CDC, ABD’nin Sağlık Bakanlığı altında faaliyet gösteren federal bir halk sağlığı kurumu olan Centers for Disease Control and Prevention (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri) örgütünün adının ilk harflerinden oluşan bir kısaltmadır. Örgütün internet sitesinde yer alan vizyon ve misyon ifadelerine baktığımızda, kendisini yurtta ve dünyada Amerikalıların sağlığının koruyucusu olarak gördüğünü anlıyoruz. 1946 yılında kurulan örgüt, COVID 19 pandemisine kadar ABD’de ve dünyada halk sağlığı alanında oldukça saygın bir yere sahipti. Ancak 2020 yılında patlak veren pandemi karşısında sergilediği kötü performans ile içeride ve dışarıda bütün itibarını yitirdi.
CDC ÜZERİNDE KARA BULUTLAR
Aslında kara bulutların CDC üzerinde
toplanmaya başlaması Donald Trump’ın başkan seçilmesine dayanıyor. Trump
tarafından 2017 yılında CDC’nin başına getirilen Brenda Fitzgerald’ın göreve
geldikten bir ay sonra Japon Tobacco şirketinin hisselerini satın aldığının
ortaya çıkması büyük bir skandala neden olmuştu. Fitzgerald istifa etmek
zorunda kalınca Trump yerine Robert Ray Redfield’ı getirmişti.
ABD COVID 19 pandemisine Redfield
CDC’nin başındayken yakalandı. Redfield ilk olarak Çin CDC Başkanı tarafından kendisine
8 Ocak 2020’de SARS-CoV-2’nin (COVID 19’a neden olan virüs) insandan insana
geçebileceğini söylemesine rağmen, bu bilgiyi kamuoyundan gizleyerek kurumun
güvenilirliğine gölge düşürdü (1).
ABD’de ilk COVID 19 tanısı 20 Ocak
2020’de kondu. CDC, Trump’ın virüsün “Şubat içinde” kontrol altına alınacağı
yönündeki beyanatları karşısında sessiz kaldı. Oysa bunun olanaksız olduğunu
değil tıp veya halk sağlığı, lise düzeyinde biyoloji bilgisi olan herkes tahmin
edebilirdi.
Bu sırada ABD’de kullanılan test
kitlerinin CDC laboratuvarlarında kontamine olduğu ve işe yaramadığının ortaya
çıkması şimşekleri tekrar CDC üzerine çekti. ABD Şubat sonuna kadar, CDC’nin test
kitlerinin üretiminde uyulması gerekli protokolleri ihmal etmesi nedeniyle, etkin
bir test kampanyası yürütemedi.
Redfield 2 Mart 2020’de Kongre’ye
test skandalı üzerine ifade vermeye çağırıldığında “sistemin günün
ihtiyaçlarına yanıt veremediğini” söyledi. Bu ifadenin kabul edilebilmesi
olanaksızdı çünkü CDC’nin yıllardır böyle bir pandemi için hazırlandığını
herkes biliyordu. Sadece son 20 yılda karşılaşılan pandemiler dahi Redfield’ı
yalanlıyordu.
Başlangıçta Trump gibi maske takmanın
anlamsız olduğunu savunan Redfield, 14 Temmuz 2020’de herkesin maske takması
durumunda 4 – 8 hafta içinde salgının kontrol altına alınabileceğini duyurdu. Fakat
Redfield bunu yaparken bütün bilim dünyasını hayretler içinde bırakarak, maskenin
aşıdan “daha etkili” olduğunu savunuyordu.
CDC GÖZDEN DÜŞÜYOR
Aralık 2021’de izolasyon süresinin bilime
gözler kapatılarak, sermayenin talepleri doğrultusunda beş güne indirilmesi ve
aşılılar ile maske takanlara karantinanın kaldırılması bardağı taşıran son
damla oldu ve Redfield halk sağlığı camiasında CDC tarihindeki en kötü yönetici
olarak anılmaya başlandı. Bu olayı Yurtseverlik.com web sitesinde yayınlanan “Kapitalizmde
bilimi şirketler yönlendirir” başlıklı yazımızda detaylı olarak
aktarmıştık.
Artık dürüst bilim insanları CDC’ye
güvenlerini yitirmiş, yeni arayışlar içine girmişlerdi. Bu ortamda New York’ta
The New School for Social Science akademisyenlerinden sosyal psikiyatrist Mindy
Thompson Fullilove, ABD’de ilerici halk sağlıkçıların örgütlediği The Spirit of
1848 (1848 Ruhu) grubuna, halkı bilimin ışığında bilgilendirecek bir “Halkın
CDC’si” oluşturmayı önerdi (2).
Öneri sadece halk sağlıkçılar
arasında değil, Amerikalı aydın ve sanatçılar arasında da geniş yankı buldu ve Halkın
CDC’si 2022 Nisan’ında The Guardian gazetesinde bir manifesto yayınladı.
Manifesto’da CDC’nin pandemiyi sermayenin
çıkarları doğrultusunda yöneterek halkı salgın konusunda yanlış bilgilendirdiği
ifade edilerek, Halkın CDC’sinin topluma gerçekleri ulaştıracağı sözü verildi.
Daha sonra Halkın CDC’si çeşitli araçlarla kamuoyuna ulaşarak, ABD hükumetinin
pandeminin bittiği yönündeki beyanlarına inanılmaması gerektiğini ifade ederek,
halkı aşı yaptırmaya ve kapalı alanlarda maske kullanmaya davet etti.
Böylesi radikal bir girişimin ABD’de ortaya
çıkması tesadüf değil kuşkusuz. ABD yeryüzünde COVID 19 pandemisinde en çok
kayıp veren ülkelerin başında geliyor. Bugüne kadar 100 milyondan fazla ABD
vatandaşına COVID 19 tanısı kondu ve bunlardan 1 milyon 118 bin 478’i yaşamını
yitirdi. ABD hükumetinin pandeminin sona erdiğini ilan etmesi üzerinden uzun
bir süre geçmesine rağmen daha dün 4.975 yeni vaka tespit edildi ve 37
Amerikalı yaşamını yitirdi.
KAPİTALİST TIP SORGULANIYOR
Kuşkusuz bu gelişmeler kapitalist
toplumlarda örgütlenen tıbbın ve sağlık hizmetlerinin yeniden sorgulanmasını da
beraberinde getirdi. Kapitalist toplumlarda tıp ve sağlık hizmeti de hayatın
bütün diğer alanlarında olduğu gibi sermaye birikiminin gereksinimleri
doğrultusunda örgütleniyor ve bu durum pandemi gibi, yetersiz beslenme gibi, işçi
cinayetleri gibi, trafik kazaları veya çevre felaketleri gibi birçok sorunda
apaçık ortaya çıkıyordu.
Sorun halkın sağlık
gereksinimleriyle, sermaye birikiminin gereksinimlerinin “uzlaşmaz” bir çelişki
içinde olmasından kaynaklanıyordu ve kapitalizm sınırları içinde çözümü
olanaksızdı. İlerici Amerikalı bilim insanları bu gerçeği görmüş ve halk
sağlığı alanında iktidardan “bağımsız” bir CDC örgütlemişlerdi.
Sermayenin pandemi sürecinde ağzına
sakız ettiği ve maalesef emek örgütlerinin de yeterince itiraz etmediği “her ne
pahasına olursa olsun çarklar dönecek” sloganı, bugüne kadar en az 1 milyon
Amerikalının yaşamına mal olmuştu. Yaşamını yitiren bu 1 milyon Amerikalının
ezici çoğunluğunun salgın karşısında tamamen savunması bırakılan Amerikalı
işçiler ve emekçiler olduğu birçok bilimsel çalışmayla gösterilmişti (3).
Aslında Jean Paul Sartre, daha
1970’lerin başlarında Sosyalist Hastalar Kolektifi (Socialist Patients'
Collective) tarafından yayınlanan “Hastalığı Silaha Çevir” (Turn Illness into a
Weapon) başlıklı kitaba yazdığı önsözde, emek gücünü metaya çeviren kapitalist
toplumda tıbbın amacının hastaları “iyileştirmek” değil, yeniden çalışabilir
hale getirmek olduğunu söylüyordu.
Dolayısıyla salgın üretimi aksatacak,
sermaye birikimini sekteye uğratacak noktaya gelmediği sürece sermaye açısından
sorun değildi. Yedek işçi ordusu pandemi nedeniyle yaşamını yitiren emekçilerin
yerini doldurabildiği sürece, sermaye birikimini sekteye uğratabilecek herhangi
bir halk sağlığı tedbiri anlamsızdı. En iyisi pandeminin sona erdiğini ilan
etmek, “normal” yaşama dönmek ve düzeni eskisi gibi sürdürmekti.
HALKIN CDC’Sİ BİR UMUT IŞIĞI OLABİLİR Mİ?
Henüz bir yıllık bir geçmişi olmasına
rağmen Halkın CDC’sinin ABD’de büyük bir ilgi gördüğünü, çok sayıda bilim
insanı ve hekimin “gönüllü” olarak örgütün çalışmalarına katıldığını ve şimdiye
kadar düzenlenen etkinliklere çok sayıda Amerikalının katıldığını biliyoruz.
Ancak sorun hareketin bir türlü ABD
sınıf hareketiyle buluşamaması ve bir “aydın hareketi” sınırını aşamaması. ABD’de
de emek örgütleri, sol ve sosyalist örgütler sermayenin “çarklar her ne
pahasına olursa olsun dönecek” politikası karşısında Türkiye’de ve dünyanın
başka coğrafyalarında olduğu gibi tam bir teslimiyet içinde. Şüphesiz bu durum
solun 1970’li yıllarda içine düştüğü ideolojik – politik bunalımı bir türlü
aşamamasıyla doğrudan ilişkili.
Buna rağmen Halkın CDC’si yılmadan,
usanmadan Amerikalı emekçilere ulaşmaya ve onları pandemi konusunda doğru
bilgilendirmeye çabalıyor. Bu çabaların er veya geç emekçiler arasında bir
karşılık bulacağına ve emekçilerin kendi sağlıklarını kendi ellerine almak için
yeniden örgütleneceklerine ve mücadeleye gireceklerine inanıyorlar.
NOTLAR
1. Buckley, C. (2020). 25 Days That
Changed the World: How Covid-19 Slipped China's Grasp. The New York Times (December
30, 2020).
2. 1848 Ruhu, 1997 yılında Amerikan
Halk Sağlığı Birliği (APHA) içinde ilerici halk sağlıkçılar tarafından, Rudolf
Virchow’un “toplumcu tıbbın” ilk manifestosu olan Yukarı Silezya Tifüs Salgını
Raporu’na atıfla oluşturulmuş bir kuruldur (http://www.spiritof1848.org/).
3. http://www.isigmeclisi.org/20441-isci-sinifi-olumlerin-hesabini-soracak-mi-akif-akalin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder