bölgede
yaşayanların sağlığı ve doğal çevreye zarar verilmesi yönünden çok fark
olmadığı ortaya çıktı.
ARIKLI’YA DÖNERSEK
Yazımızın başında da belirttiğimiz
gibi MTA bölgede 1961 – 1982 yılları arasında 56 sondaj yapmış ve çok sayıda hendek
ve kuyu açmış.
2015 yılında Arıklı bölgesindeki radyoaktivite
düzeyini belirlemek amacıyla ölçümler yapan araştırmacılar, özellikle MTA’nın sondaj
yaptığı yerlerde ve çevresinde çok yüksek değerlerle karşılaşmışlar. Derinliği
5 metreyi bulan bir hendekte dış ortam gama doz hızı 16.425 nGy/h bulunmuş. Sondaj
atıklarının bulunduğu yerlerde gama doz hızı ortalama 6.991 nGy/h ölçülmüş (dünya
ortalaması 59 nGy/h).
Araştırmacılar Arıklı tüfünün ana yapı malzemesi
olarak ve iç duvar sıvası olarak Arıklı tüfünün alterasyon ürünü olan toprağın
kullanıldığı konutlarda ev içi ortamı gama dozlarını ortalama 265.78 nGy/h bulmuşlar
(dünya ortalaması 84 nGy/h). Bu bulgular TAEK tarafından 2012 yılında
yayınlanan evlerde Radon gazı yoğunlukları haritasıyla uyum içinde. TAEK bu
haritada Çanakkale’yi ev içi Radon aktivite konsantrasyonu “en yüksek” iller
arasında gösteriyor.
Son olarak araştırmacıların bu
konutlarda yıllık etkin doz eşdeğerini (AEDEin) 1.30 mSv/yıl (tehlike sınırı 1
mSv/yıl) ve yaşam boyu aşırı kanser riskini (ELCRin) 5.72 olarak hesapladıklarını (dünya ortalaması 1.16) belirtelim.
Görüldüğü gibi Arıklı bölgesinde
yaşayanlar MTA yeni sondaj çalışmaları yapmasa da zaten çok tehlikeli düzeyde bir
radyasyona maruz kalıyorlar. Bir an önce bu sorunun üzerine gitmek yerine,
bölge halkının daha çok radyasyona maruz kalmasına neden olabilecek adımlar
atmak, cinayet teşebbüsüdür.
ÇANAKKALE’DE KANSER ÖLÜMLERİ
Çanakkale İl Sağlık Müdürlüğü’nün
2001 yılında bölgede yaptığı bir epidemiyolojik çalışmanın sonuçları, 1995 –
2000 yılları arasında bölgede meydana gelen 308 ölümün 60’ının (yüzde 19,5)
kansere bağlı olduğunu gösteriyor. Bu dönemde Türkiye’de kansere bağlı ölümlerin
bütün ölümlere oranının yüzde 10,8 olduğu dikkate alınırsa, bölgedeki kansere
bağlı ölümlerin Türkiye ortalamasının iki katına çok yakın olduğu söylenebilir.
Yine Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan
2019 yılı Sağlık İstatistikleri’nde de Çanakkale’nin Türkiye’de kanser
nedeniyle ölümlerin en sık görüldüğü illeri arasında bulunduğunu görüyoruz.
O halde bölgede yeni sondajlar yapmak
yerine, bölgedeki aşırı kanser ölümlerinin nedenlerini araştırmak ve halen
yüksek radyasyona maruz kalmakta olan bölge halkının daha fazla zarar görmemesi
için bir an önce gerekli tedbirleri almak gerek.
Kaynaklar
Atabey, E. (2013). Türkiye'de doğal radyasyon kaynakları ve
tıbbi jeolojik etkileri. Ankara: Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü.
Becker, T. ve ark. (2020). The
Uranium Atlas: Facts and Data about the Raw Material of the Atomic Age. Nuclear
Free Future Foundation.
Brown, J.J. ve Lambert, L. (2010). Blowing in the Wind: The Navajo Nation and
Uranium. The Evergreen State College. Olympia, WA.
Brugge, D. ve Goble, R. (2002).
The history of uranium mining and
the Navajo people. American Journal of Public Health, 92 (9): 1410 – 1419.
Brugge, D. ve ark. (2005). Exposure
Pathways and Health Effects Associated with Chemical and Radiological Toxicity
of Natural Uranium: A Review. Reviews on Environmental Health, 20(3): 177 – 194.
Brugge, D. ve Buchner, V. (2011).
Health Effects of Uranium: New Research Findings. Reviews on Environmental
Health, 26(4): 231 – 249.
Eroğlu, G. ve Şahiner, M. (2017). Dünyada ve Türkiye’de Uranyum ve Toryum.
MTA Maden Serisi: 3. Ankara
Fukaya, Yuji. (2018). Safety and Economics of Uranium Utilization
for Nuclear Power Generation. 10.5772/intechopen.72647.
Güler, Ç. ve Çobanoğlu, Z. (1997). Radon Kirliliği. Sağlık Bakanlığı Çevre
Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No:44. Ankara.
Lane, R. S. ve ark. (2010). Mortality (1950-1999) and cancer incidence (1969-1999)
in the cohort of Eldorado uranium workers. Radiat. Res., 174(6): 773 – 85.
Mulloy, K. B. ve ark. (2001). Lung
Cancer in a Nonsmoking Underground Uranium Miner. Environmental Health
Perspectives, 109(3): 305 – 309.
OECD. (2014). Managing Environmental and Health Impacts of Uranium Mining. NEA
No. 7062.
Semenova, Y. ve ark. (2020).Radiation-related
health hazards to uranium miners. Environ. Sci. Pollut. Res. Int., 27(28): 34808 – 34822.
Shuey, C. ve ark. (2007). Uranium Mining and Community Exposures on
the Navajo Nation. Presentation at American Public Health Association
Annual Meeting, Washington, D.C., November 3– 7, 2007.
TAEK. (2009). Radyasyon, İnsan ve Çevre. Ankara.
Top, G. ve ark. (2020). At high
background radiation areas the relationship between in situ indoor gamma dose
rates and building materials: A case study from Arikli village. Radiation
Protection Dosimetry, 188(2): 246 – 260.
Top, G. ve ark. (2020). Effects of Local Building Materials on
Indoor Gamma Doses and Related Radiological Health Risks, Ayvacik,
Çanakkale/Turkey. Radiation Protection Dosimetry, 190(1): 108 – 117.
Top, G. ve ark. (2021). Determination
of Ra-226, Th-232, K-40 and Cs-137 Activities in Soils and Beach Sands and
Related External Gamma Doses in Arikli Mineralization Area. Radiation
Protection Dosimetry, 193(2): 1 – 18.
Voyles, T.B. (2015). Wastelanding: Legacies of Uranium Mining in
Navajo Country. University of Minnesota Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder