Translate

19 Ağustos 2020 Çarşamba

Devrimci tıp üzerine: Tıp öğrencileri ve sağlık emekçilerine konuşma


Che Guevara bu konuşmasını 1960 yaz sonunda Sağlık Bakanlığı tarafından örgütlenen bir politik konuşma ve tartışma dizisinin açılışında yapmıştır. 


Yoldaşlar,

 

Küba halkının gün be gün özgürlüğünü, devrimci yasalarının gelişimini ve tam bağımsızlık yolunda kat edilen ilerlemeyi kutladığı yüzlerce etkinlikten biri olan bu sade kutlamanın benim için özel bir önemi bulunuyor.

 

Meslek hayatıma yıllar önce bir doktor olarak başladığımı neredeyse herkes biliyor. Doktor olarak başladığımda, tıp okumaya başladığımda, bugün devrimci olarak sahip olduğum kavramların çoğu idealler depomda bulunmuyordu.

 

Herkes nasıl başarılı olmak istiyorsa, ben de başarılı olmak istiyordum. Ünlü bir araştırmacı olmanın, kesinlikle insanlığın yararına olacak bir şey bulmak için yorulmadan çalışmanın hayalini kuruyordum. Ancak bu o an kişisel bir zaferdi. Herkes gibi ben de yetiştiğim çevrenin çocuğuydum.

 

Mezuniyetten sonra, özel koşullar ve belki de karakterim nedeniyle Amerika'da dolaşmaya başladım ve onu tanıdım. Haiti ve Santo Domingo dışında, Amerika'nın diğer tüm ülkelerini bir şekilde ziyaret ettim. Ve seyahat ettiğim şartlar nedeniyle, önce öğrenci sonra doktor olarak, yoksullukla, açlıkla, hastalıklarla, parasızlık yüzünden bir çocuğun tedavi edilememesiyle, bizim Amerika vatanımızın ezilmiş sınıflarında yaygın olan ve hatta bir babanın oğlunun ölümünü önemsiz bir kazadan saymasına vardıran süreklileşmiş açlığın ve zulümün neden olduğu acımasızlıkla yakın temas içine girmeye başladım. İşte o zaman, ünlü bir araştırmacı ya da tıp bilimine önemli katkılar yapmak kadar önemli olan başka şeylerin de olduğunu fark etmeye başladım: O insanlara yardım etmek.

 

Ancak hepimizin yaptığı gibi ben de yetiştirildiğim çevrenin çocuğu olmaya devam ediyor, o insanlara kişisel çabalarımla yardım etme isteği duyuyordum. Artık çok seyahat etmiştim, o sıralar Guatemala’daydım, Arbenz’in Guatemalası’nda ve devrimci doktora yol gösterecek notlar karalamaya başlamıştım. Devrimci bir doktor olmanın gerekliliklerini araştırmaya başlamıştım.

 

Fakat saldırı geldi, United Fruit ve ABD Dışişleri Bakanlığı, Foster Dulles, aslında ikisi aynı şey ve yerleştirdikleri Castillo Armas dedikleri kukla tarafından başlatılan saldırı. O dönemin halkı bugünün Küba halkının eriştiği olgunluk derecesine sahip olmadığı için saldırı başarıya ulaştı. Her günkü gibi hoş bir günde sürgün yolunu, daha doğrusu Guatemala’dan kaçış yolunu tuttum. Artık Guatemala benim ülkem değildi.

 

Böylece çok temel bir şeyin farkına vardım: Devrimci bir doktor veya devrimci olmak için sahip olmanız gereken ilk şey devrimdir. İzole çaba, bireysel çaba, ideallerin saflığı, en asil ideallere bir ömrü feda etme arzusu; şayet bu çaba yalnız, Amerika'nın bir köşesinde tek başına yapılıyorsa, muhalif olunan hükümetlere ve ilerlemeye izin vermeyen sosyal koşullara karşı mücadelede hiçbir işe yaramaz. Devrim yapmak için Küba’da olan bu şeye ihtiyaç var: Silah kullanarak ve militan birlik içinde hareket ederek silahın ve birliğin değerini kavrayan bir halk seferberliği gerekmektedir.

 

Tam da bu noktada önümüzde duran sorunun temeline gelmiş bulunuyoruz. Bugün artık bir kişinin devrimci bir doktor, yani mesleğinin kendine kazandırdığı teknik donanımı devrimin ve halkın yararına kullanan biri olma hakkı, dahası sorumluluğu vardır. Bu noktada da bilindik soru tekrar karşımıza çıkıyor: Bir kişi toplumsal refah için gerçekten nasıl çalışabilir? Bir kimse, bireysel çabaları ile toplumsal ihtiyaçlar arasında nasıl bağ kurabilir?

 

Her birimiz Devrim’den önce birer doktor olarak ya da herhangi bir halk sağlığı görevindeyken yapıp ettiklerimizi, düşündüklerimizi, kendi hayatlarımızı tek tek gözden geçirmeliyiz. Ve bunu derin bir eleştirel hevesle yapmalı, öyle ki o artık geçmiş dönemde düşünüp hissettiğimiz her şey arşive kalksın ve yeni bir insan tipi yaratılsın. Ve eğer her bir kişi bu yeni insanın mimarı olursa, herkes için onu yaratmak ve yeni Küba'nın temsilcisi olması daha da kolaylaşacaktır.

 

Burada bulunan Havanalılara, başkentte tam olarak farkında olmasak da ülkenin dört bir yanında yeni insanın yaratılmakta olduğunu vurgulamak isterim. 26 Temmuz’da Sierra Maestra’da bulunmuş olanlar, o vakte kadar kendilerine yabancı olan iki olguyla karşı karşıya gelmiş olmalılar. Birincisi, en büyük gururu Oriente’deki yurtsever festivallerde milis yoldaşları tüfeklerle yürürken kazma ve kürekle geçit törenine katılan kazma ve kürekli bir ordudur. Ancak bundan daha önemli başka bir şeyle de karşılaşmışsınızdır. On üç on dört yaşlarında olmalarına rağmen fiziksel gelişkinlikleri sekiz dokuz yaşlarındakiler kadar olan çocuklar… O çocuklar, Sierra Maestra’nın en özgün çocukları, açlık ve sefaletin en özgün varlıklarıdır. Onlar yetersiz beslenmenin yarattıklarıdır.

 

Dört veya beş televizyon kanalı, yüzlerce radyo istasyonu ve modern bilimin tüm yenilikleriyle bu ufacık Küba’da, okula bir gece ilk kez giden ve elektrik ampullerini gören bu çocuklar, o gece yıldızların ne kadar alçakta olduğunu haykırdılar. Bazılarınızın görmüş olduğu o çocuklar, kolektif okullarda ilk harflerden itibaren bir mesleği ve hatta devrimci olmanın zorlu bilimini öğreniyorlar.

 

Küba’da doğmakta olan yeni insan onlardır. Onlar yalıtılmış bölgelerde, Sierra Maestra’nın uzak noktalarında, kooperatiflerde ve iş merkezlerinde dünyaya geliyorlar. Bütün bunlar bugünkü konumuzla, bir doktorun veya başka bir sağlık çalışanının devrimci hareketle bütünleşmesi konusuyla yakından ilgilidir. Çünkü bu ödev, çocukların eğitilmesi ve beslenmesi, askerin eğitilmesi, eskiden toprak sahiplerine ait olan toprakların, bu topraklarda ondan faydalanamadan her gün çalışan kişilere yeniden dağıtılması ödevi Küba’da hayata geçirilen toplumsal tıbbın en büyük eseridir.

 

Hastalıklara karşı yürütülecek mücadelenin temeli sağlam bir beden yaratmaktır. Ancak, bir doktorun zayıf bir beden üzerinde yapacağı sanatsal çalışmalarla değil, daha ziyade kolektif olarak toplumsal bütün üzerinde yapılacak çalışmalarla yaratılan sağlıklı bedenler olmalıdır.

 

Ve tıp bir gün, hastalıkları önlemeye hizmet eden ve toplumu da bu tıbbi görevlere yönlendiren bir bilime dönüşmelidir. Ve sadece çok acil durumlarda, cerrahi bir müdahale veya yaratmakta olduğumuz yeni toplumun özelliklerini aşan durumlarda devreye girmelidir.

 

Bugün Sağlık Bakanlığı’na, bu türden tüm kuruluşlara emanet edilen çalışma, halk sağlığını mümkün olan en fazla sayıda insana yardım sağlayacak şekilde organize etmek, hastalıklar yönünden öngörülebilir her şeyi engellemeye hizmet ve halka rehberlik etmektedir.

 

Ancak bütün devrimci görevlerde olduğu gibi bu görevde de ihtiyaç duyulan bireyin kendisidir. Devrim, kimilerinin iddia ettiği gibi, kolektif iradenin, kolektif inisiyatifin standartlaştırıcısı değil, tam tersi, insanın bireysel kapasitesinin kurtarıcısıdır.

 

Devrim aynı zamanda, bu kapasitenin yol gösterici gücüdür. Ve bugün bizim görevimiz, tüm tıp profesyonellerinin yaratıcı kapasitesini toplumsal tıbbın görevlerine yönlendirmektir.

 

Yalnızca Küba’da değil, her yerde bir çağın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Söylenenin ve umulanın aksine, bildiğimiz, içine doğduğumuz ve cefasını çektiğimiz haliyle kapitalizm, bütün dünyada yenilgiye uğramaktadır.

 

Tekeller bir bir devriliyor, kolektif bilim her gün yeni ve önemli atılımlar gerçekleştiriyor. Amerika’da bizler, uzun zaman önce zapt edilmiş Asya ve Afrika kıtalarında başlayan özgürlük hareketinin öncüsü olma sorumluluğunu gururla taşıyoruz. Böylesi büyük toplumsal değişiklikler, insanların düşünce yapılarında da aynı derecede büyük değişiklikler olmasını gerektirir.

 

Yalnızca bir sosyal çevrede, bireyin tekil eylemi olarak bireycilik Küba'da ortadan kalkmalıdır. Bireycilik, yarın kolektifin mutlak faydası için bireyin bir bütün olarak en etkili şekilde fayda göstermesi olmalıdır. Bu düşüncenin bugün için anlaşılması, söylediklerimi kavrıyor olmanız, bugün ve geçmiş üzerine düşünüp geleceğin nasıl olması gerektiğine dair biraz akıl yürütmeniz yeterli değildir. Düşünce yapısının değişmesi için, muazzam içsel değişiklikler yaşanması ve özellikle de topluma karşı sorumluluk ve yükümlülüklerimizin yerine getirilmesi sırasında bir o kadar dışsal değişimi deneyimlemek gerekmektedir.

 

Söz konusu dışsal değişimler Küba’da her gün meydana geliyor. Devrimi yakından tanımanın ve insanların içinde uzun süre uykuda kalmış enerjinin farkına varmanın bir yolu Küba’yı baştan aşağı dolaşıp kurulmakta olan kooperatifleri ve iş merkezlerini görmektir.

 

Tıbbi sorunların temelini anlamanın bir yolu ise, yalnızca kooperatifleri ve iş merkezlerini ziyaret edip buraları kuran insanları tanımaktan değil, hangi hastalıkları olduğunu, sorunlarını, yıllardır süregelen kronikleşmiş ıstıraplarını ve yüzyıllık geçmişe sahip baskı ve teslimiyetin etkilerini bilmekten geçmektedir.

 

Doktor, tıp çalışanı, yeni işinin merkezine, kitle içindeki insana, kolektif içindeki insana gitmelidir.

 

Her zaman, dünyada ne olursa olsun, doktorun, hastaya çok yakın olduğu için, ruhunun derinlikleri hakkında çok şey bildiği için, acıya yaklaşan ve onu hafifleten birinin temsili olduğu için, sosyal muamelede büyük sorumluluk sahibi çok önemli bir işi var.

 

Birkaç ay önce Havana’da, yeni mezun bir grup doktor kırsal bölgelere gitmek istemedi ve ancak ücretleri önceden ödenirse gideceklerini belirtti. Geçmişin düşünce yapısına göre düşünülecek olursa, bu talepleri dünyadaki en mantıklı şeydir. En azından ben onları anlayabiliyorum. Bu durum bana birkaç yıl önceki halimi ve düşünce yapımı hatırlattı. Benim hikâyem, isyan eden, daha iyi bir geleceği, daha iyi koşulları garanti altına almak, insanların kendine duyduğu ihtiyaca meşruiyet kazandırmak isteyen bir gladyatörün, yalnız savaşçının hikâyesidir.

 

Peki, aileleri genellikle eğitim masraflarını karşılayabilen bu gençlerin yerine daha talihsiz koşullara sahip olan yeni mezun gençler mesleğe atılıyor olsaydı ne olurdu? Diyelim ki onlar yerine iki yüz üç yüz kadar köylü genç şans eseri üniversite koridorlarında belirseydi ne olurdu?

 

Bu köylü gençler, kendi kardeşlerine yardım etmek için samimi bir heyecanla basitçe hemen yola koyulurdu. Aldıkları eğitimin boşa gitmediğini kanıtlamak için en güç ve en fazla sorumluluk isteyen görevleri talep ederlerdi. İşte bunlar, bundan altı ya da yedi yıl sonra köylü ve işçi çocukları mesleki diplomalarını aldığında gerçek olacaktır.

 

Ancak geleceğe kaderci bir şekilde yaklaşmamalı, insanları işçi ve köylü çocuğu, karşıdevrimci çocuğu diye ayırmamalıyız. Çünkü bu tür yaklaşımlar basittir, gerçekçi değildir. Dürüst bir insanı devrimci sürecin içinde yoğrulmaktan daha fazla eğitecek başka bir şey yoktur. Granma ile yola çıkıp Sierra Maestra’ya yerleşen, orada beraber yaşadığı köylüye ve işçiye saygı duymayı öğrenen ilk gruptan hiç kimse, hiç birimiz, işçi ya da köylü kökenden değildik. Elbette içimizde çalışmak zorunda kalmış olanlar, çocukluğunda kimi yoksunluklar görmüş olanlar vardı. Ancak açlık, gerçek anlamda açlık, hepimizin yabancı olduğu bir şeydi. Sierra Maestra’da geçirdiğimiz o uzun iki yılda, bunu da öğrendik. Bu deneyim bizim için birçok şeyi netleştirdi.

 

Başlangıçta, zengin bir köylünün ya da toprak sahibinin bile malına dokunan herkesi ağır bir şekilde cezalandırırken, bir gün Sierra’ya on bin sığır getirip köylülere yemelerini söyledik. Köylülerden kimi seneler sonra ilk kez, kimi ise hayatında ilk kez sığır eti yedi.

 

Bu on bin sığırın kutsal mülkiyet hakkına duyduğumuz saygı, silahlı mücadele döneminde bir hiç haline geldi. Bu süreçte, tek bir kişinin hayatının, yeryüzündeki en zengin adamların bütün mülkiyetlerinden bir milyon kez daha önemli olduğunu fark ettik. Ne işçi ne de köylü olan bizler, bunu öğrendik. Peki, biz ayrıcalıklı olanlar, dört bir yana Küba’nın geri kalanının bunu öğrenemeyeceğini mi haykıracağız? Öğrenebilirler, hem de bugün Devrim bunun öğrenilmesini, bunun iyice kavranmasını gerektiriyor. İyi bir ücretten daha önemli olan şeyin bir insanın komşusuna hizmet etmesi olduğunu, biriktirilebilecek altınlardan daha kesin ve daha uzun ömürlü olan şeyin insanların minnettarlığı olduğunu gösteriyor. Her bir doktor kendi faaliyet alanı içerisinde bu değerli hazineyi, insanların minnettarlığını biriktirmelidir.

 

O halde eski kavramlarımızı ortadan kaldırmalı, halka daha çok yakınlaşmalı ve farkındalığımızı arttırmalıyız. Onlara eskisi gibi yaklaşmaya devam edemeyiz. Şimdi hepiniz diyeceksiniz ki “Hayır. Ben halkımı seviyorum. İşçi ve köylülerle sohbet etmeyi seviyorum. Pazar günleri şunu bunu görmeye, şuraya buraya giderim.” Bunları herkes yapıyor. Bunları geçmişte hayırseverlik işi olarak yaptık ancak bugün dayanışma için yapmalıyız. İnsanlara gidip “İşte buradayız. Size tüm yardımseverliğimizle bilim öğretmek, hatalarınızı, kültürsüzlüğünüzü, en temel konulardaki cehaletinizi göstermek için geldik” dememeliyiz. Aksine, araştırmacı bir anlayışla, büyük bir bilgelik kaynağı olan halktan öğrenmeye niyetli bir alçakgönüllülükle gitmeliyiz.

 

O zaman, çok bildik oldukları için birer parçamız ve düşüncelerimizin otomatikleşmiş kısımları haline gelen kimi kavramlar hakkında ne kadar yanıldığımızı fark edeceğiz. Kavramlarımızı, yalnızca genel, sosyal ya da felsefi olanları değil, bazen tıbbi kavramlarımızı da değiştirmeye sıklıkla ihtiyaç duyacağız.

 

Hastalıkların her zaman büyük kent hastanelerinde yapıldığı şekilde tedavi edilmesi gerekmediğini fark edeceğiz. Doktorun aynı zamanda çiftçi de olması, yeni gıda maddeleri üretmesi ve örneğin yeni gıdaları tüketme arzusu yaratması hem tarımsal hem de potansiyel olarak dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Küba'da bunca kısıtlı ve yoksul olan beslenme yapısını çeşitlendirmesi gerektiğini göreceğiz. Böyle durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini, biraz pedagojik, bazen ise hayli pedagojik davranmamız gerektiğini göreceğiz. Aynı zamanda birer politikacı da olmamız gerekiyor ve yapmamız gereken ilk şey, insanlara akıl vermeye çalışmamak. Aksine, onlarla beraber öğreneceğimizi, o muazzam güzellikteki ortak deneyi, yeni Küba’nın kuruluşunu beraber gerçekleştireceğimizi göstermeliyiz.

 

Çoğu adım zaten atılmış bulunuyor. 1 Ocak 1959’dan bu yana, geleneksel yöntemlerle ölçülemeyecek bir mesafe kat edildi. Uzun süre önce insanların çoğu burada yalnızca bir diktatörün devrilmekle kalmadığının, aynı zamanda bir sistemin de yıkıldığının farkına vardı. Şimdi zaman, çürümüş eski sistemin yıkıntıları üzerine insanların mutlak mutluluğunun garantisi olacak yeni bir sistemin kurulması gerektiğinin öğrenilmesi zamanıdır.

 

Geçtiğimiz yılın ilk aylarında yoldaş Guillen’in Arjantin’den gelişini hatırlıyorum. Dünyanın bütün dillerinden her gün yeni okurlar edindiği için, o zamanlar belki de kitaplarının çevrildiği dil bugünkünden bir ya da iki daha azdı ama o yine bugünkü büyük şairdi. O yine aynı insandı. Ancak o zamanlar Guillen için burada, popüler olan, halkın şiiri olan eserlerini okumak zor işti çünkü o zamanlar önyargılar dönemiydi. Yıllar boyunca kimse durup da şair Guillen’in şaşmaz bir sadakatle sıra dışı yeteneğini halkının, inandığı davanın hizmetine sunduğunu düşünmedi. İnsanlar onu Küba’nın gururu olarak değil, yasaklı bir siyasi partinin temsilcisi olarak gördü.

 

Artık bunların hepsi geçmişte kaldı. Ortak bir düşmanımız ve ortak bir hedefimiz olduğu sürece, memleketimizdeki içyapıya ilişkin farklı bakış açılarının ayrılığa sebep olamayacağını öğrendik. Uzlaşmamız gereken şey, ortak bir düşmanımız olup olmadığı ve ortak bir hedefe varmaya çalışıp çalışmadığımızdır.

 

Kesin olarak ortak bir düşmanın bulunduğuna kanat getirmiş durumdayız. Kimse tekeller aleyhine konuşmadan önce ya da açıkça “Bizim ve tüm Amerika’nın düşmanı, tekelci ABD hükümetidir” demeden önce şöyle bir omzunun üstünden, kulak misafiri olacak biri, belki de bilgi sızdırabilecek bir elçilik ajanı olup olmadığına bakmaz. Eğer artık herkes düşmanın o olduğunu ve o düşmana karşı mücadele eden herkesin bizimle ortak noktası olduğunu biliyorsa, ikinci kısma geçebiliriz. Küba için hedeflerimiz nelerdir? Ne istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Küba’nın tam ekonomik bağımsızlığı için savaşıyor muyuz, savaşmıyor muyuz?

 

Herhangi bir askeri blokta yer almaksızın, burada yapılacak herhangi bir iç veya dış önlem konusunda dünyadaki herhangi bir büyük gücün elçiliğine danışmak zorunda kalmaksızın, özgür uluslardan biri olmak için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Eğer bolluk içinde yaşayanların zenginliğini hiçbir şeyi olmayanlara bölüştürmeyi planlıyorsak, eğer yaratıcı çalışmayı mutluluğun günlük ve dinamik kaynağı haline getirmek istiyorsak, üzerinde emek harcamamız gereken hedeflerimiz var demektir. Aynı hedefi benimseyen herkes bizim dostumuzdur. Eğer bu kişilerin ayrıca başka görüşleri varsa, şu veya bu örgütün üyesiyse, bunlar önemsiz ayrıntılardır.

 

Büyük tehlike, gerginlik ve yaratıcılık anlarında esas mesele büyük düşmanlar ve büyük hedeflerdir. Eğer bir fikir birliğine vardıysak ve nereye gittiğimizi biliyorsak, işe koyulmalıyız. Bırakalım buna üzülecek olan üzülsün.

 

Bir devrimci olabilmek için öncelikle bir devrimin olması gerektiğinden bahsediyordum. Bir devrimimiz zaten var. Şimdi beraber çalışacağınız halkı tanımanız gerekiyor. Hala yeterince tanımadığımızı, o yolda bir süre daha ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. Kooperatiflerde onlarla beraber yaşamak ve çalışmak dışında halkı tanımak için başka hangi araçlar olduğunu soruyorsunuz. Bunu herkes yapamaz ve bir sağlık çalışanının varlığının bile çok önemli olduğu birçok yer var. Devrimci milislerin, Küba halkının dayanışmasının en büyük göstergelerinden biri olduğunu söyleyeceğim. Milisler, kısa bir süre öncesine kadar Küba’nın üzücü ve neredeyse ölümcül bir gerçeği olan duruma, örneğin geniş çaplı bir silahlı saldırının tutsağı ya da kurbanı olmasına karşın doktorları artık hazırlıyor.

 

Bir doktorun, milis ve devrimciyken de her zaman bir doktor olması gerektiği konusunda sizleri uyarmalıyım. Sierra’dayken düştüğümüz hataya düşmemelisiniz. Belki bu bir hata değildi ama o dönemdeki tüm sağlıkçı yoldaşlar neden bahsettiğimi biliyor. O zaman yaralı ya da hasta birinin yanında kalmayı onursuzluk gibi algılıyorduk ve birer tüfek kapıp cephede neler yapabileceğimizi kanıtlamanın yollarını arıyorduk.

 

Artık koşullar değişmiş durumda ve ülkemizi korumak için kurulmuş olan ordu, farklı taktikleri olan bir ordu olmalıdır. Doktorların bu yeni ordunun planlarında muazzam öneme sahip bir yeri olacaktır. Doktorlar, bir savaştaki en güzel ve en önemli görevlerden biri olan doktorluğa devam etmelidir. Yalnızca doktorlar değil, hemşireler, laboratuar teknisyenleri ve bu insani göreve kendini adayan herkes son derece önemlidir.

 

Gizli tehlikeyi biliyor ve havada varlığı hissedilen saldırganlığı püskürtmeye kendimizi hazırlıyor olsak da bunları aklımızın bir köşesine itmeliyiz. Eğer savaş hazırlığını kaygılarımızın merkezine koyarsak, yaratıcı çalışmaya kendimizi adayamayız.

 

Askeri eylem için harcanan bütün emek ve para, harcanmış emek ve para demektir. Ne yazık ki bunu da yapmak zorundayız çünkü başkaları da bu hazırlıkları sürdürüyor. Ancak bir asker olarak onurum üzerine tüm samimiyetimle söylüyorum, harcamalar içinde beni en çok üzen, birkaç silah daha alınsın diye Merkez Bankası’nın kasasından çıktığını gördüğüm paradır.

 

Milislerin barış zamanında da yapacak işleri var: kalabalık nüfuslu yerlerde halkı bir arada tutmak. Doktorların milis kuvvetlerinde hayata geçirildiğini bildiğim o olağanüstü dayanışma örülmelidir. Tüm tehlike zamanlarında, yoksul Küba halkının sorunlarını çözmek üzere derhal yola koyulmalıdırlar. Milisler, Küba’nın tüm sosyal sınıflarından insanların katılımıyla ve üniformanın simgelediği eşitlikle bir arada yaşama olanağı sağlamaktadır.

 

Bir süredir kullanmayı unuttuğum bu unvanı bir kez daha kullanmama izin verirseniz, sağlık emekçileri olarak bizler, eğer dayanışmanın bu yeni silahını kullanıyorsak, hedeflerimizi biliyorsak, düşmanımızı tanıyorsak, gitmemiz gereken doğrultuyu biliyorsak, geriye kalan tek şey her gün kat etmemiz gereken mesafeyi bilmektir. Bu mesafeyi kimse bize göstermeyecektir. Bu mesafe, herkesin bireysel yolculuğudur. Her gün yapacağı, kişisel deneyimlerinden edineceği ve halkın refahına adadığı mesleğini icra ederken kendinden katacağı şey budur.

 

Artık geleceğe yürüyüşümüz için gerekli olan her şeyi bildiğimize göre, Marti’nin öğütlerine bir kez daha kulak verelim. Her ne kadar şu an bunun aksini yapıyor olsam da bu harfiyen uygulanmalıdır: “Anlatmanın en iyi yolu yapmaktır.” O halde Küba’nın geleceğine doğru yürüyelim. 20 Ağustos 1960.

 

Ernesto Che Guevara

 

Çeviri: JOSÉ MARTÍ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder