Milenyum
yirminci yüzyılın ikinci yarısında insanlık için umudun simgesi olmuştu. İki
büyük sıcak savaş ve etkileri en az bunlar kadar yıkıcı olan uzun bir soğuk
savaş dönemi geçiren dünya, yirmi birinci yüzyıla ilişkin büyük umutlar
besliyordu. Şüphesiz bu umutların büyük bir kısmı da sağlığa ilişkindi. Tıptaki
baş döndürücü ilerlemeler, insanlara milenyumda daha sağlıklı bir yaşam umudu vaat
ediyordu. İnsanlar Dünya Sağlık Örgütü’nün “2000
Yılında Herkese Sağlık” belgisinin gerçek olacağına inanıyor, milenyumu
dört gözle bekliyorlardı.
Milenyumun ilk aylarında Amerikan Diyabet Cemiyeti’nin, çocuklarda “tip 2 diyabetin bir halk sağlığı sorunu” haline geldiğini bildirmesi (yirminci yüzyılın büyük bir kısmında çocuklarda yalnızca tip 1 diyabet görülüyordu), soğuk bir duş etkisi yarattı. Dahası tip 2 diyabet tek başına gelmemiş, bir de yanında ikiz kardeş getirmişti: “çocukluk çağı obezitesi”.
İnsanlar hiç
beklemedikleri bir yerden darbe almışlardı. Tam çocuklarımızı ishalli
hastalıklar ve solunum yolu enfeksiyonların ölümcül pençesinden kurtardığımıza
sevinmek üzereyken, hevesimiz kursağımızda kaldı. Neden?
Çocuklarda ve
ergenlerde tip 2 diyabet görülme sıklığının artmaya başlaması, insanlarda
genellikle orta yaşlardan sonra görmeye alıştığımız (ve beklediğimiz) kronik
hastalıkların, çocukluk çağına doğru genişlemeye başladığına işaret ediyor.
Kronik hastalığı olanlar veya yakınlarında kronik bir hastalık olanlar bilir;
bu hastalıkların “tedavisi yoktur” ve
yakınmalarınızı hafifletebilmek için genellikle “ömrünüzün sonuna kadar” belli tedavi rejimlerine tabi olmak zorunda
kalırsınız. Böyle bir tedavi rejimine maruz kalmak, çoğu yetişkin için dahi katlanılması
oldukça zor bir durumken, küçücük bir çocuğun, her gün, günde birkaç kez ilaç
zamanı geldiğinde örneğin salıncakta sallanmaya ara vermek zorunda kalacak
olmasının nasıl bir duygu olduğunu düşünmek dahi çok zor.
Tip 2 diyabet
vücudun yeterli insülin üretememesi ve/veya etkin kullanamaması sonucunda ortaya
çıkan karmaşık ve kronik bir durum. Kontrol edilemediğinde kalp hastalığı,
böbrek yetmezliği, alt ekstremitelerde amputasyonlar ve körlük gibi ciddi
komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Yani gerçekten tehlikeli bir hastalık.
İnsanlarda tip 2
diyabetin nasıl geliştiği (mekanizma) tam olarak bilinmiyor, fakat “biyomedikal paradigmanın” egemen olduğu kapitalist
tıp dünyasında gözlerin hemen genlere
çevrilmesi şaşırtıcı değil. Hastalığın çocukluk çağına inmesi, dikkatlerin
genetik faktörlere yoğunlaşmasına (“doğayı”
suçlama) neden oluyor. Yine yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaygınlaşan
sağlık sorunlarından bireylerin yaşam
tarzlarını sorumlu tutma eğilimi (“mağduru”
suçlama), tıbbın tip 2 diyabet etiyolojisine yaklaşımında da kendisini
göstermekte gecikmiyor.
Sınıfın Sağlığı okurlarının,
yukarıdaki iki yaklaşımın da, sağlığın ve hastalığın içinde oluştuğu ve
geliştiği “sosyal” koşullar
karşısında sessiz kaldığını fark ettiklerini düşünüyorum. Oysa basitçe
hastalığın “kimlerde” yoğunlaştığına baktığımızda, “uzmanların” dikkatinden
kaçan bir gerçek sırıtmaya başlıyor: “yoksulluk
ve yoksunluk”.
Hastalığı
genetik faktörlere bağlamaya çalışan çalışmalar bu alanda ciddi kanıtlar
bulmakta zorlanırken, hastalık ile başta beslenme alışkanlıkları ve düşük
fiziksel etkinlik olmak üzere yaşam tarzı faktörleri arasında güçlü ilişkiler
gösterilebiliyor. Fakat bu konuda da sorunlar var, çünkü çalışmalar hastalığın
daha fetüs ana rahmindeyken filizlenmeye başladığını (yani bireylerin yaşam
tarzı alışkanlıkları geliştirmesinden çok önce) gösteriyor.
Tip 2 diyabetin
fetüs ana rahmindeyken gelişmeye başlaması, hastalığın genetik “doğasından” çok
fetüsün yeterli beslenememesiyle ilişkili. Fetüsün yeterli beslenememesi,
ilerideki yıllarda koroner arter hastalığı ve glikoz toleransının bozulması
riskini arttırıyor. Doğrudan doğruya annenin yetersiz beslenmesiyle ilişkili
olan bu duruma, genellikle yine aynı nedenle annenin gebeliği boyunca yeterli
(ve kuşkusuz gerekli) tıbbi bakım hizmetleri alamaması da ekleniyor. Gestasyonel
(gebeliğe bağlı) diyabetin erken teşhis (ve dolayısıyla kontrol) edil(e)memesi,
çocukta tip 2 diyabet gelişme riskini daha da arttırıyor. Artık yoksulluk ve
hastalık arasındaki ilişki, üzeri örtülemez bir biçimde kendisini göstermeye
başlıyor.
Burada konunun
berraklaşmasını güçleştiren nokta, genellikle yoksulluk ve sağlık için zararlı
olabilecek davranışların (yaşam tarzı) birlikte görülmesi. Fakat yoksulların
olumsuz beslenme alışkanlıklarının kendi “tercihleri” olmadığı da bir sır
değil. Yine tütün ve aşırı alkol kullanımı gibi davranışların da yoksullar
arasında daha yaygın olduğunu biliyoruz.
Zaman içinde
hastalıkla yoksulluk arasındaki bağlantılar kuran araştırmaların sayısı
arttıkça, başlangıçta tip 2 diyabetten salt genleri ve yaşam tarzını sorumlu
tutanlar, bu kez “sanayileşmeyi” boy
hedefi yapmaya başlıyor. İnsanların fiziksel etkinliklerinin azalması ve
obezitenin yaygınlaşmasını, sanayileşmenin “öngörülemeyen”
olumsuz sonuçları olarak değerlendiren makaleler, genellikle sanayileşmeyi “üretim tazından” bağımsız bir olgu
olarak görüyor ve göstermeye çalışıyor.
Oysa bildiğimiz
gibi insanları yoksullaştıran ve dolayısıyla yoksullukla ilişkili yaşam tarzı
davranışlarını yaygınlaştıran sanayileşme değil, “kapitalist sanayileşmedir”. Buna “üretimin kar amacıyla yapılması”
diyebiliriz. Oysa üretimin amacı toplumun gereksinimlerini karşılamak
olduğunda, bir başka deyişle üretim “insan” için yapıldığında, kuşkusuz insan sağlığına duyarlı bir üretim
yapılacak ve olumsuzluklar önlenebilecektir.
Claudia Chaufan’a
göre tip 2 diyabet gelişmesine özgül genetik mekanizmalar yol açsa dahi, hastalık
riskinin toplum içinde yoksullar aleyhine eşitsiz dağılmasının itici gücü maddi
ve sosyal yoksunluktur. Hekimler yalnızca semptomları tedavi etmek değil,
hastalığın üstesinden gelmek istiyorlarsa, insanların içinde yaşadığı toplumsal
koşulların değiştirilmesini talep etmelidir. Bugün için Tip 1 diyabet konusunda
bunları söyleyemiyoruz, fakat tip 2 diyabetle mücadelenin sonucunu, toplumsal değişim için mücadelede elde
edilecek kazanımların belirleyeceğine şüphe yoktur.
Akif Akalın
Kaynaklar
Akalın, A. (Ed.).
(2001). Birinci Basamakta Diyabetik Hastanın Yönetimi. İzmir: KSGB Yayınları.
American
Diabetes Association. (2000). Type 2 diabetes in children and adolescents.
Diabetes Care, 23: 381 389.
Bird, CE.,
Conrad, P., Fremont, AB., Timmermans, S. (Ed). (2010). Handbook of Medical
Sociology. 6th Ed. Nashville: Vanderbilt University Press.
Chaufan, C.
(2004). Poverty versus genes: the social context of Type 2 diabetes. Diabetes
Voice, 49(2): 35 – 37.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder