Che Guevara bu konuşmasını 1960 yaz sonunda Sağlık Bakanlığı tarafından örgütlenen bir politik konuşma ve tartışma dizisinin açılışında yapmıştır.
Küba halkının gün be gün özgürlüğünü,
devrimci yasalarının gelişimini ve tam bağımsızlık yolunda kat edilen
ilerlemeyi kutladığı yüzlerce etkinlikten biri olan bu sade kutlamanın benim
için özel bir önemi bulunuyor.
Meslek hayatıma yıllar önce bir
doktor olarak başladığımı neredeyse herkes biliyor. Doktor olarak başladığımda,
tıp okumaya başladığımda, bugün devrimci olarak sahip olduğum kavramların çoğu
idealler depomda bulunmuyordu.
Herkes nasıl başarılı olmak istiyorsa,
ben de başarılı olmak istiyordum. Ünlü bir araştırmacı olmanın, kesinlikle
insanlığın yararına olacak bir şey bulmak için yorulmadan çalışmanın hayalini
kuruyordum. Ancak bu o an kişisel bir zaferdi. Herkes gibi ben de yetiştiğim
çevrenin çocuğuydum.
Mezuniyetten sonra, özel koşullar ve
belki de karakterim nedeniyle Amerika'da dolaşmaya başladım ve onu tanıdım.
Haiti ve Santo Domingo dışında, Amerika'nın diğer tüm ülkelerini bir şekilde
ziyaret ettim. Ve seyahat ettiğim şartlar nedeniyle, önce öğrenci sonra doktor
olarak, yoksullukla, açlıkla, hastalıklarla, parasızlık yüzünden bir çocuğun
tedavi edilememesiyle, bizim Amerika vatanımızın ezilmiş sınıflarında yaygın
olan ve hatta bir babanın oğlunun ölümünü önemsiz bir kazadan saymasına
vardıran süreklileşmiş açlığın ve zulümün neden olduğu acımasızlıkla yakın
temas içine girmeye başladım. İşte o zaman, ünlü bir araştırmacı ya da tıp
bilimine önemli katkılar yapmak kadar önemli olan başka şeylerin de olduğunu
fark etmeye başladım: O insanlara yardım etmek.
Ancak hepimizin yaptığı gibi ben de
yetiştirildiğim çevrenin çocuğu olmaya devam ediyor, o insanlara kişisel
çabalarımla yardım etme isteği duyuyordum. Artık çok seyahat etmiştim, o
sıralar Guatemala’daydım, Arbenz’in Guatemalası’nda ve devrimci doktora yol
gösterecek notlar karalamaya başlamıştım. Devrimci bir doktor olmanın
gerekliliklerini araştırmaya başlamıştım.
Fakat saldırı geldi, United Fruit ve
ABD Dışişleri Bakanlığı, Foster Dulles, aslında ikisi aynı şey ve
yerleştirdikleri Castillo Armas dedikleri kukla tarafından başlatılan saldırı.
O dönemin halkı bugünün Küba halkının eriştiği olgunluk derecesine sahip
olmadığı için saldırı başarıya ulaştı. Her günkü gibi hoş bir günde sürgün
yolunu, daha doğrusu Guatemala’dan kaçış yolunu tuttum. Artık Guatemala benim
ülkem değildi.
Böylece çok temel bir şeyin farkına
vardım: Devrimci bir doktor veya devrimci olmak için sahip olmanız gereken ilk
şey devrimdir. İzole çaba, bireysel çaba, ideallerin saflığı, en asil ideallere
bir ömrü feda etme arzusu; şayet bu çaba yalnız, Amerika'nın bir köşesinde tek
başına yapılıyorsa, muhalif olunan hükümetlere ve ilerlemeye izin vermeyen
sosyal koşullara karşı mücadelede hiçbir işe yaramaz. Devrim yapmak için
Küba’da olan bu şeye ihtiyaç var: Silah kullanarak ve militan birlik içinde
hareket ederek silahın ve birliğin değerini kavrayan bir halk seferberliği
gerekmektedir.
Tam da bu noktada önümüzde duran
sorunun temeline gelmiş bulunuyoruz. Bugün artık bir kişinin devrimci bir
doktor, yani mesleğinin kendine kazandırdığı teknik donanımı devrimin ve halkın
yararına kullanan biri olma hakkı, dahası sorumluluğu vardır. Bu noktada da
bilindik soru tekrar karşımıza çıkıyor: Bir kişi toplumsal refah için gerçekten
nasıl çalışabilir? Bir kimse, bireysel çabaları ile toplumsal ihtiyaçlar
arasında nasıl bağ kurabilir?
Her birimiz Devrim’den önce birer
doktor olarak ya da herhangi bir halk sağlığı görevindeyken yapıp
ettiklerimizi, düşündüklerimizi, kendi hayatlarımızı tek tek gözden
geçirmeliyiz. Ve bunu derin bir eleştirel hevesle yapmalı, öyle ki o artık
geçmiş dönemde düşünüp hissettiğimiz her şey arşive kalksın ve yeni bir insan
tipi yaratılsın. Ve eğer her bir kişi bu yeni insanın mimarı olursa, herkes
için onu yaratmak ve yeni Küba'nın temsilcisi olması daha da kolaylaşacaktır.
Burada bulunan Havanalılara,
başkentte tam olarak farkında olmasak da ülkenin dört bir yanında yeni insanın
yaratılmakta olduğunu vurgulamak isterim. 26 Temmuz’da Sierra Maestra’da
bulunmuş olanlar, o vakte kadar kendilerine yabancı olan iki olguyla karşı
karşıya gelmiş olmalılar. Birincisi, en büyük gururu Oriente’deki yurtsever
festivallerde milis yoldaşları tüfeklerle yürürken kazma ve kürekle geçit
törenine katılan kazma ve kürekli bir ordudur. Ancak bundan daha önemli başka
bir şeyle de karşılaşmışsınızdır. On üç on dört yaşlarında olmalarına rağmen
fiziksel gelişkinlikleri sekiz dokuz yaşlarındakiler kadar olan çocuklar… O
çocuklar, Sierra Maestra’nın en özgün çocukları, açlık ve sefaletin en özgün
varlıklarıdır. Onlar yetersiz beslenmenin yarattıklarıdır.
Dört veya beş televizyon kanalı,
yüzlerce radyo istasyonu ve modern bilimin tüm yenilikleriyle bu ufacık
Küba’da, okula bir gece ilk kez giden ve elektrik ampullerini gören bu
çocuklar, o gece yıldızların ne kadar alçakta olduğunu haykırdılar.
Bazılarınızın görmüş olduğu o çocuklar, kolektif okullarda ilk harflerden
itibaren bir mesleği ve hatta devrimci olmanın zorlu bilimini öğreniyorlar.
Küba’da doğmakta olan yeni insan
onlardır. Onlar yalıtılmış bölgelerde, Sierra Maestra’nın uzak noktalarında,
kooperatiflerde ve iş merkezlerinde dünyaya geliyorlar. Bütün bunlar bugünkü
konumuzla, bir doktorun veya başka bir sağlık çalışanının devrimci hareketle
bütünleşmesi konusuyla yakından ilgilidir. Çünkü bu ödev, çocukların eğitilmesi
ve beslenmesi, askerin eğitilmesi, eskiden toprak sahiplerine ait olan
toprakların, bu topraklarda ondan faydalanamadan her gün çalışan kişilere
yeniden dağıtılması ödevi Küba’da hayata geçirilen toplumsal tıbbın en büyük
eseridir.
Hastalıklara karşı yürütülecek
mücadelenin temeli sağlam bir beden yaratmaktır. Ancak, bir doktorun zayıf bir
beden üzerinde yapacağı sanatsal çalışmalarla değil, daha ziyade kolektif
olarak toplumsal bütün üzerinde yapılacak çalışmalarla yaratılan sağlıklı
bedenler olmalıdır.
Ve tıp bir gün, hastalıkları önlemeye
hizmet eden ve toplumu da bu tıbbi görevlere yönlendiren bir bilime
dönüşmelidir. Ve sadece çok acil durumlarda, cerrahi bir müdahale veya
yaratmakta olduğumuz yeni toplumun özelliklerini aşan durumlarda devreye
girmelidir.
Bugün Sağlık Bakanlığı’na, bu türden
tüm kuruluşlara emanet edilen çalışma, halk sağlığını mümkün olan en fazla
sayıda insana yardım sağlayacak şekilde organize etmek, hastalıklar yönünden
öngörülebilir her şeyi engellemeye hizmet ve halka rehberlik etmektedir.
Ancak bütün devrimci görevlerde
olduğu gibi bu görevde de ihtiyaç duyulan bireyin kendisidir. Devrim,
kimilerinin iddia ettiği gibi, kolektif iradenin, kolektif inisiyatifin
standartlaştırıcısı değil, tam tersi, insanın bireysel kapasitesinin
kurtarıcısıdır.
Devrim aynı zamanda, bu kapasitenin
yol gösterici gücüdür. Ve bugün bizim görevimiz, tüm tıp profesyonellerinin
yaratıcı kapasitesini toplumsal tıbbın görevlerine yönlendirmektir.
Yalnızca Küba’da değil, her yerde bir
çağın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Söylenenin ve umulanın aksine, bildiğimiz,
içine doğduğumuz ve cefasını çektiğimiz haliyle kapitalizm, bütün dünyada
yenilgiye uğramaktadır.
Tekeller bir bir devriliyor, kolektif
bilim her gün yeni ve önemli atılımlar gerçekleştiriyor. Amerika’da bizler,
uzun zaman önce zapt edilmiş Asya ve Afrika kıtalarında başlayan özgürlük
hareketinin öncüsü olma sorumluluğunu gururla taşıyoruz. Böylesi büyük
toplumsal değişiklikler, insanların düşünce yapılarında da aynı derecede büyük
değişiklikler olmasını gerektirir.
Yalnızca bir sosyal çevrede, bireyin
tekil eylemi olarak bireycilik Küba'da ortadan kalkmalıdır. Bireycilik, yarın
kolektifin mutlak faydası için bireyin bir bütün olarak en etkili şekilde fayda
göstermesi olmalıdır. Bu düşüncenin bugün için anlaşılması, söylediklerimi
kavrıyor olmanız, bugün ve geçmiş üzerine düşünüp geleceğin nasıl olması
gerektiğine dair biraz akıl yürütmeniz yeterli değildir. Düşünce yapısının
değişmesi için, muazzam içsel değişiklikler yaşanması ve özellikle de topluma
karşı sorumluluk ve yükümlülüklerimizin yerine getirilmesi sırasında bir o
kadar dışsal değişimi deneyimlemek gerekmektedir.
Söz konusu dışsal değişimler Küba’da
her gün meydana geliyor. Devrimi yakından tanımanın ve insanların içinde uzun
süre uykuda kalmış enerjinin farkına varmanın bir yolu Küba’yı baştan aşağı
dolaşıp kurulmakta olan kooperatifleri ve iş merkezlerini görmektir.
Tıbbi sorunların temelini anlamanın
bir yolu ise, yalnızca kooperatifleri ve iş merkezlerini ziyaret edip buraları
kuran insanları tanımaktan değil, hangi hastalıkları olduğunu, sorunlarını,
yıllardır süregelen kronikleşmiş ıstıraplarını ve yüzyıllık geçmişe sahip baskı
ve teslimiyetin etkilerini bilmekten geçmektedir.
Doktor, tıp çalışanı, yeni işinin
merkezine, kitle içindeki insana, kolektif içindeki insana gitmelidir.
Her zaman, dünyada ne olursa olsun,
doktorun, hastaya çok yakın olduğu için, ruhunun derinlikleri hakkında çok şey
bildiği için, acıya yaklaşan ve onu hafifleten birinin temsili olduğu için,
sosyal muamelede büyük sorumluluk sahibi çok önemli bir işi var.
Birkaç ay önce Havana’da, yeni mezun
bir grup doktor kırsal bölgelere gitmek istemedi ve ancak ücretleri önceden
ödenirse gideceklerini belirtti. Geçmişin düşünce yapısına göre düşünülecek
olursa, bu talepleri dünyadaki en mantıklı şeydir. En azından ben onları
anlayabiliyorum. Bu durum bana birkaç yıl önceki halimi ve düşünce yapımı
hatırlattı. Benim hikâyem, isyan eden, daha iyi bir geleceği, daha iyi
koşulları garanti altına almak, insanların kendine duyduğu ihtiyaca meşruiyet
kazandırmak isteyen bir gladyatörün, yalnız savaşçının hikâyesidir.
Peki, aileleri genellikle eğitim
masraflarını karşılayabilen bu gençlerin yerine daha talihsiz koşullara sahip
olan yeni mezun gençler mesleğe atılıyor olsaydı ne olurdu? Diyelim ki onlar
yerine iki yüz üç yüz kadar köylü genç şans eseri üniversite koridorlarında
belirseydi ne olurdu?
Bu köylü gençler, kendi kardeşlerine
yardım etmek için samimi bir heyecanla basitçe hemen yola koyulurdu. Aldıkları
eğitimin boşa gitmediğini kanıtlamak için en güç ve en fazla sorumluluk isteyen
görevleri talep ederlerdi. İşte bunlar, bundan altı ya da yedi yıl sonra köylü
ve işçi çocukları mesleki diplomalarını aldığında gerçek olacaktır.
Ancak geleceğe kaderci bir şekilde
yaklaşmamalı, insanları işçi ve köylü çocuğu, karşıdevrimci çocuğu diye
ayırmamalıyız. Çünkü bu tür yaklaşımlar basittir, gerçekçi değildir. Dürüst bir
insanı devrimci sürecin içinde yoğrulmaktan daha fazla eğitecek başka bir şey
yoktur. Granma ile yola çıkıp Sierra Maestra’ya yerleşen, orada beraber
yaşadığı köylüye ve işçiye saygı duymayı öğrenen ilk gruptan hiç kimse, hiç
birimiz, işçi ya da köylü kökenden değildik. Elbette içimizde çalışmak zorunda
kalmış olanlar, çocukluğunda kimi yoksunluklar görmüş olanlar vardı. Ancak
açlık, gerçek anlamda açlık, hepimizin yabancı olduğu bir şeydi. Sierra
Maestra’da geçirdiğimiz o uzun iki yılda, bunu da öğrendik. Bu deneyim bizim
için birçok şeyi netleştirdi.
Başlangıçta, zengin bir köylünün ya
da toprak sahibinin bile malına dokunan herkesi ağır bir şekilde
cezalandırırken, bir gün Sierra’ya on bin sığır getirip köylülere yemelerini
söyledik. Köylülerden kimi seneler sonra ilk kez, kimi ise hayatında ilk kez
sığır eti yedi.
Bu on bin sığırın kutsal mülkiyet
hakkına duyduğumuz saygı, silahlı mücadele döneminde bir hiç haline geldi. Bu
süreçte, tek bir kişinin hayatının, yeryüzündeki en zengin adamların bütün
mülkiyetlerinden bir milyon kez daha önemli olduğunu fark ettik. Ne işçi ne de
köylü olan bizler, bunu öğrendik. Peki, biz ayrıcalıklı olanlar, dört bir yana
Küba’nın geri kalanının bunu öğrenemeyeceğini mi haykıracağız? Öğrenebilirler,
hem de bugün Devrim bunun öğrenilmesini, bunun iyice kavranmasını gerektiriyor.
İyi bir ücretten daha önemli olan şeyin bir insanın komşusuna hizmet etmesi
olduğunu, biriktirilebilecek altınlardan daha kesin ve daha uzun ömürlü olan
şeyin insanların minnettarlığı olduğunu gösteriyor. Her bir doktor kendi
faaliyet alanı içerisinde bu değerli hazineyi, insanların minnettarlığını
biriktirmelidir.
O halde eski kavramlarımızı ortadan
kaldırmalı, halka daha çok yakınlaşmalı ve farkındalığımızı arttırmalıyız.
Onlara eskisi gibi yaklaşmaya devam edemeyiz. Şimdi hepiniz diyeceksiniz ki
“Hayır. Ben halkımı seviyorum. İşçi ve köylülerle sohbet etmeyi seviyorum.
Pazar günleri şunu bunu görmeye, şuraya buraya giderim.” Bunları herkes
yapıyor. Bunları geçmişte hayırseverlik işi olarak yaptık ancak bugün dayanışma
için yapmalıyız. İnsanlara gidip “İşte buradayız. Size tüm yardımseverliğimizle
bilim öğretmek, hatalarınızı, kültürsüzlüğünüzü, en temel konulardaki
cehaletinizi göstermek için geldik” dememeliyiz. Aksine, araştırmacı bir
anlayışla, büyük bir bilgelik kaynağı olan halktan öğrenmeye niyetli bir
alçakgönüllülükle gitmeliyiz.
O zaman, çok bildik oldukları için
birer parçamız ve düşüncelerimizin otomatikleşmiş kısımları haline gelen kimi
kavramlar hakkında ne kadar yanıldığımızı fark edeceğiz. Kavramlarımızı,
yalnızca genel, sosyal ya da felsefi olanları değil, bazen tıbbi kavramlarımızı
da değiştirmeye sıklıkla ihtiyaç duyacağız.
Hastalıkların her zaman büyük kent
hastanelerinde yapıldığı şekilde tedavi edilmesi gerekmediğini fark edeceğiz.
Doktorun aynı zamanda çiftçi de olması, yeni gıda maddeleri üretmesi ve örneğin
yeni gıdaları tüketme arzusu yaratması hem tarımsal hem de potansiyel olarak
dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Küba'da bunca kısıtlı ve yoksul olan
beslenme yapısını çeşitlendirmesi gerektiğini göreceğiz. Böyle durumlarda nasıl
davranmamız gerektiğini, biraz pedagojik, bazen ise hayli pedagojik davranmamız
gerektiğini göreceğiz. Aynı zamanda birer politikacı da olmamız gerekiyor ve
yapmamız gereken ilk şey, insanlara akıl vermeye çalışmamak. Aksine, onlarla
beraber öğreneceğimizi, o muazzam güzellikteki ortak deneyi, yeni Küba’nın kuruluşunu
beraber gerçekleştireceğimizi göstermeliyiz.
Çoğu adım zaten atılmış bulunuyor. 1
Ocak 1959’dan bu yana, geleneksel yöntemlerle ölçülemeyecek bir mesafe kat
edildi. Uzun süre önce insanların çoğu burada yalnızca bir diktatörün
devrilmekle kalmadığının, aynı zamanda bir sistemin de yıkıldığının farkına
vardı. Şimdi zaman, çürümüş eski sistemin yıkıntıları üzerine insanların mutlak
mutluluğunun garantisi olacak yeni bir sistemin kurulması gerektiğinin
öğrenilmesi zamanıdır.
Geçtiğimiz yılın ilk aylarında yoldaş
Guillen’in Arjantin’den gelişini hatırlıyorum. Dünyanın bütün dillerinden her
gün yeni okurlar edindiği için, o zamanlar belki de kitaplarının çevrildiği dil
bugünkünden bir ya da iki daha azdı ama o yine bugünkü büyük şairdi. O yine
aynı insandı. Ancak o zamanlar Guillen için burada, popüler olan, halkın şiiri
olan eserlerini okumak zor işti çünkü o zamanlar önyargılar dönemiydi. Yıllar
boyunca kimse durup da şair Guillen’in şaşmaz bir sadakatle sıra dışı
yeteneğini halkının, inandığı davanın hizmetine sunduğunu düşünmedi. İnsanlar
onu Küba’nın gururu olarak değil, yasaklı bir siyasi partinin temsilcisi olarak
gördü.
Artık bunların hepsi geçmişte kaldı.
Ortak bir düşmanımız ve ortak bir hedefimiz olduğu sürece, memleketimizdeki
içyapıya ilişkin farklı bakış açılarının ayrılığa sebep olamayacağını öğrendik.
Uzlaşmamız gereken şey, ortak bir düşmanımız olup olmadığı ve ortak bir hedefe
varmaya çalışıp çalışmadığımızdır.
Kesin olarak ortak bir düşmanın
bulunduğuna kanat getirmiş durumdayız. Kimse tekeller aleyhine konuşmadan önce
ya da açıkça “Bizim ve tüm Amerika’nın düşmanı, tekelci ABD hükümetidir”
demeden önce şöyle bir omzunun üstünden, kulak misafiri olacak biri, belki de
bilgi sızdırabilecek bir elçilik ajanı olup olmadığına bakmaz. Eğer artık
herkes düşmanın o olduğunu ve o düşmana karşı mücadele eden herkesin bizimle
ortak noktası olduğunu biliyorsa, ikinci kısma geçebiliriz. Küba için
hedeflerimiz nelerdir? Ne istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz,
istemiyor muyuz? Küba’nın tam ekonomik bağımsızlığı için savaşıyor muyuz,
savaşmıyor muyuz?
Herhangi bir askeri blokta yer
almaksızın, burada yapılacak herhangi bir iç veya dış önlem konusunda dünyadaki
herhangi bir büyük gücün elçiliğine danışmak zorunda kalmaksızın, özgür
uluslardan biri olmak için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Eğer bolluk
içinde yaşayanların zenginliğini hiçbir şeyi olmayanlara bölüştürmeyi
planlıyorsak, eğer yaratıcı çalışmayı mutluluğun günlük ve dinamik kaynağı
haline getirmek istiyorsak, üzerinde emek harcamamız gereken hedeflerimiz var
demektir. Aynı hedefi benimseyen herkes bizim dostumuzdur. Eğer bu kişilerin
ayrıca başka görüşleri varsa, şu veya bu örgütün üyesiyse, bunlar önemsiz
ayrıntılardır.
Büyük tehlike, gerginlik ve
yaratıcılık anlarında esas mesele büyük düşmanlar ve büyük hedeflerdir. Eğer
bir fikir birliğine vardıysak ve nereye gittiğimizi biliyorsak, işe
koyulmalıyız. Bırakalım buna üzülecek olan üzülsün.
Bir devrimci olabilmek için öncelikle
bir devrimin olması gerektiğinden bahsediyordum. Bir devrimimiz zaten var.
Şimdi beraber çalışacağınız halkı tanımanız gerekiyor. Hala yeterince
tanımadığımızı, o yolda bir süre daha ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum.
Kooperatiflerde onlarla beraber yaşamak ve çalışmak dışında halkı tanımak için
başka hangi araçlar olduğunu soruyorsunuz. Bunu herkes yapamaz ve bir sağlık
çalışanının varlığının bile çok önemli olduğu birçok yer var. Devrimci
milislerin, Küba halkının dayanışmasının en büyük göstergelerinden biri
olduğunu söyleyeceğim. Milisler, kısa bir süre öncesine kadar Küba’nın üzücü ve
neredeyse ölümcül bir gerçeği olan duruma, örneğin geniş çaplı bir silahlı
saldırının tutsağı ya da kurbanı olmasına karşın doktorları artık hazırlıyor.
Bir doktorun, milis ve devrimciyken
de her zaman bir doktor olması gerektiği konusunda sizleri uyarmalıyım.
Sierra’dayken düştüğümüz hataya düşmemelisiniz. Belki bu bir hata değildi ama o
dönemdeki tüm sağlıkçı yoldaşlar neden bahsettiğimi biliyor. O zaman yaralı ya
da hasta birinin yanında kalmayı onursuzluk gibi algılıyorduk ve birer tüfek
kapıp cephede neler yapabileceğimizi kanıtlamanın yollarını arıyorduk.
Artık koşullar değişmiş durumda ve
ülkemizi korumak için kurulmuş olan ordu, farklı taktikleri olan bir ordu
olmalıdır. Doktorların bu yeni ordunun planlarında muazzam öneme sahip bir yeri
olacaktır. Doktorlar, bir savaştaki en güzel ve en önemli görevlerden biri olan
doktorluğa devam etmelidir. Yalnızca doktorlar değil, hemşireler, laboratuar
teknisyenleri ve bu insani göreve kendini adayan herkes son derece önemlidir.
Gizli tehlikeyi biliyor ve havada
varlığı hissedilen saldırganlığı püskürtmeye kendimizi hazırlıyor olsak da
bunları aklımızın bir köşesine itmeliyiz. Eğer savaş hazırlığını kaygılarımızın
merkezine koyarsak, yaratıcı çalışmaya kendimizi adayamayız.
Askeri eylem için harcanan bütün emek
ve para, harcanmış emek ve para demektir. Ne yazık ki bunu da yapmak zorundayız
çünkü başkaları da bu hazırlıkları sürdürüyor. Ancak bir asker olarak onurum
üzerine tüm samimiyetimle söylüyorum, harcamalar içinde beni en çok üzen,
birkaç silah daha alınsın diye Merkez Bankası’nın kasasından çıktığını gördüğüm
paradır.
Milislerin barış zamanında da yapacak
işleri var: kalabalık nüfuslu yerlerde halkı bir arada tutmak. Doktorların
milis kuvvetlerinde hayata geçirildiğini bildiğim o olağanüstü dayanışma
örülmelidir. Tüm tehlike zamanlarında, yoksul Küba halkının sorunlarını çözmek
üzere derhal yola koyulmalıdırlar. Milisler, Küba’nın tüm sosyal sınıflarından
insanların katılımıyla ve üniformanın simgelediği eşitlikle bir arada yaşama
olanağı sağlamaktadır.
Bir süredir kullanmayı unuttuğum bu
unvanı bir kez daha kullanmama izin verirseniz, sağlık emekçileri olarak
bizler, eğer dayanışmanın bu yeni silahını kullanıyorsak, hedeflerimizi
biliyorsak, düşmanımızı tanıyorsak, gitmemiz gereken doğrultuyu biliyorsak,
geriye kalan tek şey her gün kat etmemiz gereken mesafeyi bilmektir. Bu
mesafeyi kimse bize göstermeyecektir. Bu mesafe, herkesin bireysel
yolculuğudur. Her gün yapacağı, kişisel deneyimlerinden edineceği ve halkın
refahına adadığı mesleğini icra ederken kendinden katacağı şey budur.
Artık geleceğe yürüyüşümüz için
gerekli olan her şeyi bildiğimize göre, Marti’nin öğütlerine bir kez daha kulak
verelim. Her ne kadar şu an bunun aksini yapıyor olsam da bu harfiyen
uygulanmalıdır: “Anlatmanın en iyi yolu yapmaktır.” O halde Küba’nın geleceğine
doğru yürüyelim. 20
Ağustos 1960.
Ernesto Che Guevara
Çeviri: JOSÉ MARTÍ KÜBA DOSTLUK DERNEĞİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder