Translate

28 Ekim 2023 Cumartesi

Cumhuriyetin yüzüncü yılı ve sağlık


Türkiye yüz yıl önce bugün Cumhuriyet rejimini kabul ederek iktidarı gökten yere indirdi. Artık ülkeyi gücünü tanrıdan ve soy bağlarından alan padişahlar değil, “cumhur” tarafından seçilen bir Meclis yönetecekti.  

Aslında Türkiye’yi yönetecek Meclis daha Cumhuriyet ilan edilmeden, 23 Nisan 1920’de açılmıştı. Türkiye’yi artık gücünü ulustan alan bir Meclis yönetiliyordu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilerek Cumhuriyet kuvveden fiile çıkartıldı.

İlk hükumetimiz olan İcra Vekilleri Heyeti, Mustafa Kemal başkanlığında 3 Mayıs 1920’de kurulmuştu. 2 Mayıs 1920’de 3 numaralı yasa ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kurulmuş ve Dr. Adnan Adıvar, ilk Bakanlar Kurulu toplantısına Sağlık Bakanı kimliği ile 11 bakandan biri olarak katılmıştı.



Kurtuluş Savaşı yıllarında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB), esas olarak ordunun sağlık gereksinimlerinin karşılanmasını sağlamak görevini üstlendi. Topluma yönelik hizmetler savaş kazanıldıktan sonra örgütlenmeye başlandı.

12 milyonluk nüfusun yarısına yakını sıtmadan ve bir milyon kadarı veremden mustaripti. Toplum içinde trahom ve frengi de çok yaygındı. Yıllar süren savaşlar 250 bin kadar insanımızı sakat bırakmıştı. Oysa sermayenin üretim yapabilmek için sağlıklı emekgücüne gereksinimi vardı.

SSYB sermayenin emekgücü gereksiniminin karşılanabilmesi için 1920’lerde bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı ülke çapında büyük bir mücadele başlattı. 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Kanunu, sermayenin gereksindiği sağlıklı emekgücünü garanti etmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde doğumu ve sağlığı korumayı teşvik eden politikalar güden SSYB, tedavi hizmetleri yerine önleyici hizmetlere öncelik verdi.  

Alınan tedbirler sayesinde Türkiye’nin sağlık durumu çok kısa sürede iyileşti ve 1950’li yıllara gelindiğinde sermayenin gereksinimleri değişmeye başladı. Artık devletin önleyici hizmetlerden çok, tedavi hizmetleri alanında sorumluluk alması talep ediliyordu. SSYB giderek “sağlık” bakanlığı olmaktan çıkarak, “hastalık” bakanlığı olma sürecine girdi.

Bu dönemde sağlığın ticarileştirilmesi yönünde ilk adımlar atıldı ve özel sağlık sektörü desteklenmeye başlandı. 1946 yılında Bakan Behçet Uz tarafından hazırlanan Birinci 10 Yıllık Sağlık Planı’nda sağlık harcamalarının finansmanı için bir Ulusal Sağlık Bankası kurulması ve sağlık fonları oluşturulması bulunuyordu.

1946 yılında İşçi Sigortaları Kurumu (SSK) kurularak emekçilerin büyük bir bölümüne yönelik sağlık hizmetlerinin genel bütçeden finansmanı yerine “prim” esasına dayalı bir finansman modeline geçildi. Kısa sürede büyük şehirlerde 500 bin emekçi SSK kapsamına alındı.

Demokrat Parti döneminde Türkiye ilk kez “sağlık sigortası” ile tanıştı. Sağlık sigortası, sağlığın metalaştırılması yönünde atılan en büyük adım oldu. Böylece sermaye için hem sağlık sigortacılığının önü açılıyor, hem de özel hastaneler kurulması teşvik ediliyordu.

Demokrat Parti’nin tedavi hizmetlerine verdiği ağırlık kısa sürede kendisini tedavi kurumlarının sayısında artışla gösterdi. 1950 yılında 201 olan hastane sayısı 1955 yılında iki kattan fazla artarak 417’ye ulaştı. 1950 yılında Türkiye’de 18,837 hasta yatağı varken, bu sayı 1960’ta 45,807’ye yükseldi.

1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de işçi sınıfının güçlenmeye başlamasıyla birlikte, emekçilerin sağlık politikaları üzerinde etkileri artmaya başladı. Artık Sağlık Bakanlığı politika belirlerken yalnızca sermayenin taleplerini değil, aynı zamanda emeğin taleplerini de dikkate almak zorundaydı.

Nüfusun ve emekçilerin ezici çoğunluğunun kırsal kesimde yer alması nedeniyle, tarım emekçilerine sağlık hizmeti götürülmesi 1960’lı yılların acil bir talebi olarak gündemin ilk sırasına yükseldi.

1961 yılında Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun kabul edildi. Ancak sermayenin başından beri muhalefet ettiği sosyalleştirme kısa sürede yozlaştırıldı ve uygulandığı yerlerde büyük başarılar kazanmasına rağmen Milliyetçi Cephe hükumetleri tarafından rafa kaldırıldı.

1970’li yıllarda işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyinin yükselmesiyle birlikte emeğin sağlık politikaları üzerindeki etkisi yeniden artmaya başladı. İktidara gelen CHP hükumeti tarafından sosyalleştirme “tam gün” yasasıyla yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Ancak 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle sosyalleştirmeye tamamen son verildi.

1980 sonrasında Türkiye’ye neoliberal politikalar egemen oldu ve bu çerçevede sermaye birikiminin gereksinimleri doğrultusunda sağlık hizmetleri özelleştirildi ve piyasalaştırıldı.

İlk olarak 1961 Anayasası’nda yurttaşlar için bir “hak” olarak kabul edilen sağlık, 1982 Anayasası ile hak olmaktan çıkartılarak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılmasının yasal zemini oluşturuldu.

1961 Anayasası’nın 49. maddesi devlete, bütün yurttaşlarına bedensel ve ruhsal bakımdan sağlıklı bir yaşam ve tıbbi bakım sağlama ödevi vermişti. 1982 Anayasası’nın 56. maddesi ise yurttaşları çevre sağlığını korumakla yükümlü kılıyordu. Devletin sağlıktaki rolü “düzenleyiciliğe” indirgenmiş, Anayasa ilk kez sağlıkta özel sektöre ve genel sağlık sigortasına vurgu yapmıştı.
 
Faşist darbeden sonra iktidara gelen Anavatan Partisi, Demokrat Parti’nin 1950’lerde başlattığı sağlığı ticarileştirme çabalarını hızlandırdı ve kısa sürede sağlık hizmeti metalaştırıldı. Aile hekimliği ile birinci basamak özelleştirilirken, hastaneler döner sermaye uygulamasıyla piyasalaştırıldı.

2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de sağlık hizmeti büyük ölçüde özelleştirilmiş ve piyasalaştırılmıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi, Anavatan Partisi’nin başlattığı “reformları” daha da ileri götürerek, Türkiye’de sağlığı, bedelini ödeyebilenlerin satın alabildiği bir “imtiyaz” haline getirdi.

Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye’de tıp ve sağlık ortamına egemen olan politika, “paran kadar sağlık” politikasıdır. İnsanlar gereksinim duydukları sağlık hizmetlerine “paraları” ölçüsünde erişebilmektedir.

Parası olmayanlar kendilerine ayrılan 3 – 5 dakikada hekime dertlerini anlatmaya çabalarken, parası olanlar arabalarını “şehir hastanesinin” kapısındaki valeye bırakıp, hostesler eşliğinde hekimin yanına çıkmakta, gereksindiği hizmeti alana kadar hekimiyle birlikte olabilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder