Translate

15 Ekim 2022 Cumartesi

Bilimsel kapitalizm ve müteşebbis bilim insanları

 


New Left Review’un son sayısında Marco D’Eramo imzasıyla “Bilimsel Kapitalizm” başlıklı bir yazı yayınlandı. Kulakları bugüne kadar “bilimsel sosyalizm” terminolojisine aşina olanlar için gerçekten ilgi çekici bir başlık.

 

D’Eramo yazısında aslında hepimizin bilim dünyasında tanık olduğumuz kimi gelişmeleri ele alıyor, fakat bu gelişmeler “ayrı” bir başlık olarak ele alındığında oldukça farklı bir içeriğe bürünüyor ve bizi nasıl bir dünyada yaşamak istiyoruz sorusuna götürüyor.

 

MÜTEŞEBBİS BİLİM İNSANLARI

 

D’Eramo yazısına bu yıl fizik ve kimya dallarında Nobel ödülü alan altı bilim insanından dördünün “şirketi” bulunduğunu belirterek başlıyor ve bu bilim insanlarını “müteşebbis bilim insanı” olarak tanımlıyor.

 

Aslında müteşebbis bilim insanları sayıları çok az da olsa kapitalizmin erken yıllarında da var. Fakat D’Eramo günümüzde “müteşebbis bilim insanı” teriminde vurgunun veya belirleyici olanın “müteşebbislik” olduğunu ve “bilim insanlığının” artık yalnızca teşebbüsün alanını tanımladığını söylüyor.

 

Üniversitelerin uzun zamandır bilim insanlarını “müteşebbisliğe” özendirdiğini biliyoruz. “Üniversite – Sanayi İşbirliği” projeleri, bilim insanlarının “iş dünyasına” girmelerinde büyük rol oynadı. Üniversitelerin kamusal kaynaklara erişimin hızla azalmasıyla bilim insanlarına “risk sermayesinin” (venture capital) iştahını kabartacak alanlara yönelmelerini tavsiye ettiğini bilmeyen kalmadı.

 

Yalnızca üniversitelerin değil, Nobel jürisinin de değerlendirmelerinde “sermayenin” ilgisini çekebilecek çalışmalara öncelik verdiğini söyleyen D’Eramo, bu yılki fizik ve kimya alanlarında verilen ödülleri bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyor.

 

MERAK DEĞİL, ŞİRKETİN İHTİYACI

 

Geçmişte bilim insanlarının araştırma yapmaktaki güdüsü “merak” iken (bilim merakla başlar), günümüzde merakın yerini “kâr güdüsü” veya “şirket ihtiyaçları” aldı. D’Eramo bu durumu 2022 Nobel fizik ve kimya ödülü alan bilim insanlarını örnek vererek anlatıyor.

 

2022 Nobel Fizik Ödülü'nü “kuantum mekanikleri” konusundaki çalışma kazanıyor. Bu “yatırımcıları” heyecanlandıran bir çalışma, çünkü kuantum bilgisayarlarına giden yolda önemli bir dönemeç oluşturuyor. Kendileri de “piyasanın” içinde olan “girişimci fizikçiler” (ödül alan üç fizikçiden ikisinin kendi şirketleri var), araştırmalarının neye hizmet ettiğinin bilincindeler ve araştırmalarını zaten kendi “işlerini” geliştirmek için yapıyorlar.

 

2022 Nobel Kimya Ödülü yeni moleküller bir araya getirmek üzere geliştirilen yeni bir yöntem için veriliyor. Bu ödülü paylaşan kimyacılardan ikisinin de kendi şirketleri var. Biri 2019 yılında Betamab Therapeutics şirketinin ortağı olmuş ve diğeri yıllarca GlaxoSmithKline ve Eli Lilly gibi dev ilaç şirketlerinin bilim kurullarında görev almış. Bu “girişimci kimyagerlerin” buluşlarının da uygulanma alanları hazır.

 

Kuşkusuz müteşebbis bilim insanlarına en çok rastladığımız diğer alanlar, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılmasıyla sermaye birikimine açılan biyoloji ve biyoteknoloji oldu. D’Eramo bu alanda çok meşhur bir örnek sunuyor: 2020 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü alan mikrobiyolog Emanuelle Charpentier ve biyokimyacı Jennifer Doudna.

 

Charpentier ilk biyoteknoloji şirketini 2013 ve ikincisini 2014 yılında kuruyor. Doudna ise Caribou Biosciences şirketini 2011, Editas Medicine şirketini 2013, Intellia Technologies şirketini 2014 ve Mammoth Biosciences şirketini 2017 yılında kuruyor.

 

D’Eramo bu örneklerde dikkatimizi şuna çekmeye çalışıyor: müteşebbis bilim insanlarının hiçbiri önce bir buluş yapıp, daha sonra bu buluşunu iş hayatında değerlendirmiyorlar. Müteşebbis bilim insanları zaten iş hayatı içindeler ve bilimsel araştırmalarını iş hayatının gereksinimleri belirliyor.

 

Oysa buluşlarını patent altına alan ve milyoner bir bilim insanı olarak ölen biyolog Louis Pasteur’de durum tam tersiydi. Pasteur “önce” laboratuvarında çalışan bir bilim insanı. Çalışmaları sırasında sütü pastörize etmek için bir yöntem geliştiriyor, daha sonra bu yöntemin patentini alıyor. Yani Pasteur zaten süt işine girmiş ve sütün raf ömrünü uzatmak için araştırmalar yapan bir bilim insanı değil.

 

Bu örneklerden yola çıkan D’Eramo, eskiden paranın bilimsel araştırmanın bir “yan ürünü” olduğunu, bugün ise “ana amacı” haline geldiğini söylüyor. Oysa bir bilim insanı para için bilim üretmeye başladığında, ürettiği şey artık bilim olmaktan çıkıyor. Bunun en kötü örneği de Jim Simons’dur.

 

Quantum fiziği alanında ödül almış buluşları olan dünyaca ünlü matematikçi Jim Simons, 1982 yılında mali piyasaların yetersizliklerinden fayda sağlayan bir yatırım algoritması geliştirdi ve Renaissance Technologies isimli bir şirket kurdu. Kısa sürede dünyanın en büyük yatırımcısı olarak anılmaya başlayan Simons 25 milyar dolar kazandı. Fakat geliştirdiği algoritma kendisi için bir “sır” olarak kaldı ve asla toplumla paylaşılmadı.

 

NASIL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İSTİYORUZ?

 

Günümüzde müteşebbis bilim insanları buluşlarını hemen ticarileştirmek, patent altına almak ve paraya çevirmek için yarışıyorlar. Oysa daha yarım yüzyıl önce çocuk felci aşısını bulan Dr. Jonas Salk, kendisine “Bu aşının patenti kime ait?” diye soran gazeteciye, “İnsanlara derim. Bu aşının patenti yok” yanıtını vermiş ve eklemişti: “Güneşi patentleyebilir misiniz”?

 

Salk, bugün üniversitelerde ellerine imkan geçse güneşi dahi patentleyip, hiç gözlerini kırpmadan dünyayı aydınlıktan mahrum bırakabilecek yüzbinlerce bilim insanı olduğunu ve bu ahlaksızlığın toplumlar tarafından “doğal” karşılanıp, üstüne üstlük ödüllendirildiğini görse ne düşünürdü acaba?

 

Dahası müteşebbis bilim insanları akademideki yerlerini koruyor, hatta mütevelli heyetlerin “gözdeleri” olarak daha da sağlamlaştırıyorlar. Böylece öğrencileri için de “rol model” olup, kendileri gibi ahlaksız nesiller yetiştiriyorlar. Asistanlar hocalarından kürsüdeki yerlerini korumak istiyorlarsa üniversiteye “para getirecek” işler yapmaları gerektiğini öğreniyorlar.

 

2006 yılında Max Planck Cemiyeti tarafından yürütülen bir araştırmada, buluşlarını patent altına alan her dört bilim insanından birinin aynı zamanda kendi şirketini kurduğu bulunmuş. Muhtemelen bu araştırma bugün yapılsa, oranın dörtte birden çok daha yüksek olduğu görülecek. Nitekim bugün borsalarda müteşebbis bilim insanlarının adıyla kurulmuş şirketlerin hisse senetleri satılıyor.

 

Yaşı müsait olanlar bilir, eskiden “tüccar terzi” vardı. Yani sermayesi olan terzi kumaş satar, sonra da sattığı kumaştan elbise diker, böylece daha çok kazanırdı. Artık tarihe karışan tüccar terzilerin yerini günümüzde müteşebbis (tüccar) bilim insanları almış görünüyor. Peki, biz böyle bir dünyada yaşamak istiyor muyuz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder