New Left Review’un son sayısında
Marco D’Eramo imzasıyla “Bilimsel
Kapitalizm” başlıklı bir yazı yayınlandı. Kulakları bugüne kadar “bilimsel
sosyalizm” terminolojisine aşina olanlar için gerçekten ilgi çekici bir başlık.
D’Eramo yazısında aslında hepimizin bilim dünyasında tanık olduğumuz kimi gelişmeleri ele alıyor, fakat bu gelişmeler “ayrı” bir başlık olarak ele alındığında oldukça farklı bir içeriğe bürünüyor ve bizi nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz sorusuna götürüyor.
MÜTEŞEBBİS BİLİM İNSANLARI
D’Eramo yazısına bu yıl fizik ve
kimya dallarında Nobel ödülü alan altı bilim insanından dördünün “şirketi”
bulunduğunu belirterek başlıyor ve bu bilim insanlarını “müteşebbis bilim
insanı” olarak tanımlıyor.
Aslında müteşebbis bilim insanları
sayıları çok az da olsa kapitalizmin erken yıllarında da var. Fakat D’Eramo
günümüzde “müteşebbis bilim insanı” teriminde vurgunun veya belirleyici olanın
“müteşebbislik” olduğunu ve “bilim insanlığının” artık yalnızca teşebbüsün
alanını tanımladığını söylüyor.
Üniversitelerin uzun zamandır bilim
insanlarını “müteşebbisliğe” özendirdiğini biliyoruz. “Üniversite – Sanayi
İşbirliği” projeleri, bilim insanlarının “iş dünyasına” girmelerinde büyük rol
oynadı. Üniversitelerin kamusal kaynaklara erişimin hızla azalmasıyla bilim
insanlarına “risk sermayesinin” (venture capital) iştahını kabartacak alanlara
yönelmelerini tavsiye ettiğini bilmeyen kalmadı.
Yalnızca üniversitelerin değil, Nobel
jürisinin de değerlendirmelerinde “sermayenin” ilgisini çekebilecek çalışmalara
öncelik verdiğini söyleyen D’Eramo, bu yılki fizik ve kimya alanlarında verilen
ödülleri bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyor.
MERAK DEĞİL, ŞİRKETİN İHTİYACI
Geçmişte bilim insanlarının araştırma
yapmaktaki güdüsü “merak” iken (bilim merakla başlar), günümüzde merakın yerini
“kâr güdüsü” veya “şirket ihtiyaçları” aldı. D’Eramo bu durumu 2022 Nobel fizik
ve kimya ödülü alan bilim insanlarını örnek vererek anlatıyor.
2022 Nobel Fizik Ödülü'nü “kuantum
mekanikleri” konusundaki çalışma kazanıyor. Bu “yatırımcıları” heyecanlandıran
bir çalışma, çünkü kuantum bilgisayarlarına giden yolda önemli bir dönemeç
oluşturuyor. Kendileri de “piyasanın” içinde olan “girişimci fizikçiler” (ödül
alan üç fizikçiden ikisinin kendi şirketleri var), araştırmalarının neye hizmet
ettiğinin bilincindeler ve araştırmalarını zaten kendi “işlerini” geliştirmek
için yapıyorlar.
2022 Nobel Kimya Ödülü yeni moleküller
bir araya getirmek üzere geliştirilen yeni bir yöntem için veriliyor. Bu ödülü
paylaşan kimyacılardan ikisinin de kendi şirketleri var. Biri 2019 yılında Betamab
Therapeutics şirketinin ortağı olmuş ve diğeri yıllarca GlaxoSmithKline ve Eli
Lilly gibi dev ilaç şirketlerinin bilim kurullarında görev almış. Bu “girişimci
kimyagerlerin” buluşlarının da uygulanma alanları hazır.
Kuşkusuz müteşebbis bilim insanlarına
en çok rastladığımız diğer alanlar, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve
piyasalaştırılmasıyla sermaye birikimine açılan biyoloji ve biyoteknoloji oldu.
D’Eramo bu alanda çok meşhur bir örnek sunuyor: 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü
alan mikrobiyolog Emanuelle Charpentier ve biyokimyacı Jennifer Doudna.
Charpentier ilk biyoteknoloji
şirketini 2013 ve ikincisini 2014 yılında kuruyor. Doudna ise Caribou
Biosciences şirketini 2011, Editas Medicine şirketini 2013, Intellia
Technologies şirketini 2014 ve Mammoth Biosciences şirketini 2017 yılında
kuruyor.
D’Eramo bu örneklerde dikkatimizi
şuna çekmeye çalışıyor: müteşebbis bilim insanlarının hiçbiri önce bir buluş
yapıp, daha sonra bu buluşunu iş hayatında değerlendirmiyorlar. Müteşebbis
bilim insanları zaten iş hayatı içindeler ve bilimsel araştırmalarını iş
hayatının gereksinimleri belirliyor.
Oysa buluşlarını patent altına alan
ve milyoner bir bilim insanı olarak ölen biyolog Louis Pasteur’de durum tam
tersiydi. Pasteur “önce” laboratuvarında çalışan bir bilim insanı. Çalışmaları
sırasında sütü pastörize etmek için bir yöntem geliştiriyor, daha sonra bu
yöntemin patentini alıyor. Yani Pasteur zaten süt işine girmiş ve sütün raf ömrünü
uzatmak için araştırmalar yapan bir bilim insanı değil.
Bu örneklerden yola çıkan D’Eramo, eskiden
paranın bilimsel araştırmanın bir “yan ürünü” olduğunu, bugün ise “ana amacı”
haline geldiğini söylüyor. Oysa bir bilim insanı para için bilim üretmeye
başladığında, ürettiği şey artık bilim olmaktan çıkıyor. Bunun en kötü örneği
de Jim Simons’dur.
Quantum fiziği alanında ödül almış
buluşları olan dünyaca ünlü matematikçi Jim Simons, 1982 yılında mali
piyasaların yetersizliklerinden fayda sağlayan bir yatırım algoritması
geliştirdi ve Renaissance Technologies isimli bir şirket kurdu. Kısa sürede
dünyanın en büyük yatırımcısı olarak anılmaya başlayan Simons 25 milyar dolar
kazandı. Fakat geliştirdiği algoritma kendisi için bir “sır” olarak kaldı ve
asla toplumla paylaşılmadı.
NASIL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İSTİYORUZ?
Günümüzde müteşebbis bilim insanları
buluşlarını hemen ticarileştirmek, patent altına almak ve paraya çevirmek için
yarışıyorlar. Oysa daha yarım yüzyıl önce çocuk felci aşısını bulan Dr. Jonas
Salk, kendisine “Bu aşının patenti kime ait?” diye soran gazeteciye, “İnsanlara
derim. Bu aşının patenti yok” yanıtını vermiş ve eklemişti: “Güneşi
patentleyebilir misiniz”?
Salk, bugün üniversitelerde ellerine
imkan geçse güneşi dahi patentleyip, hiç gözlerini kırpmadan dünyayı
aydınlıktan mahrum bırakabilecek yüzbinlerce bilim insanı olduğunu ve bu
ahlaksızlığın toplumlar tarafından “doğal” karşılanıp, üstüne üstlük
ödüllendirildiğini görse ne düşünürdü acaba?
Dahası müteşebbis bilim insanları akademideki
yerlerini koruyor, hatta mütevelli heyetlerin “gözdeleri” olarak daha da
sağlamlaştırıyorlar. Böylece öğrencileri için de “rol model” olup, kendileri
gibi ahlaksız nesiller yetiştiriyorlar. Asistanlar hocalarından kürsüdeki
yerlerini korumak istiyorlarsa üniversiteye “para getirecek” işler yapmaları
gerektiğini öğreniyorlar.
2006 yılında Max Planck Cemiyeti
tarafından yürütülen bir araştırmada, buluşlarını patent altına alan her dört
bilim insanından birinin aynı zamanda kendi şirketini kurduğu bulunmuş. Muhtemelen
bu araştırma bugün yapılsa, oranın dörtte birden çok daha yüksek olduğu
görülecek. Nitekim bugün borsalarda müteşebbis bilim insanlarının adıyla
kurulmuş şirketlerin hisse senetleri satılıyor.
Yaşı müsait olanlar bilir, eskiden “tüccar
terzi” vardı. Yani sermayesi olan terzi kumaş satar, sonra da sattığı kumaştan
elbise diker, böylece daha çok kazanırdı. Artık tarihe karışan tüccar
terzilerin yerini günümüzde müteşebbis (tüccar) bilim insanları almış
görünüyor. Peki, biz böyle bir dünyada yaşamak istiyor muyuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder