1980’li yıllardan sonra liberal
ideolojinin etkisi altına giren sol, bugün genelde sağlık ve özelde işçi
sağlığı ve iş güvenliği sorunlarında, 1970’lerde kıyasıya eleştirdiği sermaye
güdümlü “teknik çözümleri” benimsiyor. Siyasi yelpazenin solunda yer
aldıklarını, emekten yana olduklarını ifade eden siyasi partiler, emek
örgütleri ve meslek kuruluşları, bugün işçi sağlığı alanında 1970’li yıllarda
savundukları fikirlerin çok uzağına düştüler.
1970’li yıllarda sol, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının “siyasal” olduğunu ve teknik düzenlemelerle çözülemeyeceğini savunuyordu. Diğer bir deyişle 1970’li yıllarda sol, sağlığa ve işçi sağlığına “sınıfsal” bir yaklaşım benimsiyordu. 1980’li yıllardan sonra solun “sınıftan” ve dolayısıyla sorunlara “sınıfsal yaklaşımlardan” uzaklaşması, liberal ideoloji etkisinde “kimlik” siyasetine yönelmesi, bugünlere gelen yolların taşlarını döşedi.
BİRİNCİ ULUSAL İŞÇİ SAĞLIĞI KONGRESİ
1970’li yıllarda solun işçi sağlığına
nasıl bir yaklaşım benimsediğini, 1978 yılında Türk Tabipleri Birliği
tarafından düzenlenen “Birinci Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi” metinlerinde ve
1979 yılında DİSK tarafından yayınlanan “Daha fazla kâr, daha fazla kan” başlıklı
işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimi broşüründe apaçık görmek mümkündür.
1960’lı yıllarda Türkiye’de sınıf
mücadelesinin ivme kazanmasıyla birlikte hekimler arasındaki ilerici unsurlar Türk
Tabipleri Birliği’ni (TTB) yükselen sınıf mücadelesinde bir mevzi olarak
görerek, bu örgütün yönetimine gelmek için çaba göstermeye başladılar. Büyük
illerin Tabip Odaları’nda örgütlenen ilerici hekimler, kısa sürede TTB içinde
çoğunluğu elde ettiler.
Sınıf mücadelesinin keskinleştiği 1970’li
yılların sonlarına doğru TTB işçi sınıfının yanında yer alarak, bütün
olanaklarıyla işçi sınıfının mücadelesine omuz vermeye başladı. TTB’nin bu
alandaki en önemli etkinliği, 1978 yılında düzenlediği 1. Ulusal İşçi Sağlığı
Kongresi oldu.
Kongre’nin açılışında DİSK adına
konuşan DİSK Başkan vekili Rıza Güven, işçi sağlığı ve iş güvenliği
tedbirlerinin işçilerin “yaşam ve çalışma koşullarının tehlikelerden
arındırılması” üzerine inşa edilmesi gerektiğini söylüyordu. Üretim süreçleri
işçilerin ve üretim dışında kalan toplum kesimlerinin sağlığı gözetilerek örgütlenmeliydi.
Günümüzde solun işçi sağlığına bu
“kapsamlı” bakıştan yoksun olduğunu, özellikle üretim etkinliklerinin “üretim
dışında kalan” kesimler üzerindeki sağlık etkilerini “çevre hareketlerine”
bıraktıklarını görüyoruz.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğini
“gerçek anlamda bir siyasal sorun, düzen sorunu” olarak gören Rıza Güven,
sorunun “en genel anlamıyla üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının
özel mülkiyeti arasındaki çelişkinin ortadan kalkacağı sosyalist bir düzende”
çözümleneceğini söylüyordu.
Günümüzde sol bu “retoriği” koruyor
görünse de, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarında “teknik” çözümlere vurgu
yaparak, meselenin siyasal boyutuna yeterince dikkat çekmiyor. Bu durum solun
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki “taleplerinde” gözlenebilir.
Kongreye katılarak bildiriler sunan
Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Emekçi Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ve
İlerici Gençler Derneği veya İlerici Kadınlar Derneği gibi “yasal” örgütler
aracılığıyla temsil edilen yasadışı Türkiye Komünist Partisi, işçi sağlığı ve
iş güvenliği mücadelesinin, “sınıf mücadelesinin” önemli bir bileşeni olduğunu
ifade ediyorlardı.
DAHA FAZLA KÂR, DAHA FAZLA KAN
DİSK Eğitim Dairesi tarafından
hazırlanan ve işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimlerinde kullanılmak amacıyla
yayınlanan “Daha fazla kâr, daha fazla kan” broşürü, Türkiye’de sendikaların
işçi sağlığına “sınıfsal” yaklaşımının ilk örneklerindendir.
Broşürün adı dahi sorunun “sınıfsal”
boyutuna apaçık atıf yapmaktadır. DİSK broşürde, iş kazaları ve meslek
hastalıklarını önlemeye yönelik alınacak tedbirler (harcamalar) ile sermayenin
(işverenin) kar dürtüsünün çelişki içinde olduğunu ifade etmektedir. Gerçekten
de işçi sağlığı sorununun özünü bu “uzlaşmaz” çelişki oluşturmaktadır.
DİSK “Daha fazla kâr, daha fazla kan”
broşüründe işçi sağlığına sınıfsal yaklaşımını daha ilk sayfalarında iş
kazaları ve meslek hastalıklarını bir “iç savaş” olarak tanımlayarak perçinler.
Bu iç savaşın tarafları vardır: işverenler ve işçiler. O halde sendikalar işçi
sağlığı ve iş güvenliği alanında işverenlerle “birlikte” değil, işverenlere
“karşı” faaliyet gösterebilirler.
Yine DİSK broşürde emekçi ölümlerini iş
kazaları adı altında gizlenen “iş cinayetleri” olarak tanımlamakta, “iş kazaları
ve meslek hastalıkları kader değildir, alınyazısı değildir… sömürü ve baskı
düzeninin sonuçlarıdır” demektedir.
DİSK işçi sağlığı ve iş güvenliği
sorununun üretim güçlerinin gelişiminden, üretim ilişkilerinden, özellikle
üretim araçlarının özel mülkiyetinden, kısacası üretim biçimlerinden ayrı ele alınamayacağını,
dolayısıyla “salt doktorları ilgilendiren, salt teknik önlemlerle çözülebilecek
bir sorun” olmadığını, “siyasal iktidar sorunu” olduğunu vurgulamaktadır.
Broşürde yer alan şu paragraf, 1979
Türkiye’sinde DİSK yönetiminin işçi sağlığına ne kadar bilinçli veya sınıf
bilinciyle yaklaştığının en somut göstergesidir:
“İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorunu
genel olarak tüm sağlık sorunları ile, üretim teknolojileri ile, geri kalmış
bir ülkeye ithal edilen teknolojinin o ülke işçilerine ve çevreye uygunluğu
sorunu ile, üretilen malların sağlığa aykırı olup olmaması ile, işçinin ve ailesinin
yaşama koşulları ile (beslenme, giyinme, barınma, ısınma, dinlenme, eğitim,
kültürel gereksinmeler), çevre kirlenmesi, hukuk sorunları, gelir bölüşümü,
işsizlik, sosyal güvenlik, kadın ve genç işçilerin sorunları ile iç içe ele
alınması gereken çok yönlü bir sorundur”.
DİSK’in hastalıkların “etiyolojisine”
(nedenlerine) yaklaşımı da, Friedrich Engels tarafından 1845 yılında yayınlanan
İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabında tanımlanan ve Rudolf Virchow’un
1848 yılında Yukarı Silezya Tifüs Salgını Raporu’nda geliştirdiği toplumcu tıp
yaklaşımına uyar:
“Kapitalist sınıfın kâr dürtüsü ile
giriştiği sömürüyü arttırıcı yöntemler iş kazalarını ve meslek hastalıklarını
artıran, işçilerin sağlığını bozan etkenlerin başında gelir”.
Tıpta “teşhis tedavinin yarısıdır”
diye bir deyiş vardır. DİSK’in işçilerin sağlık sorunlarının altında yatan asıl
nedeni bu şekilde doğru tanımlaması (teşhis etmesi), bu sorunların çözümü için
doğru politikalar benimsemesini kolaylaştırmıştır.
Nitekim Broşürün “Temel amaç sorunun
sonuçlarını değil, nedenlerini ortadan kaldırmaktır” başlıklı 9. Bölüm’ünde
DİSK, işçi sağlığı sorunlarının çözümünün “sosyalist” bir düzen olduğu açıkça
ifade edilmektedir. Yine DİSK Broşürün sonunda “işçi sağlığı mücadelesi, bağımsızlık,
demokrasi ve sosyalizm mücadelemizin bir parçasıdır” demektedir.
1978 – 1980 döneminde, iki yıl içinde
DİSK’e bağlı sendikalar ile işverenler arasında imzalanan imzalanan 200’den
fazla toplu iş sözleşmesinde, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili maddeler
yer almıştır. DİSK bu dönemde “yalnız” işçi sağlığı sorunları üzerinden “greve
gitmenin” meşru olduğunu savunmuştur.
İŞÇİ SAĞLIĞINA YANLIŞ YAKLAŞIMLAR
DİSK “Daha fazla kâr, daha fazla kan”
broşüründe Türkiye’de işçi sağlığı ve iş güvenliği sorununa yaklaşımda iki
“yanlış” eğilime dikkat çekiyor:
“İşçi sağlığı ve iş güvenliğine
ilişkin birinci yanlış eğilim, sorunu genellikle iş kazaları ile sınırlamaktır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorununa ilişkin ikinci yanlış eğilim bu sorunu
yalnızca işyerleri sınırları içinde, yalnızca çalışma koşulları açısından ele
almaktır”.
Son yıllarda Türkiye’de solun “meslek
hastalıkları” konusunda 1970’lere göre daha bilinçli olduğunu söyleyebiliriz
(kuşkusuz hala çok yetersiz), fakat günümüzde de sol literatürde işçi sağlığı
sorunları arasında iş kazaları öne çıkartılıyor. Oysa iş kazalarında yaşamını
yitiren işçilerden çok daha fazlası “sessizce” meslek hastalıkları nedeniyle
yaşamını kaybediyor.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği
sorunları içinde iş kazaları sadece buzdağının su üzerinde kalan kısmını ifade
ediyor. Asıl sorun buzdağının su altında kalan kısmı, yani meslek
hastalıklarıdır. Her yıl meslek hastalıkları nedeniyle iş kazalarında yaşamını
yitiren işçilerden çok daha fazlası yaşamını yitiriyor veya iş göremez hale
geliyor. Ancak solun buzdağının görünmeyen kısmını görünür hale getirmek için
yeterli çaba gösterdiği söylenemez. Sol mücadelesini daha çok iş kazaları
üzerinden sürdürüyor.
Diğer yandan işçi sağlığı ve iş güvenliği
sorunu sol literatürde daha çok “yalnızca” çalışma koşulları açısından ele
alınmaya devam ediliyor. Oysa örneğin
“çevre” sorunlarının işçi sağlığından ayrı ele alınabilmesi olanaksızdır.
İşçinin içinde yaşadığı çevrenin işçinin sağlığı üzerine dolaysız etkileri
vardır ve işçi bu etkilere “işçi” olduğu için toplumun diğer kesimlerinden
orantısız biçimde daha fazla maruz kalmaktadır.
İşçiler işverenlerin üretimde
kullandığı sağlığa zararlı maddelere yalnızca üretim süreçlerinde değil, aynı
zamanda yaşadıkları bu maddelerle kirletilmiş çevrede ve tüketici olarak da
maruz kalıyorlar. Bugün “çevre sorunu” olarak görülen sorunların hemen tamamı
aslında işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunudur ve ancak işçi sınıfının bilinçli
ve kararlı mücadelesiyle çözülebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder