Translate

10 Ocak 2023 Salı

Çin sıfır vaka politikasını terk etti

 


Çin üç yıldır devam eden karantina tedbirlerinin bir ögesi olan yurtdışı seyahat kısıtlamalarını kaldırarak sınırlarını açtı. Bu tutum Çin’in “sıfır vaka” politikasını terk ederek, ABD ve Avrupa ülkelerinde yaygın olan “COVID ile birlikte yaşamak” politikasını benimsemesi anlamına geliyor. Diğer bir deyişle Çin de “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” kervanına katıldı.

 

ÇİN’İN KARANTİNA TEDBİRLERİ BAŞINDAN BERİ TEPKİ UYANDIRMIŞTI

 

Pandeminin ilk günleriydi. Çin daha Ocak 2000’de COVID 19 salgınını kontrol altına alabilmek için bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede bilinen en eski ve en etkili tedbiri yürürlüğe koyuyordu: “karantina”.

 

Karantina tedbiri iki ögeden oluşuyor: hastaların tespit edilerek izole edilmesi ve temaslıların (şüphelilerin) karantina altına alınmaları. Çin bu amaçla salgının merkezi Wuhan ve çevresinde 56 milyon insanı etkileyen tedbirler alıyordu.

 

Şehirlere giriş ve çıkışlar yasaklanıyor, ulaşım hizmetleri durduruluyor, okullar ve üretimleri yaşamsal olmayan işyerleri kapatılıyor, Çin yeni yılı etkinlikleri askıya alınıyor. İnsanlar evlerinde kalmaya teşvik ediliyordu.

 

Çin’in aldığı karantina tedbirleri “kapitalist” dünyada şok etkisi yaratmıştı. Çünkü tarihteki deneyimlerden de bilindiği gibi karantina demek, üretim ve ticaretin dolayısıyla “sermaye birikiminin” sekteye uğraması anlamına geliyordu.

 

Çin’in uygulamaya koyduğu tedbirlerin kapitalist dünyada benimsenmesinin önüne geçmek amacıyla başta ABD olmak üzere birçok kapitalist merkezde “besleme” akademisyenler sahaya indirildi ve karantina tedbirlerine karşı “her ne pahasına olursa olsun üretim (ve ticaret) sürmeli” sloganıyla bir savaş açıldı.

 

EZBER BOZAN BİLİM İNSANLARI

 

Bu bağlamda ilk olarak, Çin’de karantina tedbirlerinin alınmasından yalnızca “beş gün” sonra, 27 Ocak 2020 tarihinde sermayenin en etkili seslerinden The New York Times gazetesinde Michigan Üniversitesi’nden Tıp Tarihi profesörü Howard Markel tarafından kaleme alınan “Will the Largest Quarantine in History Just Make Things Worse? - The dirty history behind isolating the sick” başlıklı bir yazı yayınlandı.

 

Markel yazısında yüzlerce yıldır etkinliği bilinen ve sayısız örneklerle kanıtlanmış olan karantina tedbirlerini sorguluyor, Çin’in aldığı tedbirlerin hastalığın kontrol altına alınmasını sağlamayacağını, aksine salgının yayılmasına katkıda bulunabileceğini savunuyordu. Hani post – modern tabirle “ezber bozuyordu” diyebiliriz.

 

Markel Çin yetkililerinin kendilerini “karantina tedbirleri almasaydık vaka sayısı çok daha fazla olacaktı” diye savunabileceklerini, fakat bunun “negatif” bir iddia olduğunu ve kanıtlanmasının asla mümkün olmadığını söylüyordu.

 

Karantina yasasının ilk kez 1370 yılında Venedik’te yürürlüğe konduğunu belirten Markel, veba salgınını kontrol altına almak için ticari gemilerin 40 gün açıkta bekletildiğini, fakat bu tedbirin salgının kontrol altına alınmasında ne kadar “etkili” olduğunun asla araştırılmadığını ve sonraki salgınlarda yinelendiğini iddia etti.

 

Tarihte karantina tedbirleri kullanılarak azınlıklara ve yoksullara “ayrımcılık” yapıldığını savunan Markel, 2009 yılında Meksika’da H1N1 grip salgınında alınan karantina tedbirlerinin yeni vakaları önlemesine rağmen, “sosyal ve ekonomik maliyeti” nedeniyle 18 gün sonra terk edildiğini savundu.

 

ÇİN’DE KARANTİNA TEDBİRLERİ BÜYÜK BİR BAŞARI ELDE ETTİ

 

Çin karantina tedbirleri sayesinde birkaç ay içinde vaka sayılarını günde 100’ün indirdi ve Nisan ortalarından itibaren COVID 19 nedeniyle ölümler durduruldu. Oysa “ezber bozan” ve karantina tedbirleri almamakta ısrar eden ülkelerde vaka ve ölümler zaman zaman “pikler” yaparak günümüze kadar çok yüksek rakamlarda seyretti.

 

Karantina tedbirlerine başından beri karşı çıkan ileri kapitalist ülkelere baktığımızda, 330 milyon nüfuslu ABD’de bugüne kadar her 3 kişiden birinin enfekte olduğunu ve ezici çoğunluğu emekçiler olmak üzere 1 milyon 121 binden fazla insanın yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Yine Fransa’da nüfusun yarısından fazlası, Almanya’da yarısına yakını enfekte oldular.

 

Ölümlerde de karantina tedbirleri almamakta ısrar eden ülkeler başı çekti. Ölümlerde bir milyonda 3.349 ölümle ileri kapitalist ülkeler arasında ilk sırayı alan ABD’yi, 3.227 ölümle Brezilya, 2.485 ölümle Fransa ve 1.943 ölümle Almanya izledi. Çok sayıda bilimsel araştırma ölenlerin tamamına yakın bir çoğunluğunun toplumların yoksul ve emekçi kesimlerinden olduğunu ortaya koydu.

 

Salgının başından itibaren veri paylaşmamakta ısrar eden Türkiye’deki gerçek vaka ve ölüm sayılarını maalesef bilmiyoruz ve muhtemelen asla öğrenemeyeceğiz. Zaman zaman yarım – yamalak da olsa uygulanan karantina tedbirleri sayesinde muhtemelen durumumuz ABD veya Brezilya’da olduğu kadar kötü değil fakat açıklanan rakamların “kat kat” üzerinde olduğu da hemen herkes tarafından paylaşılan bir öngörü.

 

ÇİN KARANTİNA TEDBİRLERİNİ NEDEN TERK ETTİ?

 

Çin’de uygulanan karantina tedbirleri, sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmediği için özellikle emekçi kesimler arasında büyük hoşnutsuzluk yaratıyordu. Kapanma dönemlerinde emekçiler, özellikle gündelik kazançlarla yaşamlarını sürdüren kesimler hastalıktan korunuyor fakat “açlıktan” ölüme mahkum ediliyorlardı.

 

Türkiye’de de yarım – yamalak “kapanma” dönemlerinde benzer bir durum yaşanmıştı. Hükumet işverenlerin, özellikle büyük burjuvazinin kapanma kaynaklı bütün kayıplarını cömertçe karşılarken, emekçilerin büyük bir bölümü Çin’de olduğu gibi kaderlerine terk edildi. Uzaktan çalışma gibi teşviklerden emekçilerin yalnızca sosyoekonomik bakımdan en üst katmanı yararlanabildi.

 

Daha önceki kitlesel kapanmalarda çok zor zamanlar yaşayan Çinli emekçiler, geçtiğimiz aylarda vaka sayılarının artması üzerine Çin yetkililerinin yine sosyal ve ekonomik tedbirler almaksızın kapanmaya gitmesine isyan ettiler ve birçok kentte yaygın eylemler başladı. Kuşkusuz bu eylemler “uzaktan” bakıldığında karantina tedbirlerine karşı yapılıyor gibi görünüyordu, fakat Çinli emekçiler aslında karantina tedbirlerine değil, bu tedbirlerin sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmemesine karşı çıkıyorlardı.

 

Sonunda eylemlerin önünü alamayan Çin hükumeti Aralık 2022’de başta Şanghay olmak üzere birçok ilde karantina tedbirlerini kaldırdı ve Guangzhou'nun Kanton Kulesi'nden ışıklarla "Herkes öncelikli olarak kendi sağlığından sorumludur" mesajı yayınlanarak artık “her koyun kendi bacağından” politikasına geçildiği ilan edildi.

 

Çin’in karantina tedbirlerini kaldırmasının “insan” maliyetini, “COVID ile birlikte yaşamak” politikasının benimsenmesinin kaç Çinli emekçinin yaşamına mal olacağını da asla öğrenemeyeceğiz, çünkü Çin yeni politikasının bir parçası olarak veri bildirim sistemini de değiştirdi ve COVID 19 nedenli ölümlerin takibini olanaksız hale getirdi       

 

PANDEMİ SÜRÜYOR

 

Pandemi bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede yüzlerce yıllık birikimin ürünü olan bilimsel tedbirler alınmadığı, alınan tedbirler gerektiği gibi uygulanmadığı için zaman zaman pikler yaparak ve yeni varyantlar üreterek devam ediyor. Aşının en iyi uygulandığı ülkelerde dahi özellikle hatırlatma dozları bakımından yeterli düzeye erişemediğini biliyoruz. Fakat daha da korkunç olanı aşı uygulamasının başlaması üzerinden 2 yıl geçmiş olmasına rağmen hala yeryüzünde tek doz aşı olamamış milyonlar olması.

 

Sermayenin salgın nedeniyle sermaye birikimi ve artık değer sömürüsü sekteye uğramadıkça pandemiye karşı etkili tedbirler alınmasını istemediğini biliyoruz. Emek cephesi ise son örneğini Çin’de gördüğümüz gibi tam bir “teslimiyet” içinde ve sermayenin hükumetlerin kapanma tedbirini sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklemesine izin vermeyeceklerini bildikleri için kapanmaya sermaye gibi karşı duruyor.

 

Elbette bunda emekçilere önderlik, öncülük etmeleri beklenen sol siyasi yapıların, sendikaların, meslek örgütlerinin ve diğer emek örgütlerinin de emekçileri sermaye karşısında bilinçlendirememelerinin, örgütleyip mücadeleye sevk edememelerinin de büyük payı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder